Ձ.Ι
Bazı anılar, siz onları seçmediğiniz halde hafızanıza yer edinir ve siz ölünceye dek orada kalırdı. Benim için bunlardan biri ilk kez, onu odamda öptüğüm andı. Hızlı hızlı atan kalplerimizin ellerimize bulaşan sıcaklığıyla birbirine sarıldığı, dudaklarımızı birbirine değdirmekten çekindiğimiz o uzun birkaç saniye; sonrasında hiç korkmadan onu verdiğim büyük, heyecan dolu öpücüktü. Bir diğeri ise, o gün onun odasında yaşadıklarımızdı. Üzerinden kaç gün ya da kaç yıl geçtiği önemsizdi. Hatta belki, değişecek ve farklı biri olacaktım. Kim bilir? Yine de unutmayacağımı biliyordum. Harry'i öpmek, bu dünyada deneyimlediğim en güzel histen bile daha iyi hissettirirdi beni. Çünkü ona aşık olmuştum.
◎
Yanağıma tutunan parmak uçları yavaşça aşağıya indi fakat dudaklarımız hiç de birbirinden uzaklaşmamıştı. Sanki nefes alıp verir gibi, bedenlerimizin aylardır buna ihtiyaç duyuyormuşçasına öpüyorduk birbirimizi. Aslında öyleydi, ona tahmin ettiğimden daha fazla ihtiyaç duyuyordum. Gördüğüm ilk andan beri onu tanımak istiyor, yakınlarında olmayı hayal ediyordum. Onu tanıdıkça da, hislerim eksileceği yerde daha da çok bağlanmıştı ona karşı. Tutku ve arzularıma yenik düşmüştüm. Bu oyunu, ilk kez ona karşı kaybetmiştim ve son olmayacağını da biliyordum. İlk defa bir yenilgi, beni böylesine mutlu ediyordu. Harry benim en büyük zaafiyetimdi ve bunu beni öpmesinin çok öncesinden anlamıştım. Dudakları, dudaklarımın üzerinde tarif edilemeyecek, bilmediğim bir ahenkle dans ediyordu. Parmak uçlarıyla enseme dokunduğu zaman, sanki beni gerçekliğe çekti ve hala onu öpüyor olduğumu hatırlatıp beni kendime getirdi. O zaman ben de, ellerimi yakınımda duran bacaklarına yerleştirdim.
Biraz daha yakınıma geldi. Saçlarımın arkasında duran elleri beni farklı bir şekilde hoşnut ediyordu, öpücüklerinin berisinde. Hiçbir hayalimde, onun bu kadar iyi öpüşebiliyor olduğunu düşünmemiştim ve bu şaşırtıcıydı. Onunla saatler boyunca öpüşebileceğimi hayal etmemiştim. Sonsuza dek dudaklarının yakınında kalmak istiyordum hatta. Parmak uçları ne zaman tenime değse, tuhaf bir elektrik akımına maruz kalıyordum. Ama bu kesinlikle hoşuma gidiyordu. Dokunuşları formamın yakasından içeri girdiğinde, neden hala tenine dokunamadığımı sordum kendime. Elbette, buna uyan bir cevabım yoktu.
Her ne kadar dakikalar boyunca onunla öpüşüyor olsak da, duyduğum heyecana ayak uydurabildiğim söylenemezdi. Kalbim bilmediğim bir hızda atıyor, ellerim titreyecek diye beni endişelendiriyordu. Oysa, ona dokunmak istiyordum. Ellerine, yüzüne ve saçlarına. Bu nedenle yavaşça kaldırdım elimi, önce bileğinden sonra da koluna çıktım. Parmaklarım sonunda saçlarına eriştiğinde, yüreğimde hissettiğim ağırlık beni öldürecek gibiydi. Nefes nefese dudaklarından geri çekilsem bile, parmaklarım hala buklelerine dolanmış haldeydi. Beni daha da heyecanlandıran şey ise, Harry'nin de benimle aynı duyguları paylaşıyor olduğunu görmekti aslında.
Fakat o heyecanını yönetmekte benden daha iyi olduğu kesindi. Dudakları dudaklarımdan ayrılsa da, tenimden çok uzak kalmamıştı. Boynumda hissettiğim sıcak baskıyla dona kaldım ve gözlerimi sıkıca yumdum. Titreyen ellerimi saçlarının arasına saklamak istiyordum. Harry'nin eli çoktan ensemin altından ayrılmış, boynumda öpmediği diğer tarafına yerleşmişti. Tenimde hissettiğim sıcaklık beni öldürebilirdi. Birinin Harry'e ait dudaklar olduğunu bilmekse, daha da beterdi. Ama güçlü durmak için uğraşıyordum. Parmaklarım saç derisine dokunduğunda, enerjisini bana ulaştırdı. Yeniden dudaklarıma ulaşıp beni tekrar öptüğünde, onunla birlikte yatağına düşmemem için hiçbir sebep kalmamıştı.
Hemen bedenimin yanına uzandı. Belki de ilk defa duvar dibinde yatmak hiç de rahatsız hissettirmiyordu. Sanki dakikalardır öpüşmüyormuşuz gibi, ikimizin de başı yatağa değdiği andan itibaren utangaçça birbirimize bakmaya başlamıştık birbirimize dönük bedenlerimizle birlikte. Soluklarım hala aynı hızda gelip gitmeye devam ediyordu. Göz bebeklerinin hareketlerini, nasıl yüzümü incelediğini seyrediyordum. Sonra birden, utangaç bir şekilde kıkırdadı. Sanki bu onu ilk kez görüşüm ve ona yeniden aşık oluşumdu. Gülümsediğinde beliren gamzesini okşadığım zaman dişlerini göstermeyi bıraktı. Fakat yine de ben, parmak uçlarımı teninden ayırmamıştım. "Ya Hadrian gelirse?" diye fısıldadım. Oysa odada bizden başka kimse yoktu.
"Gelmeyecek." Bir elini yanağının altına koyup beni izlemeye koyuldu. "O odaya sadece uyumak için gelir."
"Bunu duyduğuma sevindim." Dediğimde ikimizi de güldürmüştüm. Diğer eliyle alnıma uzandığını gördüm. Kırmızı tutamlara dokunduğunu sonradan fark etmiştim. Yeşil gözlerinin bana olan bakışlarının ne kadar etkileyici ve farklı olduğunu, yakından daha da iyi görebiliyordum. Dudaklarına uzandım bir kez daha. Bu sefer onu öpmeden önce, elimi beline yerleştirebilmiştim. O da, elini az önceki yerine yani enseme koyarak aramızdaki mesafeleri kapatmamda bana yardımcı oldu. O an onunla öpüşürken, gerçek nirvanayı yaşıyor gibiydim. Onunla öpüşüyor, istediğim her an ona dokunabiliyor ve onu her yerimde hissedebiliyordum. O an daha fazlasını istemek küstahça gelmişti. Çünkü bu yaşadığım, en güzel şeydi. Yani onu öpmek ve onunla olabilmek, dokunuşlarını, teninin sıcaklığını, parmaklarının baskısını kendi tenimin üzerinde hissedebilmek. Gerçek aşk da bundan ibaret değil miydi? Onu gördüğün anda, dudaklarıyla bir bütün olup kendi varlığını unutmak istemek. Harry'i gördüğüm andan beri tek nihai amacım bu olmuştu sanki.
Aslında ona olan hislerimin ne denli büyük olduğunu, onu ne kadar istediğimi anlatmak istiyordum. Ama ne kadarını gösterebilirdim, nasıl anlatabilirdim bilmiyordum. Sanki ona duyduğum hislerin tercümesini yapabilecek doğru insan ben değildim. Sadece, zamanla kendiliğinden ortaya çıkacağını umuyordum, ve Harry'nin de anlamasını. Onu öperken ne zaman gözlerimi açsam, bu anın gerçekten gelip çattığına inandırmak için zorluyordum kendimi. İnandığımdaysa, neden hala kendimi tuttuğumu sorguluyordum. Kaç gecemi onu düşünerek geçirdiğimi bile bilmiyordum oysa, ya da kaç maç boyunca onu izlediğimi, merak ettiğimi. Bu yüzden sakin öpüşmemiz birden alev aldığında, bunun tüm sorumlusu bendim. Yerimde hafifçe doğrulup, onu daha yoğun öpmeye başlamıştım. Beline yerleştirdiğim elim, oradan hiç ayrılmadan ve tutuşunu bozmadan Harry'i kendi bedenime yaslıyordu hala. Fakat iki kolunu birlikte omuzlarıma sarıp beni neredeyse üzerine çekmesine şaşırdığım ve daha fazla heyecanlandığım açıktı. Yatakta hala yan yana ve birbirimize paralel şekilde duruyordu bedenlerimiz biz birbirimizi şuursuzca bir açlıkla öperken. Bir bacağım Harry'nin bacakları tarafından alıkonulmuştu ve vücudum bundan son derece memnundu.
Dakikalar sonra dudaklarından ayrılabildiğimde, öpücüklerimin yeni yeri çenesiydi boynuna gitmeden hemen önce. Burnum teninden hiç ayrılmak istemiyor, kokusundan uzaklaşamıyordu sanki. Saçlarının sarmadığı, sıcacık tenine dudaklarımı sarıvermiştim. Harry'nin güçlü soluklarını duydum daha o anda. Parmaklarım benden izinsiz bir şekilde tişörtünden içeri girmişti bile. Yumuşak tenine dokunuyor ama izinsiz bir milim bile kıpırdayamıyordu. Sanki tüm her şey Harry'nin o nefes sesleriyle ortaya çıkmıştı. Beynimde daha fazlasını yapmam gerektiğini söyleyen o sesi duymaya başlamıştım. Dudaklarımı tenine sürttüm. Sırf kulağıma doğru daha çok nefesini vermesi için. Fazlasını aldığımda ise, tahmin ettiğimden daha mutluydum.
Üst formamı çıkartırcasına çekiştirmeye başlasa da çıkartmadım. Onun yerine, boynundaki öpücüklerime ara verip dudaklarına yöneldiğim zaman beni fazlasıyla fevri karşıladı. Benimkiler gibi, formamdan içeriye sızan parmaklarını hissedebiliyordum. Fakat tenimde çok dolanmadan, bileğimi yakalamış ve beklemediğim bir anda kendi karnına götürmüştü. "Bana dokunabilirsin." dedi soluklarının arasında. En coşkulu anında bile nasıl bu kadar nazik kalabiliyordu, şaşırmıştım. Sırıtmadan edememiştim hatta o an. "Bana dokunmanı isterdim."
"Pekala." Elim, altına geçirdiği rahat parçanın lastiklerinden beriye geçerken gösterdiğimden çok daha fazla heyecanlıydım. Daha ilk saniyeden onu hayal kırıklığına uğratmaktan korkmuştum sanırım. Gözleri heyecanına rağmen sıkıca kapalı duruyordu ve ben de böylece onun tepkilerini izliyordum. Ona gerçek anlamda dokunduğum anda, yüzü hiç görmediğim, farklı bir şekilde gerilmişti ve bu beni çok heyecanlandırmıştı. Birkaç dakika ya da saniye sonra açmıştı gözlerini. Sanki dudaklarımın yokluğunu hatırlayıp, yeniden bana yanaşmak için uğraşmıştı. Tamamen ellerim arasındayken onu öpmenin hissi, çok daha başka olmuştu elbette benim için. Gerginliği sanki dudaklarına bile yansıyordu. Benim tarafımda olan eliyle çenemi tuttu ve parmaklarını bir anda dudaklarıma koyup öpüşmemizi böldü. "Sana yapabilir miyim?" Konuşurken parmak uçlarını dudağıma sürtüyordu.
Başımı iki yana salladım. Çünkü bunu o tür bir yakınlaşma olarak görmüyordum. Kendimi rahatlatmak için onu öpmüyordum, tam aksine, onun için her şeyi yapmaya ne kadar hazır olduğumu hem kendime hem ona göstermek istiyordum. Cevabımla gözlerindeki hayal kırıklığını görünce yutkunmuştum. "Yapmak zorunda değilsin." İşaret parmağının yan kısmını öptüğümde, ikimiz de gülümsedik. Yine de Harry, pijamasının altında kalan elimi bir anda çekerek beni şaşırtmıştı. Konuşmama izin verip ne yaptığını bile soramadan beni tamamen yatağa sermiş ve sonrasında büyük bedenini üzerime atmıştı.
"Evet ama seni istiyorum." Üzerimde uzanmaya devam ederken söyledi. "Senin beni istediğin kadar hem de." Onu üstümde izlerken, duyduklarımla ağzım tamamen açık kalmıştı. Fakat Harry onları kapattığında, hiç bekletmeden toparlamış ve tüm coşkumla karşılık vermeyi başarmıştım. Üzerime yatan bedenine sarılan kollarımla, sanki yapabilirmişçesine birbirimize biraz daha fazla yaklaşmıştık. Oysa onunla örtülmeyen tek noktam bile yoktu. Dudaklarının hareketlerine ahenk katmak istercesine üzerimde bedenini hareket ettirdikçe, zevkle kasılıp duruyordum farkında olmadan. Kasıklarımızdaki baskı arttıkça, dudaklarıma kaçan inleyişleri de artıyordu. Beline dolanan ellerimin ne zaman kalçasına indiğine dair bir fikrim yoktu. Fakat öylesine misafir gibi duruyorlardı ki, Harry'nin dizlerinin üzerine hafifçe yükselmesine izin vermişlerdi. Hala bir eli, yatakta başımın yanına duruyordu. Dudaklarımız artık birbirine birkaç nefeslik uzaktaydı.
Eli, bedeninin yokluğunda kasıklarımı hemen kapatınca gözlerimle onu izlemeye koyuldum. "Sana dokunmak istiyorum Louis." Sanki izin alırcasına bakıyordu gözlerime. "Umarım bunda bir sorun yoktur." Parmakları alt formamın dışında kalıp sertliğime baskı yapmaya başladığımda gözlerimi açık tutup ona bakmaya çalışıyordum. Çok geçmeden, dudaklarıma bıraktığı öpücüklerle buna engel olmayı başarmıştı.
Parmaklarını üzerimde o kadar iyi kullanıyordu ki, sanki aradaki iki kumaşı tamamen yok etmeyi başarmıştı. Onu belinden sıkıca tutarak üstümden indirdim ve ona yapmak istediğim onca şeye rağmen yalnızca onun bana yaptığı kadarını yapabildim. Yine de benim parmaklarım direkt olarak teniyle temas edebiliyordu. Eminim izin verseydim, Harry de bunu yapardı, biliyordum. Benim için sadece fırsatları eşitlemekti bu. Harry dokunuşlarım altında ilk kez kendinden geçtiğinde, kendimde olmalı ve onu görebilmeliydim. Başardığım zaman, ben de kendimi onun sıcak elleri arasına bırakabilirdim. Öyle olmuştu da.
Kirli peçeteleri bir yere savuşturup biraz soluklanmak için birbirimize vakit verdik. Hala aynı yastığa kafalarımızı koymuş, aynı tavana bakıyorduk. Hemen dönüp bedenime sarılan Harry olmuştu ilk. Gözlerimi ona çevirdiğim anda, bana bakarken parlayan yeşil gözlerini gördüm. Dudakları dakikalarca ara vermeden onu öpmemden dolayı şişmiş bir haldeydi. Muhtemelen benimkiler de öyleydi. Hala ona bakarken bu kadar heyecanlanabileceğimi kim düşünebilirdi ki? Dudaklarını hiç düşünmeden tekrar ve tekrar öptüğümde, biraz önce hiçbiri yaşanmamış gibi ikimiz de heyecanlanmıştık yine. Aşk, bu dünyadaki en güzel şey olmalıydı. "Senden o kadar uzun bir zamandır hoşlanıyorum ki, biraz önce yaşananların gerçek olduğuna inanmam zaman alacak." İtiraf ettiğim zaman onu güldürmeyi başarmıştım.
"Ne zaman?" diye sordu merakla. "Ne zaman benden etkilenmiştin?"
"Tuvalette seni gördüğümde." O sayılı birkaç dakika yeniden geçti gözlerimin önünden. Harry'nin kabinlerden çıkıp ellerini yıkarken mırıldandığı melodinin tınısı hala kulağımdaydı. Saçlarının dağınık halini nasıl toplayıp şekil verdiğini asla unutamazdım. Ve bana, seslenişini. "Saçlarımı beğendiğini söylemiştin."
"Vay canına, bu Alexlerin odasında tanışmamızdan önce miydi, sonra mı?" Hatırlamamasına bozulmamıştım aslında, öylesine birkaç sıradan saniyeydi dışarıdan bakıldığında.
"Önce." Kendimi tutamayıp güldüm. "O günü hatırlıyorsun en azından."
"Evet, sürekli bana bakıyordun." Sırıtarak bedenime döndü. Öne düşmüş elimi bulup sıkıca parmaklarını doladı ve kendisine çekti. "Ama ilk kez odama geldiğin o gün, başka şeyler de olduğundan emin olmuştum."
"Yanında oturup sakin kalarak film izlemek benim için çok zordu." İkimiz de güldük yeniden.
"Beni ilk kez ne zaman öpmek istemiştin peki?" Sorusuyla ikimiz de gülmeyi bırakıp bilmediğim bir sebepten ötürü dinginleşmiş ve sakince birbirimize bakmaya başlamıştık. Gözlerine bakmak bile daha farklı gelmeye başlamıştı o andan itibaren.
"Noel günü, kilisede." Mırıldandım. Tüm bunları sonradan ona açıklamak, en tuhaf olanıydı sanırım.
"Noel kutlamasında mı yoksa tiyatro izlerken mi?" Belki de fısıldamamızın tüm sebebi, büyük sırlarımızı birbirimizle paylaşıyor oluşumuzdu.
"İkisinde de." Hemen gülümsediğinde, ben de kendimi tutamadım. "Ya sen? Sen zaman beni ilk kez öpmek istemiş ve yapamamıştın?"
Yastıkta başını benimkine yaklaştırdı cevap vermeden önce. "Benden hoşlandığını anladığım ilk gün. Deniz fenerindeyken yanıma oturduğunda."
"Sorumu duymak istememiştin." Derin bir nefes verdiğimde, gözlerinin odağı dudağıma kaymıştı.
"Çünkü ne soracağını biliyordum." Parmaklarını elimden ayırmadan kendi dudaklarına yasladı. "Belli olduğu halde, emin olmak istiyordun."
"Emin olmadan adım atamazdım." Aramızda tuttuğu elimi yavaşça indirdim.
"Peki ya şimdi? Emin oldun mu?" Gözlerimi ondan alamadan, hipnoz olarak başımı salladım yavaşça. Dudaklarıma yönelse de, yatmayı bırakarak dizlerinin üzerine çıkmıştı. Sonrasında yataktan kalktı ve kapıya ilerledi. Kilitlemeyi unuttuğumuzu, küçük bir çıkırt sesiyle hatırlatmıştı. Sırıtarak odanın ortasına, yatağına doğru yürürken üstündeki kazağın kollarından ve bedeninden kayıp kurtulmasına izin verdi. Üst gövdesi tamamen çıplak kaldığında ise, yanımdaki yerini almış ve ben de onun gibi yatakta oturur pozisyona geçmiştim.
Elleri dizlerimde, alnı ise alnıma yaslanık bir halde konuştu. "Bu sefer itiraz edecek bir şeyin kalmadı. Kapı kilitli ve sen buradasın."
"Kimseden korkmuyorum." Dudağımı ısırdım. Konuyu dağıtmam gerektiğinin farkındaydım. "Dudakların çok güzel." Fazlasıyla doğruydu. Onu öptükten sonra pembe rengi daha da belirginleşmiş, şişmesinin ardından dolgunlaşmıştı. Parmaklarım mor buklelerini buldu saçlarının arasından. Onlara dokunmak bile, kutsanmışım bir his yaratıyordu bedenimde.
"Gözlerin." Dudağıma minik bir öpücük kondurup geri çekildi.
"Saçların." Ben de onu öptüm. Sanki küçük bir oyun başlatmıştık.
"Boynun." Dudaklarımdaki baskı yeniden varlığını hatırlattığında, şaşırmama fırsat bile bırakmamıştı.
"Bacakların." Ona doğru öne atılıp öpücüğünü aldıktan sonra sırıttı.
"Popon." Bu seferki öpücüğü, öncekilerden daha uzun olmuştu alacağı tepkiden dolayı. Geri çekildiğinde, hala kaşlarım havada ona bakıyordu. "Formanın suçu, biliyorum."
O işleri pisleştirebiliyorsa, ben de yapabilirdim. "Parmakların." İltifatımla mutlu olduğu ortadaydı. Bahsettiğim güzel parmaklarıyla bilerek yüzümü tamamen sardı ve beni yeniden yoğunca öpmeye başladı.
Bunu onunla saatlerce yapabileceğimi bilmeliydi. Ancak yalnızca akşam yemeğine kadar vaktimiz vardı.
◎
Akşam yemeğine erken saatlerde onun odasından birlikte inmiştik. Karşıma tepsisiyle oturduğunda, biraz önce banyonun aralık kalan kapısından havalı bir şekilde saçlarını toplayışınu ve bana bıraktığı o manzarayı düşünüyordum halen. Onunla geçirdiğim birkaç saat beni tamamen sarhoş etmişti. Yanımıza gelen Hadrian ve diğerleri- hiçbirini gözüm görmemiş, yalnızca Harry'i izlemiştim tüm yemek boyunca; sanki biraz öncesini ve tüm günümü onunla geçirmemişim gibi. Oysa dudakları hala saatlerce öpüşmemizin sonucunda benimkiler gibi sızlıyor olmalıydı. Yine de, ikimiz de hiçbir şey belli etmedik. Hadrian'ın ve diğerlerinin bizim yeniden konuşuyor olmamız hakkında ne düşündüğünü umursamamıştım, hatta dikkat alanıma dahi girmemişlerdi.
Fakat akşam yemeğinden sonra, gece olduğunda odama dönmeye ve tek başıma uyumaya mecburdum. Aynı şekilde, olanları Zayn'e anlatmaya da.
İyi karşılamayacağını biliyordum. Fakat tepkisi, beklediğimden çok daha farklı olmuştu. "Yani, açıkçası şaşırmadım. Peşinden giderken, barışacağınızdan emindim." Omuz silktiğinde, garip bakışlarımı hala ona atıyordum.
"Ben şaşırdım." Duruşumu dikleştirdim. "Ayrıca barışmak için gitmemiştim bile. Biliyorsun. Ona rağmen, fikrimi değiştirdi."
"Öyle mi? Ne yaptı?" Zayn'in ters tavırları sinirlendirmeye başladığında, neden ona hesap verdiğimi sorguladığım an, bu an olmuştu.
"Tanrım, her şeyi duymak mı istiyorsun? Öyleyse pekala, ağlıyordu ve yalan söylediğini düşünmedim. Belki biraz benim de duygularım olduğunu hatırlarsan neden ona karşı koyamadığım konusunda bana anlayış gösterirsin Zayn." İstemeden ve bilmeyerek sesimi yükselttiğimi, Zayn'in bana kaşlarını çatarak bakmasından sonra anlamıştım.
"Pekala, ikiniz adına sevindim." Yatağına oturup kulaklıklarını taktı. "Pazar ayini için erken yatsan iyi olur."
Bunu yaptığına inanamıyordum. Sinirle, ona bakmadan çıktım odasından. Söylemek istediğim hiçbir şeyi ona söylememiştim üstelik.
◎
Sabahın erken saatlerinde oda arkadaşımla birlikte kalkıp, yüzüme bakmadığı halde onun görmediği odanın bir köşesinde giyindikten sonra kravatımı düzgünce bağlama uğraşlarına koyulmuştum. Ayin için her öğrencinin düzgün giyinmesi esas kuraldı, saatin ne kadar erken ya da hepimizin kahvaltı etmemiş olduğunu umursamıyorlardı. Kendiminkini halledip üzerime ceketimi geçirdim hemen, havalar hala soğuktu ve kiliseye yanan mumlar dışında ısıtıcı koyduklarını düşünmüyordum. Odada turlarken, Peter'ın diğer köşede bozulan kravatını tekrar yapmak için çabaladığını fark etmiştim. Hemen yanına gittim. Yardım etmek için bordo kravatı elinden aldığımda, bir şey söylemedi. Onu da, en az kendiminki kadar düzgün yapmıştım. Konuşmadan aynanın önüne geçti ve kravatı beyaz gömleğinin yakalarından altına geçirdi. "Miranda'yla ayrıldık, belki duymuşsundur."
Gözleri aynadaki yansımamdan beni bulsa da, sessizliğini korudu. "Hatta, onun hakkında kötü bir şey öğrendim."
"Sakın bana diğerleri gibi onu kötülemeye kalkma, Louis." Ters bakışlarıyla birden bana döndü.
"Belki de, o kız gerçekten senin gibi birini hak etmiyordur Peter." Minik adımlarla yaklaştım ona. "Ona ne kadar aşık olduğunu biliyorum ama Miranda düşündüğün gibi biri değil. Onu tanısan, bunu anlardın."
"Sen ne biliyorsun ki? Bu okula yeni geldin." Sinirle söylenerek kapıya yürüyordu ki, durmasına sebep oldum.
"Kimsenin bilmemesi gereken bir ayıbını diyelim." Ellerimi önümde birleştirdim. Göz ucuyla bana baktı. "Ama bunu örtüyorum. Çünkü, her ne kadar pişman olsam da o benim yakın bir arkadaşımdı." Böyle söylediğim zaman, sanki onu bir şekilde ikna etmiş ya da aklına girmeyi başarmıştım. Tek gereken aslında, Peter'ın dilinde konuşmaktı. Sonrasında, her şey bir anda kolaylaşıveriyordu.
Odadan Peter'ın arkasından çıktım. Büyük bir kalabalık yine merdivenlerden dolanarak aşağıya iniyordu. Hemen Harry'nin yanını buldum. Artık pazar sabahları, okulun futbol takımı da ayine katılmak zorundaydı. Fakat ben oda arkadaşım veyahut Zayn'le değil, Harry'le gitmeyi tercih etmiştim elbette. Hatta kalabalığın arasında kimse fark etmeden elinden tuttuğum zaman bana dönüp büyükçe gülümsemişti. Birkaç saniye geçmeden, ellerimiz hemen uzaklaşmıştı mecbur kalarak.
Okulun tüm öğrencilerini alabilecek kapasitedeki kiliseye girdiğimizde de, birbirimizden uzak değildik. Fakat yine de, kalabalığın içerisinde gergin hissediyordum. Çünkü Miranda buradaydı, Stan ve Ezra da öyle. Gözlerimin onları aradığı yoktu oysa, ama düşüncesiyle bile rahatsız oluyordum işte. Harry önden gidip Hadrian'ın yanına oturdu ve diğer yanını da benim için boş bıraktı. Vakit kaybetmeden yerime yerleştim. Tüm gözler, bizim üzerimizdeymiş gibi hissediyordum. Dik duruşumu daha fazla sergileyemeyip öne doğru hafifçe boyun eğdiğimde, Harry'nin elini hissettim omuzlarımda. "İyi misin?"
"Evet." Hemen kendime gelip duruşumu düzelttim. Harry gülümseyerek önüne dönse de, ben hala aynı endişeli hissi atamamıştım üzerimden. Oysa endişeli olması gereken son kişiydim. Gözlerim önümüzdeki bankta oturan insanlara gittiği ilk saniyeden görmüştüm Stan'i. Aramızdaki uzaklığa ve mesafeye rağmen sanki bize bakarak düşündüklerinin tümünü kendi kafamın içerisinde duyuyordum. Suratında tek bir mimiği bile oynamamıştı bana bakarken, belki sadece ufak bir üzgünlük belirtisi vardı gözlerinden okunan. Sonrasında da, önüne dönmüştü zaten.
Aslında endişelenecek hiçbir şey yoktu. Papazla birlikte dualarımızı edip büyük okul binasına geri yollanmıştık. Antrenman saati geldiğinde ise, Harry'le yeniden vakit geçireceğimiz için sevinçliydim. Kahvaltıdan sonra, dün yıkamaya verip kurutucudan aldığım temiz formalarımla inmiştim ön bahçedeki sahaya. Önceki günlere oranla diğerlerine göre geç kalmıştım ama Pike'ın sorun etmeyeceğini biliyordum. Soyunma odalarında Harry'le karşılaşmamız tesadüften fazlasıydı. Çaprazımda kalan dolabının önünde giyindikten sonra kapağını kilitleyip bana döndü ve sırıtarak beni izlemeye başladı. Etrafa şöyle bir bakıp bizden başka kimsenin olmadığından emin oldum. "Kes şunu."
"Sürekli bakıp duran tek sen olamazsın." Ona arkama döndüğümde dahi beni izlediğini biliyordum. Hızlıca üstümü değiştirdim o hala uzağımda dururken. Birkaç saniye içerisinde durduğu yerden ayrılmış, dolabımın önündeki uzun sedire oturmuştu. Gülümseyerek beni izlediğini fark ettiğim ilk zaman, derin bir nefes aldım ve utandığım için önüme döndüm. Alt parçamı da çamaşırımın üzerine giydim hızlıca. Kapı bir kez daha açılıp kapandığında, bu defa gelen Stan ve karşı takımdan birkaç oyuncuydu. Stan haricinde hepsi bize günaydın demişti. Stan'inse gözü bizden fazlasıyla uzakta duruyordu. Dolabının kilidini açıp sırt çantasını içeri fırlattı. Onu izlediğimi Harry'nin bana sonradan dönüp bakmasıyla fark etmiştim. "Hadi gidelim Louis."
Başımı hızlı hızlı salladım. Telefonumu ve diğer tüm eşyalarımı koyduğum dolabı kilitledikten sonra, Harry'i de yanıma alarak kapıya ilerledim. Harry'nin uzun kolu, neredeyse tüm kolumu sarıyordu biz soyunma odalarından çıkarken. Arkada bıraktığım Stan'e ise, hiç bakmamıştım. Onun bize baktığını hissettiğim halde.
◎
y/n: bu bölüm hoc'a ve bana bile farklı gelen bir sakinlikle geçti ama herkes sanırım buna ihtiyaç duyuyordu :D Ama yine de sakinliğe çok alışmayın, hepimiz tadında kaosu seviyoruz sonuçta hdkrkrcnj louis'in artık bi daha eskisi gibi acı çekmeyeceğini biliyoruz :")
2.N: Louis&Harry'nin ilk sahnesini multi'deki Present Tense şarkısını dinleyerek yazdım, eğer hiç dinlemediyseniz bir keşfetmenizi öneririm...
Bu önemli bölüm, biraz geç kalarak sstrawharryy 'e... Doğum gününden bir gün önce ve üç gün sonra bölüm yayınlarak zamanlamamın ne kadar harika olduğundan bahsetmeme gerek yok, umarım hikayelerim ve ben seni her zaman mutlu edebiliriz ❤️ ily
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top