12- "Forgive me, Mom."
Anna elini hızlıca titreyen bileklerime getirdi ve yüzümün yarısını kaplayan ellerimi çekti. "Burnun.." dedi ve devam edemeden ellerini karnına götürüp öne doğru büküldü. Burnumda ani bir sızı baş gösterdiğinde gözlerim buğulanmaya başlamıştı. "Des.." Anna'nın güçsüz çıkan sesini duyduğumda gözlerimi açık tutmak için göz kapaklarımla savaşıyordum. "Anna." diyebildim bacaklarının arasından akan kanı gördüğümde. Anna kulaklarımı acıtacak kadar büyük bir çığlık attı ve karnının üzerinde duran elleri serbest kaldı. Burnumdaki sızı ve artık kan kırmızısı olmuş geceliğimi unutmuştum. Anna sanki yavaş çekimmiş gibi yere yığıldığında ufak olan kan gölcüğünün üstüne düştü ve etrafa sıçrayan kan tanecikleri tamamen kendime gelmemi sağlayan şey oldu. Kızıl saçları gri fayansta tıpkı bembeyaz bir kelebeğin kanadındaki ufak bir nokta gibi dikkat çekiyordu. Burnumdaki sızı geçtiğinde kafamı iki yana salladım ve hızlıca yerde yatan Anna'nın üstünden atlayıp yatak odasına koştum. Durup nolduğunu düşünecek vaziyette değildim. Bedenim aniden kanıma işleyen adrenalin yüzünden alarma geçmişti ve beynim bedenimden sonra geliyordu. Hızlıca 911 i tuşlarken gözlerimden yaşlar akıyordu. Hemen adresi ve durumu söyledikten sonra banyoya geri döndüm ve temiz bir havlu çıkartıp Anna'nın karnına bastırdım. Anna hafifçe gözlerini açıp acıyla inledikten sonra eli karnına gitti ve yattığı yerden zorla doğrulup duvara yaslandı. Her yer kan olmuştu ve göz yaşları umutsuzca yüzümden akarken çenemde toplanıp kan olmuş geceliğime damlıyordu. Anna konuşamayacak kadar kötü durumdaydı ve ben sadece ona bakıyordum. Şu durumda yapacağım hiç bir şey yoktu. Hala Anna ellerini karnından çekmemişti ve arada bir acıyla inliyordu. Yavaş yavaş beynim yerine gelirken Anna'nın omuzlarından tuttum ve duvara yasladım. "Bana bak." dedim çatallaşmış sesimle. Zorla kırmızılaşmış gözlerini bana çevirdi ve bayık bakışlarla bana bakmaya başladı. "Derin derin nefesler almaya çalış. Tamam mı Anna? Sen güçlü bir kızsın." dedim ve ellerimi omuzlarından çekip başımı omzuna yasladım. Gözlerimi açıp kapattığımda bu tablodan daha farklı bir şey vardı karşımda. Her yen kan içindeydi ben aynı yerdeydim fakat ne Anna vardı ne de eski ben vardım. Hızlıca ellerimi kaldırdım ve kandan doğru dürüst gözükmeyen küçük ellere baktım. Gözlerim istemsizce büyürken kafamı kaldırdım ve yanımda yatan annemi görmem ile ufak bir çığlık attım. O kötü anı. Gözlerimden daha fazla yaş akmaya başladığında kafamı hızlı bir şekilde iki yana sallıyordum. Bir daha yaşayamazdım. Bedenim titremeye başladığında aniden yanağıma inen sert tokat ile kendime gelmiştim. "Des kapı!" Anna'nın sesini duyduğumda gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. Ben hala bendim. Hızlıca ayağa kalkıp koşturarak kapıya gittim ve kapıyı açtım. İçeri başımı döndürecek kadar Polis ve sağlık görevlisi girdiğinde dediğim tek şey "Yukarı katta soldaki ilk kapı." olmuştu.
Kolumdaki ufak acı ile gözlerimi hafifçe açtım ve aniden gözlerime hücum eden beyaz ışığı görmemle aniden geri kapattım. "Uyanma vakti küçük kız, arkadaşın seni görmek istiyor." tanımadık bir kadın sesi duyduğumda zorla da olsa gözlerimi açtım. Görüş alanıma giren yoğun bir beyaz ışık olduğundan bu durumdan rahatsız olmuştum. "Şu lanet ışığı kapatın." bana bile yabancı gelen kalınlaşmış ses tonum ile duraksamıştım. "Üzgünüm ama böyle bir yetkim yok ama istersen hastane görevlisi ile konuşabilirsin." kadının sesinden akan alay hiç hoşuma gitmemişti. Gözlerimi tekrar açtım ve bu sefer etrafıma bakmaya çalıştım. Sağ kolumdaki iğneyi çıkartmaya çalışan kadını gördüğümde kaşlarımı çattım ve doğrulmaya çalıştım. "Hayır uzan." kadın tekrar konuştuğunda bana emir vermesini sevmemiştim. "Çekil şuradan." dedim sert bir sesle ve iğneyi bir türlü çıkartamayan kadına bakıp ruhsuzca iğneyi kolumdan çektim. İğneyi ona uzattım ve çenemle çıkmasını işaret ettim. Kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı ve vakit kaybetmeden elimdeki iğneyi aldığı gibi odadan dışarı çıktı. Yine hastanedeydim. Fakat Anna? Hızlıca Sol tarafıma baktığımda Anna'nın bedenini görmemle rahatlamıştım. Bakışları tavanda gezinirken elleriyle karnını okşuyordu. Benim uyandığımı fark etmemesi imkansızdı. Ne olmuştu? "Anna-" devam etmeme izin vermeden konuştu. "Bebeği doğurmak zorundayım." dedi ve gözlerini bir kez kırpıştırıp gözlerindeki yaşları serbest bıraktı. Şaşkınlıkla ona bakarken ne diyeceğimi bilemiyordum. "Na-nasıl?" diyebildim sadece. Yataktan kalktım ve kısacık gelen hastane önlüğünü umursamadan Anna'nın yatağının ucuna oturdum. Karnındaki ellerinin üstüne elimi koyduğunda hızlıca ellerini çekti ve havada kalmış elimi sımsıkı tutup oturur pozisyona geçti. Ben daha ne olduğunu anlamadan bana sarılmış ve hıçkırıklarla ağlamaya başlamıştı. "Şhh. Geçecek. Bak göreceksin dünyanın en iyi annesi olacaksın." dedim ve elimi saçlarına götürüp okşamaya başladım. Üstümüz başımız kan kokuyordu. Fakat şu an bunu umursamayacak kadar üzgün ve bitkindim. "Salak." dedi burun çekişlerinin arasından ve ufak bir kıkırtı kaçtı ağzından. "Hem biliyor musun?" dedim ve onu kendimden uzaklaştırıp göz göze gelmemizi sağladım. "Böylesi daha güzel oldu. Hem teyze olmuş olacağım." diye şakıdım ve dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi kapattım ve Sol elimi yumruk yapıp havada sallamaya başladım. Bir yandan da omuzlarımı havada duran elim ile aynı anda hareket ettiriyordum. Anna kahkaha atmaya başladığında gözlerimi açtım ve göz yaşları arasından gülen suratını gördüm. "Anna." dedim ve havadaki elimi indirip onun elini tuttum. " Neden peki?" dedim sonunda. Kaşlarını anlamamış gibi çattı ve ardından anlayınca elini çekmek istedi. Ona izin vermeden daha sıkı tuttum elini. "Neden doğurmak zorundasın?" dedim açık bir şekilde. Tamamen onun kararıydı fakat ben onun doğurmamasını istiyordum. Daha çok gençti. 18 yaşında bir anne olacaktı. Ayrıca daha okulumuz vardı. Üniversite vardı. "Bir hastalığım varmış. Doğum yaparsam geçecekmiş. Fakat bu bebeği aldırırsam bir daha çocuk sahibi olamayabilirmişim. Doktor bu bebeği doğurmak zorundasınız yoksa hastalık sizi öldürür dedi." gözleri yerdeki bir noktaya sabitlemişti ve bana bakmıyordu. "Tanrım Anna." dedim ve ona sarıldım. "Peki bu hastalığın ne zamandan beri varmış biliyor musun?" dedim saçlarına doğru yavaşça nefes verirken. "Bundan bahsetmediler." dedi ve burnunu çekti. "Çocuğun kimden olduğunu biliyor musun?" dedim kürtaj kağıdını gördüğüm günden beri aklımda olan soruyu sormanın verdiği rahatlık ile. "William'dan." dedi. Ağzım açık şekilde ona sarılmaya devam etmiştim. William benim ilk sevgilimdi. Beni aldatınca ondan ayrılmıştım ve uzun süre psikolojik sorunlar yaşamıştım. Tabi ki canavarı saymıyorum. O günlerde neredeyse dibimden ayrılmıyor gibiydi. Her zaman her yerdeydi. Ve bu bazı zamanlar sinir bozucu oluyordu. Beni sürekli korkutuyor olması da cabasıydı. Zaten o bir canavardı. Küçükken şu yatağımızın altında saklanan, ailelerimizin çocuklarının 'korkulu rüyaları' olarak dalga geçtikleri şu canavardı o. Fakat herkese değil. Sadece bana mahsustu. İnternet'te bir zamanlar bununla ilgili araştırma yapmıştım. Bir keresinde okuldan kaçıp akıl hastanesindeki bir kadınla bile konuşmuştum fakat onun 'canavarı' ile benim 'canavarım' arasındaki farklar saymak ile bitmezdi. O kadın bunu sadece küçüklüğünde görmüştü ve şimdi ona musallat olmuştu fakat bu canavar? Yanımdan ayrılmıyordu. Her gece bıkmadan usanmadan beni korkutması yüzünden çıldıracak gibi oluyordum. Bazı gelmediği günler zaten başıma bir şeyler geliyordu. Bir saniye. Hızlıca Anna'dan ayrıldım ve Anna'nın muhtemelen arkamdan attığı 'ne yapıyor bu salak?' bakışlarını umursamayıp telefonuma yöneldim. Yatağımın kenarındaki masada duruyordu ve şarjı bitmek üzereydi. Hızlıca takvimi açtım ve gelmediği günleri işaretlediğim için kendimi tebrik ettim. Sadece James olayını işaretlememiştim ve o da zaten yakın bir olay olduğu için gerek yoktu. Tek tek tarihlere bakarken bir yandan da o zamanlarda neler olduğunu hatırlamaya çalışıyordum. Sadece bir tarih bana tanıdık geliyordu. Hayatımda yaşadığım en berbat gündü. Babamın bana sarılmak istediği gün.
Korkuyla babamın bana attığı bakışları izliyordum. Hareket etmiyor yüzündeki tuhaf gülüş son bulmuyordu. Korkuyla biraz daha yerime sindiğimde babam bir adım attı. Kafamı hızlıca iki yana salladım. O da bana sarılacaktı. Ve benim de canımı yakacaktı. Tıpkı annemin çığlık attığı gibi ben de mi çığlık atacaktım? Babam adımlarını hızlandırıp yanıma ulaştığına yorganımın altına girmiş burnuma kadar çekmiştim. Korkudan tir tir titriyordum. "Üşüyor musun? Seni ısıtmamı ister misin?" dedi ve bakışları ilk yorganı ardından da yorganı tutan ellerime gitti. "Ü-üşümüyorum." diyebildim titreyen çenemi durdurup. Korkuyordum. Şu an canavarın gelmesini tercih ederim fakat o burada değildi. Onun yerine şimdi de babam beni korkutuyordu. "Hadi ama Destiny, ben üşüyorum babanı ısıt o zaman." yüzünde yine tuhaf bir gülüş oluştuğunda göz yaşlarım istemsizce akmaya başlamıştı. 'Şhh!' dedi bir anda ve göz yaşlarımı sildi. "Hadi ısıt babayı. Sarıl bana." kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Yatakta biraz kayıp ondan uzaklaşmak istedim fakat o bu fırsattan yararlanıp aniden yatağıma uzandı. Yorgan altında kaldığı için bana ulaşamıyordu. Ayaklarımı hareket ettiremiyordum. Bu duygu cidden korkunçtu. Hıçkırmaya başladığımda babam saçlarımı okşamaya başlamıştı. "Ağlama." dedi soğuk bir sesle ve anlımdan öptü. "Baba canımı yakma." diye zorla fısıldadım ve yorganı sıkmaktan bembeyaz olan ellerimi serbest bıraktım. Hem ellerim hem de ayaklarım kasılmıştı. Babam dudaklarını anlımdan çekti ve eli aniden yorganın içinden geçtiğinde ufakça bağırdım. Annemin gelip beni kurtarmasını istiyordum. Babamın soğuk eli karnımın üstüne geldiğinde boğazımdan bir hıçkırık kaçtı. Babamın eli biraz daha aşağılara indiğinde yüzündeki sırıtışı artık beni uyandıran şey olmuştu. Bana sarılmayacaktı! Beni gıdıklayacaktı! "Ba-baba." diyebildim. Fakat o gıdıklamıyor elini biraz daha aşağı indiriyordu. Kaşlarımı çatmış babamın hareketlerinin ne olduğunu çözmeye çalışıyordum. Eli bacağımın üst kısmına geldiğinde huylanmıştım. Yanlış bir şey mi yapıyordu? Yorganı aniden üstümden çektiğinde üşümüştüm. "Bak şimdi baba seni mutlu edecek." Tam eli pijama'ma gittiğinde ellerimle onu durdurdum. Fakat o ellerimi geriye itip tekrardan pijamamı kavradı. "Baba üşürüm , çıkartma." dedim hızlıca. Babamdan utanmıyordum. Zaten denizde beni bikini ile görüyordu. Ayrıca onun kızıyım neden utanayım ki? "Pijamanı çıkartacağım ve birazdan yapacağım şeyle sen de ısınacaksın, ben de." bunu söylediğinde ona izin vermek içimden gelmiyordu. Bir şeyler yanlıştı. Bu artık kesinleşiyordu. Pijamamı aniden aşağı çektiğinde bacaklarımı ısırıyorlarmış gibi hissettim. Babam ellerini bacaklarımda dolaştırırken bir anda iki bacak aramda durmuştu. Kendimi çok kötü hissediyordum. Tam babamı durduracakken babam iki elimi birleştirdi ve bileklerimden sıkıca tuttu. "Baba yeter ben çok üşüdüm lütfen yapma." dedim fakat babam durmuyordu. "Baba yapma!" diye bağırdım yeniden. Babam bana bakmıyor çıplak bacaklarıma bakıyordu. Neden bacaklarıma bakıyordu? Ayrıca çok üşümüştüm. Vücudum titremeye başlamıştı. "Yapma!" diye bağırdım parmakları bacaklarımda dolaşmaya başladığında. "Yapacağım!" dedi sert bir sesle. Gözlerim aniden dolmuştu. Ağlamaya başladığımda babam biraz dursa da elini tam iki bacak arama getirdiğinde ağzımdan bir feryat kopmuştu. Annem aniden odaya girdiğinde babam hızlıca benden ayrıldı ve şaşırmanın verdiği etki ile yataktan düştü. Hızlıca yorganı üstüme çekip ağlamaya devam ettiğimde annemin gözünün morardığını yeni fark ediyordum. Burnumu çekip gözlerimi hızlıca sildim ve yorganın altından pijamamı giyip hızlıca yorganın altından çıktım. Anneme koşup sarıldıktan sonra göz yaşlarım birer birer düşmeye başlamıştı. Annem kıpırdamıyordu. Nolmuştu anneme? Ben mi bir şey yapmıştım? Annem beni aniden kollarının arasından çektiğinde zorla da olsa fısıldayabildim. "Anne affet beni."
Ufak bir not: Multimedia'da Elsa'nın babası mevcuttur.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top