θ.б

Ön bahçenin uzak bir tarafında belli bir alanı kaplayan açık sahaya ilk kez gittiğim, Harry'le ve oda arkadaşıyla kahvaltı ettiğim aynı günde, etrafı çitlerle kaplı çimenlerde yalnız başıma değildim. En azından bir süreliğine bu böyle devam etmişti. Yeşil sahanın üzerinde dağınık bir halde yayılmış olan Hawksmoor'un erkek öğrencilerinden bazıları ısınma turları için büyük alanda koşarken, bir kısmı ise diğer alıştırmaları yapıyordu. Aslında, buraya Harry çağırdığı için gelmemiştim. Ancak onu, aynı günün ilerleyen saatlerinde ikinci kez gördüğümde yine bu sahada topla oynayanların arasındaydı o da. Üstüne giydiği bu okula ait siyah formasının üzerinde, ismi yazılıydı büyük harflerle. STYLES. Sırtının üst kısmında basılı olan soyadı, buraya geldiğim ilk dakikalarda her ne kadar bana dönük olsa da, ilerleyen vakitlerde bunun tam tersi yaşanmış ve Harry kulübe tarafında beni görmesiyle beden öğretmenimiz olan otuzlarındaki Bay Pike'ın yanına gitmişti. Ne demem ya da ne yapmam gerektiğini bir türlü kestiremediğim için, onlar tahminimce benim hakkımda konuşurken bense sadece kulübe diriklerinin etrafında dikilmeye devam etmiştim. Onlar bir süre daha sadece kendilerinin duyabilecekleri ses tonuyla konuşmayı sürdürürken ben diğerlerini izlemekle yetindim. Akabinde Harry topu diğer bir takım arkadaşına attıktan sonra yanıma geldi. Bay Pike da o esnada diğer tarafa doğru yürümeye başlamıştı.

"Sanırım hallettim." Harry ellerini belinin üstüne koydu ve sahadaki erkek öğrencilere bakmaya devam etti kararsızlıkla. "Yani elbette, hoca önce seni izlemek istiyor."

"Nasıl?" Sorarken şaşkınlığımı gizleyememiştim. Nasıl bu kadar hızlı ve kolay hallolmuştu her şey?

Cevaplamadan bu sefer bana döndü ve tekrar konuşmaya başlamadan önce hafifçe güldü. "Şey, biraz hile yaptım diyelim." Harry alçalttığı sesiyle bana yaklaşırken diğer insanları gözetleyen taraf bendim bu sefer. "Dominic'in bir süredir kötü oynadığını ve artık takımdan çıkması gerektiğini bu yüzden de yeni insanlar seçmeye başlamamız gerektiğini söyledim. O da, buna olumlu baktı." Ona döndüğümde, yüzündeki sırıtma eşliğinde gamzesinin daha da derinleştiğine ilk kez şahit oldum, en azından o kadar yakın mesafeden. Yeşil gözleri, arkamızda bıraktığımız ormanın renginden daha canlıydı o bana bakarken.

"Vay canına, teşekkür ederim. Sanırım." Zorlama bir şekilde gülümsemiştim, ama o bunu anlamamıştı.

"Sadece o gün geldiğinde beni utandırma, olur mu?" Harry bana bakmaya devam etti bir süre daha, ben başımı hızlıca salladıktan sonra bile. Takım arkadaşlarından olduğunu düşündüğüm biri Harry'e seslenince, oyununa ve alıştırmalarına geri dönmek zorunda kaldı.

Antrenmanları bir süre daha devam etmişti ben kulübede oturduğum ve tüm takımı izlediğim esnada. Kimse varlığımdan rahatsız olmamıştı, aksine onları izlerken kendimi her zamanki gibi dışlanmış ve yalnız hisseden taraf ben olmuştum. Dışarıdan nasıl gözüktüğümü düşündükçe, oradan kaçma isteğiyle dolup taşmıştım bir yandan. Ancak, merak ettiğim asıl şey benim biraz daha orada durup oyalanmama sebep olmuştu. Pazar akşamki öğrencilerden oluşacak izleyiciler eşliğindeki maçın öncesinde, ön hazırlık maçını andıran kısa bir oyun oynanmaya başlanmıştı. Oyuncular, belki de önceki senelerden beri var olan iki ayrı takıma ayrıldıktan sonra, -ki aslında üstündekileri beyaz ve siyah formalarından anlaşılıyordu bu en başından beri- herkes kendi konumuna geçmiş ve pozisyonunu almıştı. Harry ise, oyun başlamadan hemen önce, diğerlerinden farklı olarak sarı formasını giymiş ve siyah takımın kalecisi olarak yerine geçmişti.

Kulübede oturduğum o dakikalarda, aslında tüm dikkatimi kale tarafına vermeme sebep olan şey, Harry'nin ilk kez etrafındakilere sergilemeye çekinmediği mor tutamı belli edecek şekilde saçlarını tepede toplamaya çalıştığı an olmuştu. Siyah bir lastikle bağladıktan sonra, kısa kalan tutamların aşağıya doğru dökülmesini hiç de umursadı. Daha sonrasında ise, büyük beyaz eldivenlerini eline geçirdi. Bay Pike'ın o düdüğüyle, antrenman oyunu başlamıştı. "Hadi çocuklar! Koşun tüm gücünüzle!" Defans oyuncuları ortada koşarken, kendimi kaptırıp bacağımı sabırsızca sallamaya başlamıştım bile. Ancak ne zaman top Harry'nin durduğu kale tarafına geçerse, o zaman benim de sanki tüm dikkatim dağılır gibi oluyordu. Bir yandan kendimi durdurmaya çalışıp oyunun heyecanına geri dönmeye çalışıyordum. Harry birkaç kez kendi alanını korumak adına topa doğru atlamış, bazılarında başarılı bir şekilde yakalarken geri kalanlarda ise topun kaleye girmesine engel olmuştu. "Bravo Harry! Bu gidişle bu oyunda kaleci sen olabilirsin!"

Harry yakalamaya çalıştığı topla beraber yerden kalkarken sızlandı. "Ah, hadi ama!" Belli ki, Bay Pike'ın da Harry'nin mor tutamlarına lafı yoktu. "Kaleci olmayı sevmediğimi biliyorsunuz öğretmenim."

"Evet ama o eller bu oyunda bize lazım gibi duruyor Styles." Harry topu ayak vuruşuyla orta sahaya yolladığında beden eğitimi hocası da topla birlikte sahada koşup duruyordu. "Hadi ama Lucas! Siyah takımı mı tutmamı istiyorsun bu akşam?!"

"Zaten şimdiden öyle değil mi bay Pike?" Topun peşinde koşturan çocuk, önüne çıkan herkesi deyim yerimdeyse ezerek geçtikten sonra Harry'nin tüm çabalarına rağmen sonunda kaleye isabetli atışı yapabilmişti.

"Kes şunu Stan!" Harry kendini yere attıktan sonra sinirle bakıyordu karşısındaki çocuğa.

"Oyun oynuyoruz şurada Styles, benden gol atmamamı mı istiyorsun?" Beyaz formalı çocuğun adı Stan'di ve Harry'e tersçe sordu, aynı zamanda gülüyordu.

"Ne yapmaya çalışıyorsun? Kaçıncıya topu kaleye değil kafama isabet ettirmek için uğraşıyorsun, anlamadığımı mı sandın?" Harry, yerinde durmayı bırakıp çocuğa doğru yürümeye başladığında tüm şaşkınlığımla sahanın ortasında olanları izliyordum halen.

"Hey, hey!" Bay Pike, hızlıca ikisinin arasına girdi. "Kendinize gelin, ikinizden biri bu akşamki maçta oynamak istemiyor belli ki."

O ikisi, orta alana yakın yerde neredeyse dip dibe dururken birbirlerinin boğazına sarılmalarına engel olan tek şey Bay Pike gibi duruyordu. Adam onları ayırmak için Harry'i tutup geriye çektiğinde, Stan konuşmaya devam etti. "Oynayamayan biri var zaten."

"Stan!" Koç aniden, tanımadığım çocuğa döndü. "Antrenmanın geri kalanına tek başına kulübelerde devam edebilirsin."

Harry'i ilk kez bu kadar ciddi ve bir o kadar sinirli görüyordum. Stan'in benim tarafımdaki kulübelere geçişini gözleriyle takip etmiş ve kaşlarını çatmaktan da geri kalmamıştı. Koçun düdüğü tekrar ötmeden önce, Harry kenara aldığı su şişesinden susuzluğunu giderirken bir yandan yanına gelen biricik öğretmeniyle tekrardan konuşmaya başlamıştı. "Sikeyim seni, göt." Yanıma eklenen yabancı birinin bedeniyle, gözlerimi o taraftan alıp tamamen sağımda kalan kişiye çevirdim. "Oynayamadığın halde seni takım kaptanı yapan öğretmeni de sikeyim. Çok da umurumdaydı sizin maçınız." Sonunda ters bir şekilde ona baktığımı fark ettiği anda durdu ve bana döndü. "Ne? Ne var?" Nefesini verip suyunu içiyordu bir yandan. "Sen kimsin? Ne yapıyorsun burada?"

İsminin Stan olduğunu öğrendiğim çocukta fark ettiğim ilk şey, konuşmasındaki garip aksandı, ancak o kadar da garip olduğu söylenemezdi. Yalnızca bir yerlerden tanıdık gelmişti. Kafasının kenarlarını tıraşladığı ve uzun bıraktığı ön tutamlarını gözüne gelmemesi için eliyle bir kenara itti. "Ben Louis ve, yakın zamanda takıma gireceğim." Söylerken sesim düşündüğümden daha fazla kendinden emin çıkmıştı.

"Pekala, şimdiden söyleyeyim bizim takımda yer yok. Harry'nin takımında mı oynayacakmışsın?" Stan bir anda sakinleştiğinde, bu soruyu beklemediğim için bir miktar afallamıştım.

"Belli ki öyle gözüküyor." Çocuk takım arkadaşlarını izlerken ve kendi kendine dudaklarını oynatırken onu izliyordum. Unutmadan ekledim: "Tabii, daha alınacağım pek kesin değil aslında. Bay Pike beni izleyecekmiş. Ona göre karar verecek."

"Kuzgunlar'da açık yer olduğunu bile bilmiyordum." Stan aniden bana döndü.

"Sen de karşı takımın mı kaptanısın?"

"Evet, geçen seneden beri. Beyaz Aslanlar'ın takım kaptanı benim. Ne var ki, bu çocuğu oynayamıyor diye takımdan attım ama Pike aptalı bu sefer onu diğer takımın kaptanı yaptı." Sinirle gözlerini devirdi. "Her neyse, Louis. Belki sen şu takıma girip kaptanlığı onun elinden alırsın."

Bizim konuştuğumuz esnada, sahadaki oyuncular çoktan oyunlarına geri dönmüşlerdi. "Bilemiyorum." Yavaşça gözlerim, sahada hareketsizce duran Harry'e gitti. "Yapamayacağımdan değil, pek gözden düşebilecekmiş gibi gelmiyor." Böyle söylediğimde, Stan aramızdaki boş oturakları tamamen kapatıp yanımdakine oturdu.

"Hey, sen bu sene geldin değil mi? Hangi odadasın?" Yüzündeki teri üstüne geçirdiği formaya silerken bana dönerek sordu. Neden herkes odaların bir statü ifade ettiğine inanırcasına, tanışır tanışmaz bunu soruyordu ki? Hala anlayamamıştım. Bu yüzden cevabımı verirken, kaçarcasına ayağa kalkmıştım Stan'in yanından.

"Evet, yeni geldim. Alt kattaki odalardan birinde kalıyorum bu yüzden de." Yüzümü yeşil sahadaki oyunculara çevirdim. Harry'e bakmak yerine, topu takip ediyordum gözlerimle.

"Sormadın ama," Stan gülerek önüne döndü. "Ben de üst kattaki odalardan birindeyim. Geçen seneden beri buradayım ve, sadece bir şey lazım olursa diye odana gelebilmek için sormuştum." diye açıkladı bana ve ekledi. "Aynı şekilde sen de."

Tribün direklerine yaslanmış kollarımı birleştirmiştim, o esnada ise onu dinlemek yerine şu aptal liste ben durdurmaya çalıştıkça yeni eklenen isimlerle kabarıp durmasını düşünüyordum. Şimdi, biri daha çıkmıştı ;Stan Lucas, arkadaş olduğumuzu kim söylemişti ki ona? Yine de kaba davranmak istemeyerek başımı oturduğu yere döndürdüm. "Teşekkürler Stan. Artık odama dönsem iyi olur. Belki ders falan çalışma isteği gelir. Görüşürüz."

Tam sahadan ayrılıyordum ki, Stan'in sorusunu işittim. "Bu akşamki maça geleceksin değil mi?"

Yalnızca omuz silktim. "Bilmem, muhtemelen."

Yürümeye devam etmeden önce, ellerim pantolonumun cebine sokmuştum. Gözlerimle çimlere boydan boya çizilmiş beyaz çizgileri takip ederken, sona gelmeden önce başımı kaldırıp kalede duran Harry'ye baktım son bir kez. Göz göze geldik yeniden, ki bu hiçbir şey ifade etmiyordu, en azından onun için.



Peter ön bahçedeki koca sahada yapılacak her zamanki pazar akşamı maçına izleyici olarak gittiğinden beridir, odamda tek başımaydım. Yalnız kalmayı seviyordum lakin bu sadece benim tercihim olduğunda geçerliydi belli ki. Oda arkadaşım bana gelip gelmeyeceğimi bile sormadan odadan çıktığından beri, canım sıkılmıştı ve abarttığımı bildiğim halde bunu kesememiştim. Yatağımın başındaki pencereyi örten kahverengi kadifeyi andıran kumaşa sahip perdemi araladığımda, az da olsa uzak olmasına rağmen uzun direklerle aydınlatılmış sahayı ve oynanan maçı görebiliyordum. Odada tek başıma kalmak yerine, yerinde izleme düşüncesine daha çok ısındığımdan beri aklıma tek bir şey gelmişti aslında. Yan odaya geçip, Zayn'e benimle maça gelmesini teklif etmek. Bu yüzden, kapısına tıklamalarımdan kısa bir süre sonra içeriden kilitlediği kapıyı açmış ve beni geride bırakıp hemen çalışma masasına geri dönmüştü.

"Ne yapıyorsun?"

Başında dikilmeye başladığım zaman sessizce mırıldandı. "Ödevlerimi yapıyorum. Yarın eşyalarımı alabileceğim-"

Masaya yaslanıp defterin açık sayfasını elimle kapatınca Zayn aniden başını bana kaldırdı. "Maça gelmeyecek misin?" Başını iki yana sallıyordu. "Neden ama?"

"Sevmediğimi biliyorsun Louis." Elimi kabaca itip defteri kucağına aldı ve sandalyesinden kalkıp benden uzaklaştı. "Ne futbolu, ne de bana garip garip bakan kalabalık insan gruplarını."

"Ben oynayınca da mı gelmeyeceksin yani? Beni yalnız bırakacaksın?" Alındığımı ona belli etmek istediğimden kollarımı göğsümde kavuşturdum ama halen o bana bakmıyordu.

Hafifçe güldü. "Yalnız kalmazsın, bir sürü arkadaşın var sonuçta."

Sessiz kaldım, aksini iddia edip onunla atışabilirdim ancak bunun yerine odalarındaki pencerelerden birine yaklaştım ve kırmızı perdeleri kaldırıp camdan dışarısını seyretmeye başladım. "Peki öyleyse." dedim mırıldanırken. "Ben gidiyorum."

Ben kapıya gittiğim zaman, bu sefer sessiz kalan Zayn olmuştu. Başını defterden kaldırıp bana bakmamıştı bile. Ona sinirlenmemiştim aslında, sonuçta burada garip davranan yalnızca o değildi. Bu saçma okul, garip ve anlaşılamaz hatta sorunlu insanlarla doluydu ve alışması her ne kadar kolay gibi görünse de, zaman alacaktı.

Büyük binanın öğrenci odalarıyla dolu iki katı da, ilk defa bu kadar sessizdi belki de. Hawksmoor'un tüm öğrencileri belli ki ön bahçede yapılan maçı izliyordu. Eh, sonuçta bu kaçırılmaz bir fırsattı hele de tüm hafta boyunca hiçbir sosyal aktivite yapılmayan bu okulda, futbol maçının oynanması lüks bile sayılabilirdi. Taş merdivenleri kullanarak aşağıya indiğimde, bayan Muriel'in bile masasında olmadığını görmek beni en çok şaşırtan detay olmuştu. Sanki, buraya dair ilk hilelerden birini keşfetmiştim. Pazar günleri, maç saatleri ve binada kameralar dışında güvenliğin olmadığı birkaç dakika... Beynime hızlı hızlı tüm bunları anahtar kelime olarak kodlayarak bahçedeki beton yolu takip ederken maçtan gelen gürültüler de bir hayli artmıştı. İki taraflı tribünlerin neredeyse hepsi doluydu. Yaklaştıkça fark edecektim ki, Hawksmoor'un kız öğrencileri de bu etkinlikten faydalanabiliyordu. Çünkü çok da erkeklerin arasına karışmadan, kalın hırkalarla oturuyorlardı tribünlerin bir diğer ucunda. Gözcüleri olan, bir başka erkek öğretmen de karma öğrencilerin kontrolünü sağlıyor gibi görünüyordu.

Basamakları ağır ağır çıktıysam da, kendim için yer kestirememiştim gözüme bir türlü. Sonra, karşı taraftan birilerinin bana el salladığını gördüm. Görüntü netleştiğinde, bu Miranda'dan başka kim olabilirdi ki zaten? diye geçirdim içimden. Hocaları beni gördüğü halde hiçbir şey dememişti. Kızların daha sakin izlediği tribün tarafında otururken yine de diken üstünde hissediyor, bir yandan Miranda'nın neden burada olduğunu düşünüyordum. Futbol yerine, tenis gibi sporları sevdiğini sanıyordum çünkü. Ancak pek de üstünde durmadım. Sahaya baktığımda herkes öğlen yapılan antrenmandakiyle aynı yerdeydi. Harry, Kuzgunlar'ın kalesinde ve bugün tanıştığım Stan, Beyaz Aslanlar'ın orta sahasında defans oyunculuğu yapıyordu. Miranda'nın gizli saklı koluma girmesiyle oyuna verdiğim tüm dikkat saniyeler içerisinde dağılmıştı.

"Burada ne yapıyorsun sen?" diye sordum Miranda'ya. Dakikalardır konuşup duran arkadaşlarının aksine o da benim gibi maçı izliyordu.

"Hiç, maçı izlemeye geldim. Ya sen?" Sakince yanıtladığında iç çektim.

"Ben de." Gözlerim kale tarafında sık sık topa müdahale eden Harry'i buldu bir anda. "Ve sanırım, ben de Kuzgunlar'a katıldım."

Miranda gözlerini oyunculardan çekmeden başını sallamıştı yalnızca bu habere. Karşı taraftaki tribünlere baktığımda, zorlukla Alex, Ernest ve Harry'nin oda arkadaşının yan yana oturduklarını gördüm. Daha ilk andan, Ezra'nın maça gelmemiş olması gözümden kaçmamıştı elbette. Normalde, hiçbir zaman peşinden ayrılmayan kuyruk, şimdi neredeydi acaba? Düşünmeden edememiştim.

Maç bitiminde, öğrenciler teker teker içeri alınmış ve bu esnada herkesin içeride olduğuna kanıt oluşturması için yoklama alınmaya başlanmıştı. Dışarıya kadar uzayan kuyruğun bitmesi, isimlerin tek tek okunması sonucunda saatler sürebilirdi bu yüzden de bayan Muriel, karar değiştirip tüm öğrencilerden listede isimlerinin karşısına imzalarımızı atmamızı istemişti. Bu yöntemlerin tümü, antik çağdan kalma gibiydi. Nefesimi sıkıntıyla verdim hala uzun sırada tek başıma dikilirken. Harry, diğer oyuncular gibi arka kulübelerden birinde üstünü değiştiriyor olmalıydı. Ya da belki de, zaten ayrıcalıklı olduğu için onlar önden içeri alınmıştı.

Sıra bana geldiğinde, erkek öğrencileriyle dolu listeye kısa süreliğine de olsa göz atma şansı yakalamıştım. Herkesin isminin karşısında, hangi odada kaldıkları da yazılıydı. Hatta tüm liste, oda numarasına göre sıralanmıştı. Bunu ilk fark etmem, ismimin hemen üstünde Peter'ı ve imzasını, onun da üstünde Zayn'i gördükten sonra olmuştu. Belki arka ya da ön sayfaların birinde, Harry'nin de hangi odada kaldığı yazıyordu. Ancak o an, bu aklıma geldiyse bile hızlıca geçiştirmek zorunda kaldım çünkü arkamda bekleyen onlarca öğrencinin söylenişlerini ve bayan Muriel'in karga sesini duymayı hiç de istemiyordum.


Normale göre fazlasıyla yoğun geçen o pazar gününden sonraki pazartesi, Zayn gerçekten de bana söylediği gibi telefonuna kavuşmuştu. Bu ise, Zayn'in telefonu için bayan Muriel'e sorması ve isminin yanında gerçekten bir tik olması sonucunda gerçekleşmişti. Buna kim karar veriyordu sahiden? Aynı soruyu ben sorduğumda aldığım cevapsa yalnızca, 'dersinin başına dön Louis' olmuştu.

Pazartesi günleri hep sıkıcı geçerdi. İngilizce derslerinde sürekli bir şeyler okur ve öğretmen okuduklarımız hakkında bizden konuşmamızı isterdi. Derste konuşmaktan ise, her zaman gerilirdim, aslında bu önceki hayatımda da böyleydi. Üstelik burada da tanımadığım bir sürü yabancı, garip insanın arasında konuşmak, doğruluğunun emin olmadığım fikirlerini söylemek her şeyden daha zor gelmişti bana daha ilk günden itibaren. Bu yüzden, gayet sıradan ve sıkıcı geçmişti benim için.

Matematik gibi daha anlaşılması ve uygulanması daha zor dersleri kapsayan salı gününe geçtiğimde ise, sabahın erken saatlerin ilerisindeki derse odaklanmadığım ve kareli defterime alakasız bir şeyler çizdiğim bir anda, dersliğin kapısının çalındığı duyuldu kalabalık sınıfın içerisinde. Yanımda oturan Zayn'e bakmasam da, onun da benim gibi sesle başını kapıya kaldırdığı belliydi. Öğretmen tahtaya sorular yazmayı bıraktığında, sonunda kapıda bekleyen kişi için "Gir." demişti. Gelen kişi Harry'di. Arka sıralarda olmama rağmen, pür dikkat onu seyrediyordum. Çok da süre geçmemişti ki, matematik öğretmeninin adımı seslendiğini duydum. "Louis William Tomlinson hanginiz?"

Korkuyla kaldırdım elimi. Hoca, dersinin bölünmesinden rahatsız olduğunu kaşlarını çatarak belli ediyordu. "Beden hocanız Bay Pike seni çağırıyormuş. Gidebilirsin." Eşyalarımı aceleyle toplarken, bir yandan şaşkınlıkla Zayn'e bakıyordum. "Hadi, acele et biraz." İkinci ikazı aldığımda, toplamak yerine defteri hemen kolumun altına sıkıştırmış ve basamakları ikişer ikişer inerek bir süredir sadece beni bekleyen Harry'nin yanına ulaşmıştım. Sınıftan beraber çıkarken, tek yaptığım yalnızca onu hemen peşinden takip etmekti.





y/n: bu kadar beklettiğim için gerçekten üzgünüm, yarısı neredeyse 3 haftadır taslağımda bekliyordu ve bugün artık dedim ki git ve tamamla. Ama iyi açıdan bakmak gerekirse, bu uzun bölümle bence hatamın telafisini etmiş sayılırım..

hikaye notlarına gelirsem, durmadan birilerinin girmesinden bıkmış olduğunuzu tahmin edebiliyorum ama gerçekten Stan'i sokmak için çok heyecanlandım aklıma geldiği anda kdkjsf bu konuda ergen heyecanına sahibim hatta sanırım biraz??

ve hikayeyle ilgili her türlü düşüncelerinize ihtiyacım var, çok mu karışık yoksa çok mu sıkıcı ya da ikisi de mi?? kafanıza takılan bir şey olduysa lütfen bana da açın, bu hikaye bir şekilde bana sürekli eksik geliyor her bölümde olaylar ilerliyor olmasına rağmen. Belki beraber bulup halledebiliriz.. Sizi seviyorum yorumlarda ve bi dahaki bölümde görüşürüz kskjdfjkf

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top