5- "Kahveler aşkına!"

Selâmün aleyküm gençleer

Yıldıza da basmayı unutmayınn'☆

* * *

Isıtıcıdaki suyun kaynadığını görünce elime alıp bardağın içine doldurdum. Sıcak buhar yüzüme vururken, kahve kokusu çoktan beni tesiri altına almıştı. Isıtıcıyı yerine koyduktan sonra kupa bardağımı elime aldım ve burnuma götürüp o mis gibi kahve kokusunu içime çektim.

Ah kahveler aşkına, neler oluyordu bana?

İçimden kendi kurduğum cümleye sesli bir şekilde gülerken mutfaktan çıktım ve salonda çay içen annemgilin yanına gittim.

Bugün sabah yaşanan tatsız olayın ardından baygın halde duran adamı polisler karakola götürüp gözaltına almışlardı. Ardından Melek'in ifadesini almışlardı. Benimkini ise bilincim yerine geldikten sonra almışlardı. O kadar sinir, stres vücuda ağır gelip taşıyamamıştı tabii. O yüzden bayılmıştım. Annemgille de, ifade verdikten sonra hastanenin bahçesinde kafeteryaya oturup konuşmuştuk. Polisler elinde silah olduğu ve korku anında bizi yaralayabileceği için onu tehdit etmemişler, sessizce kapıyı açmaya çalışmışlardı. İki gün sonra mahkeme vardı ve oraya ben de gidecektim.

İfadelerin alınmasının ardından ben bahçede annem ve babamla sohbet ederken Melek mahcup bir şekilde yanıma geldi. Bakır tonlarındaki kıvırcık saçları ve yüzündeki çilleriyle gözüme çok tatlı görünüyordu fakat cidden orada sesli sesli ağlarken çok sinir olmuştum.

"Merhaba. Ben kırılan telefonunuzu yarın telafi edeceğimi bildirmek istedim."

Oturduğum yerden ayağa kalktım ve hızla elimi iki yana salladım.

"Hayır gerek yok, ben onu o anki sinirle söyledim." dediğimdeyse bana bir tebessüm yolladı ve konuşmak için dudaklarını araladı.

"Yok gerçekten bugün yaptığın iyiliğin bedelini bir telefonla ödeyemem bile. Sen olmasan belki de çoktan..." dediğinde devam edemedi ve yutkundu. Gözlerinden bir damla yaş yanaklarına süzülürken eğdiği kafasını kaldırdı ve minnet dolu gülümsemesinden yolladı.

"Her şey için teşekkür ederim."

"Rica ederim estağfurullah. O silah dolu olsaydı benim bile yapabileceğim birşey olmazdı."

"Şey telefon numaranı alabilir miyim? Yarın sana telefonu ulaştırmam için iletişim kurmam ge- bir saniye telefonun yok ki zaten." deyip eliyle alnına bir tane yapıştırdı.

Ben gülmeye başlayınca o da gülmeye başladı. Ve nefes nefeseyken cümle kurmaya çalıştı.

"Bugün beyin fonksiyonlarım çalışmayı unuttular sanırım."

"Senden bir farkım yok dostum merak etme." dedim ben de gülüşlerimin arasında.

"O zaman yarın saat öğlen 13.00'da kafeteryada ol. Görüşürüz. Tekrardan teşekkürler herşey için."

"Tamamdır. Rica ederim, teşekkür etmeni gerektirecek birşey yaptığımı düşünmüyorum."

El sallayıp yanımdan uzaklaşırken ben de ona el sallamış, ardından da hastane dinlenmem için erkenden eve gitmeme izin vermişti. Eve geldikten sonra annemin yaptığı o sıcacaık yemekleri yedikten sonra odamda bir süre dinlenmiştim. Şimdi de elimde kahvemle annemgille salonda oturuyordum.

Televizyonda talk show izleyerek gülüyor, bir yandan da içeceklerimizi yudumluyorduk.

"Kızım sen o adamı dövecek cesareti nereden buldun Allah aşkına?" dedi babam keyifle bana bakarak.

Elimde tuttuğum kahvemden bir yudum aldım ve ben de gülerek cevap verdim.

"Sinirlenince gözüm hiçbir şeyi görmüyor ki. Hele bir de telefonumu kırınca dedim ne olacaksa olsun artık. Hayır yani yanında silah taşıyınca kendini adam mı sanıyor anlamadım ki?"

"Çok şükür ki silahın içi boşmuş kuzum." dedi annem gözünden düşen bir damla yaşı silerken.

"Çok şükür." dedi babam da aynı şekilde.

"Neyse neyse şimdi ağlama zamanı değil. Benim erken uyumam lazım yine erkenden gideceğim yarın. Hadi size hayırlı geceler." dedikten sonra bir elimle kupamı kavrarken, bir elim de lila sweatimin cebindeydi. Tavşan şeklindeki panduflarımla yerde sürüye sürüye mutfağa gittikten sonra kupayı koydum ve bir bardak da su içtim.

Daha sonrasında dolaplardan birini açıp en sevdiğim o derin kaseyi aldım. Arkamı dönüp buzdolabından sütü aldım ve birazını kaseye boşalttım. Üstüne nesquiki de döktükten sonra içine kaşığı da koydum. Bir elimde kase varken diğer elimle de sütü dolaba koyduktan sonra kapağını ayağımla kapattım ve odama geçtim. Kestane kahvesi saçlarımı tepeden topuz yapmıştım ama oradan buradan çoktan saçlar çıkmış ve dağılmıştı bile. Yüzüme gelen saç tutamını üfleyerek yukarı gönderirken odama girmiş ve yerdeki mindere çoktan oturmuştum.

Çalışma masamdaki diz üstü bilgisayarımı açıp fantastik ve korku tarzındaki dizimi çoktan başlatmış, izliyordum. Bir yandan nesquik kaşıklarken bir yandan film izlemesi sanırım en büyük hobilerimdendi.

Bölüm bittiğinde gözlerimden uyku akıyor ama yine de diğer bölümü açmamak için kendimle savaş veriyordum. Elim saate bakmak için yanımda telefonumu ararken acı gerçek beynime hücum etmeye başladı ve ben de adama saydırmaya başladım.

Bilgisayarı kapatıp, nesquik yediğim kaseyi ne ara mutfağa koyup uyuduğumdan hiçbir şekilde haberim yoktu sabah uyandığımda. Derin bir uyku çekmiş ama sabah yine ve yine yorgun uyanmıştım.

Bu sefer alarm yerine annemin sesi uyandırmıştı beni. Önce yatağın içinde oturur bir pozisyona geçip beş dakika kadar hayatı sorguladım. Sonra neden bu sabah uyandığım hakkında düşündüm. Cevap bulamayınca ise gözlerimden uyku aka aka o yataktan kalktım ve saçıma başıma çeki düzen verdim.

Elimi yüzümü yıkayıp üstümü de giyindikten sonra annemin bana hazırladığı tostu elime alarak evden çıktım. Feracemin üstüne giydiğim  hâki yeşili ve içi tüylü mont beni sıcak tutarken, rüzgar tenime temas ettikçe titrememek için kendimi zor tutuyordum. Kasım ayı tüm kasvetiyle birlikte şehrin üzerine çökmüş, kapkara bulutlar her tarafı ele geçirmişti. Otobüs durağına ilerlerken bir yandan uçuşan gri şalımı tutuyor, bir yandan da rüzgarın etkisiyle çoktan soğumuş karışık tostumdan ısırıklar alıyordum. Caddede ben hariç birkaç kişi daha vardı.

Saat henüz altı buçuk bile değildi ve şu an fazlasıyla karanlıktı etraf. Atkımın içine iyice kafamı gömüp durakta otururken etrafı izlemek ve kendimi psikolojik olarak sıcak bir yerdeymişim gibi hissettirmeye çalışıyordum. Otobüs on dakika sonra caddenin ilerisinde göründüğünde gözlerimdeki umutsuzluk, yerini mutluluğa bırakmıştı.

Çok şükür ya Rab! Otobüs biraz daha gelmeseydi burnumdan akan sümüğün donabileceğinden endişeleniyordum. Zira sabahtan beri burnumu çekmekle uğraşıyorum da. Akıllı ben yanıma peçete almayı unutmuştum çünkü. Hahah.

Otobüs bu kasvetli hava nedeniyle olsa gerek çok dolu değildi ve oturacak alan vardı. Yaklaşık yirmi dakika süren yolculuğun ardından hastaneye koşar adımlar girdim ve kendimi ısıtmaya çalıştım. Kendimi ateşe doğru koşan böcekler gibi hissetmiştim bir an.

Dikkat et de bu hikayede yanan biz olmayalım Sahra.

Saçma sapan düşüncelerle birlikte hızla kızların ortak odasına girdim. Burnum hala inatla akmaya devam ederken ben de onunla mücadele ediyordum. Dolabımı açıp montumu astıktan sonra üzerime beyaz önlüğümü giydim ve şalımı düzelttim. Sıcak beni mayıştırmaya başlarken Kerem Hoca'nın koridordan bize ulaşan gür sesi hepimizi hızlıca kendimize getirmişti.

Odadaki diğer iki kız stajyerle birlikte hızla koridora geçtik ve sıraya dizildik. Kerem Hoca henüz elli yaşlarında, siyah saçlarına akların düşmüş olduğu bir doktordu ve acil bölümünde çalışıyordu yıllardır. En tecrübeli hocalardan birisi olduğu için stajyerleri eğitme görevi de ona verilmişti.

"Aslıhan, Sinem; siz bugün kırmızı alanda görevlisiniz. Asya, Sahra; siz sarı alanda görevlisiniz. Melek, Rana; siz de yeşil alanda görevlisiniz. Kırmızı alandakiler beni takip edin. Diğerleri görev başına. Hadi bakalım." dedikten sonra ellerini çırptı ve arkasını dönüp kırmızı alana yöneldi.

İsminin Asya olduğunu bildiğim kızla sarı alana çoktan yol almıştık bile. Artık tanışma vaktinin geldiğini düşünüp ona doğru döndüm ve elimi uzattım. O da benim gibi tesettürlü bir kızdı. Dizlerinin biraz daha altına gelen tuniği ve bol pantolon giymiş, üstüne de siyah şal yapmıştı.

"Merhaba ben Sahra. Uzun zamandır sadece birbirimizin ismini biliyoruz. Artık tanışmamız gerektiğini düşündüm. Sonuçta artık birlikte çalışacağız." dediğimde çekingen bir şekilde o da elini uzattı.

"Merhaba ben de Asya. Sen dün rehin alınan ve adamı döven kız değil misin?" dediğinde gülerek başımı salladım.

"Sanırım artık hastanede böyle tanınacağım." dedim elimi alnıma vurarak. Tam o sırada gelen ambulans sesiyle bakışlarımız kapıya dönerken Kerem Hoca'nın koşarak acil çıkışına ilerlediğini ve yanında dün baş hekim olduğunu öğrendiğim o adamı gördüm. Onların da peşinden Aslıhan ve Sinem geliyordu. Sanırım ilk kez ciddi bir vakaya tanıklık edecektim.

       *      *      *

Bu sefer birazcık daha uzun oldu bölüm wkdhksjd

Yorumlarda buluşalımm

Diğer bölümlerde görüşmek üzere
Allah'a emanet, seviliyorsunuz♥

Instagram : @levlagraph

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top