10: Yolumu Kaybettim
"Nereye gidiyoruz?" diye sordu San kıkırdayarak, bir yandan da Wooyoung'un elini daha sıkı tutuyordu.
Diğer elini sarışın adamın kalın, damarlı üst koluna sardı ve iyice yakınlaştı.
"Bilmiyorum. Biraz mahremiyet için bahçede bir yerlere işte," diye cevapladı. San'ı yakınında tutarken karanlığın çökmek üzere olduğu bahçede etrafına bakındı.
Ardından çitlerin arasından ilerleyen yolu işaret ederek siyah saçlı adamı yola doğru yönlendirdi. San'ın yanakları gülümsemekten neredeyse ağrımaya başlamıştı ama umurunda bile değildi.
Birlikte kıkırdarlarken bahçenin ve gecenin verdiği huzuru bozmamak için fısıldaşıyorlardı.
"Sence Martin burada mıdır?"
"Umarım değildir. Tekrar bir kertenkeleyle karşılaştırılmak istemiyorum."
San cevap olarak genizden gülerken, Wooyoung da sırıttı. Sarışın adam bahçede öncülük ederken villanın bu kadar büyük oluşuna hala inanamıyordu.
Hava karanlıktı ve nereye gittiklerini göremiyordu, o yüzden sıkıca sarışın adamın koluna sarılmıştı.
Wooyoung'la tekrar özel 'an' mı yaşayacaklardı?
Çocuklara anlatmak için sabırsızlanıyordu. Arkadaşlarına her şeyini anlatıyordu ama dün geceyle ilgili konuşmak için bugün fırsat bulamamıştı.
"Neredeyiz?" diye fısıldadı San, Wooyoung'un nerede olduklarını hesaplamasını izlerken endişeyle dilini ısırdı.
Etrafları zeytin ağaçlarıyla çeviriliydi, gökyüzü mürekkep siyahı rengindeydi ve cırcır böceklerinin sesleri duyuluyordu. San oraya nasıl ve ne zaman geldiklerini anlamamıştı, Jung Wooyoung ile yalnız olduğu gerçeğine ve hayatının enini yaşıyor oluşuna o kadar odaklanmıştı ki şimdi asıl gerçekliğe dönünce içten içe korkmaya başlamıştı.
"İtalya'da bir yerlerde. Galiba."
"Woo! Yolumuzu kaybettik!" diye bağırdı San zıplayarak ve sarışın adama daha da yaklaşarak.
"Beni takip etmek zorunda değildin!"
"Ormanın içinde rastgele yürüyeceğini düşünmemiştim," diye karşılık verdi San da. Etrafını net göremese de sarışın adam San'ın sesinden dudaklarını büzdüğünü fark ettiği için gülümsemesine engel olamadı.
"Sorun yok. Telefonunu çıkarırsan ışığıyla etrafımızı daha iyi görebiliriz," dedi Wooyoung mantık yürütmeye çalışarak. Farkında olmadan koluna daha sıkı sarılan San'a bakmak için hafifçe döndü. İstediği kadar sıkı sarılabilirdi, umurunda değildi.
"Telefonum yok ki! Havuz kenarında bıraktım," dedi San biraz ters çıkarak ama yine de yakınlığını korumaya devam etti.
"Siktir, çok güzel," dedi Wooyoung gülerek, San'ın farkında olmadan elini sıkıp koluna iyice sarılması hoşuna gitmişti. Ayrıca San'ın sanki her an önlerine bir canavar fırlayacak gibi kuşkuyla hem kendi arkasına hem de Wooyoung'un omzunun üzerinden çevresine bakması da çok komikti.
"Senin... seninki de mi yok?!" diye bağırdı San fısıltıyla, gözleri yerinden çıkacak gibiydi.
"Evet, ben de havuz kenarına bıraktım."
"Gülmeyi kes! Şu anda ölebiliriz!"
Wooyoung, San'ın ters bakışlarınla karşılaşıncaya kadar kıs kıs gülüyordu. Aniden ciddileşti, duruşunu değiştirdi ve yavaşça derin bir nefes verirken içindeki kahkahayı bastırmaya çalıştı. Ama çabaları boşunaydı çünkü koca bir kahkaha patlatmasına mani olamamıştı.
"Ö-özür dilerim–" dedi kahkahasını engellemeye çalışırken.
"Hm," dedi siyah saçlı adam bir tek, ama dudaklarına konan küçük bir gülümsemeyle o da gülmeye başlamıştı. Arkasına döndü ve sarışın adamın ona gülümsediğini görünce birbirine geçmiş ellerini bırakmadan bu sefer o Wooyoung'a yol göstermeye başladı. Wooyoung yan yana yürümeye çalışırken San hafifçe Wooyoung'u yanına çekti ve boştaki elini göğsüne koydu.
"Hayır. Sen beni takip ediyorsun. Yolumuzu ben bulacağım."
Wooyoung sadece sırıtıp daha çok kızdırmak için San'a doğru eğildi.
"Peki bebeğim. Yolumuzu bulacağına inanıyorum."
San kontrolsüzce kıkırdamadan önce göz kırptı. Nazikçe Wooyoung'un göğsüne vurunca cevap olarak başka bir çekici gülümsemeyle karşılaştı. Önüne dönüp ilerlemeye devam ederken Wooyoung da arkasında gülümseyerek ve acele etmeyen adımlarla onu takip etti.
Wooyoung'un hala sırıtışına karşı somurttu ama yüzünü göremediğinde de gülümsedi. Geldikleri yoldan geri gittiklerine çok emindi, Wooyoung'dan birkaç santim uzun zeytin ağaçlarını ve belli bir uzunlukla çitlerin arasından geçmişlerdi.
"Bekle, bekle, bekle. Neden biraz burada kalmıyoruz?" diye sordu Wooyoung, nereye bakarlarsa baksınlar her yerin aynı göründüğü ormanda kayboldukları gerçeği onu pek endişelendirmiyordu.
"Dostum, korku filminde olsan beş dakika içinde ölürdün," dedi San başını sallayarak, hala ağaçların içinden çıkmaya çalışıyorlardı.
"Eğlenceli olurdu," dedi sarışın adam cevap olarak.
"Hayır! Öyle bir şey olmayacak! Hadi," dedi San kıs kıs gülen Wooyoung'u çekiştirerek.
Elini San'ın elinden çekince San büyük, sıcak elin boşluğunu kaplayan soğukla şaşırdı. Çekingen bir şekilde bir kolunu San'ın omzuna sarınca San utanarak gülümsedi.
Gamzesi kendisini belli ederken birlikte daha rahat yürüyebilmek için San da tereddüt ederek kolunu Wooyoung'un beline sardı.
"Sana öncülük etmeme ne oldu?"
Wooyoung gözlerini San'a çevirdi. "Hala öncülük edebilirsin. Sadece biraz korktum," dedi dalga geçerek.
"Hm, pekala," dedi San kıkırdayarak.
"Bana inanmıyor musun? Çok çabuk korkarım ben," dedi yalandan büzdüğü dudaklarıyla.
"Beni Jason'dan sen kurtarmadın mı?"
"Jared demek istedin sanırım. İsim hafızan pek kuvvetli değil."
"Aynı şey. Çok havalıydı ama. Tekrar teşekkür ederim," dedi San içten gülümsemesiyle.
"Ona sandviçi fırlatan sendin, ben sadece biraz tehdit savurdum," dedi Wooyoung.
"Evet ama karnım açtı ve içindeki o mükemmel et boşa gitti."
"Eğer isteseydin sana başka bir sandviç alabilirdik."
"Şu anda tek istediğim bu ürpertici ormandan çıkmak! Böyle bir film izlemiştim ve herkes ölüyordu."
"Ne tarz filmler izlemeyi seversin?"
"Çizgifilm. Ve korku."
"Korku mu?" diye sordu Wooyoung şaşırarak, ürperdiğini hissettiğinde San'ı yakınına çekti. "Çizgifilmi anlarım da korku da mı seviyorsun?"
"Heyecanlı oluyorlar! Ben de korkuyorum ama çok eğlenceli bence."
Wooyoung sadece başıyla onayladı, bir gün ikisi korku filmi izlerken her korktuğunda San'ın kollarına sıçradığı anı hayal etti.
☂︎☂︎☂︎
"İkiniz neredeydiniz?" diye sordu Hongjoong bir kaşını kaldırarak, ikilinin herhangi bir yeri incindi mi diye gözleriyle baştan aşağı kontrol ediyordu. Grubun hepsi iki şezlongun üzerine oturup Uno oynuyorlardı ve aniden gözleri hala dip dibe dikilen San'la Wooyoung'un üzerine dönmüştü.
"Muhtemelen düzüşüyorlardı," diye fısıldadı Jongho ve Yeosang da kahkaha atarak başıyla onayladı.
Wooyoung sert bakışlarıyla onlara bakarken utanarak kolunu San'dan çekti.
"Kaybolduk."
"Eminim öyledir," dedi Seonghwa ve kokteylinden bir yudum aldı.
San somurtarak sessizce Yunho'yu izleyen Mingi'ye doğru ilerledi. Yanına oturdu ve dikkatini kendisine çekebilmek için başına vurdu, Wooyougn'un gözlerine bakmamaya çalışıyordu.
"Kim kazanıyor?" diye sordu oyuna bakarak.
"Ben," dedi beşi birden aynı anda ve anında tartışmaya başladılar. San kahkaha atarak bu sefer Yunho'ya yanaştı ve herkesin gerçekte nasıl olduğunu açıklamasını bekledi.
Wooyoung Seonghwa'yla saatler önce yatarak dinlendiği hamağa doğru gitti ve eşyalarını toplamaya başladı. Telefonunu eline aldığında yüz ifadesi anında buz gibi olmuştu.
Üç Cevapsız Arama: Jimin
Beş Mesaj: Jimin
Jimin
jimin: telefonu aç, seninle konuşmam gerek
jimin: beni görmezden mi geliyorsun?
jimin: çok ciddiyim, ben senin abinim o yüzden bana saygı duy bok herif
jimin: konu babam
jimin: beni geri arasan iyi edersin
Wooyoung sert yüz ifadesiyle mesajları tekrar tekrar okudu.
Sırtı diğerlerine dönük olduğu için San'ın onu izlediğini fark etmedi.
Endişe ve öfkeyle çenesini sıkıp dişlerini birbirine bastırırken çene hattı keskin bir şekilde belirginleşmişti.
Elindeki telefonu öyle bir sıkıyordu ki eklemleri bembeyaz olmuş ve üzerindeki yaralar hafifçe açılmıştı. Eklemlerinin üzerinde her zaman eski, yeni, belirgin ya da solgun yara izleri vardı.
Vücuduna giren tanıdık öfke hissiyle gözlerini sımsıkı kapattı.
Şu anda haplarına ve ölümüne vurmak istediği bir şeylere ihtiyacı vardı. En sonki çıldırmasından farklı olarak bu sefer öfkesini neyin tetiklediğini biliyordu.
İyi mi yoksa kötü bir şey mi olduğunu bilmiyordu, tek bildiği şey içindeki öfkenin ve şiddetinin bir kaçış yolu bulmaya çalıştığıydı.
"Bö!" diye bağırdı San, yüzündeki gülümsemeyle aniden Wooyoung'un görüş alnına girmişti.
Wooyoung ona boş bir şekilde baktı, hızla alıp verdiği nefesleri dizginlemeye çalışıyordu. San'ın canını yakmayacaktı. Ona o tarafını göstermeyecekti. Yapmayacaktı. Karşı koyacaktı.
Sertçe yutkunurken yumruklarını öyle bir sıkıyordu ki tırnaklarındaki kan çekilmeye başlamıştı ama umurunda değildi. Gitmesi gerekiyordu.
Öyle de yaptı. San'a cevap vermeden, diğerlerine bir kere olsun bakmadan. Hiçbir şey yapmadan.
San endişeyle kaşlarını çatarken Wooyoung'un geniş, gergin bedeninin dönüp gidişini izledi.
"Woo, iyi misin?" diye sormaya çalıştı, hızla peşinden yetişerek elini yakalamayı başardı.
Her şey çok hızlı olmuştu.
Wooyoung elini San'ın elinden fevri bir şekilde çekince San korkuyla geriye sıçrayıp ellerini göğsüne doğru çekti.
"BANA DOKUNMA!" diye bağırdı, yüzü ona bariz bir korku ve şaşkınlıkla bakan San'ın yüzünden sadece bir nefes uzaklıktaydı. Gözleri belirsiz ve koyu, kopkoyuydu. Ruh hali tamamen değişmişti; şeytani bir güç tarafından ele geçirilmiş gibiydi.
Bu Wooyoung değildi.
Derin ve hızlı nefes alıp veriyordu, bir lanet gibi içinde taşıdığı saldırganlık dışa vurmak istiyordu.
İncitme ve o alandaki en güçlü olma isteği, ihtiyacı, içgüdüsü asla itiraf edemeyeceği bir şekilde hem heyecanlı hem de yıkıcı hissettiriyordu. Yıkıcıydı çünkü bilen ya da en azından sırrını tahmin eden herkes, hatta arkadaşları bile onu canavar olarak görüyordu. Ve geçmişinin hayaletlerine göre emir almayan ancak veren ve bir hiçmiş gibi acı duyan, insanların kendi dezavantajını kullanan tehlikeli bir şeydi. Heyecanlıydı çünkü kontrolü eline alıyordu. Kontrolü, gücü ve saygıyı elde ediyordu. Gerçek Wooyoung istiyor mu istemiyor mu umursamadan içindeki o hastalıklı arzuyu besleme ihtiyacı hissediyordu. İstiyordu. Zorundaydı.
Ve bu asla değişmeyecekti.
Yavaşça San'ı tanımaya başladı. Yavaşça belirsiz, temkinli bakışlarını fark etti ve anında kendisinden on kat daha fazla korkmuş, hayal kırklığına uğramış ve öfkelenmişti.
Solgun yüzüyle hızla dikleşip San'a baktı. Arkadaşlarına baktığında ani duygu değişimiyle oyunlarına ara verip kuşkuyla onları izlediklerini gördü.
Tökezleyerek kızarmış ve akmak üzere olan yaşlarla dolmuş büyük gözleriyle ona bakan San'dan uzaklaştı. Wooyoung'un ağzı açılıp kapanırken açıklama yapmak için söylemek istediklerini kelimelere dökmeye çalışıyordu. Fakat ağzından çıkanlar istediklerinden çok farklıydı.
"Ö-özür dilerim. Özür dilerim."
Ardından arkasına döndü ve sıktığı yumruklarıyla ve titreyen omuzlarıyla villaya geri döndü.
___________________________________________________
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top