7;
Okulun arka bahçesindeki en az gökyüzü kadar gerçek olan çimlerin üzerinde uzanmış, tam yanımdan göğe doğru uzanan dallara ev sahipliyi yapan yaşlı ağacın yeşil yapraklarını izliyordum. Aralarına sızan hafif rüzgarla dalgalanıyor, birkaç tanesi yavaşça yere doğru düşüyordu.
Sol elimi bulutsuz gökyüzüne doğru uzattım.
"Gökyüzüm," diye fısıldadım. "Acıyor."
Elim havada asılı kaldığında göz kapaklarımı yavaşça kapatarak tenimin üzerinde gezinene rüzgarı hissetmeye başladım.
Bir insanın ölmesinden deli gibi korkmak aşk mıydı? Onsuz bir hayatın var olmadığına kendini inandırmak güçlü bir sevginin mi göstergesiydi?
Benim için aşk Romeo ile Juliet değildi.
Birisine duyulan aşk seni öldürmemeliydi. Sana yaşama tutunmak isteği vermeliydi. Onsuz bile nefes almağı öğretmeli, sadece hafızanda var olsa bile gülümsetebilmeliydi seni.
Benim için aşk sanarım, Jack ve Rose'du.
Rose, Jack'in öldüğünü anladığında bu acıya dayanamayıp kendini öldürebilirdi. Kurtulmak için bu kadar çabalamayabilirdi. Ama ölmemişti. Söz verdiği için yaşlanana kadar yaşamıştı. Kalbindeki ve hafızasındaki Jack'le beraber.
İşte bence bu gerçek aşktı.
Birisinin anısıyla koca bir ömürü yaşamak.
"Selam olsun dünyanın en hayalci kızına." Kulaklarıma dolan tanıdık sesle göz kapaklarımı açtım. Bakışlarım az önce baktığım gökyüzüne değilde, üzerime doğru eğilmiş o çocukta takılı kalmıştı.
O'nda.
"Afiyettesiniz inşallah."
Onunla anonim olarak konuşmayalı iki haftanı aşkın bir süre olmuştu. Engelimi kaldırmamıştı. Ve şimdi ise benimle aynı ortamlarda bulunan arkadaşı olarak konuşuyordu.
"Dalga geçme Taehyung." diye rahatsız bir şekilde mırıldandım ve gökyüzüne doğru uzattığım elimi indirdim. "Senin burada ne işin var?"
Taehyung cevap vermek yerine tam yanıma, çimlere uzanıp bir kolunu kafasının altına koydu ve gökyüzünü izlemeye başladı. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı.
Onu izlediğimi anlamasın diye kendimi kastıkça kasarak bakışlarımı gökyüzüne diktim. Gökyüzünün canı hâlâ acıyordu.
Onun hakkında çoğu şeyi bilmeme rağmen, ona yabancı gibi davranmak canımı sıkıyordu. Karşısına geçip bağıra bağıra "ÖLMENİ İSTEMİYORUM APTAL!" demek istiyordum. Ama bunu inkar edecekti biliyorum. İntiharı düşündüğünü inkar edecekti. Çünkü o tam bir yalancıydı.
"Senin şu kuzeninin tripleri yüzünden kendi sınıfıma bile giremiyorum. Kız resmen benim kıyafetlerime taktı." Şikayet etmesine rağmen yüzünde bu hoşuna gittiğiyle ilgili aptal bir gülümseme vardı.
Sara'dan bahs ediyordu. Benim yanımda.
"Sence ben siyah giyince daha az mı havalı oluyorum? Siyah giyinmeyi seviyorum."
Hayır Taehyung, sen hep çok havalısın. Sara bakmayı bilmiyor.
"Eğer bir daha vampirler gibi siyah giyersem benden ayrılacakmış. Şaka mı yapıyor ciddi mi anlayamıyorum artık. Ben her halimle çok yakışıklıyım bir kere. Kuzenin bana çirkin dediği için çarpılacak."
Seslice gülerek kafamı iki yana salladım. Egosu kalbinden büyüktü şerefsizin. Eğer egosu kadar kalbide büyük olsaydı, beni de sever miydi?
"Eğer siyahı seviyorsan, onu diğer renklere değişme Taehyung," diyerek ifadesizce konuştum. "Bir başkası için asla değişme. Daha yakışıklı bile olsan, daha havalı, daha güzel ve daha çok sevilen bile olsan değişme. Sen olduğun gibi ol. İnsanlar ve Sara seni bu yüzden sevsin. Değişmediğin için."
Değişmeni istemiyorum Taehyung. Sen böyle o kadar güzelsin ki, bir başkası için değişmen seni sadece üzer.
Yada sanarım, bir başkası için değişmen.. beni üzer.
Bakışlarımı onun yüzüne çevirdiğimde bana baktığı için göz göze gelmiştik.
"Olduğun kişiden gurur duy Taehyung. Çünkü bazı insanlar o kadar maske takıyorlar ki, gerçek kişilikleri zamanla yok oluyor."
Taehyung gülümseyerek bakışlarını benden kaçırıp tekrardan gökyüzüne sabitledi. "Ve dedi kendisi kapalı kutu olan Sultan hazretleri." diye kısık sesiyle mırıldanıp güldü.
Bakışlarımı ondan çekmek için çabalamadım bu sefer, onu izlemeye başladım. Küçük ama dolgun kare dudaklarıyla, bir kadının imreneceği küçüklükteki burnuyla ve kırmızı dağınık saçlarıyla o tamamen bir portreydi sanki. Ünlü bir ressamın dokunuşlarının sahibiydi.
O harikaydı, ama yorulmuştu.
Bir süre sonra gözlerini kapattı. Uykusuzluktan çöken gözatları kahverengi gözlerini daha bir yorgun gösteriyordu. Ah, Taehyung niye bu kadar yorgunsun ki? Gözlerini kapatır kapatmaz nefesleri düzene girmişti. Bunu kalkıp inen göğüs kafesinden anlayabiliyordum.
Uyumuştu.
Uzandığım çimlerden kalkıp oturur pozisyona geldim ve onu yakalanma korkusu olmadan izlemeye başladım.
Dikkatimi çeken şey ise kafasının altına koyduğu kolu olmuştu. Bileğinde yeni bir çizik vardı. Koluna bağladığı bileklikler o çiziği gizlemeye yetmiyordu işte.
Yaralarımızı saklayamıyorduk.
Neden açıldıklarını merak edip bizden hesap sormak isterlerdi.
Ve biz onların karşısında hep dilsiz kalırdık.
Çünkü, tenimizde açılan yaraların sadece bir maske olduğunu bilirdik.
Asıl yara, ruhumuzdaydı.
İşte o yara, asla iyileşmek için açılmazdı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top