28
Ne yaptığımı kesinlikle bilmiyordum. Birinin bana yardım etmesi lazımdı fakat bunu kabul edecek kadar olgun veya hazır değildim. Finn'den yavaşça ayrılıp kollarımı bedenine doladım. Kafası direk omzuma düştüğünde ve elleri sırtıma değdiğinde bana kötü bir şey yapmışım gibi bakan Zack'i görmezden geldim. Niye öyle bakıyordu ki? Kötü bir şey yapmış gibi görünsem de bunu boşa yapmıyordum. Finn'e olan hislerim zayıf olsa da ona karşı bir şeyler hissediyordum. O benim kurtuluşumdu. Beni Harry'den kurtaracak olan insan Finn'di. Bu onun için tehlikeli olsa da kendimi ondan uzaklaştıramadığım doğruydu. Bu yüzden ikimiz için en iyisi buydu.
Eve dönerken Zack'in bakışları canımı yakmıştı. Gözlerinden bana ne demek istediğini anlayabiliyordum. Finn'i bu hale getiren her seferinde ben olmuştum. Harry ile kavga etmeleri, benim kaçmam ardından da korkak bir fare gibi geri gelmem onun hoşuna gitmemişti. Umursamaz davrandığımı düşünüyor olmalıydı. Çok da yanılmıyordu. Anna'yı üzüyordum. Anna'yı korumam gerekirken. Şimdi ise bunları düşünmeyi kesip güneşin rahatsız ışınları gözümün içine girerken tepemde dönüp duran Anna'ya odaklanmam lazımdı. Bir yanımda Zack bir yanımda Finn otururken sorgulanmaya gelmişim gibi hissediyordum. "2 gün önce, gece Harry sana ne yaptı?" elini başının üstüne getirip sıktığında karnındaki şişliğe gözüm kaydı ve yutkunup ayağa kalktım. Anna'nın elinden tutuyordum ki elini elimden çekti ve kızıl saçlarını hafifçe çekiştirdi. "Sorularıma cevap ver Des!" tüm gücüyle bağırdığında Zack hızlıca ayağa kalktı ve Anna'nın yanına gelip onu omuzlarından tuttu. Ardından bana baktı ve iğrenç bir şeymişim gibi "Söylediğini yap." dedi. "Önce otur Anna." dedim sakince. Anna'nın nefesleri sıklaşmaya başlamıştı ve bu bebek için iyi değildi. Onları bunlardan uzak tutmaya çalışırken onları parçalayan ben oluyordum. Bundan nefret ediyordum. Bir şeyleri toparlamaya çalışıp yeniden mahvetmek beni yoruyordu. Anna daha fazla dayanamayıp bize endişeyle bakan Finn'in yanına oturduğunda kafamı aşağı yukarı salladım ve bir adım geriledim. "Benimle konuşmak istediğini söyledi. Ben karşı çıkınca da daha fazla diretti. Size benim yüzümden zarar verecekti Anna. Buna katlanamazdım. 1 gün boyunca sürekli düşündüm. Sana gitmeyi düşündüğümü söylesem bana ne yapacaktın Anna? Benim gitmeme izin vermeyecektin. Böylesi bizim için en iyisi olacaktı. Fakat Harry yine karşıma çıktı. Onu pencereden aşağı ittim ve kaçtım. Korktum Anna. Dışarıda yapayalnızken korktum. Bunu yapabilirim sanmıştım. Katlanabilirim sanmıştım. Yanılmışım. Eve bakmaya geri geldiğimde Harry beni evin önünde bekliyordu. Yaralanmamıştı. Düşerken perdeme tutunmuş ve inişi yavaşlatmıştı. Bana benimle birlikte olmak istediğini söyledi. Hayır yanıtı kabul etmeyeceğini ve beni bırakmayacağını. Tam o sırada Finn'in bağırışlarını duydum. Bana sesleniyordu ve bir anda kavga etmeye başladılar. Orada kalamadım. Kalamazdım. Bu yüzden parka koştum. Ve düşündüğüm gibi Finn beni buldu. Artık sizden bir şey saklamak istemiyorum." soğukkanlılığımı korumuştum. Fakat çocuklar için aynısı geçerli değildi. Zack ve Anna birbirine bakıyor ve şaşkın olduklarını açık ağızları açıklıyordu. Finn ise bana sadece gülümsüyordu. Şoku atlatmaları uzun sürmemişti. Anna hızlıca ayağa kalkmış ve bana sarılmıştı. "Yanında olduğumuzu biliyorsun Destiny. Ayrıca eğer Harry'i bu evin 20 metre yakınlarında görürsem onun belasını -" seslice güldüm ve ondan ayrılıp gözümden akan yaş tanesini sildim. Fakat bu göz yaşı gerçek değildi. İçten içe bunun gerçek bir duygu olup olmadığını kararlaştıramıyordum. Ben de bu gerçeği herkesten ve hatta kendimden bile saklamayı tercih ettim. Hiç bir şey düzelmiş olmasa da en azından Anna ve ben düzelmiştik ve bu her şeyime bedeldi. Bu toparlanma işi çok uzun sürmeyecek gibiydi çünkü şimdiden Anna bana bebekle ilgili şeyler anlatmaya, alışverişe çıkmamız gerektiğiyle ilgili bir şeyler söylüyordu. Bu duruma sevinsem de aklımı kurcalayan bir sürü soru vardı. Zack ve Finn parka gelirken neden kavga etmişlerdi? Anna nasıl oldu da bir anda bana iyi davranmaya başlamıştı? Finn ve Harry kavga ettikten sonra ne olmuştu? Hepsini merak ediyordum fakat şu an en masum sorudan başlamam gerektiğinin farkındaydım. Anna'nın dediklerini dinlemeye çalışırken bir yandan da Zack'i mi Finn'i mi kenara sıkıştırmalıyım diye planlar kuruyordum. Anna bir anda susup bana baktığında "Yarın alışverişe çıkalım." aniden söylediğim şeyle önce bir durdu ve ardından gülümseyip "Çıkmalıyız." dedi. Onu dinlemediğimi anlamamıştı, belki de hamilelik duyguları onun Anna duygularını biraz köreltmişti. Yoksa Anna 10 metre öteden ona yalan söylendiğini bile anlayabilirdi. "Ben gidip çocuklara bakayım, umarım mutfak savaş alanına dönmemiştir." sahte olduğunu düşünmediğim bir gülümsemeyle ayağa kalktım ve mutfağa ilerledim. Tam kapıdan içeri girecekken omuzlarımdan tutup beni koridora iten Zack'le nefesim kesildi. "Zack sen ne-" "Shh! Zack şu an burada değil, Elsa." gözlerim yerlerinden fırlayacakmış gibi olduğunda Harry'nin sesi daha da korkmama sebep olmuştu. "Sana benden kurtuluş olmayacağını söylediğimde yalan söylemiyordum. " ellerini iki yanıma doğru bastırmış ve bacaklarımı duvara sıkıştırmıştı. "Sen nasıl-" sağ eliyle ağzımı kapattığında Zack'in gözlerinin kırmızıya dönüştüğünü görmek omurgama bir ağrı saplanmasına neden olmuştu. "Onun bedenine girmek çok kolaydı Elsa. Özellikle Finn'in. Şu an nerede olduğunu bilmek ister misin? Banyoya bakmanı tavsiye ederim." Elini ağzımdan çekip gülümsediğinde dilim damağım kurumuştu. Finn, yoksa? "Hayır. Hayır, bunu yapmadım de." Çığlık atmamak için zor dururken gözlerimden yaşlar firar etmeye başlamıştı. Merdivenleri hışımla çıkarken kendi kendime 'Hayır.' diye sayıklamaktan başka bir şey yapamıyordum. Marry'lerin banyosunun önüne geldiğimde kapının eşiğinden ayaklarıma süzülen kanı görmemle kalbime bir bıçak saplandı ve nefes alışımı engelledi. "Finn! Finn beni duyuyor musun?!" Çığlık atıp kapıyı yumruklamaya başladığımda bu acıyı yeniden kaldırabileceğimi kestiremiyordum. Yapamayacaktım. Daha fazla dayanamayacaktım. Kulaklarım çınlamaya başladığında merdivenlerin başında gördüğüm Zack ve Anna bana korkunç bir şekilde bakıyordu. Gözlerim kaymaya başladığında Anna'nın çığlığı beynimin içinde yankılanmaya başlamış, kalp duvarlarımı yırtarcasına bir acı saplanmasına neden olmuştu. Aniden banyonun içinde kendimi kanlar içinde yatarken görmüştüm. Bileklerimden sızan incecik kan damlaları küvetin duru suyunu utanmaz bir kızıllığa boyamıştı. Görüntü bulanık, sesler boğuktu. Sağ tarafımda Marry, sol tarafımda ise Finn yatıyordu. Bir anda karşımda beliren karaltı ise Harry'den başkası değildi. Şimdiyse bir eliyle Marry'e diğer eliyle de Finn'i kucaklamıştı. Marry'nin saçları Harry'nin omzundan aşağı sarkarken Finn'in gözlüğü burnundan düşmek üzereydi. "Seç." dedi buz gibi sesiyle. Sesi bile üşümeme neden olmuştu. Kanlı bileklerimi bedenime doladım ve saçlarımın çıplak göğüslerimi kapattığını fark ettim. "Ne için?" dedim benim bile anlayamayacağım bir tuhaflıkla. "Hangisi ölmeli?" bir yandan Marry'e bir yandan da Finn'e baktı. "Finn." ağzımdan çıkanları kulaklarım duyuyor muydu? "Ben de öyle düşünmüştüm." yüzünde bir gülümseme belirdi. Yeşil gözleri kırmızılaştı ve Finn'in boynuna geçirdiği tırnaklarıyla yere damlamaya başlayan mürekkep rengi kanlarıma karıştı. Birden sızlamaya başlayan kollarımla doğruldum ve gövdemin bir kısmını sudan dışarı çıkarttım. Kesiklerden gelen siyah kanla gözlerim karşımda duran canavarıma çevrildi. Yüzündeki gülümsemeyle Finn'e bakıyordu. Bir anda küvetin içinden dibe çekildiğimi hissettim ve gözlerimi açtım. Nefesimi tutuyordum ve uçsuz bucaksız bir okyanustaydım. Saçlarım çıplak gövdeme her çarptığında titriyor ve ürküyordum. Kafamı nereye çevirsem sonsuz bir siyahlık beni karşılıyordu. Nefesim tükeniyordu. Yüzmezsem ölecektim. Fakat hangi tarafa gidecektim? Aşağı yukarı kavramım yok olmuştu. Nereye gidecektim? Kafamı umutsuzca yukarı kaldırdım. Bir ışık, bir yıldız arıyordum. Yoktu. Sanki beni öldürmek istercesine burnumdan fırlayan hava baloncuklarıyla daha fazla dayanamayacağımı tesçillemiştim. Birazdan göğüs kafesimi parçalayan bir balyoz inecekti gövdeme. Ardından bedenim acı tuzlu suyla dolacaktı. Ve hepsi gerçekleşmişti. Önce göğsüme ani bir sancı ile ağzımda tuttuğum bütün hava sağa sola kaçışan baloncuklara sebep olmuş ardından ağzım nefes için çırpınan balıklar gibi açık kalmıştı. Ellerim istemsizce vücudumu sardığında sanki acıyı hafifletecekmiş gibi ümitliydi. Fakat artık çok geçti.
Ben ölüyordum.
Kollarım bir süre sonra serbest kaldığında gözlerim de kapanmaya başladı. Zihnimin kırıklarından içeri girmeye çalışan ölüm korkusu eski bir dostu hatırlatıyordu. Bacaklarımı sımsıkı kapatmış kollarımı kontrol altına alamadığımdan boğazımdan bir hıçkırık kaçmıştı. Ve o anda kafam geriye gitmiş saç diplerimden biri beni bir yere çekmeye başlamıştı. Vücuduma batan tonlarca iğneyle bunun ne olduğunu anlamaya çalışmam nefes almamı iyice zorlaştırıyordu. Gözlerimi açmaya çalışıyor fakat başaramıyordum. Yüzüm bir sıcaklık dalgasına yakalandığında dudaklarım hafifçe aralanmış ve bir oksijen parçacığı boğazımda takılı kalan tüm okyanusu boşaltmama sebep olmuştu. Ciğerlerime dolan temiz hava bir anda bana zehir gibi geldiğinde kendimi öksürmekten alıkoyamamıştım.
Ben yaşıyordum.
Gözlerim yavaşça açıldığında ilk olarak titreyen vücudumu görmüştü. Ardından sadece ayın parlaklığıyla görebildiğim ıslak kıvırcık saçlar ve baygın yeşil gözler. " Elsa, Finn öldü." Sadece 3 kelime etmişti. Ve o 3 kelime beni selvi ağcının hafif bir yelde sallanması kadar bile sarsmamıştı. Hiç bir şey hissetmemiştim. Ne üzüntü ne de şefkat. Sadece hiç bir şey. Harry de bunu biliyordu. Bu yüzden şimdi söylemişti. Beni tanıyordu. Beni benden iyi tanıyordu. "Hadi gel seni bir yere götüreceğim." çıplak vücudum kaslı kolları tarafından kaplandığında utanacak gücümün olmadığının farkındaydım. Yine de kendimi tişörtünün içine saklamak istiyordum. İkimiz de ıslaktık fakat ben bir buz kütlesi kadar soğukken o ise az önce alevlerin ortasından çıkmış gibi sıcaktı. Yanağım göğüsünün üstündeydi ve inanılmaz yavaş atan kalbini dinleyerek uyuyakalmak üzereydim. Nitekim de öyle olmuştu. Sıcaklık ve kalp atışlarıyla uykuya dalmıştım. Uyandığımda yumuşak bir zemindeydim ve ne o sıcaklığı hissediyor ne de kalp atışlarını duyabiliyordum. Biraz sarsılmış gibi hissettiğimde bir an belimden sanki biri dürtmüş gibi irkildiğimde gözlerim istemsizce açıldı. Krem rengi bir duvar beni karşıladığında odanın tanıdıklığı ile kollarımı iki yanıma koydum ve doğruldum. Yatak başlığını gördüğümde içimden bir ürperti geçti ve yanı başımda olan kapıya doğru baktım. Her an o pis kokan adamın içeri gireceği ve beni yatağa sürükleyeceği aklımda beliriyordu.
Sahi bu ne zaman olmuştu?
Peki ya böyle bir şey olmuş muydu?
Tabi ki olmuştu. Hiç bir şey rüya değildi. Bunca zamandır yaşadığım her şey istediğimin tersi olarak gerçekleşmişti. Finn, Zack ve Anna. Her şey gerçekti. Peki neden buradaydım? Hafızamda yankılanan 'Harry' ismiyle üstümdeki ince örtüyü yere fırlattım ve üstüme yapışan siyah bir şortla -daha çok boxer ı andırıyordu- düz siyah bol bir atlet giymiş olduğumu fark ettim. Bu odanın içinde bulunan, az önce yattığım yatağın altına saklandığımı anımsamam ve hemen yanı başımda beliren canavarımın kan kızılı gözlerini gördüğümü hatırlamam yeterince geçmişin acımasız pençelerine yakalanmamı sağlıyordu. Kapıdan gözlerimi ayırmadan ilerlediğimde her an George'un korkutucu sesini duyacakmışım gibi hissetmiştim. Bu his beni ürpertmişti. Düşünmek istemeyeceğim anılardı. Bunlar geçmişti. Gemma ve George hayatıma girmeden önceydi her şey. Fakat şimdi neden burada olduğumu anlayamıyordum. Sanki beni duymuş gibi kapıyı aniden açan Harry korkmama sebep olmuştu. "Tanrım." diye inledim ve sol elimi kalbime götürdüm. "Üzgünüm seni korkutmak istememiştim." Harry kapıyı arkasından kapatıp kapıya yaslandığında kendimi bir adım geriye doğru atma ihtiyacı hissetmiştim. Nitekim de öyle yapmıştım. "Sorun değil." dedim hafif çatlak sesimle. "Daha iyi misin?" kollarını göğüslerinin üstünde birleştirdiğinde beliren kol kaslarıyla bakışlarımı yere indirdim ve yatağa oturup bağdaş kurdum. "Evet." kısaca verdiğim yanıt onu tatmin etmişe benzemiyordu. "Gemma burada. İstersen yanına gelebilir." bir anda aklımı kurcalayan kurtçuklar gibi sorular kafamı kaşındırmaya başlamıştı. "Dur." dedim elimi kaldırıp iki yanımdan düşmüş olan saçlarıma bakarken. "Sen Gemma'yı nereden tanıyorsun?" kafamı kaldırıp ona baktığımda gözleri yeşilden yavaşça griye döndü ve dudaklarını yalayıp alt dudağını ısırdı. "Gemma benim ablam." ağzım hafif Aralık bir şekilde ona bakıyordum. Ne demek Gemma onun ablasıydı? Gemma'nın aylar önce bahsettiği o korkunç kardeş gerçekten Harry olamazdı. Bu olmamalıydı. "Senin bir ablan olamaz. Sen bir canavarsın!" tükürür gibi söylediğimde kolları ağır çekimdeymiş gibi iki yanına düştü. Gerçekler ağır mı gelmişti? Birazdan bebekler gibi ağlayacak mıydı yoksa? Bir anda gelen gülme isteğiyle dudaklarım yavaşça kıvrıldı ve ses tellerimden tiz bir kahkaha çıktı. "Senin bir ailen olamaz Harry. Sen bunu hak etmiyorsun. Senin hak ettiğin tek şey bana çektirdiğin acıların kat be kat katı." gülerken ağzımdan çıkan kelimelere dikkat edemiyordum. Fakat hafif şeyler olmadığını da anlayabiliyordum. Gittikçe kararan gözleri ve uzamaya başlayan tırnakları ile bunu fark etmek zor değildi. "Yanılıyorsun Elsa. Ben sana çektirdiklerimden daha da fazlasını hak ediyorum. Fakat bu olanlar önceydi. Bunu bilmiyormuş gibi konuşamazsın!" bana doğru bağırdığında gülmeyi dilimi kesmişçesine kestim. "Biliyorum Harold." ayağa kalktım ve dört - beş adım ilerleyip önüne geldim. Parmak uçlarım yüzünde sertleşmiş olan kaslarına gitti ve avuç içim sıkmakta olduğu dişlerini hissetti. "Sana inanmak isterdim. Onca olan şeyden sonra olmaz Harry. Senin hayatımdan çıkman gerek. Ne kadar beni sen büyütsen de ne kadar beni sen ölüme sürüklesen de. Gitmen gerek. Gitmem gerek. Beni buraya bağlayan bir şey kalmadı." gözlerimin dolduğunu hissettiğimde ise kendime tutmayı başarmıştım. Şimdi doğru bir iş yapıyordum işte. Bu söylediklerim gerçekti. Hissederek söylediklerimdi. Başka bir dünya kurmalıydım kendime. Burada olmayacaktı. Biz, ne birlikte yapabiliyor ne de ayrı kalabiliyorduk. Şimdi ise bazı şeyler netleşmişti. Ben Harry'i sevmiyordum. Ben katilimi sevemezdim. Bu aşk değildi. Benimki sadece imkansızı sevmekti. Ve kalbim, yeterince parçalanmış kalbim bu kadar baskıyı kaldıramıyordu. Artık emin olmuştum. Buradan temelli gidiyordum. Her şeyi bırakıyordum. Çok önce yapmam gereken bir şeydi bu. Önce Anna'ya haber verecek ardından Marry'lerin evine gidecektim. Onları affetmeyi deneyecektim. Bunu onlara borçluydum. Ardından ise Üniversiteye gidecek ve sonunda normal genç gibi olabilecektim. Çok şey istememiştim. Normal olmayı dilemiştim. Şimdiyse Harry'e veda etmem o kadar da zor olmamıştı. Beni sevdiğini biliyordum. Gabrielin arabasına bindiğimde onun da babası olduğunu öğrenmiştim. Harry ise ona veda etmeye geldiğimde bana sadece uzun uzun bakmıştı. Yüzünden acı çektiğini okuyabiliyordum. Fakat aynı zamanda bana muazzam kızgındı da. Bundan sonra hayatımda olmayacağını biliyordum. Bu yüzden son bir öpücük verebilirdim. Parmak uçlarımda yükselip kollarımı boynuna doladığımda bana karşılık vermekte gecikmemişti. Dudakları aceleci bir şekilde üst dudağımı kavradığında bu öpücüğün onun acısını ve benim kaybolmuş sevgimi içerdiğini anlayabiliyorduk. Onu sevmiştim. Bana her zarar verişinde beni kollarına almasını bekleyerek yaşamıştım. Yapmamıştı. Daha da ümitlenmiştim. Pes ettiğimde ise çok geçti. O bana geri dönmek istemişti. Şu an ise öpücüğümüz tutkudan çok uzak bir şekilde acının en koyu tonundaydı. Ayrılmamız kısa sürmemişti. Nefesmişim gibi beni kavramıştı. Her şeyin sonu gibi bu da son bulmuştu. Gabriel beni Anna'nın yanına götürürken düşündüklerim karmaşık bir hâl almaya başlamıştı. Harry'nin hissettiği acı benim de yüreğimi burkmuştu. Fakat ben çoktan vazgeçmiş o ise ölmüştü. Onu ben öldürmüştüm. Onu öpücüklerimiz arasında ağlatmıştım. Ve şimdi beni 1 ay boyunca görmeyecekti. Belki daha fazla. Ama dönüşümü bekleyecekti. Döndüğümde ise bizi çok değişik bir hayat bekliyor olacaktı. Çünkü artık Elsa değil Des oyuna girecekti.
OOPSSS! BU KADAR UZUN SÜRDÜĞÜNE DEĞDİ Mİ?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top