23- "I can't believe you."
Kucağımdaki Nick kıpırdandığında kafamı kaldırdım ve yeşil gözleriyle göz göze geldim. "Kim bu çocuk?" Harry yeniden konuştuğunda Nick hızlıca benden ayrıldı ve önüme siper edercesine durup ellerini beline yerleştirdi. "Gelecekti kocası. Sen kimsin asıl?" Nick sesindeki kızgınlığı ve baş kaldırmayı iyi bir şekilde ifade etmiş gibiydi. Ellerimi küçük çocuğun belinde birleştirdim ve kendime yasladım. "Evet. Sen kimsin asıl?" Gözlerim intikam ateşiyle kavrulurken göz göze gelmemeye çalıştım ve Nick'in yanağına bir öpücük kondurdum. "Be-ben." kekelediğini duyduğumda acı bir şekilde gülümsedim ve bu sefer kafamı kaldırıp mavileşmiş gözlerine baktım. "Ben de öyle düşünmüştüm." Ayağa kalktım ve Nick'in elini tuttum. "Kafeterya'ya gitmeye ne dersin küçük adam?" dedim ve elini hafifçe sıktım. "Anneme sorup geliyorum!" Nick zıplayıp elimin üstüne hızlıca bir öpücük kondurdu ve koşarak koridorun sonundaki sarışın kadının yanına gitti. Hararetle bir şeyler söylerken görüş alanımı kaplayan göğüs kaslarıyla nefesimi tutmuştum. "Elsa.." Harry fısıldadığına kafamı iki yana salladım ve yanından geçip gidecekken elbisemin bir şeye takılmasıyla sendeledim. Kafamı çevirdiğimde Harry'nin elbiseme bastığını gördüğümde gözlerimi kapatıp yaşanmışlıkları geri itmeye çalıştım. Fakat pek başarılı olmuş sayılmazdım.
Neşeli bir şekilde merdivenden aşağı inerken William'ın elbisemi sevip sevmeyeceğini düşünüp duruyordum. Bugün ilk kez buluşacaktık. Dün ki çıkma teklifinden sonra neredeyse bayılacaktım! Acaba makyajım abartılı mı olmuştu? Eyeliner ve rimel sürmüştüm. 14 yaşındaydım, badana yapmama gerek yoktu. Reglim de tam zamanında bitmişti. Çocuğun yanına sümüklü ve karın ağrısı çeken bir Destiny olarak gitmek istemiyordum. Son kez aynada üstüme baktığımda kendimden emin bir şekilde gülümsedim ve uzun elbisemi çekiştirip babetlerimi ayağıma geçirdim. Kahverengi çantamı da omzuma taktıktan sonra hazırdım. William lunaparka gitmeyi teklif etmişti fakat Geçen seneki faciadan sonra oraya gitmemek için çırpınmıştım. Bu yüzden biz de sinemaya gidecektik. Her ne kadar klasik görünse de ikimizin de ortak noktası macera filmleriydi. Korku filmlerini sevsem de ucuz bir numara olacağını düşündüğümden macera filmi istemiştim. Pudra pembesi elbisemin bel kısmından göğüs kısmına kadar beyaz bir kumaşı vardı. Sırtı hafif açık olduğu için üstüne kot ceketimi giymiştim ve beyaz babetlerimle güzel görünüyordum. Umarım beni beğenirdi. Tam kapıdan çıkmak için bir adım attığımda elbisemin bir şeye takılmasıyla tökezledim. Kafamı çevirdiğimde Kan kırmızısı gözleri görmemle ufak bir çığlık attım ve elbisemi ondan kurtarmaya çalıştım. Fakat sonuç, hüsrandı. "Bırak beni!" diye bağırdım fakat bir işe yaramamıştı. Elbisemi o kadar sert çekiyordu ki geri geri gitmeye başlamıştım. Bir anda yer hareket ettiğinde sert bir şekilde sırtımın üstüne düşmüştüm. Gözlerim dolmaya başlarken sırtımdan kuyruk sokumuna kadar yayılan acı göz yaşlarımı tetikliyordu. "Neden bana bunu yapıyorsun?!" acı içinde bağırdığımda durmamıştı. Elbisemden sürüklendiğimi hissediyordum. Sırtıma değen metal bir şeyle gözlerimi zorla da olsa açtım ve bodrumda kendimi demir bir sandalyede ceketsiz bir şekilde oturduğumu fark ettim. Yutkundum ve gözlerimin altını yavaşça silip ellerime bulaşa rimel ve eyeliner karışımı siyahlığa baktım. Bu makyaj için 15 dakika harcamıştım. Sinirle ayağa kalktım ve sertçe ayağımı yere vurdum. "Senden korkmuyorum!" Bu cesareti neremden bulduğumu bilmiyordum fakat ilk randevuma geç kalmıştım. Ayrıca sırtımdaki acı hala geçmemişti. Büyük ihtimal kızarmıştı. Ve çürümüştü. Makyajım da akmıştı. Olmayacak kadar sinirliydim. "Ne o küçük Elsa yoksa bana meydan mı okuyorsun?" kaba sesinin ardından attığı iğrenç kahkaha ile kulaklarımı ellerimle kapatıp bağırdım. "Senden nefret ediyorum!" titreyerek ağlamaya başladığımda William'ı uzun süredir bekletme telaşına girmemiştim bile. Bir şeyin kolumu sıkıca kavramasıyla kulağıma kapattığım kolum havaya kalkmıştı. Kolumdan tutup yukarı doğru çekerken acı içinde çığlık attım. Omzumu yerinden çıkartıyordu sanki. Babetlerimin uç kısmı da havaya kalktıktan sonra aniden yere fırlatılmam bir olmuştu. "Zavallı!" diye bağırdığını duymuştum en son. Sonrası ise koridorda baygın halde uyanmamdı.
İstemsizce kolumu tuttuğumda anlamış gibi elbisemi rahat bırakmıştı. "Ben zavallı değilim." dedim aklımda yankılanan sesine karşın. "Biliyorum Elsa." Harry arkamdan fısıldadığında hızlıca arkama döndüm ve suratına bir tokat geçirdim. Kafası sol tarafa düşerken gözlerimden akan yaşları hışımla sildim. "Seni bir daha görmek istemiyorum, Harry." dedim sert olmaya çalışarak. Dudaklarını birbirine bastırıp kafasını doğrulttuğunda gözlerinin kırmızıya dönüştüğünü fark etmiştim. "Seni. Bırakmayacağım." diye tane tane söylediğinde kafamı hışımla iki yana salladım. "Umurumda değilsin." dedim ve arkamı dönüp bana doğru koşan Nick'e sarıldım. "Annen izin verdi mi bakalım küçük kocacım?" dedim ve gülümseyip elinden tuttum. Hışımla kafasını salladıktan sonra durup önüme geçti. "Ko-kocacım mı?" dedi ve hızlıca ona eğildiğimden istifade yanağıma bir öpücük kondurdu. Arkamda hissettiğim sıcaklık ile dişlerimi sıkmaya başlamıştım. Nick anlamış olacakki beni kendine çekip arkasına aldı. "Duydun mu? O benim karım. Seni sevmiyor." Nick'in söylediklerine gülerken aynı tepkiyi Harry'nin vermediğini fark ettim. Göz rengi siyahlaşmaya başlıyordu ve sinirlendiği her halinden belliydi. Boynunda belli olan damarları 'hey birazdan bu çocuğu parçalayacağım' sinyalleri veriyordu. "Hadi gidelim Nick." dedim yapmacık bir gülümsemeyle Harry'e bakıp. Tek kaşını alayla havaya kaldırıp indirdi ve kıvırcık saçlarını düzeltip Nick'in önüne çöktü. "Seninle erkek erkeğe konuşmaya ne dersin evlat?" A-ow. "Hayır." dedim bir çırpıda. Nick bir bana bir de Harry'e baktığında kafasını iki yana salladı. "Karım istemiyor. Yoksa bu işi farklı şekilde hallederdik." kollarını sıvadığında ufak bir kıkırtı dudaklarımdan kaçmıştı. İkisinin de gözü beni bulduğunda hızlıca arkamı döndüm. "Nick geliyor musun?" dedim asansöre yürürken. Koşturarak yanıma geldiğinde ona gülümseyip arkadan gelen çırpınma sesleriyle durdum. Arkama dönüp bakacakken Nick'in beni çoktan asansöre sürükleyip kapıları kapattığını fark etmemiştim. "Sesleri duydun mu?" dedim kaşlarımı çatıp. "Ne sesi karıcım?" dedi etrafına bakarak. Belki de yanlış duymuştum.
Nick ile kafeteryaya oturup bir güzel çikolatalı pastalarımızı yemiştik. Ardından o bana sürekli Harry hakkında sorular sormuş ve en sonunda "Onu seviyorsun." demişti. Daha 10 dakika önce 'Seni sevmiyor' diyen çocuktu halbuki. Şaşkın bir şekilde ona bakıp 'Hayır, o eskidendi.' diyebilmiştim. Üzülmüştü, yüz ifadesinden bunu anlayabiliyordum. Kafeteryadan kalkıp hastanenin bahçesine inmiştik. Hastane bahçelerini gördükçe aklıma Anna'yı öldü sandığım zaman ağladığım gün geliyordu ve hayatımın en berbat günlerinden biriydi. Bahçede biraz oturduktan sonra yeniden danışmaya ilerleyip oturmuştuk ki Nick'in annesi olduğunu düşündüğüm kadın koşarak bu tarafa geliyordu. "Nick nerede?!" Kadın aniden yüzüme doğru bağırdığında ağzım açık kalmıştı. "Hanım efendi sakin olun, tuvalete kadar gideceğini söyledi." dedim ve kaşlarımı çattım. Madem çocuğunu bu kadar merak ediyorsun göndermeseydin. "Hayır! Yok orada! Çocuğuma ne yaptın?!" kadın aniden yakama yapıştığında kaşlarım çatık kadının ne yapmaya çalıştığını anlayaman yüz ifadesiyle gözlerinin içine bakıyordum. Endişe, korku ve öfke. Hiç iyi şeyler olmayacaktı. "Bana bakın hanım efendi!" diye bağırdım ve yakamdaki ellerini bir çırpıda ittim. "Nick az önce koridorun sonundaki tuvalete girdi. Ve ben de onu girerken gördüm. Çocuğunuza da bir şey yapmadım!" son cümlemi o kadar yüksek sesle söylemiştim ki kapıdan içeri giren güvenlikleri yeni fark etmiştim. "Güvenlik! Bu kadın çocuğumu kaçırdı!" Bu kadın ne saçmalıyordu öyle? Güvenlikler hızlıca yanıma gelip kollarımdan tuttuklarında hızlıca ellerinden kurtuldum. "Bakın memur beyler ben onun çocuğunu falan kaçırmadım. Çocuğu şu an tuvalette. Girin bakın." dedim sinirle saçlarımdaki gözlüğü çıkarıp yeniden kafama yerleştirirken. Adamlar koşarak tuvalete girdiğinde sinirle kadına bakmaya devam etmiştim. "Anne?" Nick'in sesini duyduğumda gözlerimi kocaman açtım ve Harry'nin kollarındaki Nick'e doğru koştum. Annesi şok olmuş bir şekilde oğluna bakarken ben hızlıca Nick'i kucağıma almıştım. "Anneni çok korkuttun küçük beyefendi!" dedim hafif kızarak. Kafasını koyduğu omzumdan kaldırdı ve gözlerini ovuşturdu. "Neler oldu hatırlamıyorum. En son o kıvırcık saçlı çakma Mick Jagger benim kulağıma bir şeyler fısıldadı sonrası ise tuvalette çakma Mick Jagger'ın kucağındaydım." Anlattıklarını ağzım açık dinlerken Annesi sonunda kavramış gibi çocuğu aniden kucağımdan aldı. "Bana bak Nick Alex Milward Berenov." Annesi konuşmaya başladığında onu dinlemeden arkamda duran Harry'e doğru atıldım. Saçından tuttuğum gibi onu erkekler tuvaletine sokmam bir olmuştu. Neyse ki kimse yoktu. Kapıyı arkamdan kitlerken hızlıca göğsünden onu ittim ve en azından bir iki adım gerilemesini umdum. 1 cm dahi kıpırdamasa da göğsüne yumruklarımı indirmeye başlamıştım. "Aptal, aptal, aptal, aptal.." hiç durmadan vuruyor ve ona 'aptal' demekten başka bir şey yapmıyordum. Küçücük çocuğu bayıltmıştı. Ve onun yerine geçmişti! Tabi ya anlamam gerekti! Sürekli kendisinden bahsetmişti. Nick olmadığını anlamalıydım. Arada bir göğüslerime de bakıyordu. Ah tanrım! Harry düşündüğüm şeyleri okuyormuş gibi kıkırdadı. "Gülme!" diye gürlediğimde dudaklarını birbirine bastırdı ve burnunu çekti. "Küçücük çocuğa bunu nasıl yaparsın Harry?" dedim en sonunda sakinleştiğimde. "Bir şey yapmadım Elsa." dedi elini uzatıp bir adım attığında. Aynı anda bir adım geri çekildim ve kafamı iki yana salladım. "Sana inanamıyorum." ona son söylediğim bu olmuştu. Kapıyı açıp arkamdan çarparak çıktım ve bana endişeyle bakan Anna ve Zack'i görmemle arabaya doğru ilerledim. İnsanların hayatıyla bu kadar çok oynayacaksa ondan nefret etmeye, ondan uzaklaşmaya hazırdım.
Not: Multimedia'daki Destiny'in 14 yaşında giydiği elbise.
Sınır +10 yorum +50 vote
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top