24- "You're wrong." 2/2

Harry peşimden gelmiyordu. Bu benim düşünmem için harika bir fırsattı. Başımdan geçen bütün olayları düşünmeye başladıkça göz yaşlarım sanki orada olduklarını belli edercesine kirpiklerime kadar tırmanıyor benim zorlayışlarım ile geri gidiyorlardı. Bana yaşattıklarını unutmayacaktım. Onu ilk defa gördüğümde korkudan yatağımı ıslattığımı ve sabah kalktığımda annemin bana bağırıp çağırışını unutmayacaktım. Babamın sarhoş haliyle bile beni koruduğunu çocuk olduğumu ve bunu yapabileceğimi söylediğini unutmayacaktım. Her sene doğum günlerimde beni korkuttuğunu, geceleri uyuyamadığımı, okula kırmızı gözlerle gittiğimde arkadaşlarımın benimle alay edişini unutmayacaktım. Psikiyatrist'e gidip onu anlattığımda bana deli muamelesi yaptığını unutmayacaktım. Onun bana yaşattıklarını, onun yüzünden olan hiç bir şeyi unutmayacaktım. Öncelikle onu altına yaptıracak kadar korkutmalıydım. Bu zor olacaktı. Aslına bakarsanız, onu korkutmam yeter de artardı. Ardından onu endişeye boğacaktım. Ağlatacaktım. Çığlık attıracaktım. Beni 1 ay görmeyecekti. Aniden çıkıp geldiğimde ise aklını karıştıracaktım. Onu mahvedecektim. Ve yine geri toplayacaktım. Onu kıskandıracaktım. Onunla işim bittiğinde paramparça bir ruha sahip olacaktı. Hatta durun, Ruhu kalmayacaktı. Onu yok edecektim. Onun zaaflarını öğrenip arkasından vuracaktım. Ben Elsa, Harry'den eser bırakmayacaktım. Planım hazırdı. Sürtüklerimin hepsi masaların üstüne oturmuş, siyah deriden yapılma eteklerine rağmen zorla bacak bacak üstüne atmış ve ellerindeki pahalı sigaralarını umursamazca bordo rujlarının sigaranın turuncu kısmını kirletmesini umursamadan içerken beni alkışlıyorlardı. Bundan sonra eski Destiny yoktu. Bundan sonra Elsa vardı. Yok etmeye çalıştığım, yok saydığım karanlık kilişiğim ve anılarımı yüz üstüne çıkartıyordum. Bu benim için de zor olacaktı. Fakat altından kalkacaktım. Bunu yapacaktım. Öylesine oturduğum bir park benim yeni kötü oyunlarımın ev sahibi haline gelmişti. Burayı beğenmiştim. Sürtüklerimle ilgilenmekten burasının ne kadar güzel olduğunu fark edememiştim fakat şu an fark ediyordum. Her tarafı ağaçlarla kaplı, mavi bir kaydırağı ve 4 adet kırmızı salıncağı vardı. Aklıma gelen anıyla gözlerimi kapattım ve kafamı oturduğum bankın sırt kısmına yaslayarak hafifçe kaydım.

"Hadi baba daha yükseğe!" Sevinçle biraz daha bağırdığımda babamın ellerini sırtımda daha sert bir şekilde hissetmiştim. 12 yaşında bir kız olarak salıncaklara bayılıyordum! "Yeter bu kadar Destiny." dedi annem karşıda oturmuş bankta gazetesini okumayı keserek. "Hayır!" diye bağırdım ve omzumun üstünden babama bakıp gülümsedim. "Baba 10 dakika daha nolur!" dedim ve babamın yüzündeki tebessümü fark ettiğimde kahkaha attım. 10 dakika daha sallanacaktım! "Sen git Marry." Babam konuştuğunda hevesle kafamı salladım. "Sen git anne!" dedim babama katılarak. "Ben biraz dinlenebilir miyim?" Babam konuştuğunda ofladım fakat yaklaşık 15 dakikadır beni sallıyordu ve yorulmuş olmalıydı. "Babacım istersen sen de git. Ben evin yolunu biliyorum." dedim ve gülümsedim. Babam kafasını iki yana sallasa da yüzünden gitmek istediği belliydi. "Hadi git." dedim ve bacaklarımı ileri geri sallayarak salıncağı hızlandırmaya başladım. "Yarım saate evde ol, olmazsan kötü olur Elsa." Babam işaret parmağını havaya sallamaya başladığında onu dinlemeyi kesmiştim. Yüzüme çarpan ferahlatıcı rüzgarın ve saçlarımın arasına giren sonbahar yapraklarının ufak parçaları beni o kadar mutlu ediyordu ki. Sevinçle cıvıldamaktan başka bir şey yapmıyordum. "Tamam!" dedim babamın gitmediğini fark ettiğimde. Sonunda parktan çıkıp yolda annemle birlikte kaybolduklarında kahkaha atmaya başlamıştım. Yalnız olmaya alışıktım. Yalnızlığı sevmeye başlamıştım. Belki de benim için en iyisi yalnızlıktı. Bu havalarda kimse parkta olmazdı. Hava soğuktu fakat ben üstümdeki kırmızı montum ve kalın külotlu çorabımla üşümeyi bırakın terliyordum bile. Salıncaklara her zaman aşık bir kızdım. Boş parkı kahkahalarım doldururken karşıdan gelen 2 erkek çocuğu ile bacaklarımı sallamayı kestim ve salıncak durana kadar sallanmaya devam ettim. Erkek çocukları gittikçe bana doğru yaklaşıyordu ve benden büyük oldukları kesindi. Biri sarı saçlı diğeri turuncu saçlıydı. Ve bana bakarak sırıtmaları hoşuma gitmemişti. Salıncak durur durmaz hızlıca terli ellerimi demirlerden çektim ve siyah spor ayakkabılarımla karo zemine basıp hızlı adımlarla parkın çıkışına ilerlemeye başladım. 2 erkek de benimle birlikte o yöne arkamdan gelmeye başladıklarında derin bir nefes aldım ve korkmamaya çalıştım. Hiç bir şey olmayacak Destiny. Olmayacak. Bu akşam canavar gelmemişti ve dün son psikiyatrist randevumu vermiştim. Artık onu görmediğim hakkında yalan söylemiştim çünkü ne ilaçların ne de ailemin parasını boşuna dökmesinin bir anlamı yoktu. Herkes beni ondan kurtulduğumu sanıyordu. Fakat kurtulmamıştım. Bunu biliyordum. "Güzelim!" Arkadan bir erkek sesi duyduğumda ellerimi montumun cebine yerleştirdim ve kafamı eğerek yürümeye devam ettim. "Kırmızı başlıklı kız!" Korkudan dudaklarım titremeye başladığında sertçe yutkundum ve kafamı kaldırıp eve daha 5 dakika yürüme mesafesi olduğunu gördüm. Neden onlarla gitmemiştim ki?! Ya da neden annem benim için 10 dakika daha kalamamıştı?! İçimde biriken kızgınlık ve kırgınlıkla gözlerim hızlıca dolmaya başlamıştı ki kolumdan aniden çekilmemle şaşıp kalmıştım. "Bir yere mi gidiyorsun Kırmızı başlıklı kız?" Turuncu saçlı çocuk kolumdan tutmuştu ve montumun el verdiği kadarıyla kolumu sıkmaya başlamıştı. "Bırak beni!" diye bağırdım ve kolumu elinden kurtarmaya çalıştım. Gündüz değildi fakat hava kapalı olduğu için akşama çalıyor gibiydi. Gri gökyüzü ve etraftaki ıssızlık beni daha fazla ürkütmeye başlamıştı. Turuncu saçlı çocuğun ön dişlerinden biri kırıktı ve bu ona korkutuculuk katıyordu. Sarışın çocuk ise ortalıkta gözükmüyordu. "Kurtların sofrasına düşmüş bir kız. Hayatta bırakmam." Yüzüme yaklaşarak konuştuğunda göz yaşlarım ağzının mide bulandırıcı kokusundan mı yoksa korkudan mı akmaya başlamıştı bilmiyordum. "Çek elini üzerimden." dedim burnumu çektikten sonra çirkefçe. "Asla!" üstüme doğru yürümeye başladığında gözlerimi sımsıkı kapattım ve boşta kalan elimle suratına bir tokat geçirdim. Turuncu saçlı çocuk bu hamlemi beklemiyormuş gibi sarsılırken ben çoktan kolumu kurtarmış koşmaya başlamıştım. "Buraya gel seni küçük-!" arkamdaki bağırışı aniden yarıda kesilmişti fakat bunun nedenini merak edecek durumda değildim. Kalbim göğüs kafesimi zorlayacak kadar hızla atarken nereye sığınacağımı bilmiyordum. Evimizin olduğu sokağa dönerken karşıma aniden giren korkunç sarı saçlarla çığlık attım ve panikle yanından geçmeye çalıştım. Bir günde ikinci kez kolum tutulduğunda bu sefer hamlemi hızlıca yaptım fakat sarışın çocuk elimden son anda kurtulup eğilmişti. "Benden kaçamazsın bebeğim." Turuncu saçlıya göre daha tatlı bir yüzü vardı fakat içindeki iğrençlik yüzüne yansımaya başlamıştı bile. Yüzüm tuzlu göz yaşlarımın sonbahar rüzgarı yüzünden kuruması ile kaskatı olmuştu ve mimiklerimi hareket ettirecek gücü kendimde bulamıyordum. Derin bir nefes alma ihtiyacı hissediyordum fakat şu iğrenç yaratıklardan kurtulmam gerekti. Ben neler atlatmıştım. Bunu da yapabilirdim. Aklıma gelen fikirle hala yüzüme bakan sarışın çocuğa doğru bir adım attım ve parmak ucuma kalkıp kulağına yaklaştım. Bir şey söyleyeceğimi sandığı için hafifçe eğilmişti bu fırsattan yararlanıp dizimi hızlıca iki bacak arasına geçirdim ve kulağını dişlerimin arasına alıp kopartırcasına ısırdım. İki elini de acıyan yerlerini kapatmaya çalışırken beni çoktan bırakmıştı. Ben ise eve doğru süratle koşmaya devam etmiştim. Kapıyı kırarcasına çalmaya başladığımda kimsenin kapıyı açmaması üzerine sinirim bozulmuştu. Göz yaşlarım durmadan akmaya başladığında sürekli arkama bakıyor bir hareketlilik gördüğüm an çığlığı basmayı planlıyordum. Sonunda annem üstünde sadece gecelikle kapıyı açtığında yüzümü buruşturdum. İğrençlerdi. "Erken gelmişsin." Annem hızlıca kapayı kapatıp merdivenlerden çıkarken konuşmuştu. Kafamı görecekmiş gibi salladım ve üstümdeki montu çıkartıp koltuğa kendimi attım. Ağladığımı göremeyecek kadar ilgilenmemişti benimle. Koltukta hıçkırarak ağlamaya başladığımda yukarı kattan gelen sesleri bile bastırmaya yetecek bir haykırış koptu boğazımdan. Neden bütün bunlar benim başıma geliyordu? Neden? 

Burnumu hızlıca çektim ve gözlerimin altında birikmiş tuzlu su birikintilerini silip doğruldum. Park hala bomboştu. Kış geliyordu. Sonbahar bitmek üzereydi. O parka bir daha gitmemiştim fakat şu an neden bu parkı beğendiğimi yeni yeni anlıyordum. Parkı yenilemişlerdi. Burası orasıydı. Ben nasıl bu hale gelmişti bilemiyordum. Hayatın hep acı yönlerini tada tada ben, acıya dönüşmüştüm. Mutlu olduğum anlar o kadar azdı ki. Ufacık bir şeyle mutlu olan beni ne hale çevirmişti. "Destiny?" Tanıdık bir sesle kafamı sola doğru çevirdim ve Finn'i görmemle hızlıca ayağa kalkıp ona sarıldım. "Özür dilerim." dedim hızlıca ve kafamı omzuna yaslayıp kollarımı etrafına sardım. Elleri belimi sarmaladığında bir parça da olsa güven duygusuyla gülümsedim. "Zack Harry'nin telefonu fırlattığını ve senin eve gelmediğini söyledi. Ben de merak edip tam eve geliyordum ki parka oturan bir prenses gördüm." Dudaklarımdan bir kıkırtı kaçtığından ondan ayrıldım ve kolunun altına girip elimle omzumdan sarkan eline tutundum. "Beni salıncakta sallar mısın?" sorduğum soruyla ikimiz de gülümsemiştik. "12 yaşımdan beri parka gelmiyorum." diye açıkladım ve kafamı omzuna yasladım. "Lütfen." diye fısıldadım ondan ses çıkmayınca. "O kocaman bacaklarla nasıl sığacağını hesaplıyordum sadece." Bir kahkaha patlattığında hızlıca kafamı kaldırdım ve omzuna vurdum. "Aow." diye bir ses çıkardığında zaferle gülümsedim. "Hadi yakışıklı." dedim kinayeli bir sesle. "Hadi güzelim." dedi beni taklit ederek. Kırmızı salıncağın en uzun olanına oturdum ve demirlerin soğukluğunu aldırmadan sıkıca tutundum. Finn arkama geçip ellerini belime yerleştirdi ve kendine çekip hızlıca ileri ittirdi. Tanıdık ufak esintiyle gözlerimi kapattım ve gülümsedim. Şu an mutluydum. Harry'siz mutluydum. Elsa buydu. Elsa bendim. Ve böyle olduğum için kendimden utanmıyordum. Köşeden gizlice izleyen Harry'i Finn gelmeden önce fark etmiştim ve tabi ki bunu bir oyuna çevirmemde sakınca duymadan Finn'e sokulmuş, beni sallamasını sağlamıştım. Gözlerinin kırmızılaştığını buradan bile fark edebiliyordum. Bu daha hiç bir şey Harry. Hiç bir şey.


Not: Neden önemli olduğunu umarım anlamışsınızdır. Büyük ihtimal soru-cevap etkinliği 25. Bölümden sonra gelecek! 

Dipnot: Siz karekterlere soru soracaksınız. Onların ağzından yanıtlayacağım! 

Örneğin,

@-00000 kullanıcısı: "Sorum Harry'e neden blablabla yaptın?" 

Cevap, "Çünkü blablabla. -Harry" 


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top