2/2
O gece Niall'ın korkusunu dindirmiş olan Louis sabah yan odadan gelen sesler yüzünden uyuyamadığı için gözlerinin altı mosmor bir şekilde kalkmıştı. Şu yanardağa teftişe gideceklerdi ve uykuya ihtiyacı vardı. Kızgın bir şekilde odasından dışarı çıktı ve Ziam çiftinin kapısını tıklattı. İçeriden ses gelmeyince koridorda bağırmaya başladı. "Tanrı aşkına şimdi mi susacağınız geldi?!" sinirle yeniden odasına girdi ve saatine kısa bir bakış atıp kendini duşa attı. Bolca kafeine ihtiyacı vardı. Duşunu bile yarım kesmişti. Morali bozuk gibiydi. Uykusuz bir Tomlinson'dan daha kötüsü de içtikten sonra uyuyamayan bir Tomlinson'du. Ki şu zamana kadar içmedeği bir gece dahi yoktu. "Louis? İyi misin?" Niall'ın sesini kapının dışında duyduğunda "Hayır." diye seslendi ve belindeki bornozu umursamadan kendin yatağa bıraktı. Niall kapıyı açıp içeri girdi ve dağılmış olan Louis'ye kısa bir bakış attı. "Dostum bu ne hal?" Niall endişeli sesiyle Louis'nin yanına yaklaştı ve elini anlına götürdü. Ateşi yoktu. "Kodumun Ziam çok ses çıkaran çiftine sorabilirsin." Louis sinirle soluduğunda Niall istemsizce gülümsemişti. "Onları duyanın sadece ben olduğumu sanıyordum." Niall gülücüğünü kahkahaya çevirince Louis de istemsizce kahkaha atmaya başlamıştı. Komik olan bir şey yoktu. Fakat ikisi de hayatında o kadar berbat ve iğrenç şeyler görmüşlerdi ki ufak bir şeyde gülebilme potansiyeline sahip olmuşlardı. İkisi de sakinleştikten sonra Niall elini Louis'ye doğru uzattı ve onu yataktan kaldırıp odanın çıkışına doğru ilerledi. "Yarım saate aşağıda ol sert çocuk." ardından göz kırptı ve kapıyı arkasından kapattı. Louis vakit kaybetmeden göz altarına iyi gelecek bir kaç şey sürerken silah çantasını yatağa koymuş ve sadece üstündeki lacivert boxer'ıyla durarak silah seçmeye başlamıştı. Silahları çıplak vücuduna yerleştirdikten sonra üstüne yapışan dar bir kot ve siyah tişörtle hazırdı. Yıpranmış kot rengindeki özel yapım ceketini de üstüne geçirdi ve ceketin işine sakladığı bir kaç bıçağı çıkartıp keskinliğini ölçmek adına nişan alıp duvara doğru fırlattı. Bıçak sert bir şekilde duvara saplandığında Louis 'ben mükemmelim' hareketini yaptı ve bıçağı zorlanmadan duvardan çıkarttı. Bıçağı eski yerine yerleştirdikten sonra silah çantasını omzuna astı ve telefonunu cebine tıkıştırdıktan sonra saçlarını savurup düzgün bir şekle soktu. Ceketinin iç astarında duran silahları da kontrol ettikten sonra hazırdı. Kontrolünü tamamladıkt O lanet yaratığı öldürecek ve kuyruğunun tadına bakacaktı. Sonrasında her şey düzene oturacak ve gelecek olan parayla ömür boyu içki içecekti. Tabi o öyle sanıyordu. Tomlinson vakit kaybetmeden aşağı indi ve 35 adamın da aşağıda onu beklediğini görünce gülümsedi. Hükmetmeyi seven bir Tomlinson'du. Herkes Louis'nin gelmesiyle sus pus olmuş onu dikkatle izliyorlardı. "Anlaşıldığı gibi seçtiğim 10 adam benimle geliyor. Bir diğer onlu grup 12 saat sonra ardımızdan yola çıkacak ve geri kalanlar ise sorgudan sonra yarın bizimle olacak. Ölen her kişi için bana 1 adet mesaj gönderilecek. Telsizlerden bana her şeyi bildireceksiniz. Atladığınız her ufak bir detay belki de bir çok canı bu hayattan silecek. O yüzden bir şey saklamak ya da öğrendiğiniz şeyi bildirirken ertelemek yok. Lamia hakkında hepiniz çok şey biliyorsunuz. Fakat bilmedikleriniz daha çok. Yolunuz açık olsun!" Louis ihtişamlı konuşmasıyla her zamanki gibi herkesi kendine hayran bırakmıştı. Herkes aynı anda "Olsun!" diye bağırmıştı ve buna Liam, Zayn ve Niall da dahildi. Nick Louis'nin arkasından 12 saat sonra gelecek olan grubun başındaydı. Bu yüzden onunla gelemiyordu. Louis herkes dağıldıktan sonra Nick'e sıkıca sarıldı ve fısıldadı. "Dikkatli ol dostum." Nick kafasını usulca salladı ve Louis'nin sırtını sıvazlayıp konuştu. "Asıl sen dikkatli ol kardeşim." dedi ve Louis'den ayrılıp acı bir şekilde gülümsedi. Louis de ona karşılık verdikten sonra beklemeden arabada bekleyen çocukların yanına gitti ve konuşmaya başladı. "Plan zor ve karmaşık. Her biriniz bir tarafı kollayacak. Ben kuzey cephesini, Zayn Batı cephesini, Liam güney cephesini, Niall da doğu cephesini kollayacak. 3'ünüze de 2 şer avcı verdim. Onlar kendilerini biliyorlar. Onlardan siz sorumlusunuz. Ben ise yanıma 1 kişi alacağım. Bu yaratığın tam olarak bir rengini ya da şeklini bilmiyoruz. Fakat görenlere göre yeşil bir yılan gövdesi ve bir erkek bedenine sahipmiş. Lamia'ların ne kadar kurnaz olduğunu bilirsiniz. Türünün son örneği olduğu için onu öldürmek zorundayız. Bu lanet şeyler bir an önce yok olmalı." Hepsi aynı anda kafa salladığında Louis silah çantasındaki haritayı çıkarttı ve Liam'a gösterdi. "Bu adanın bir haritası. Bu adanın ortasında da bir yanardağ var. Yaşlı bir çift orada bir kulübede yaşıyorlarmış ve akşam geç saatlerde bir kıpırtı görmüşler. Pencereden baktıklarında dağa doğru çıkmakta olan kocaman bir yılan kuyruğu fark etmişler. Yani şu an kurbanımız dağda olabilir. Aile şu an orada değil. Ada'da bir insan dahi yok. Bunu başarmamız lazım çocuklar." Louis konuştuktan sonra Niall'ı kısaca süzmüştü. Tırnağını yemeye başlamıştı çoktan. Fakat Louis kimsenin ölmesine izin vermeyecekti. Kimse ölmeyecekti. Hele ki şu 3 kişi ve Nick. Araba 1 saat sonra bir feribota ulaştığında Louis nefes almak adına dışarı çıkmıştı. Kocaman bir yolcu feribotu sadece 10 kişi için özel olarak ayırtılmıştı. Avcıların keyifleri yerindeydi. 'Uzun sürmeyecek' diye düşündü Tomlinson. Uzaktan adayı izlerken içini tuhaf hisler dürtüklüyordu. Bir şeyler ters gidecek gibi hissetmesi onu korkutsa da kimse bunu fark etmemişti. Onu izlemekte olan Niall dışında. Niall yaslandığı demirlerden kalkıp Louis'in yanına ilerledi ve elini Louis'in demiri sımsıkı tutan eline değdirdi. Louis aniden belindeki bıçağı çıkarttı ve Niall'ı kıvrak bir hareketle ters çevirip belini feribotun demirlerinde bastırarak ayaklarının havalanmasını sağladı. Louis ne yaptığını fark ettiğinde hızlıca Niall'ı kaldırdı ve bıçağı ceketinin bileğinden içeriye sokup ona sarıldı. Louis kimin geldiğini fark etmemişti. Onun Niall olduğunu parıldayan sarı saçları gördüğü an fark etmişti. Çünkü Niall gözlerini korkuyla kapatmış ve maviliklerini herkesten saklamıştı. "Tanrım, dostum." Louis sitem edercesine Niall'ın kulağına fısıldadığında Niall bir kahkaha atmıştı. "Her zaman tetikte olman güzel." dedi ve ondan ayrılıp feribotun ortasındaki banka oturdu. Louis de yanına geçince ona bakıp beyaz dişlerini göstererek güldü. "İçimde bir sıkıntı var Horan." dedi Louis itiraf ederek. Şu 2 günde bu çocuğa ısınmıştı. "Benim de öyle Tomlinson." dedi Niall ve yüzündeki gülüş mekanik bir hareketle son buldu. "Kimseye bir şey olmayacak Niall. Buna izin vermeyeceğim." Niall kafasını usulca salladı ve bankta aşağıya doğru kayıp kafasını bankın kuru tahtasına yerleştirdi. "Lamia'nın kuyruğundan bir parça tadmamıza izin verecekler mi dersin?" Niall kafasını çevirdi ve Louis'nin silahtan şişmiş olan vücuduna ufak bakışlar attı. Eşcinsel olsaydı Louis'ye karşı bir şeyler hissedebileceğini biliyordu. Louis gülümsedi ve kafasını Niall'a çevirip karnına yumuşakça yumruk attı. "Seni adi herif. Bunu da nereden biliyorsun?" ikisi de gülmeye başladıklarında Liam'ın endişeli sesi gülmelerine bir son vermişti. "Louis! Adada bir şeyler oluyor!" Louis hızlıca ayağa kalktı ve feribotun kıç kısmına doğru koştu. Liam en uçtaki demire tutunmuş adadan denize doğru akan kırmızı sıvıya bakıyordu. "Olamaz." dedi Louis ve elini hızlıca saçlarından geçirdi. "Adada kimse yok demiştiniz!" diye gürledi arkasında merakla bakan 10 avcıya bakarak. En öndeki hızlıca Louis'nin önüne geçti ve selam vererek konuşmaya başladı. "Efendim kimse olmadığını İsviçre bakanlığı bildirmişti." Louis avcının söylediklerine bir anlam veremiyordu. Kaptana daha hızlı olmasını söyledi ve denizi bir yarık gibi ayıran kan gölcüğüne baktı. Bu yaratık çok can almıştı. Ve bu aldığı son canlar olacaktı.
----------- 12 saat sonra ----------
Louis, Zayn, Niall ve Liam sonunda adada elleri boş bir şekilde buluşacakları yere varmışlardı. Şimdi bütün avcılar çadırlarına yerleşmiş, dinleniyorlardı. Louis ise elindeki kahve bardağıyla bir taşın üstüne oturmuş düşünüyordu. Adada bir hayvan dahi yaşamıyordu. Sincaplar, kuşlar, hatta bir kaç domuz, 3 kurt, 2 ayı ve karıncalarda dahil olmak üzere hepsi ölmüştü. Sadece ölü bulamadıkları tek hayvan yılanlar olmuştu. Liam'ın grubu bolca yılanla karşılaşmıştı. Güney cephesindeki yılan sayısı diğer cephelere göre fazlaydı. Fakat Liam'ın cephesi karmaşık bir arazi üzerindeydi. Her bir taşın altından çıkan yılanlarda onarın teftişini zorlaştırmıştı. Louis'nin düşündüğü konular tam da bunlardı. Güney cephesinde Lamia'nın olma olasılığı yüksekti. Fakat bu yaratık zekiydi. Kuzey cephesinde yani kendi araştırdığı cephede de olabilirdi. Bu yüzden ne yapacağına karar vermeye çalışıyordu. Liam'ın grubundaki bir avcı yaralıydı. Koyu yeşil bir yılan onu ısırmıştı ve burada biraz daha kalırsa ölecekti. Louis vakit kaybetmeden onu göndermek istese de Nick gelmeden yapmak istemiyordu. Saat sabahın dördüydü. Ve Louis'nin gözüne bir gram uyku girmiyordu. Yalnız kaldığı için sonunda mutluydu. Çünkü şu 12 saat içinde keşif dışında ya yanında Zayn-Liam çifti ya da Niall-Yemek çifti oluyordu. Louis ise kahveleriyle mutluydu. Bugünkü 4. bardağını da bitirdiğinde oturduğu taştan kalktı ve kahve bardağını umursamazca fırlattı. Tam çadırına ilerlerken çalılıkların ortasında 2 yeşil şey gördü. Gözlerini kırpıştırdı fakat onlar hala oradaydı. Adada böcek dahi kalmamıştı. Bunlar kesinlikle böcek veya başka bir hayvan değildi. Bunlar onun gözleriydi! Louis'nin içi ürpermişti. Koyu yeşilin tonundaki çalılığın ortasında 2 zümrüt'e bakıyor gibi hissediyordu. Gözler doğruca Louis'yi inceliyordu. Louis ise çaktırmadan bileğindeki hançeri çıkartmaya çalışıyordu. Yakın değillerdi. Fakat Louis başarabilirdi. Hançer ufak bir sürtünme sesiyle Louis'nin eline kaydı ve gözler hızlıca Louis'nin avucunda parlayan hançere kaydı. Louis onun nefes almasına bile izin vermeden hançeri fırlattığında çalılıklarda bir kıpırdanma oldu ve ardından ortaya çıkan 10 dan fazla yılanla Louis Tomlinson'un eli kolu bağlanmıştı. Yılanlar süratle Louis'nin üstüne doğru sürünürken Louis belinden çıkardığı silahları vakit kaybetmeden üzerlerine sıkmaya başlamıştı. Silah seslerine uyanan avcılar da vakit kaybetmeden silahlarına sarılmış bir şekilde dışarıya fırlamıştı. Fakat Louis göz açıp kapayıncaya kadar Yılanları öldürmüş, hepsinin kuyruklarından tutup bir ağaca bağlamıştı. Bu Lamia'ya yapılan nispet gibiydi. Çadırdan çıkan Zayn ve Liam şaşkınca Louis'nin üzerinin kan olmasını umursamayarak ona doğru atılmıştı. Louis'nin yaralandığını düşünselerde, bu kan Louis'nin değil, yılanların kanlarıydı. "Beni duyduğunu biliyorum!" diye bağırdı Louis silahlarını yeniden beline yerleştirdiğinde. "Ecelin olacağım! Duyuyor musun beni?! Seni silah kullanmadan öldüreceğim!" Louis bir yandan bağırıyor bir yandan da avcılara komut verip her bir çalılığın arkasına bakıyordu. "Louis sakin ol!" Niall Louis'nin omzundan yakalamış ve kendine çevirmişti. Louis çıldırmış gibiydi. Her ne kadar soğuk kanlı olmak istese de Lamia'nın gözlerinin içine bakmış ve kaçmasına izin vermişti. Onu gördüğü an öldürmeliydi. "Niall."dedi Louis bitkin bir sesle. 1 saattir durmadan bağırıyor ve çalılıkların arkasında o zümrütleri arıyordu. "Efendim?" dedi Niall ve acı bir şekilde gülümsedi. "Onu gördüm." Louis fısıldadığına Niall'ın gülümsemesi solmuştu. Kim olduğunu gayet iyi biliyordu. "Nasıl?" dedi o da Louis'ye fısıldayarak. "Herkes beni dinlesin!" Louis Niall'a aldırmadan avcılara döndü ve seslendi. "Çadırlara geri dönün ve yaralı avcıyla birlikte 2 avcı da yola çıksın. Nick gelmek üzeredir. Arkadaşınıza iyi bakın." Herkes kafasını sallamıştı ve çadırlara geri dönmüştü. Zayn ve Liam da dahildi. Sadece Niall ve Louis oldukları yerde duruyordu. "Onu çalılıkların arasında gördüm, zümrüt renginde gözleri vardı. Uzun süre bana baktı. Ben ise bileğimdeki hançeri çıkarmakla meşguldüm. Gözleri..." Louis devam edemedi. Korkmuyordu. Bu his farklıydı. Onu içinden parçalıyor gibi hissettirmişti. Bir an için gözlerinde bir parıltı görmüştü. Bu basit bir parıltı değildi. Gözlerinde... Aşk görmüştü. Ve bundan emindi. Ona her gün böyle bakan kızlar vardı. Fakat onunki farklıydı. Uzun süredir kaybolmuş bir eşyasını bulmuş gibi bakmıştı Louis'ye. Belki de Louis aklını kafeinlerle kaçırmış olmalıydı. Bu alkol de olabilirdi. "Louis." dedi Niall devam etmesini diler gibi. "Gözlerindeki ifade garipti Niall. Aradığı da uzun süredir bulamadığı bir şeyi bulmuş gibiydi. Bu iyi bir şey değil." Louis ellerini saçlarından geçirdi ve gözlerini kapatıp ofladı. "Hey, hey. Karanlıktan bir şey görememişsindir Louis. Yanlış anlamış olmayasın?" Niall Louis'yi sakinleştirmek amacıyla zırvalıyordu. Louis de bunun bir zırvalıktan ibaret olduğunu biliyordu fakat içi bir nebze de olsun rahatlamıştı. "Belki de haklısın." Louis sonunda konuştuğunda Niall güven veren bir şekilde gülümsedi. "Hadi gidelim. Bütün gece uyumadığını biliyorum. Biraz dinlen. Nick geldiğinde seni uyandırırım." Louis kafa salladı ve uslu bir çocuk olup çadırına ilerledi. Çok da uzaklaşmamışlardı. Niall ise Louis'nin uyuduğuna emin olduktan sonra güneşin doğuşunu izledikten sonra çadırına gitmişti.
Louis adının seslenişini hayal meyal hatırlıyordu. Sonrasında büyük bir curcuna kopmuştu. Louis birinin kucağında olduğunu ve ilerlediklerini yüzüne çarpan rüzgardan ve sarkan kollarına değen otlardan hissediyordu. Fakat gözlerini açamıyordu. "Hayır!" tanıdık birinin çığlığını duydu Louis. Kalkması gerekiyordu. Fakat yapamıyordu. "Bırak onu!" aynı tanıdık ses yeniden bağırdığında bunun Nick olduğunu anlamıştı Louis. Demek Nick gelmişti. Ne için biri onu kucaklamıştı. Nick'in kime bağırdığını anlayamıyordu Louis. Aklı karmakarışıktı. Beynine ve vücuduna hükmedemiyordu. Felç geçirmiş gibiydi. Sadece vücudunu hissedebiliyordu. Eline çarpan otları, bacaklarının birbirine çarpışını, kollarında sakladığı ufak jiletlerin soğukluğunu, içine taktığı vericinin temasını. İlk defa bu kadar net bir şekilde vücudunu hissediyordu. Gözlerini açmak için uğraşsa da gördüğü tek renk yeşildi. Bu ağaçların veya bazı bitkilerin yeşili olabilirdi fakat artık aklına kazınan bir yeşil daha vardı. Louis aniden öksürmeye ve kusmaya başladığında sonunda onu taşıyan kişi durmuştu. Louis gözlerini açamadan kusuyor ve öksürüyordu. Boğazından çıkan şey kaygan ve uzundu. Her öksürdüğünde 'Tss!' sesini çıkarıyordu. Biraz daha kustuğunda Louis rahatlamıştı. Artık kolunu ve bacaklarını oynatabiliyordu. Zorla da olsa siyah toprağa tutunarak ayağa kalktı ve gözlerini ovalamaya çalıştı. Fakat gözlerinin üstündeki bir kumaşla şaşırdı. Gözlerini açabiliyordu. Sadece gözünde bir kumaş vardı. Ensesine düşmüş olan kumaş parçasını yırttı ve gözlerini kumaş parçasından kurtardıktan sonra gözlerini açtı. Derin bir nefes almıştı. Kör olmak istemezdi. Gözlerin açtığında karşısındaki bir mağarayla durakladı Louis. Buraya nasıl gelmişti? Arkasını döndüğünde güneşin batmakta olduğunu ve feribotun adadan ayrıldığını gördü Louis. Nick'ler yeni gelmiş olmalıydı. Peki onu buraya kim getirmişti? Tam bir adım atacakken ayağının boşluğa denk gelmesiyle Louis sarsıldı ve tam düşmek üzereyken dengesini sağlayıp hızlıca geri kaçtı. Hafifçe eğildiğinde buranın derin bir uçurum olduğunu fark etti. "Nick!" diye seslendi Louis. Her yer ağaçla kaplıydı. Çadırların olduğu yeri dumanın tüttüğü yerden ayırt ediyordu . Fakat duman o kadar uzaktaydı ki. Silikleşiyordu. Tanrı aşkına neredeydi?! Louis sinirle yerdeki bir taşa vurdu ve yere çöktü. Bir kahveye ihtiyacı vardı. Kafasını gökyüzüne kaldırdı ve turuncumsu olan gökyüzüne küfürler savurdu. Sadece bıçak ve jiletleri vardı. Ah evet. Bir silahı daha vardı. Louis Tomlinson her zaman, her şeye hazırlıklı adamdı. Kotunu ve tişörtünü ceketiyle birlikte çıkarttı. Üstünde sadece lacivert baksırı kalmıştı. Vücudundaki bütün jilet ve bıçakları bir kenara yığdı ve kotunu ters çevirip bir bıçakla içindeki astarı yırttı. Sarımsı olan tulumunu buraya sakladığı yeni aklına gelmişti. Tulumu hızlıca üstüne geçirdi ve kotunu bir kenara fırlattı. Tişörtünü de tulumun içine giydikten sonra ceketini aldı ve içindeki takıp çıkabilen silah takımını çıkarttı. 3 farklı silah birleşince bir ölüm makinesine dönüşüyordu. Louis ustaca ceketindeki 3 silahı da çıkarttı ve mermileri içlerine yerleştirdi. Silahların kenarlarındaki ufak boşluklara 3'er jilet yerleştirdikten sonra birbirlerine olan giriş yerlerini de bağladıktan sonra silahı hazırdı. Tulumunun içine de geri kalan bıçaklarını yerleştirdikten sonra hazırdı. Ceketinde gizlediği bir şey kalmamıştı. Bu yüzden ona artık ihtiyacı yoktu. Louis mağaranın etrafına bakmaya başladığında mağaranın içinde bir parıltı fark etmişti. Bu mağaradan gelmiş olmalıydı. Çünkü incelediği üzere başka giriş-çıkış yolu yoktu. Louis derin bir nefes aldı ve mağaradan içeri girdi. Fakat içerisi zifiri karanlıktı. Hiç bir şey gözükmüyordu. Sadece kendi adım sesleri ve nefes alış veriş seslerinden başka bir şey yoktu. Nefes alış veriş sesleri mi? Louis nefesini hala vermemişti. Ondan başka birileri de buradaydı. "Kimsin?!" Louis bağırdığında yere sürtünme sesleri işitmişti. Oh hayır. Lamia'nın mağarasındaydı. Aniden ayaklarına değen yumuşak şeylerle bunların yılan olmamamasını anlamak için salak olmak gerektiğini düşündü Tomlinson. Silahını hiç vakit kaybetmeden ayaklarının etrafına ve mağaranın yer yerine sıkmaya başlamıştı. Her bir kurşun patladığında etrafa ışık ve barut kokusu saçıyordu. "Dur." diye bir ses duydu Louis. O ana kadar buranın kan koktuğunu fark etmemişti. "Onları öldürmek için gelmedin." Bir 'tss!' sesi duyduğunda Louis kafasını kaldırdı ve 2 zümrütle yeniden karşılaştı. "Sana zarar vermeye çalışmıyorlar. Sadece beni koruyorlar." 2 Zümrütün hemen altında parıldayan dudakları izledi Tomlinson. "Sen-" dedi şaşkınlıkla. Konuşabildiklerini bilmiyordu. "Evet, konuşabiliyorum." Parıldayan dişlerini gördüğünde Louis elindeki silahın varlığını hatırlayarak tetiğe bastı. Fakat ateş edemedi. Mermileri bitmişti. Hafifçe güldüğünü duydu Tomlinson Lamia'nın. "Kendimi riske atacağımı düşünmedin umarım." Louis sırtında dizili olan mermileri tek tek çıkararak silaha yerleştirdi ve kafasını kaldırdığında zümrütlerin artık orada olmadığını fark etti. Sırtına ve bacağına bir şeylerin dolanmasıyla Louis sertçe yutkundu. Kulağının arkasında hissettiği sıcak nefesle dişlerini sıkmaya başlamıştı bile. "Beni öldürmek zorunda mısın?" öyle bir ses tonu vardı ki. Tanrı şahit olsun Tomlinson şurada kendini vurmak istedi. Fakat bütün dünyanın kaderin onun elleri arasındaki silaha ve arkasında ona sırnaşan Lamia'ya bağlıydı. "Evet." dedi Louis kararlılıkla. "Sen bir çocuk katilisin." tısladığını duydu. Ardından da temasları kesildi ve Louis etrafında bir tur döndü. Ortalıkta gözükmüyordu. Yürümeye başladı yeniden. Onu gördüğü yerde vurabilirdi fakat etrafındaki bu kadar yılanla bu pek mümkün gözükmüyordu. Duvarlarda, yerde, hatta mağaranın tepesinde bile yılanlar vardı. Louis tüm soğukkanlılığını koruyarak ilerlemeye devam etti. Taa ki hıçkırık sesleri duyana kadar. Ağzı açık bir şekilde ilerlemeye devam etti. Lamia'nın gözleri ve dudakları hariç hiç bir şeyini görmemişti. Fakat şu an gözlerinin önüne seriliydi. Koyu yeşil parlak kuyruğu, belirgin omurgası ve omuzlarına düşen kıvırcık saçları vardı. Kıvırcık mı? Louis'nin içinden gülmek gelmişti. Fakat ne yeri ne de zamanı değildi. Lamia bir taşın üstüne oturmuş, elleri yüzünde ağlıyordu. Bu Louis'nin asla göremeyeceği bir manzaraydı. Onların korkutucu ve gaddar yaratıklar olduğuna emindi. Fakat buradaki ya çok zekiydi ya da çok duygusal. Lamia'nın aniden kafasını kaldırmasıyla Louis elindeki silahı hızlıca ona doğrulttu. "Beni silah kullanmadan öldüreceğini söylemiştin." Louis şu an neye şaşıracağını bilemiyordu. Kıpkırmızı olmuş gözlerinin rengindeki dudaklarına mı, yüzünün bu kadar güzel olmasına mı, yoksa ormanda onu duyduğuna mı karar veremiyordu. Louis Tomlinson sözünü tutan bir adamdı. Silahını zar zor yere bıraktı ve Lamia'nın yanına yürüdü. Bu cesareti nereden buldu bilmiyordu fakat yanında daha bıçakları ve jiletleri vardı. Kendini koruyabilirdi. "Benim ismim Harry." burnunu çekip konuştuğunda Louis kaşlarını çattı. "İsim mi?" dedi şaşırarak. Onunla konuştuğuna inanamıyordu. Bu çok mantıksız gelse de içinde bir yerlerde bunu yapmasını söyleyen ufak bir çocuk vardı ve Louis ilk defa o küçük çocuğu dinleyecekti. "Evet, isim. Benim hakkımda bilmediğin çok şey var." Kollarını göğsünde birleştirdiğinde ortaya çıkan karın ve kol kaslarıyla Louis açık kalan ağzını sıkıca kapattı. Bu yaratığın çocukları öldürdüğüne inanamıyordu. "Louis." dedi derin bir nefes aldıktan sonra. "Güzel isim fakat biliyordum." Harry gülümsedi ve kafasını Louis'ye çevirdi. Louis de kafasını ona çevirdi fakat gülümsemedi. "Karnın aç olmalı Louis. Sana bir kaç şey hazırlamıştım." Harry taştan kalkıp sadece kuyruğunun üstünde durarak ilerledi ve mağaranın içinde kayboldu. Louis tam da ay ışığının altında kalıyordu ve az çok da mağaranın içerisi belli oluyordu. "Burada neden hiç ışık yok?" diye seslendi Tomlinson. Sorduğu sorunun saçmalığını sonradan fark etmişti. "Avcılardan saklanmam için bu şart Louis." dedi Harry elinde yılan derisinden örülme bir kasenin içindeki meyvelerle. "Ben de bir avcıyım-" Louis'nin dudağına parmağını bastırdı Harry ve meyve dolu kaseyi kucağına bıraktı. "Biliyorum Lou. Sen görkemli Louis Tomlinson'sun. Diğer kardeşlerimi öldüren de senin soyundu. Fakat ben önemsemiyorum. Çünkü onlar asla benim gerçek kardeşim olmadılar." Louis'nin aklı karışmıştı. Burada bir oyun oynanıyordu ve Louis bunu kendi oyunu sanarken başka bir oyunun içinde bulmuştu kendini. "Neler oluyor?" dedi gözlerini kapatıp açtıktan sonra. "Sana bunları anlatamam. Yani şu an anlatamam." dedi Harry ve gülümsedi. Louis bunun nasıl bir canavar olduğunu çözemiyordu. Ona güvenmemesi gerektiğini, silahını bırakmaması gerektiğini biliyordu. Fakat kaybedecek bir şeyi yoktu. Bu iş ya parayla ya da ölümle bitecekti. "Arkadaşlarıma dokunma." ded, Louis kaseyi kucağından kaldırıp Harry'nin peşinden giderken. "Onlara zaten dokunmadım Tomlinson." dedi Harry arkasını dönmeden. Mağaranın içine girdiklerinde ortamın yeniden zifiri karanlık olması Louis'yi huzursuz etmişti. "Harry." dedi Louis ciddi bir sesle. "Hayır. Louis. Sana anlatamam. Aklından neler geçtiğini tahmin edebiliyorum. Şimdi lütfen meyvelerini bitir ve ardından yanıma gel." Louis ne diyeceğini bilemiyordu. İlk defa birine boyun eğiyordu. Onun nazikliği tarafından eziliyordu. Geri döndü ve sonunda ay ışığını görmesiyle sevindi. Bir kaç meyveyi yedikten sonra ne yaptığının farkına varmıştı. 'Neden bana bu kadar yakın davranıyor?' diye düşündü Louis. Ve o an ormandaki bakışı aklına geldi. Gözleri kocaman olmuştu. Yeni yeni anlıyordu. Louis'yi kaçırmıştı. Burada onun tutsağıydı. Louis elindeyken kimse ona dokunamazdı. Şimdi anlıyordu Louis. Burada kendini güvence altına almıştı. Onu öldürmesi gerekti. Arkasını döndüğünde silahının olmadığını gördü Tomlinson. Harry onu çoktan uçurumdan aşağı fırlatmıştı. Vücudundaki bıçakları ve jiletleri de onun sırtına sarıldığı dakikalar çoktan çıkarmıştı. Louis savunmasızdı. Bunu fark ettiğinde aklını kaçıracak gibi olmuştu Tomlinson. Hışımla yerinden kalktı ve mağara ilerleyip Harry'yi elinde bir parça odunla ve kurduğu bir ateşle gördü. "Ah, bitirmişsin. Umarım doymuşsundur." Harry tüm nazikliğini Louis'ye karşı kullanıyordu. Louis ise sinirle Harry'e doğru ilerledi fakat Harry'nin önüne geçen ufak bir yılan topluluğuyla durmak zorunda kaldı. "Sorun yok çocuklar, bana bir şey yapmayacak." Yılanlarla konuştuğunu yeni fark eden Louis alt dudağını ısırdı ve sinirle mağaranın duvarlarına bir yumruk geçirdi. Eli anında paramparça olurken Harry ise endişeyle Louis'i kuyruğuyla yakalamış ve zorla otutturup eline bakmaya başlamıştı. "Neden yaptın?" dedi Harry üzgün bir şekilde. Çünkü canının acıdığını biliyordu. "Sana ne?!" Louis gürlediğinde Harry biraz geri çekildi ve kafasıyla bir yeri işaret etti. Yılanların bir ilk yardım çantasıyla geldiğini görünce Louis yutkunamamıştı. Böyle şeyi hayatında görmemişti. "Pansuman yapabilir misin?" Louis şaşkınlığını üstünden atarak. "Gerek yok." dedi ve kafasını çevirdi. "Tamam, ben yaparım." Harry tam ilerlemişti ki Louis'nin "Hayır!" diye gürlemesiyle Harry yeniden durmak zorunda kalmıştı. "Pekala Louis." Dedi Harry ve gözünden damlayan bir yaşı silip arkasını dönüp uzaklaştı. Yılanlar ise ateşten dolayı Louis'ye yaklaşamıyordu. Louis yanında duran ilk yardım çantasını aldı ve eline pansuman yaptı. Kafasını yere yasladı ve gözlerini kapattı. Uykuya daldığının farkında bile değildi.
Louis tam 6 gündür Harry ile birlikte mağaradaydı. Bunca zamana kadar onları bulamamış olmaları bir mucizeydi. Ah evet mucizeydi. Çünkü artık Louis'nin Harry hakkındaki düşünceleri değişmişti. Harry o kadar iyi kalpli biriydi ki, Louis'nin nefesini kesmeye başlamıştı. Her sabah ona kahvaltı hazırlıyor, temiz su buluyor ve yeni kıyafetler getiriyordu. Louis bunları avcılardan çaldığını az çok tahmin ediyordu. Bir sabah daha kahvaltısını ve kıyafetlerini yanında görünce gülümsedi Tomlinson. Harry ona farklı hissettiriyordu. Ayrıca geçenlerde fark ettiği 4 meme ucu da onu farklı kılan bazı özelliklerinden biriydi. Louis kahvaltısını etti ve üstüne yeni kıyafetleri geçirip mağaranın sonuna ilerledi. Her sabah Harry orada olur ve saçlarını tarardı. Fakat bugün bir sorun vardı. Harry saçlarını taramıyor, elinde tuttuğu Louis'nin 1 hafta önce attığı kot pantolona bakıyordu. "Harry?" dedi Louis. Ne olduğunu anlamamıştı. "Beni kandırdın." Harry titreyen sesiyle konuştu. Louis kaşlarını çattı ve Harry'nin yanına oturup elini çenesine atıp kendisine bakmaya zorladı. "Ne kandırması Harry? Ne diyorsun?" Louis ne diyeceğini bilemiyordu. Onu kandırmamıştı. Buna emindi. Harry kotun altındaki vericiyi çıkarttı ve hışımla kalkıp vericiyi karşıdaki kayalıklara fırlattı. "Ben-ben." diye sayıklıyıp duruyordu. Louis ne diyeceğini ne yapacağını şaşırmıştı. Harry delirmiş gibi kot pantolonu ordan oraya savuruyor, sürekli "Ben-ben." diye kekeliyordu. Louis sonunda sertçe Harry'nin kollarından tuttu ve kuyruğuna basarak onu durdurdu. "Dur durduğun yerde!" diye bağırdı. Harry korkmuş gözlerle ona bakarken ayağının altında bir hareketlilik hissetti Tomlinson. Ayağını çektiğinde Harry'nin kuyruğunun kanadığını fark etti. "Ben sana aşık oldum." diye fısıldadı Louis'ye zümrütlerinden bir iki yaş akıtarak Harry. Louis ağzı açık bir şekilde hızlıca onunla olan temasını kesti. "Özür dilerim." dedi kuyruğuna bakarak. Harry kuyruğunu arkada gizledi ve kafasını iki yana sallayıp geri geri gitmeye başladı. "Özür dilerim Harry." dedi Louis bir adım attığında. Aynı mesafede Harry de geri gitmişti. "Beni sevmiyorsun Louis." dedi Harry ve gözlerinden akan yaşı umursamadı. "Harry-" Harry onun bir şey demesine izin vermeden arkasını döndü ve süratle kaçmaya başladı. Louis de arkasından koşuyordu. "Harry bekle!" diye arkasından bağırsa da Harry hızlıydı. Mağaradan çıktıktan sonra Harry kuyruğunu kullanarak sarktı ve ağaçların olduğu yere indi. Louis onun ormana doğru ilerlediğini görür görmez hızlıca kendini yere attı ve ayaklarının ağrımasını önemsemeden koşmaya başladı. Harry hızlı olabilirdi Fakat Louis aklına koyduğu şeyi yapardı. Harry'i bulmalıydı. Saati bilmiyordu fakat bu saatler onun için güvenli değildi. "Harry dur!" diye bağırdı fakat Harry arkasına bakmadan ilerlemeye devam ediyordu. Sonunda Harry aniden durduğunda Louis de durup soluklanmıştı. Neden durduğunu bilmiyordu fakat durmasaydı Louis kalp krizinden ölebilirdi. Merakla Harry'nin donmuş yüzüne baktı. Ardından kafasını kaldırdı ve şaşkın bir şekilde karşısında duran Niall'a baktı. Niall mavi gözlerini kocaman açmış bir şekilde bir Louis'ye bir de Harry'e bakıyordu. "Niall." dedi Louis hayretle. Niall kendisine gelmiş gibi Louis'ye doğru koştu ve kollarını Louis'ye doğru sallayarak ona sarıldı. "Seni kaybettik sandık Louis." dedi ve ondan ayrılıp aniden belindeki silahı Lamia'ya doğrulttu. "Dur." dedi Louis, Harry'nin önüne atlayarak. "Ne yapıyorsun Louis?!" dedi Niall bağırarak. "Bak mantıklı değil biliyorum. Fakat onu öldüremeyiz. Ben-" Niall gözlerini kısmış bir şekilde silahı indirdi ve devam etti. "Ona bakışların hoşuma gitmedi Louis." dedi Niall bir anda. "Nasıl bakıyormuş bana?" Harry konuştuğunda Niall korkuyla bir adım geriledi. Kekeleyerek "Ko-konuşuyor." dedi. Louis onun bu haline gülümsedi ve Harry'e bakıp "Evet, konuşuyor." dedi. "Niall neler oluyor?" ağaçların arasından Zayn'in bağırışını duyunca Harry korkudan bir anda kendini çalılıkların arasına attı . "Louis." diye fısıldadı Harry sadece Louis'nin duyabileceği bir şekilde çalılıklardan. Louis biliyordu bir şeyler yolunda değildi. Niall'a doğru atıldı ve kolunu sıkıca tutup kendine çekti. "Bunlardan kimseye bahsetme. Sana her şeyi anlatacağım. Fakat bu işte sana güvenmeliyim. Saat tam gece yarısında burada ol. Yalnız." Niall'ın bir şey demesine izin vermeden Louis de çalılıkların arasına atıldı ve Harry'nin yaptığı gibi sadece gözleri görünecek şekilde çalılıklardan bakmaya başladı. "Niall bağırdığını duydum, iyi misin dostum?" Zayn görüş açısına girdiğinde aniden konuşmaya başlamıştı. Niall ise çaktırmamaya çalışarak "Ah, iyiyim sadece yılanmış." dedi ve Zayn'i orada bırakıp yürümeye başladı. Zayn de anlamamış gibi Niall'ın peşinden giderken Louis derin bir nefes aldı. Harry'den açıklama bekliyordu. Kafasını çevirerek Harry'e baktı fakat Harry orada değildi. Çalılıklardan dışarı çıktığında Harry kuyruğunun ucuyla yerdeki taşı yuvarlıyor ve gözlerini taşın üstünden ayırmıyordu. "Bana bir açıklama yapmak zorundasın." dedi Louis sertçe. Şu 1 haftada olamayacağı kadar anlayışlı ve yumuşak olmuştu. Belki de her şeyi alt üst eden onun bu 1 hafta içindeki nezaketinden kaynaklanıyordu. Harry bir şey demedi ve taşla oynamaya devam etti. "Harry." dedi Louis bir adım atarken. Bir adım daha attı ve Harry'nin çenesini sertçe tutup kaldırdı. Bu sabahki yaptığı hareketin aynısı olmasına rağmen daha çok can acıtmıştı. "Ne açıklaması?" dedi Harry sonunda Louis'nin buz gibi olan dalgalı gözlerine dayanmayarak. Harry, Louis'nin dalgaları altında boğulmak üzereydi. Louis artık acımıyordu. Ne var ne yoksa öğrenecekti. "Beni zor kullandırtma." dedi Louis baş parmağıyla çenesine baskı uygularken. Harry neredeyse ağlamak üzereydi. Artık dayanamayacaktı. "Burada olmaz." dedi burnunu çektikten sonra. Louis sonunda Harry'nin konuşacağını anladığında elini çekti ve kafasıyla yanardağı gösterdi. Oraya bir bölük koymamıştı. Kimse olmayacaktı. Birlikte sessizce yanardağa doğru yürüdüler ve bu sürede ne Harry ne de Louis tek kelime etti. Birbirlerinin sadece nefes alışverişlerini ve yolda ilerlerken çakıl taşlarının altlarında ezilme seslerini duyuyorlardı. Louis ellerinin ceplerine koymuş ilerlerken Harry dirseğini tutmuş bir şekilde ilerliyordu. Sonunda bir kayaya oturduklarında Louis kafasını salladı ve konuşmasını emretti. "Ben sana her şeyi anlatamam." dedi önce Harry. "Ne demek her şeyi anlatamam?" Louis konuştuğunda Harry kafasını salladı ve karşısında duran güzel deniz manzarasına baktı. Fakat Louis'nin gözlerinden daha güzel değildi. Onun gözlerinde bembeyaz kum, parıldayan bir güneş ve berrak bir su vardı. En azından Harry öyle görüyordu. "Sana sadece ufak bir şey anlatacağım." Louis buna bile razı olduğunun farkında bile değildi. "Tamam." dedi kısaca ve devam etmesini bekledi. "Ben böyle doğmadım Louis." dedi bir anda Harry. Louis kaşları çatık bir şekilde Harry'e döndü ve fısıldadı. "Ne demek böyle doğmadım?" şaşkınlıktan ağzı bir metre açık kalan Louis'e gülemeden edemedi Harry. "Konuşabilen tek Lamia benim Louis. Hatta tek Erkek Lamia da benim." Harry bir şey hatırlamış gibi güldü ve kafasını iki yana sallayıp arkaya doğru eğildi. "Güzel bir hayatım vardı." dedi ve acı bir şekilde gülümsedi. "Ne oldu sana?" dedi Louis. Aklı o kadar karışıktı ki odaklanamıyordu. "Bunu sana söyleyemem." dedi Harry net bir şekilde. "Benim etim diğerleri gibi değil. Beni öldürürseniz size bir fayda etmeyeceğim. Sadece cinayetlerin önüne geçeceksiniz. Ki zaten artık yapmayacağım. Çünkü artık ben o değilim." Louis'nin ilgi alanı sadece 'Benim etim diğerleri gibi değil' cümlesini kapsıyordu. Aklı sadece buraya çalışıyordu. Harry'i öldüremezdi. Cinayetler umurunda değildi. Bir daha yapmasına izin vermezdi. Fakat Louis o parayı almak istiyordu. "Harry kuyruğundan bir parça koparılırsa yaşayabilir misin?" aklına gelen fikri düşünmeden ortaya sunmuştu Tomlinson. "Bilmiyorum Louis." dedi Harry tüm samimiyeti ile. Louis'nin onu öldüreceğini düşünüyordu. Fakat öldürse kaç yazardı? Aşık olduğu adam mutlu olsun yeterdi. "Eğer beni öldürürsen mutlu olacak mısın Louis?" dedi Harry yavru kedi gibi çıkan sesiyle. Fakat Louis o an onu düşünmüyordu. Düşündüğü ve odaklandığı noktalar bir uçtan bir ucaydı. O anki dalgınlıkla Harry'i dinlemeden "Evet." dedi ve kafasındaki mükemmel planı yapıp kayalıktan aşağı atladı. "Hadi Harry. Gidiyoruz." Louis sevinçle cıvıldamıştı. Harry ise göz yaşlarını zar zor zaptedip bağrına taşı basmış ve Louis'yi takip etmeye başlamıştı. Asla gerçek bir aşkı olmayacaktı. Pes ediyordu. 200 yıldan beri bu haldeydi ve en sonunda pes ediyordu. Ölmeye hazırdı. O kadar çok can yakmıştı ki bunları umursamayacak kadar canı yanıyordu şu an. Sevgilisi, biricik aşkı Louis Tomlinson onu kendi elleriyle silah kullanmadan öldürme sözünü tutacaktı. Louis ise çok farklı alemlerdeydi. Kafasında türlü planlar kuruyor sonra o planları bir vinç yardımıyla yeniden çöpe yığıyordu. Yapıp yeniden yere döküyordu resmen. Sonunda Louis kamp alanına yaklaştıklarını fark ettiğinde arkasında kalan Harry'e baktı ve elini uzattı. Harry umursamaz bir şekilde elini Louis'nin elinin içine hapsetti ve birazdan öleceğini düşünmemeye çalışarak ilerlemeye devam etti. Louis kamp alanının girişinde durup ortalığa baktı. Görünürde Ziam çiftinden başka kimse yoktu. "Zayn." dedi Louis bir adım atarak. Zayn kafasını kaldırdı ve sesin tanıdıklığı ile sevinçle çığrındı. "Louis?!" Liam da onun gibi şaşırarak etrafa bakmaya başladığında ikisi de aynı anda Harry'i ve onun elini tutan Louis'yi görmüştü. Zayn hızlıca Liam'ı arkasına aldı ve saliselik bir süreyle silahını çıkartıp Harry'e doğrulttu. Louis'nin gülümsemesi aniden soldu ve Harry'nin önüne geçti. "Dur Zayn. Size bir şey açıklamalıyım." Louis konuştuğunda Zayn hala silahını indirmemişti. "Ne diyorsun Louis?!" dedi sinirle. "Ne dediğimi iyi biliyorum Zayn." dedi Louis sertçe. "İndir şu kodumun silahını." Harry Louis'nin küfür ettiğini ilk defa duyuyordu ve bu onun komiğine gitmişti. Louis'nin arkasından kıkırdarken Louis ise Harry'nin gülüşüyle biraz rahatlamıştı. Fakat Harry'nin gülüşü uzun sürmemişti. 200 yıldır kimseye yem olmayan, sürekli Dikkatli olan Harry Louis'nin onu güldürmesiyle dikkatini kaybetmiş ve arkasından sinsice yaklaşan 2 avcıyı fark etmemişti. İki avcı hızlıca Harry'nin üstüne bir ağ atmış ve uçlarından sıkarak Harry'nin dengesini bozup yere düşürmüştü. Harry'den bir çığlık çıkmasıyla Louis hızlıca arkasını dönmüş ve gördüğü şeyle gözleri sinirle parlamıştı. "Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz?!" diyerek avcıların üstüne atlaması bir olmuştu. Damarlarında dolaşan öfke o kadar fazlaydı ki Liam ve Zayn gelmeseydi iki avcıyı da öldürecekti. "Orospu çocukları! Bir daha onu dokunursanız sizi gebertirim!" Louis o kadar gür bir şekilde bağırıyordu ki Louis'yi aramaya çıkan 20 avcı ve başlarındaki Niall Louis'nin sesini duymuştu. Niall hızlıca kamp yerine doğru koşarken 20 avcı da ona eşlik ediyordu. Sonunda kamp yerlerine vardıklarında Niall şaşkınca gördüğü manzaraya baktı. 2 avcı Harry'e ağ atmakla kalmayıp sırtına bir bıçakla derin bir yara çizmişlerdi. Louis ise sinirden bunu görememişti. Fakat fark ettiğinde geç olmak üzereydi. Harry acı içinde kıvranıyor ve zümrütlerini kimseye göstermemeye yemin etmiş gibi sımsıkı kapatıyordu. "Harry." diye fısıldadı Louis burnuna dolan kan kokusunu fark ettiğinde. Bunların avcılardan geldiğini düşünse de Harry'nin kuyruğuna bulaşan kan aklını başına getirmişti. Liam ve Zayn'den kurtulup Harry'e doğru koştu Tomlinson. Üstündeki ağı bıçakla hızlıca kesti ve sırtındaki derin bıçak darbesine baktı. Kötü gözüküyordu ve kan kaybı çok fazlaydı. "Louis." Harry'nin dudaklarından dökülen zayıf sesi duydu Louis. "Buradayım." dedi Louis hızlıca ve Harry'nin elini avucunun içine aldı. "Ne bakıyorsunuz?! Biri bir şeyler getirsin!" Louis üzüntüden ne yapacağını bilemiyordu. Sadece bağırıyor ve Ziam çiftine emir buyuruyordu. Liam Zayn gibi soğukkanlı değildi. Onun ölmesine ve Louis'nin üzülmesini istemiyordu. Bu yüzden Zayn'i dinlemeyerek ilk yardım çantasını kaptığı gibi Harry'nin arkasına çökmüştü. "Çok kan kaybetmiş Louis." dedi Liam. Louis'nin gözlerinden yaşlar aktığını ilk defa görüyordu. Louis annesini ve babasını kaybettiğinde bile ağlamamış, soğuk kanlı olmuştu. Liam, Louis'nin ona olan bakışlarını fark etmişti. Harry'nin önüne geçtiğindeki yüz ifadesi bile bir başkaydı. "Louis neler oluyor?" dedi Liam fısıldayarak. Bir yandan da Harry'nin sırtına pansuman yapmaya çalışıyordu fakat koyduğu her bir bez parçası anında kan gölcüğüne bir başkasını ekletiyordu. "Bana aşık oldu Liam." dedi Louis göz yaşları arasından. Harry duyamıyordu. Kendini çok yorgun ve bitkin hissediyordu. Elini sımsıkı tutan Louis'den başka sığınağı yoktu. Liam ise Louis'nin dediğini hazmetmeye çalışıyordu. Avlamaya geldikleri bu yaratık, en büyük avcıya aşık olmuştu. Liam pansuman yapmanın saçma olduğunu fark ettiğinde durdu ve elini yerde yatan Lamia'nın boynuna götürdü. Nabzı atmıyordu. Bunu Louis'ye söylemek istemiyordu. Bunu yapacak kadar güçlü değildi. Niall ve diğerleri ise şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Louis, herkesin korktuğu, gaddar, soğukkanlı, yakışıklı bir avcı, hersin gözü önünde ağlıyordu. Hem de bir av için. Zayn Liam'ın hareketlerinden ve gözlerinin dolmasından artık yaratığın yaşamadığını anlamıştı. Bir cesaretle Louis'ye doğru yaklaştı ve yanına çöktü. Louis Harry'nin elini bırakmıyordu. Göz yaşları Harry'nin o güzel kaslı gövdesine damlarken sadece onun yüzünü inceliyordu. "O öldü." diyebildi Zayn. Fakat Louis onu duymamış gibi yaptı ve devam etti. "Ve en kötüsü ne biliyor musun Liam?" Louis'nin çatlamış sesi ve kırmızı gözleriyle ne kadar güzel olduğunu düşündü bir an Harry. Onu duyduğunun farkında değildi. "Ben de ona aşık oldum." Harry tırnaklarını Louis'nin eline batırdığında Louis umutla kafasını kaldırdı ve Liam'a baktı. Liam bu hareketi yakaladığında hızlıca ayağa kalktı ve bağırdı. "Durmayın öyle! Hemen gidip şu 2 piç herifi alın ve bir yere bağlayın. Geri kalan da Lamia'yı çadıra yerleştirmeye yardım etsin!" Louis Liam'ın ne dediğini fark etmemişti bile. Sadece göz yaşlarını hızlıca silmiş ve Harry'nin saçlarına öpücük kondurmaya başlamıştı. "Buradayım." diyordu sürekli. Harry onun sesini duydukça rahatlıyordu. Sırtındaki bıçak yarasını unutuyor, hayatta kalmak için mücadele veriyordu. "Louis." dedi zorla. "Beni öper misin?" Zayn bunu duymuştu ve kafasını hızlıca kaldırıp Louis'ye bakmıştı. Louis ise göz yaşları arasında gülümsemiş ve Harry'e doğru eğilmişti. Harry buradan sağ çıkamazdı. Bunu biliyordu. Bu yüzden hayatı boyunca hiç bir kıza söylemediği iki kelimeyi söyledi. "Seni seviyorum." Ardından beklemeden Harry'nin titreyen dudaklarını dudaklarıyla birleştirdi ve tuzlu göz yaşlarının tadını önemsemeden onu tutkuyla öptü. Geri çekildiğinde Harry'nin gözlerinin kocaman açık olduğunu gördü Tomlinson ve korkuyla biraz geri çekildi. Harry 'sonunda' diye içinden geçirdi ve kendini uykuya teslim etti.
-1 gün sonra-
Louis' pov
"Siz Louis Tomlinson, 7 adamı öldüresiye dövmekten tutuklu-" mahkeme salonunun gıcırtılı kapısının açılmasıyla kafamı çevirdim ve görüş alanıma giren sarı saçlarla gülümsemeden edemedim. "Hakim bey! Louis Tomlinson'un acilen bir şey görmesi gerek!" Niall koşarak yanıma geldiğinde kaşlarımı çatık bir şekilde hala gülüyordum. Dün Harry'i İspanya'daki krallığa teslim etmiştik ve onlar Harry'i incelemek için bir laboratuvara göndermişlerdi. Buna her ne kadar izin vermek istemesem de direnmiştim. Öldüresiye dövdüğüm 7 adamdan ikisi Harry'i bıçaklayan avcılar, diğer beşi de Harry'i vermek istemeyince beni engellemeye çalışan hastane görevlileriydi. Hepsini öldürecekken son anda birilerinin beni tutması sinir bozucuydu. Hele o iki avcının hayatını zindana çevirecektim. Şu mahkeme sonlandığında beni hapse götüreceklerini sanıyorlardı fakat benim yerim soğuk parmaklıklarını arkası değil, o iki avcının mezarını kazacağım mezarlığın kapısının parmaklıklarıydı. Bileklerimdeki kelepçelerin çözüldüğünü fark ettiğimde tepki vermedim ve Niall'ın beni çekiştirerek mahkeme salonundan çıkartmasına izin verdim. Harry'nin ölümü ardından konuşmama kararı almıştım. Söylediğim son şeyin Harry'e ait olmasını istiyordum. Artık dünya yansa umurumda değildi. Çünkü benim dünyam 1 hafta içinde tuzla buz olmuştu. "Çok garip bir şey oldu Louis." Niall konuştuğunda tepki olarak bileğimi elinden kurtardım ve adımlarına ayak uydurup ellerimi ceplerime soktum. "Lamia-" daha fazla konuşmasına izin vermedim ve ağzını elimle kapattım. Bana karşı çıkmadı ve kafasını sallayıp susacağını belirtti. Birlikte bir arabaya binip yola çıktığımızda önde oturan Liam ve Zayn bana kısaca selam vermiş ve yolculuk boyunca hiç konuşmamışlardı. Niall ise stresli bir şekilde tırnağını kemiriyor ve elinde tuttuğu telefonu çevirip duruyordu. Sonunda araba durduğunda vakit kaybetmeden dışarı çıktım ve İspanya'nın en büyük araştırma hastanesinin -Harry'nin bulunduğu hastane- önünde durduğumuzu fark ettim. Arabaya gitmek için bir adım atmışken Zayn ve Niall beni kollarımdan tutmuş ve zorla da olsa beni hastaneye sokmayı başarmışlardı. Liam benimle konuşmuyordu. Zayn de öyle. Her ne kadar Liam'ın benimle konuşmak istediğini fark etsem de Zayn'in ona izin vermeden konuşmayacağını biliyordum. Benimle konuşan tek kişi Niall'dı. Nick bile benden uzaklaşmıştı. Onu sadece dün 5 saniyeliğine görebilmiştim o kadar. Hoş kimseye ihtiyacım yoktu. Düşüncelerim ve Harry'nin hayaliyle yaşayabilirdim. Paralarımız banka hesaplarını zorlayacak kadar çoktu. 10'dan fazla sıfır olduğunu görmek bile beni mutlu etmemişti. Harry'nin ölümünün beni bu kadar yıkacağını düşünmüyordum. Ben onun ölmesini istemiyordum. Gözlerimin kızardığını fark ettiğimde hızlıca burnumu çektim ve kafamı geriye atıp göz yaşlarımı içime akıtmaya çalıştım. Onca avcının da maskarası olmuştum. Toparlanamayacağımı biliyordum yine de benim ezici bakışlarımla karşılaştıklarında onlar için kötü olacaktı. Asansöre ne ara binip ne ara indiğimizi çözemesem de aldırmamıştım. Niall ve Zayn önden giderken Liam yanımdan yürüyordu. Hareketlerinden bana bir şey söylemeye çalıştığı belliydi. "Louis." diye fısıldadı sonunda dayanamayarak. Beyazlıktan çok grileşmiş fayanslara bakarak yürümeyi kesip kafamı Liam'a çevirdim ve göz kırptım. "Şimdi göreceğin şey için hazır olmalısın." dedi ve hafifçe tebessüm etti. Harry'i parçalanmış bir şekilde masa başında gördüğümü düşündüm ve aniden durdum. "Zayn." dedi Liam benim durduğumu fark edince. Zayn ve Niall bana döndüğünde kafamı iki yana salladım ve geri geri gitmeye başladım. Bana acı çektirmek miydi amaçları? "Louis buraya gel." dedi Niall. "Kötü bir şey yok." Kafamı yine iki yana salladım. Ona inanmıyordum. "Söz veriyorum." dedi Niall ve bana doğru ilerleyip kolumdan tuttu. "Eğer kötü bir şey çıkarsa beni öldür." dedi soğuk kanlılıkla. Ne diyordu bu aptal sarışın? Ona 'Aptal mısın sen?' bakışı attım ve yeniden kafamı iki yana salladım. "Eğer sen gelmezsen seni zorla o odaya sokarım. Hem 1 e 3 kişiyiz. Bizi yenemezsin." Tek kaşımı kaldırdım ve buna ne kadar inandığını sorguladım. "Tamam. Bizi yenersin ama bu iyi bir şey." dedi Niall. Sonunda ona güvenmeye karar verdim ve ilerlemeye devam ettim. Hastane kokusundan nefret ediyordum. Bir odanın kapısında durduklarında ben de durmak zorunda kalmıştım. "Hazır mısın?" dedi Niall ve gülümsedi. Neden gülümsüyordu? Kafamı aşağı yukarı salladım ve karşılaşacağım şeye karşı kendimi hazırladım. Belki de Harry'i son bir kez görmeme izin vereceklerdi. Bu düşünce her ne kadar beynimi dondursa da onu bir kere daha göreceğim için kalbim pır pır ediyordu. Niall'ın kapıyı açmasıyla içeriye doğru bir adım attım. Yatakta biri yatıyordu fakat Harry olmadığı kesindi. Çünkü beyaz örtünün altından ayakları belli oluyordu. Yanlış odaya mı getirmişlerdi beni? Yoksa bu o 2 avcıdan biri miydi? Onu dövmem için mi getirmişlerdi. İşte buna sevinirdim. Kafasına kadar beyaz hastane örtüsüyle kapalı olan adama hırsla vurmamak için kendimi zor tutuyordum. Fakat önce açtığım yaralara bakıp gururlanmalıydım sanırım. Başındaki örtüyü hafifçe kaldırdım ve tam yüzüne bakacakken odaya Niall ve Liam'ın girmesiyle durdum. "Ee?" dedi Liam sevinçle. Kaşlarımı çattım. "Örtüyü açmadın mı?" dedi Niall hevesle. Kafamı iki yana salladım ve çatabilirmişim gibi biraz daha kaşlarımı çattım. "Aptal." dedi Liam ve beyaz örtüyü tuttuğu gibi kendine doğru çekti. Kafamı çevirip yatakta yatan kişiye baktığımda bir adım geriye kaçtım. "Ha-harry?" dedim hayretle. "Nasıl oldu bilmiyoruz. Doktorlar onu incelemeye aldıkları sıra ufak bir şok geçirmiş ve kuyruğu deri atmaya başlamış. Onu bir odaya almışlar ve 2 saat sonra kontrole geldiklerinde kuyruğu yerine bacakları varmış." Niall konuşmasını bitirdiğinde elimle ağzımı kapattım ve duvardan destek almaya çalıştım. Yaşıyor muydu? Teni canlı ve parlaktı. Bakışlarımı göğsüne getirdiğimde iniş kalkışlarını gördüğümde neredeyse ağlayacaktım. Yaşıyordu. Hızlıca Harry'nin yatağının kenarına oturdum ve ellerimle yüzünü tutup onu yanaklarından öpmeye başladım. Dudaklarından bir kıkırtı kaçtığında o güzel kirpiklerinin altındaki kocaman zümrütleriyle karşılaştım. "Louis?" dedi şaşkınca. "Harry." dedim onu taklit ederek. "Öldün sanmıştım." dedim ve vakit kaybetmeden ona sarıldım. Harry de sarılışıma karşılık verdiğinde o güzel kokusunu içime çektim. "Öyle olması gerekti Louis." Harry fısıldadığında ondan geri çekildim ve "Neden?" dedim. Ona kızmak dahi gelmiyordu içimden. "200 yıllık bir lanete hapsolmuş durumdaydım. Bir erkeğin bana aşk öpücüğü vermesi gerekiyordu ve sen bana bunu dün verdin Tomlinson." Harry'nin bakışları dudaklarım ve gözlerim arasında gidiyordu. Bana bakışları bile düne göre farklıydı. Tam dudaklarına uzanacakken Zayn'in yalancı öksürüğüyle Harry geri çekildi. "Çıkış işlemleri tamam." dedi Zayn ve elini omzuma koydu. "Merhaba Zayn." dedi Harry ve gülümsedi. Şaşkın bakışlarımı Zayn'e sabitlediğimde "Merhaba Harry." dedi aynı samimiyetle. Etrafa şaşkın bakışlarımı yollarken Harry bana aldırmayıp ayağa kalkmıştı. "Yürümeyi özlemişim." dedi ve altındaki gri eşofmanı çekti. Onun bu haline gülmeden edememiştim. Artık özgürdük. Bolca paramız ve yıkılmayacak bir aşkımız vardı. Hiç bir engelimiz kalmamıştı. Bu hikaye mutlu sonla bitmişti.
Beğendiğim bir Larry fic. oldu. Siz ne dersiniz?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top