25- "Come here."
Lacivertin koyu tonları bir su birikintisinin içine boya damlatmış gibi gökyüzünün parlak mavisini hızlıca yok ediyordu. Saçlarımın rüzgardan kabarmasını ya da ellerimin tutunduğum demirlerin kiriyle kaplanmasını ve bacaklarımın sürekli kasılmasını önemsemeden hala sallanmaya devam ediyordum. Ne zamandır sallanıyordum emin değildim. Finn belli bir süre sonra banka oturup yorulduğundan beni izlemeye başlamıştı. Uzun elbisemin etekleri her salıncağın yukarı doğru gidişinde havalanıyor ve bacaklarımı soğuk havayla tanıştırıyordu ve o kadar hoşuma gidiyordu ki ağız dolusu kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyordum. Salıncaktan sallanmaya başladığım saliseden beri bir gözüm Finn'de bir gözümde ağaçların arasında köpüren Harry'deydi. Bu karmaşalara rağmen gülümseyebiliyordum. Mutlu olabiliyordum. Sadece ufak bir tahta parçası ve tutturulabileceği bir demirle birlikte 2 zincir beni mutlu etmeye yeterdi. Fakat insanlar beni üzmek için elinden geleni yapıyordu. Oysa ki beni mutlu etmek bu kadar kolaydı. Biraz rüzgar ve soğuk da buna etkilendiği zaman benden mutlusu yoktu. "Hey! Des, Zack ve Anna çağırıyor. Gitmek ister misin?!" Finn bana seslendiğinde kafamı iki yana salladım. "Sen git, yolu biliyorum." dedim ve kahkaha attım. Finn kaşlarını çatmış bir şekilde yanıma gelirken bir yandan da gözlerini etrafta gezdiriyordu. "Seni burada yalnız bırakmam." Gülücüğüm havada asılı kalan bir uçurtma gibi özgürlüğünü kısıtlamıştı. 6 yıl önce ailemin beni sırf kendi zevkleri uğruna burada yalnız bıraktıklarını düşününce bu yabancının -ailemle kıyaslanınca bir yabancıdan farksızdı, aslında hey onlardan daha iyi bir aile- beni burada büyümüş olmama rağmen yalnız bırakmaması, kırıcıydı. "Yanlış bir şey mi söyledim?" Finn konuştuğunda kafamı iki yana salladım ve salıncağı durdurup indim. "Hadi gidelim." dedim gülümsemeye çalışarak. Finn'in de gitmek istediğini seziyordum. Çocuğu burada sonsuza kadar tutamazdım. "Yarın yeniden gelmeye ne dersin güzelim?" Finn beni mutlu etme yolunu çözmüş gibi görünüyordu. Fakat bütün hevesim kaçmıştı. "Ah, hayır. Yarın evde yalnız olmak istiyorum." dedim ve elimi beline atıp kafamı göğsüne doğru yasladım. "Dikişlerin acıyor mu?" dedim konuyu değiştirmek amacıyla. Çenesini kafama değdirdi ve kafasını iki yana salladı. "İz bırakacaklar mı?" Vücudundan oluk oluk akan kan gözümün önüne geldiğinde avucumun içindeki ceketini sıktım ve kafamı biraz daha göğsüne gömdüm. Gözlerim kapalı olmasına rağmen yürümeye devam ediyorduk. Finn'i yönlendirmeleri sonucunda eve kadar gelmiştik ve bana hala cevap vermemişti. Fakat cevabı net bir şekilde almıştım. İz kalacaktı. Kapı biz daha zile basmadan açılınca ikimizin bulunduğu durumun ne kadar da değişik olduğunu kapıda kocaman gözlerle bizi izleyen Zack&Anna çiftini görünce fark etmiştik. İkimiz de aynı anda kendimize çeki düzen verdik ve tebessüm edip içeri geçtik. Finn üçlü koltuğa otururken ben tekli koltuğa kendimi atmıştım. Hala salıncaktaymış gibi hissediyordum. Ayaklarım yere basmıyor gibiydi. "Neler yaptınız bunca saat?" dedi Anna eli karnında Finn'in yanına otururken. "Hiç." dedim Finn tam ağzını açıp konuşacakken. Finn anlamış olacak ki göz kırpıp işaret parmağını dudağına dayamıştı. İkimizin küçük sırrı olarak kalmasını istediğimi belli etmiş olmam güzeldi. "Hadi bir şeyler yiyelim. Sizi beklemiştik." Zack salondan içeri gelip elindeki telefonu baş parmağı işaret parmağı arasında döndürmeye başlamıştı. "Canım popayes çekti." Anna fısıldadığında gülümsemeden edememiştim. Aşermişti. "Pekala siz ne istiyorsunuz?" Zack bir bana bir de Finn'e baktığında bakışlarımız çakışmıştı. "Bana uyar." dedim ve omuz silktim. Finn de beni desteklediğinde Zack telefonla siparişleri vermişti bile. "Ne dersiniz film izleyelim mi?" Finn sorduğunda üstümdeki elbiseyi çıkarmak için ayağa kalkmıştım. "Üstümü değiştirip geliyorum siz filmi seçin." dedim ve telefonumu ceketimin cebinden çıkartıp koltuğun üstüne bıraktım. Birazdan Harry'le karşılaşacaktım. Bundan emindim. Odamda beni bekliyordu ve ben çoktan kendimi sakinleştirmiş bir şekilde odanın önünde duruyordum. Kulağımı hafifçe kapıya dayadım ve adım sesleriyle yanılmadığımı anlayınca gülümsedim. Kapının kulpunu kendimden emin bir şekilde açtım ve Harry'i umursamama oyunumu bir cd çaların içine cd koymuşum gibi gerçek dünyaya sundum. Tahmin ettiğim üzere elleri saçlarından hızla geçiyor ve odamda dört dönüyordu. O yokmuş gibi dolabıma ilerledim ve içinden bir taytla uzun bir kazak çıkartıp yatağımın üstüne fırlattım. Aslında bir duş alsam daha güzel olacaktı fakat Harry buradayken her ne kadar onu görmezden gelsem de duş almak akıl sağlığımın düzgün olduğu doğrultusunu raydan çıkartırdı. Harry sonunda dönüp durmayı bırakmış bana şaşkınca bakarken deri ceketimi yatağımın önüne gelip çıkarttım ve gözlerimi mümkün olduğu kadar yerde tutmaya çalıştım. "Elsa." Harry bıkkınca soluduğunda kafamı kaldırmak yerinde elbisenin uçlarından tuttum ve iç çamaşırlarımın kırmızı renginin birazdan yüzümde olacağını bile bile elbiseyi gözünün önünde çıkarttım. Hızlıca uzun olan beyaz kazağı üstüme giydim ve iç çamaşırlarımı göremeyeceğini anladığımda sessiz olmaya çalışarak nefesimi dışarı üfledim. O ana kadar nefesimi tuttuğumun farkında bile değildim. "Siktir." Harry'den bir mırıltı kaçtığında taytımı da bir çırpıda üstüme geçirdim ve ebeveyn banyosundaki kirli sepetine elbisemi attıktan sonra odanın kapısına doğru yürümeye çalıştım. Bugün bu kaçıncıydı Tanrı aşkına! Kolumu ellerinden kurtarmaya çalışsam da başarılı olamamıştım. Kızmaya başladığını bileğine bütün gücünü kullanmasından anlamıştım. Hayvan herif kolumu kopartacaktı neredeyse. Fakat sessiz kalıp dişlerimi sıkmaktan başka bir şey yapmayacaktım. Kimse benim kolumu falan sıkmıyordu. Orada Harry yoktu. Siktiğimin Harry'si yoktu. "Yüzüme bak!" Harry tısladığında kafamı hızlıca ona çevirdim ve kaşlarımı çattım. "Kim konuşuyor?" dedim ve Harry'nin iki tarafına da baktıktan sonra omuzlarımı silktim ve kolumu zorla da olsa ellerinden kurtardım. Kapıyı kapatırken bıraktığım gibi öylece durması yutkunmama sebep olmuştu. Gözleri koyu kırmızı olmuştu ve elleri yumruk şeklinde havada kalmıştı. Vakit kaybetmeden aşağı indim ve kapının girişindeki pofuduk terliklerimi de giydikten sonra salona girdim. Üçlü koltuğun önüne minderleri ve battaniyeleri sermiş beni bekleyen Anna ile koşarak yanına gittim ve kendimi yumuşak battaniye yığınana kahkaha eşliğinde bıraktım. Anna heyecan ve korkudan yerinden zıplamıştı fakat ardından kahkahalarımız birbirimizinkini kovalamıştı. Zack ve Finn ortalıkta gözükmüyordu bunun nedenini mutfaktan gelen patlamış mısır kokusuyla anlayabilmiştim. Anna'yla sonunda gülmeyi kestiğimizde uzun süredir bu kadar çok kahkaha attığımı yeni fark etmiştim. Hızlıca can parçamın yanına gittim ve kafamı omzuna yasladım. "Onları ikna ettim bebeğim, en sevdiğimiz filmi yani Leon'u izleyeceğiz!" Anna bir eliyle yanağımı okşarken diğer eliyle şişmiş olan karnını okşarken konuşmuştu. Leon:Sevginin Gücü bizim özel filmimizdi. Tabi bir de Black Swan vardı ama Leon'u daha çok seviyorduk. Finn elindeki kocaman patlamış mısır kasesiyle geldiğinde yanıma oturacak yer açtım ve battaniyeyi üstümden kaldırıp gelmesi için işaret ettim. Gülümseyerek yanıma oturdu ve kaseyi kucağıma bırakıp sağ kolunu omzuma attı. Zack de arkasından gelip Anna'nın yanına oturduğunda hepimiz televizyonun siyah ekranına bakmaya başlamıştık. "Dvd?" dedim ağzıma bir iki tan patlamış mısır atmadan önce. "Zack koyacaktı." dedi Finn bana cevap olarak. "Koymadın mı aşkım dvd'yi?" Anna yağlı ellerini umursamadan Zack'in yüzünü avuçladı ve burnuna bir öpücük kondurdu. Aynı anda Finn ile kafalarımızı aynı yöne çevirmiştik ve 'öğk' gibi tepkiler vermeye başlamıştık. Zack oflayarak kalkıp dvd'yi sürücüye yerleştirdi ve yeniden yerine geçti. Sonunda film başladığında Finn'e biraz daha yaklaştım ve bacağımın birini bilerek bacaklarının üstüne attım. Finn'in bacakları bu hareketimle gerilirken kafamı filmden çevirdim ve Finn'e şirince gülümseyip patlamış mısır kasesini uzattım. "Böyle çok rahatım ama istersen çekebilirim." dedim pek çekmeye istekli gibi durmasam da. Finn gülümseye çalışarak kafasını iki yana salladı ve bir avuç patlamış mısırı ağzına tek seferde tıktı. Onun bu haline gülerken ağzının kenarından fırlayan patlamış mısırı tam boynunda yakaladım ve ağzıma attım. Bu yaptığım biraz sürtükçe olmuştu ama umursamadım. Çünkü Harry'nin saldırgan tavrını ve kızgınlıkla bakan gözlerini arkamda hissedebiliyordum. Finn bu yaptıklarımdan etkilenmiş olacak ki omzuma attığı kolunu iyice bana doğru yaklaştırdı ve bir patlamış mısır daha alıp dudaklarıma yaklaştırdı. Patlamış mısırı parmaklarının arasından aldıktan sonra dilimi dişlerimin arasına sıkıştırıp güldüm. "Gidin ve kendinize bir oda bulun. Film izliyoruz burada." Kafasını eğip bize bakan Zack'ı görünce hızlıca kafamı Finn'in boynuna gömdüm ve hafifçe aşağı doğru kaykıldım. Battaniyeden bacağımın Finn'in bacaklarının üstünde olduğu gözükmüyordu fakat Anna bunu görseydi büyük ihtimal yaptığım sürtüklükten dolayı beni tebrik eder ve onun arkadaşı olduğumu söyleyip gururlanırdı. Aslında oturduğum yerden memnumdum. Diğer bacağımı da atmayı düşünsem de fazla mı olur diye tedirgindim. Hey, neden fazla olsundu ki? Diğer bacağımı da bacaklarının üstüne attım ve hafifçe dizlerimi kırıp yukarı doğru çıkarttım. Dizim iki bacak arasına deyene kadar yukarı çıkarmayı düşünsem de neden daha fazlasını yapmayayım diye dizlerimi karnına değene kadar çektim ve ayaklarımı baldırlarının yanından sarkıttım. Yağlı olmayan elimle beline tutundum ve kucağımdaki kaseyi dizimle onun bedeninin arasına yerleştirdim. Ona resmen koala gibi yapışmış olabilirdim ama cidden, Finn çok rahattı. Üstüne çıkıp uzanılacak bir vücudu vardı fakat iyileşmesinin ardından 1 ay geçse bile canının acıdığını biliyordum. Kapı zilinin çalmasıyla hepimiz yerimizde zıplamıştık. Ve ben yerimden zıplayınca dizim biraz daha aşağılara kaymış ve hiç hoş olmayan yerlere baskı yapmıştı. Hızlıca bacaklarımı eski haline getirdim ve etrafın karanlık olmasına şükrederek hafifçe dikeldim. Finn benim bu telaşıma büyük bir kahkaha attığında kaşlarımı çattım ve kollarımı göğsümde birleştirdim. "Komik olan ne?" dedim bağdaş kurduktan sonra. "Gel buraya küçük." dedi ve ben ne olduğunu anlamadan omzumdaki elini belime yerleştirip beni kucağına çekti. Zack ve Anna büyük ihtimal gelen siparişleri almak için kapıya gitmişlerdi ve beni Finn'in kucağında görürlerse Anna'nın soracağı yüz otuz bin sorudan aniden kurtulmam gerekiyordu. Finn'den kaçmaya çalışsam da beni öyle sıkı sarmıştı ki kolları arasında kapana kısılmıştım. Bacaklarının tam üstüne yan bir şekilde oturuyordum ve ayaklarım da 10 saniye önce oturduğum yerde kaçmak için çırpınıyordu. Finn ise bundan zevk alıyor gibiydi. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu şu an benimle. "Finn." dedim kızgın olmaya çalışarak. "Efendim?" dedi sonunda dudaklarındaki gülüşü saklamak için dudaklarını birbirine bastırdığında. "Hiç." dedim sonunda çırpınmayı kesip ofladıktan sonra. "İşte benim kızım." dedi ve beni hafifçe aşağı kaydırdı. Eliyle kafama baskı yapıp göğsüne doğru yatmamı sağladığında acaba düşüncelerimi mi okumuştu diye düşünmeden edemiyordum. Daha 1 dakika önce üstüne uzanmanın güzel olacağını düşünmüştüm çünkü. "Rahat mısın?" dedi bir eliyle belimi kavrayıp diğer eliyle önüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken. Finn iyi bir sevgili adayıydı. Bunları sırf ona oyun olsun diye yapıyor oluşum beni kötü bir insan yapıyordu ve ben onu hak etmiyordum. Kafamı salladım ve bir elimi bitmek üzere olan kaseye götürüp kafamın üstündeki dudaklarına doğru uzattım. Düşünmeden yaptığım şeyler başıma bela oluyordu, tıpkı şu anda olduğu gibi. Elinde poşetlerle gelen Anna ve Zack bize şaşkınca bakarken onlara aldırmamayı seçip bir mısır da kendi ağzıma atmıştım. "Çok acıktım." dedim şirince ve hiç keyfimi bozmadan aşağıdan Finn'e baktım. "Hadi yemek yiyelim." aynı anda söylediğimiz şeyle ikimiz de gülmeye başladığımızda hala bize bakmakta olan Anna ve Zack de şaşkın bakışları yüzlerindeyken tekrar koltuğun önüne oturmuştu. Yemek yeme vakti geldiğini anladığımda Finn'in kucağından yavaşça kayarak tekrar eski yerime oturdum ve poşetlerdeki bir tane kovayı alıp Finn'e uzattım. "Hadi yiyelim." diye cıvıldadığımda çoktan elimi kovanın içindeki tavuk butlarına daldırmıştım bile. Anna ve Zack'in bizden bir cevap beklediğini biliyorduk ikimiz de ama umursamadan tavuklarımızı yemeye başlamıştık bile. Anna gözümün önüne patates kızartması poşeti uzattığında gülümseyerek elinden aldım ve bu sefer patates kızartmalarından yemeye başladım. Koca bir kase patlamış mısır yemiş olabilirdim fakat sabahtan beri bir şey yememiştim ve karnım çok acıkmıştı. Nasıl o kadar saat ayakta durduğumu tanrı bilir. Sonunda kocaman kovadaki tavuklar ve poşetteki patatesler bitene kadar yediğimizde kafamı koltuğun döşemesine yasladım ve hafifçe şişmiş karnımı dokundum. "Sanırım burada bir hamile daha var." Finn benimle dalga geçtiğinde dilimi çıkarttım ve nasıl olurda hala benimle takıldığını düşündüm. 18 yaşındaydım, lise sona geçmiştim -tabi okulu bugün asmıştım- bazen çocukça hareketlerde bulunabiliyordum, benim evimde, hatta benim odamda kanlar içinde kalmıştı ve hastanelik olmuştu, onu yaklaşık 1 saattir zorla parkta tutmuştum ve beni sallamasını istemiştim, niye hala yanımdaydı ki. Koşarak kaçması gerekiyordu. Fakat o buradaydı. Harry gibi başı sıkıştığında kaçmıyordu, ya da kestirip atmıyordu. Bunca senedir beklediğim kişiyi bulmuştum fakat şu an arada kalmış gibi hissediyordum. Bir yandan geçmişin acı dolu hatıralarını sırtlayan kişi, diğer yandan bana çok iyi davranan, gelecek düşünebileceğim bir diğer kişi vardı. Fakat kalbim acı dolu hatıraları istiyordu. Bu yüzden fazla düşünmemek gerekirdi. Bu tıpkı siyasi işleri anlamayan birinin siyaseti düşünmesi kadar gereksiz bir olaydı. Düşünmemek gerekirdi. Fakat ben düşünmeyince de neler olduğunu hepimiz görmüştük. Finn'in kucağında ona mısır yedirirken Anna ve Zack'e yakalanmıştım. "Filmi başlatalım hadi." Anna mızmızlandığında kafamı hafifçe kaldırdım ve Finn'in de benden farkı olmadığını gördüm. O da bir şeyler düşünüyormuş gibi duruyordu ve düşündüğü şeylerin ikimizin yapmış olduğu şeyler olduğuna emindim. Kapının yeniden çalmasıyla ofladım ve ileriye doğru eğilip iki tane ıslak mendil aldım o sırada da Zack çoktan kalkmış salonun çıkışına ilerlemişti. Islak mendilerin birini Finn'e uzattım ve diğerini de kendim için kullandım. "Bak artık seni-" Zack'in sesi koridordan yankılandığında bir bağırış sözünü kesmişti. "Kes sesini!" Duyduğum tanıdık sesle hızlıca Finn'e doğru atıldım ve kollarımı etrafına sarıp fısıldadım. "Gönder onu buradan." Finn'in sinirlendiğini kasılan karın kaslarından ve ayağa kalkmak için atak yapmasından anlamıştım. Fakat kavga etmelerine izin veremezdim. "Hayır." dedim hızlıca kafamı kaldırıp sert bakış atmaya çalışarak. "Anna'nın yanında kal." Finn o geceki gibi hızlıca kollarımın arasından kaydığında Anna'nın bana attığı endişeli bakışlarını yatıştırmak için ona doğru emekledim ve elimi karnına yerleştirdim. "Teyzesinin canı. Ne yapıyormuş içeride?" dedim ve elimle yavaşça okşamaya başladım. Koridordaki bağırışlar çoğalmaya başladığında Anna beni ensemden yakalayıp aynı hizzaya gelmemizi sağlamıştı. "Finn'le ne iş?" dedi ve gülümsedi. Sevgilisi şu an koridorda bana takık olan bir canavarla kavga ediyordu ve o bana Finn'le ne iş diye mi soruyordu? İşte benim arkadaşım. Koridordan gelen bağırışmalar azaldığında tam cevap vermek için ağzımı aralamıştım ki içeriye alev saçarak giren Harry ile susmak zorunda kaldım. "Lanet olası hemen benimle geliyorsun." Aniden bana doğru atılıp beni kucağına aldığında çığlık attım. "Bıraksana kızı." Anna bağırdığında ayağa kalkmaya çalışıyordu fakat hem o kadar yemesi hem de dikkatli davranması yüzünden biraz gecikmişti. "Bıraksana beni" diye bağırdım ve tekme atmaya çalıştım. Karnım tam omzunun üstündeydi ve bu kadar yemekten sonra hiç hoş bir şeyler olacağa benzemiyordu. "Bırak lan kızı!" evden çıktığımızda arkamdan koşturan Finn'e kafamı iki yana salladım. Başına bir şey gelebilirdi. Finn ise ellerini havaya kaldırdı ve sonra geri indirdi. "Geleceğim." dedim ağzımı okumasını dileyerek. Kafasını salladı ve eve sinirli adımlarla geri döndü. Görüşümden gittikçe uzaklaşan evimle gözlerimi sakin olmak istercesine kapattım. Tam uyuklayacaktım ki aniden beni yere bırakmasıyla inledim. Dengemi bulamayıp yere düşmüştüm. "Bir daha beni görmezden gelirsen ve o çocuğun yanına yaklaşırsan seni öldürürüm Destiny!" söylediği kelimeleri ve ilk defa söylediği diğer adımı umursayacak durumda değildim. Midem fena bulanmaya başlamıştı ve birazdan üstüne kusabilirdim. "Cevap ver bana!" Harry yeniden bağırdığında yerden zorla da olsa kalktım ve bir çalılık bulmak için kafamı kaldırdım. Yapılmakta olan bir inşaatın içindeydik ve ortamı sadece sokak lambasının zayıf turuncu ışığı aydınlatıyordu. Hızlıca inşaatın merdivenlerinden indim ve etrafıma bakındım. İnşaatın yanındaki çitle kaplı ormanlığa doğru koşarken aklımdan neler geçiyordu bilemiyordum. Sadece beynim kırmızı alarm vermiş gibiydi ve düzgün düşünemiyordu. Harry beni burada bırakıp gitse ölümü bile bulamayacakları kadar tuhaf bir yere getirilmiştim ve tecavüze uğramam an meselesi gibi hissediyordum. Bunu daha kaç defa yaşayacaktım acaba? Midemden gelen tuhaf sesler ve boğazıma kadar ulaşan sıcak ve iğrenç sıvıyla gözlerimi kapatmak zorunda kaldım ve çitlerin dibine kadar geldikten sonra bir elimi çite diğerini de dizime yasladım. Kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Bir anda ağzıma dolan iğrenç sıvıyla istifra etmeye başladığımda her şey için çok geçti. Midemde son bir damla daha bir şey bırakmamıştım ve pofuduk terliklerimle birlikte çoraplarım da batmıştı. En azından kazağıma ve taytıma bir şey olmamıştı fakat pofuduk terliklerimle birlikte çoraplarımı da çitin dibinde bırakmak zorunda kalmıştım. Ağzımdaki tuhaf tad daha da midemi bulandırsa da çıkartacak bir şey kalmamıştı ve bunların hepsi o canavar bozuntusu yüzündendi. "Elsa?" Dinlenmek için oturduğum kaldırımda ayaklarımın dibine kadar gelen kahverengi botlarla ve o pürüssüz sesiyle kafamı kaldırdım. Elinde bir şişe su ve bir paket mendil tutuyordu. Kafamı çevirdim ve dizlerimi kendime çekip kafamı dizlerime yasladım. Bu sahne bana o kadar tanıdık geliyordu ki. Dejavu yaşamam mı yoksa az önce midemde bir şey bırakmadığımdan mı bilemiyorum ama kendimi berbat hissediyordum. "Yapma böyle güzelim." dedi Harry. Yanıma oturduğunu önümdeki gölgesi yok olduğunda anlamıştım. Cevap verme gereksiniminde bulunmadım ve beyaz kazağımı parmak uçlarıma kadar çekip akan bir kaç gözyaşımı hışımla sildim. "Hadi iç suyu." Harry hala İngiltere'nin sıcak havalarında olduğu kadar sıcak ve mesafeli konuşuyordu ve beni fena etkiliyordu. Tabularımızı yıkmak yoktu. Destiny ölmüştü. Onun da Elsa'sı ölmüştü. Her şeyi yeniden yazıyordum. Kendimi de yeniden yazmalıydım. Oturup ağlamamalıydım. Kafamı dizlerimden kaldırdım ve bu sefer çenemi dizlerime yaslayıp etrafı inceledim. Yaklaşık 25 dakikadır beni omuzunda taşıyarak buraya getirmişti ve olabildiğinde yavaş davranmıştı. Koşarsam bunu 15 dakikaya indirebilirdim. Fakat neredeydik? Evimin etrafında bir orman olduğunu biliyordum fakat bu kadar yakın olduğunu bilmiyordum. "Hadi izin ver konuşmama. Ben bazı şeyleri anladım Elsa-" devam etmesini istemiyordum. Hiç bir şeyi anladığı yoktu. Çıplak ayaklarımı ve damağıma yapışmış mide özsuyunun kalıntılarını umursamadan ayağa kalkıp sessizce yürümeye başladım. Arkamdan geliyordu. Her zaman arkamdan gelecekti. Asla onun peşinde koşmayacaktım. Ama kaçmayacaktım da bir süre sonra. Kendini o kadar ezilmiş hissedecekti ki arkamdan gelmeye mahkummuş gibi dolaşacaktı. "Yeter ama!" Harry sitem ederek konuştuğunda burnumu çektim ve inşaatın oraya geldiğimi görünce gözlerimle tek bir çıkış gibi gözüken sokağı inceledim. Bir kaç kişi sokakta yürüyordu ama fark ettiğim kadarıyla hepsi de erkekti. Onların arasından koşarak geçebilirmiydim bilemiyordum. Fakat şansımı denemem gerekti. Hatırladığım kadarıyla buradan döndükten sonra sağa sapacaktım ve dümdüz gittiğimde evime ulaşacaktım. "Hayır bunu düşünme bile." Aniden önüme belirdiğinde kaşlarımı çattım ve yana doğru adım attım. Benimle aynı şekilde adım attığında kafamı iki yana salladım ve ellerimi göğüslerine yerleştirip onu ittirdim. Bir adım geri gitmesini sağladığımda hızlıca yanından sıyrıldım ve yine çıplak ayak oluşumla sessizce küfür ettim. Bu ayaklarım neler çekmişti benim. Akılsız başım işte. Az daha dikkatli olamıyordum çünkü. İlla bir şeyleri batıracaktım. "Buraya gel." Ben koşarken Harry'nin belimden aniden geriye doğru çekmesiyle ikimiz de yere düşmüştük ah, aslında hayır ben onun üstüne düşmüştüm ve o yere 10 cm kala havada asılı kalmıştı. Bir şey dememe izin vermeden gözlerimi aniden kapattığında kalbimin titrediğini hissetmiştim. Gözlerimi yeniden açtığında ise kendimi kapının önünde bulmuştum. Onun beni yönetmesine izin vermemeliydim. Beni istediği yere götürüp sonra geri getiremezdi. Ben onun sevgilisi ya da istediği zaman istediğini yapacağı bir oyuncağı değildim. Ben onun felaketiydim.
Multimedia: Finn ve Destiny'nin oturuş şekli.
50K olduğunda soru cevap etkinliği ile diğer bölüm de gelecektir. Sınır kısaca 50K.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top