θ.Ձ

Üst kattaki odalarda sigara içilmesi yasaktı ama ne zaman oda arkadaşı dışarı çıksa, hemen cam kenarını kaplayan yatağına zıplayıp sigarasını yakardı. Zayn Hawksmoor'a ilk geldiği o günlerde, aşırı zayıftı ve bunu hiç umursamıyordu. Buradaki yemekleri sevmemişti. Ama o benim aksime asla söylenmiyordu. Kendisininkini hemen yakmadan önce yatak yorganın içine sakladığı sigara pakedinden bir dal da bana verdi ve pakedi eski yerine sokuşturdu. Benimkini yaktıktan sonra da, kulağının arkasına bıraktığı sigarayı tutuşturup dudaklarındaki yerine bırakmıştı. Camı tamamen açamazdık çünkü dışarıdan biri bizi ve sigaralarımızı görebilirdi. "Ya odada koku dedektörleri varsa?"

Zayn gülerken bir yandan omuz silkmekten çekinmemişti. "Varsa da, belli ki bu odadaki çalışmıyor." Odalarımız yan yana olduğundan dolayı, pencerelerimizin baktığı yerler de aynıydı. Zayn'in odasının perdesi koyu kırmızıydı. Alex'inkilerse siyah, bizim odadaki de kahverengiydi. Bunu düşünürken sigaramın ucundaki kül düşmek üzereydi ki Zayn sızlandı. "Yatağımı kül yapma tanrı aşkına."

Cebimde getirdiğim peçeteye bıraktım külü ben de. Zayn sık sık saatini kontrol ediyordu. Pazar günkü kahvaltıdan hemen sonra sigara içmek için odasına gelmiştik. Henüz rutin haline getirmediğimiz bir alışkanlıktı ama, yakın zamanda ona dönüşeceğinden de kuşkumuz yoktu. Oda arkadaşı çok sık odadan kaybolan biriydi ve çoğu zaman Zayn'in işine geliyordu. Bahsettiğine göre çocuk, kendi kendine konuşan aptal bir tipmiş. "Uykusunda bile konuşuyor. İki gecede bıktırdı beni." Sigarasını hızlıca bitirip ortadaki küllerle dolu peçeteye bıraktı izmariti. "Ayrıca temizlik takıntısı varmış. Benim de kendi takıntılarım var, örneğin kişisel alanıma saygı duyulması gerektiği gibi."

"Peter beni asla rahatsız etmiyor neyse ki." İçmekten iyice ufalmış sigaramı çektim içime. Saçma geçen iki günden sonra öyle iyi gelmişti ki bu. "Ama aşırı bağnaz biri."

Bağnaz dediysem de, bir anda tereddütle dolmuştum. Zayn'in dünyaya karşı nasıl bir yaklaşımı vardı, bu konuda henüz çok da derin konuşmalar yapmamıştık. Bazı insanlar, hele de ergenken böyle laflara kolayca alınabilirdi. Örneğin annem ve babam bile -gerçi onlar koyu bir katolikti- ne zaman tanrıyı adaletsiz ve hoşgörüsüz olmakla suçlasam bana kızarlardı. "Kaç yaşında ki? Erkenden geldiğine göre bayağı istikrarlı tüm bu konularda."

"Bizimle yaşıt aslında." Sigaram bittiği zaman peçeteyi kalın bir rulo haline getirip cebime sokuşturdum. Zayn hemen kokunun dağılması için perdeyi kaldırdı. Dışarıda hafif hafif yağmur çiseliyordu ve ilerideki büyük dış kapının daha da uzağındaki asfalt alanda sürekli yeni arabalar gelip gidiyordu. Bu, okula yeni insanların gelip durduğunun göstergesiydi.

"Büyük duruyorsun sen de biraz. Gerçekten 17 olduğuna emin misin?" Zayn dalga geçercesine sorduğu zaman gözlerimi devirdim. Büyük durmaktan o kadar da hoşlandığımı söyleyemezdim. Gerçi marketten sigara ve alkol alırken hep işime yaramıştı.

"Burası amma tuhaf bir yer." Zayn yanıma gelip camdan dışarı bakmaya devam etti. "Onca insan gerçekten ceza çekmek için buraya geliyor."

"Kuralları çok merak ediyorum. Oda arkadaşımın söylediğine göre dış kapılar kapanıyormuş. Evlere bile gidemiyormuşuz istediğimizde." Zayn parmaklarını sıkıntıyla taş pervaza vurduğunda minik tıkırtılarını ben bile zor duymuştum. "Ve, en korkuncu telefonlarımızı ve bilgisayarlarımızı toplayacakları hakkında olan söylentiydi."

Burası yatılı okuldu sonuçta, ama hangi yüzyıldan kalmaydı? "Ne yapacakmışız peki tüm gün? Şu girişteki kadın bana telefonum ve bilgisayarım var mı diye sormuştu."

"Evet, bana da." Zayn bana döndü. İkimiz de bir süre birbirimize baktık sessizce.

"Siktir." Nefesimi verdiğimde Zayn çaresizce durumu kabullenmiş ve bunu yaparken benden uzaklaşıp bacaklarını karnına çekmişti. En azından, şu durumda bile aynı endişeleri paylaştığım birini bulduğum için sevinmeye çalışıyordum.

Zayn'le ilk günden çok yakın arkadaşlar olmamıştık elbette, yalnızca sabah kahvaltıya iniyor sonra beraber onun odasında sigara içiyor ve akşam yemeğine de beraber iniyorduk- pazar günkü akşam yemeğinde planımız bu yöndeydi. Hemen yakınlık kurduysak bile, yine de bunun sınırları vardı. İkimiz de içe kapanık kişilerdik, özellikle de Zayn benden daha sessiz ve kalabalık içinde daha çekingen hatta utangaç sayılabilecek biriydi. Her temeli  sağlam atılan arkadaşlıklar gibi, biz de yavaş yavaş birbirimizi tanıyacaktık. Evimin yakınındaki, annemin serseri diye adlandırdığı arkadaşlarımı ise daha şimdiden hiç olmadığı kadar özlemiştim. Zayn'se, bana onları hatırlatıyordu ama hepsinden farklı olacağını henüz o zamanlar bilmiyordum.

Odama döndüğüm zaman oda arkadaşımın kendi duvar tarafına astığı İsa figürünün önünde İncil okuduğunu görünce, kendi kendime sinirle dolmuştum. Bu bir şaka olmalıydı. Odamda ayin yapmasını oturup izleyecek kadar eğlenceli havamda değildim. Hızlıca çıkmıştım odamdan. Yan taraftaki Zayn'in odasına ait olan kapıyı çalmak istemedim yeniden, onun yerine, hiç adımımı atmadığım, o erkeklere ayrılmış olan ön bahçeye gitmeye karar verdim.

Zemin kattaki ana bölümlere giden uzun koridorda geniş başka bir kapı vardı ki, bu bahsi geçen bahçeye açılıyordu. Çimenlere gelmeden önce minik taştan bir yol seriliydi yerde. Ayakkabılarımın ıslanmış çimenlerde çamurlanmaması için bu yolu yürümeye başladım. Yağmur hafif hafif yağmaya devam ediyordu az önceki gibi. Ellerimi üstümdeki hırkanın ceplerine sokuşturmuştum. Yine de kapşonu takmadan yürümeye devam ettim koca bahçede tek başıma. Yeşil çimenlerin ilerisindeki büyük ağaçlar sarı yapraklarını dökmüştü etrafına ve mükemmel bir görsel şöleni oluşturmuştu. Başımı kaldırıp manzarayı seyretmeye devam ederken hafiften ıslanıp da alnıma düşen saçlarımı geriye ittim ellerimle. Ormanın içine doğru gidiyordu beton yol. Sanki bahçenin hiçbir sınırı bulunmuyordu orman yolu boyunca.

Aslında böyle olmadığını, biraz ileride boylu boyunca yan yana yerleştirilmiş uzun demirlerden yapılma çitleri gördüğüm zaman anlamıştım. Ancak burada bir kapı vardı ve kilitlenmemişti. Açıp da geçtiğim zaman, ileriden gelen su sesini duydum. Arkamı kontrol etmek için döndüğümde, Hawksmoor Okulu'ndan en fazla 500 metre kadar uzaklaştığımı görünce korkum benden az da olsa çekilmişti. Kulaklığımı yanıma almadığım için sevinmek üzereydim, çünkü buradaki sesler eşsizdi.

İnce, uzun bir su birikintisi geçiyordu taşların arasından. Büyük bir tanesini gözüme kestirip hafifçe yaslanarak durdum ve etrafımda göz gezdirdim. O kadar da kötü olamazdı artık bu okul, özellikle de burayı keşfettikten sonra diye düşündüm. Sonra, birilerinin buraya doğru koştuğunu duydum. Yasak bir şey yapma korkusuyla gözlerimi telaşla gezdirdim etrafta. "Demek sen de keşfettin burayı."

Hawksmoor'a ait okul üniformasını ilk kez görüyordum. En azından bir öğrenciye yakalandığım için rahatlamıştım. Yanıma gelen kızsa, bir yerlerden tanıdık gelmişti bana. "Louis, değil mi ismin?"

Yine de çıkaramamıştım karşımda duran kızı. Üstündeki büyük lacivert cekete ve kolunun üstündeki kocaman iç içe geçmiş iki adet o harfine bakıyordum. Ceketin sol yakasındaysa Hawksmoor'un arması vardı. Kırmızı çizgilerin aynısı kızın eteğinden de geçiyordu. "Evet. Tanışıyor muyuz?"  Sinir bozucu olacağını bilmeden kaşlarımı çattım sorarken.

"Miranda Youthall." Kız elime uzandığında,  dün tenis oynarken onu izlediğimi hatırladım. Peter'in hoşlandığı kız, diye düşündüm. Geç bir şekilde elimi uzattım aynı şekilde. "Seni tanıyorum çünkü çok yakın bir arkadaşımla aynı lisedeydiniz. Ben de Doncaster'da yaşıyordum. Yani buraya gelmeden önce." Kız gülümseyerek konuştuğunda ilk kez bu kadar kendimi popüler hissetmiştim. Ve bu garipti.

"Enteresan. Kimdi ki o?"

"Onu da tanımazsın. Boş ver."  Miranda benimle aynı taşa yaslandı vakit kaybetmeden.  Gerginlikle önümdeki ormana bakıyordum. Tanımadığım bir insan daha çıkmıştı. Şimdi onu da umursuyormuş gibi mi davranmak zorundaydım? "Burası gerçekten bu okulun en güzel yeri. İlk günlerinden bulmayı başarmışsın. Ama beklentini sakın yüksek tutma."
Kıza baktığım zaman, uzun saçlarının uçlarının git gide açılan rengini, yan profilinden fazlasıyla düzgün olan burnunu gördüm. Birkaç saniye sonra o da bana baktı. Gözlerinin ela olduğunu o anda fark ettim. "Arkadaş olmak ister misin?"

Alex'le ve Zayn'le olan tanışmamdan sonra, arkadaş listemde ipin ucunu Miranda denen kız çekiyordu. Neden olmasın diye düşündüm. Tenis oynaması ve ormanda tek başına yürümesi bile, onu diğerlerinden farklılaştırmıştı benim gözümde. Ya da, daha kısası, yalnız kalmamak için elimden gelenin fazlası için uğraşıyordum. Bu yüzden, Miranda'nın ani ve bir o kadar samimi arkadaşlık teklifini kabul ettim. Sonradan öğrenmiştim ki, Miranda, beni gerçekten iyi tanıyordu. Ama bense onu hiç tanımıyor ve bilmiyordum.

İlk kez o akşam, yemekhane tıka basa doluydu. Hatta o kadar doluydu ki, Zayn'le beraber yemek yediğimiz masadaki yabancıların sayısı bizden daha fazlaydı. Salon hiç olmadığı kadar gürültülüydü. Tam ağzımı sızlanmak için açacaktım ki Zayn söylenmelerime hazır olmadığını gösterircesine başını iki yana sallamaya başladı. "Lütfen yemeğimi bana zıkkım etme."

"Zıkkım etmek de ne demek?" Zayn'e güldüm. Bu tuhaf deyimlerini ilk kez duymaya başlamıştım.

"Louis, yediklerimiz zaten yeterince berbat. Bir de sen başlama." Tepsisinde önüne çektiği tabaktaki yemekle oynuyordu. Suyun içindeki tavuk parçalarının tadı hiç yoktu gerçekten de, en kötüsü de, pazar akşamlarında başka alternatifin olmamasıydı.

"İlk akşam yemeğimizde bile baş başa bırakılmadık." Zayn söylediklerimden sonra rahatlamışçasına gülmüş ve yemeğini yeme çalışmalarına geri dönmüşü. O sırada, büyük salonda hoperlörden gelen sese kulak kesildi herkes. Bu ilk kez gerçekleşen bir şeydi. Tuhaf bir telaşla Zayn'e baktığımda aynı gerginliği onun da yaşadığını gördüm ama o bana değil, haberim olmadan arkamda duran adama bakıyordu. Hemen başımı onun baktığı yöne çevirdim. Bay Warwick denen adam bu olmalıydı. Gri bir takım elbise giymişti. Elinde de mikrofonu tutuyordu. Görüntü karşısında yüzümü ekşittim. Adamın keli çok uzakta oturmamıza rağmen dımdızlak ortada ve gözümüzün önündeydi en net haliyle. Sinek kaydı tıraşı ise, göze batan bir başka şeydi.

"Hepinize iyi akşamlar çok değerli Hawksmoor öğrencileri." diye söze başladı müdür. Herkes onu izliyordu. "Lütfen yemeklerinizi yemeye devam edin ve bir yandan size okuyacağım kuralları dinleyin. Başlamadan önce söylemeliyim ki bu kuralların aynısı, odalarınızın kapısına şu anda asılıyor." Adam boştaki elini arkasına götürdü boşlukta sallandırmaktansa. Mikrofonu kendinden uzaklaştırmadan önce hafifçe öksürmüştü boğazını temizlemek istercesine.

"Aramıza yeni katılan tüm öğrenciler için hoş geldiniz demek istiyorum. Aramızdaki varlıklarını sürdürmeye devam eden öğrenciler için sıkıcı gelebilir ama birkaç yeni değişiklik ekledik bu seneki yönetmeliğimizde. Bu yüzden dikkatle dinleyin: İlk önce; kıyafet kuralı. Kimse yemekhaneye, bahçeye, dersliklere, kütüphaneye kişisel kıyafetleriyle gelemez. Disiplin için okulun sizin için seçtiği üniformayı giymek zorunludur. İkinci olarak; ders devamsızlığı. Eğer devamsızlığınız derslerde dört kereyi aşar ise; ne yazık ki bahçeye çıkmanız kısıtlanacaktır. Yani, devamsızlığı olmayan her öğrenci büyük bahçeyi kullanabilir. Oynanan maçları seyredebilir ve diğer faaliyetlere katılabilir. Üçüncü olarak; ödevleriniz. Ödevlerinizi yaptığınız zaman, o haftalığına telefonlarınızı alabilirsiniz. Sınavlarınızdan geçerli not aldığınızda ise bilgisayarınız sizde kalır; düzenli ders çalışır ve bunu derslerde kanıtlarsanız telefon ve bilgisayarlarınız sizde sürekli olarak kalmasını sağlayabilirsiniz." Adam bunları ezberden anlatırken, ağzım açık dinlemiştim tüm süre boyunca.

"Kesin olarak yasaklanan kurallara gelince. Dışarıdan yemek getirmek, sigara, alkol, uyuşturucu getirmek, bunları içeride gizlice tüketmenin cezası disiplindir. Cuma ve haftasonları belirli saatler haricinde arka bahçede dolaşmanın, herhangi bir günde kızların bloğuna girmenin ya da girmeye çalışmanın cezası disiplindir. Kavga etmenin veyahut kavgaya sebep olmanın cezası disiplindir. Disiplinin ne olduğuna gelince, eskiden beridir burada olan arkadaşlar da çok iyi bilir ki, siciline işlenen 'hiçbir işe giremez' ibaresidir. Burası Yüce İngiliz Kraliyeti'ne bağlı bir okuldur ve herkes adımlarını buna göre atmalıdır. Buradan atılmanın sonucu ağırdır. Bu yüzden, sizi uyarıyorum. Ödüllendirilmek varken cezalandırılmayı seçmeyin." Müdür sonlara doğru bağırmıştı, ya da sözleri korkuyla titrememe sebep olmuştu. Belli etmedim elbette. Göz ucuyla karşımda oturan ve benden farkı olmayan Zayn'e baktım. O da, bugün odasında gizlice içtiğimiz sigaraları düşünüyor olmalıydı.

"Diğer kurallara gelince. Bahçeyi kullanma saatleri aydan aya değişiyor. Cuma günleri binadan ayrılabilirsiniz ancak akşam 8'den önce dönmek zorundasınız. Bize haber vermeden aile evine dönemezsiniz. Biz önce ailenize soracağız. Ayrıca her akşam aynı saatte yoklama yapılır. Eğer o saatte odanızda olmazsanız cezası disiplindir. Bu seneki öğrencilerin disiplin seyrine göre, odalardan çıkmama saati belirlenebilir. Ya da söz dinlerseniz, üst kattaki odalar arasında istediğiniz saatlerde arkadaşlarınızla vakit geçirebilirsiniz. Ancak eğer birilerini rahatsız etmeye kalkarsanız bayan Muriel gelip isminizi alır. O yüzden hareketlerinize üst katlarda da dikkat edeceksiniz."

"Kapıyı da üstümüze kitleseydin bir de." Sessizce mırıldandığımda Zayn susmam için ayağıma bastı.

"Fotoğraflarını bize getiren öğrencilerin kartlarını da hazırladık." Adam eliyle kartı gösterirken yeniden çevirdim başımı. "Bu kartlarla yemek yiyeceksiniz. Herkesin üç öğünde birer hakkı var. Haksızlığı önlemek için. Ayrıca yine yoklamalarda bu kartı okutacaksınız, hem yatakhane yoklamalarında hem de dersliklerdeki yoklamalarda. Bugünden, hatta şu andan itibaren tüm bu kurallar geçerlidir. Sorusu olan yoksa kartları dağıtacağım şimdi. İsmini okuduğum yanıma gelsin."

"Soru sormaya kimin cesareti kaldı acaba."

"Louis sussana tanrı aşkına." Başımı önümdeki tepsiye gömmek istiyordum Zayn beni yeniden ikaz ettiğinde. Birinin ilk kez benden daha çok korktuğunu görmek çok tuhaf hissettirmişti. Sanki ikimizi sakinleştirme görevi birden bana kalmıştı.

Oda numaralarına göre okuduğunu, sıra bana gelmeden önce Alex'in çağrılmasından anlamıştım. Alex uzaktaki kalabalık masasından kalkıp almaya gittiğinde müdür kartı vermeden Alex'i uyarmıştı kalabalığın ortasında. "Küpe yok. Saçlarını uzun tutmak yok. Kesiyorsun önlerini."

"Siktir. Beni de azarlayacak." Zayn artık beni uyarmak yerine tırnağının kenarındaki eti kemiriyordu.

Müdür diğer iki yeni ismi okuduğunda, ki bunlar dün gece tanıştığım kızıl Ernest ve oda arkadaşı Ezra'ydı. Zayn'i hemen dürttüm. "Omzumu çürüten aptal buydu. Ernest'in oda arkadaşıymış meğer."

"Sen anlattığın zaman daha iri yarı sanmıştım." Sinirle bakmaya devam ettim çocuğa, elindeki kartıyla masasına oturana kadar. Masada, Ernest ve Ezra dışında tanımadığım iki çocuk daha vardı ki, birini yine dün gördüğüm benimle dalga geçen çocuk olduğunu hatırlamıştım hemen. Omzumu kırmışmış. Ezra denen çocuğun elinden kartı alıp sırıtarak bakmaya başlamıştı. Bu sefer dürtülen ben olmuştum Zayn tarafından. "Dik dik bakmayı kes insanlara. Yeniden omuz mu yemek istiyorsun?"

"O sikik tayfası ne zannediyor kendini?"

"Lütfen küfretme." Müdür Zayn'in adını anons ettiğinde telaşlı bir şekilde kalkmıştı masadan. Bense hala gözümü o masadan ayırmaya çalışmakla uğraşıyordum. Alex'le Ezra denen aptalın masaları çok yakındı ve birbirleriyle konuşuyorlardı.

"Küpe yok, saça faça atmak yok." Gözlerimi hemen Zayn ve müdüre çevirdim. "Uzun kısımları kısaltıyorsun sen de. Sigara yok! Peter Clarance!"

Oda arkadaşımın da ismi okunduğu zaman stresle kasılmıştım. Keşke yemekten önce kaşımdaki demiri çıkarsaydım diye düşündüm. "Louis William Tomlinson!"

Sandalyemi bırakıp adamın karşısına geçtiğim zaman, nefesimi tutmuş bana saydıracaklarını bekliyordum. "Piercing yok, saç boyası yok. Saçlarını tamamen tıraş edeceksin Tomlinson. Sigara yok! Leş gibi kokuyorsunuz hepiniz Yüce İsa aşkına!" Kartımı sertçe bıraktı avcuma. Öyle hızlı vurmuştu ki yeni kesim sivri kenarları avuç içlerimi acıtmıştı.

Yaşadığım utançtan dolayı, masaya döndüysem de tabakta bıraktığım yemekleri yemek gelmemişti içimden. Üstünde resmimin olduğu karta baktım isteksiz isteksiz. O an, buraya gelmeme sebep olan tüm yaptıklarımdan ilk kez pişman olmuş hissettim. Burası gerçek bir cehennemdi. Ne kadar sorumsuz ve aptaldım. Bunu ise, kendim için fazlasıyla geç fark etmiştim. Buraya gelmeden önce fark edip her şeyi düzeltme fırsatım vardı ve ben, hiçbir şey yapmamıştım. Lise sona geçmeden önce derslerimin berbat oluşunu hiçbir şekilde umursamamıştım en başta. Okula da asla gitmemiştim. Babamın bizim için çalışıp kazandığı parayı sigara ve saçma sapan uyuşturuculara harcayıp durmuştum. Ayrıca anne ve babamı sürekli endişeye düşürmüş, partilerden sabaha doğru tamamen sarhoş bir şekilde dönerken her şeyin daha da berbatlaşmasını sağlamıştım. Ben, bu dünyada işe yaramazın tekiydim sadece.

Çaresizlikle Zayn'e baktığım zaman, onun da bana baktığını fark etmiştim. Sonra müdürün okumaya devam ettiği isim listesinde, umursamadığım halde dikkatimi çeken bir şey oldu. "Harry Edward Styles." Benimle dalga geçen çocuğun ismimi öğrenmem, bu aptal müdür sayesinde olmuştu. Ezra'nın karşısında oturduğu sandalyesinden kalkıp kartını almaya gittiğinde görmüştüm çocuğun neredeyse müdürle aynı boyda olduğunu. "İyi akşamlar Bay Warwick." Çocuk adamın elinden kartını alırken, sorguladığım tek şey, neden kimsenin bu çocuğun uzun saçına hiçbir laf etmediğiydi. Sinirle çatıldı kaşlarım. Ama onları izlemeye devam ettim. Harry'nin yanında oturan bir diğer çocuk da kartını almak üzere kalkmıştı. Müdür ona seslenirken Hadrian gibi bir şey demişti.

"Louis, ne alıp veremediğin var şunlarla? Şöyle bakmayı kes beni ürkütüyorsun."

"Neden kimse ona laf söylemedi? Saçlarına bak. Kız gibi."

Zayn tepsisini alıp kalktığında, yalnız kalmamak adına peşimden gittim kendiminkiyle. "Aramızda kalsın ama oda arkadaşımın dediğine göre, Harry denen çocuk iki senedir buradaymış. Bu yüzden biraz fazla popüler. Belli ki, müdür de onu seviyor." Zayn sadece benim duymamı istercesine sessizce mırıldandı. "Ayrıca cinsiyetçi olmadığını zannediyordum."

"D-değilim tabii ki. Sinirlendim sadece. Bu haksızlık."

Tepsilerimizi bıraktıktan sonra kapıya ilerliyorduk ki, konuşma bitiminin hemen ardından ellerindeki tepsilerle Harry ve onun aptal arkadaşlarından oluşan takımını karşımızda görünce hayalet görmüş suratlarımızla yanlarından geçip gitmiştik. Göz ucuyla, omzumun üstünden arkama baktığım anda, Harry'nin de aynı bakışı bana attığını görmemle tuhaf bir hisle dolmuştum. O his için yalnızca tuhaf diyebilmiştim. Tuhaf ve tanıdık olmayan.

y/n: madem bu bölümü yazdım.. neden daha fazla bekleteyim ki diye düşündüm, bir de ilk bölümün tanıtım olduğunu varsayarsak bu bölümde "kim, ne yapıyor, neler oluyor" soruları hakkında daha net cevaplar verilebilir zhdhhf
Aslında ilk bölümde yapmak istediğim içerik öğeleri listesini bu bölümde yapayım dedim. İşte listemizde şunlar var: SMUT, Angst(bu kelime kötü son demek değil, endişe verici olaylar demek) sigara-alkol-uyuşturucu kullanımı, bolca ergenlik öğeleri, bencil louisimiz ve hikaye-boyunca-asla-iyi-mi-kötü-mü-anlaşılmayan bir harrymiz, baş yan karakter zayn, sonraysa miranda ve diğerleri diye gidiyor işte... ay ne çok konuştum

bu bölüm (ve gelecekteki daha bir çoğusu) Merlinindonu26 'a ithaf edilmiştir ❤️ umarım beğeneceğin bir bölüm olur:")

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top