θ.ȣ

Soyunma odalarında ilk kez Harry'i yarı çıplak görüşümü düşünüyordum.

Takıma seçildikten ve kendime ait formayı edindikten sonra, diğer takım oyuncuları gibi ben de salı ve perşembe günlerinde derslere girmek yerine antrenmana katılmaya başlamıştım artık. Günler Hawksmoor'da fazlasıyla hızlı geçiyordu ve hatta onu ilk kez gözlerimin önünde sadece altındaki kısa futbol şortuyla gördükten sonra, daha da hızlanmıştı sanki. Dolabıma yaslanmış, hiçbir şey yapmadan ve olabildiğince kaçamak birkaç bakışla Harry'nin diğer bir takım arkadaşıyla şakalaşmasını izlemiştim. Kafamda kurduğum kadar değildi aslında, Harry'nin beni önemsediği, benimle ilgilendiği yoktu. Sanki sadece karşısına çıkarsam ya da etrafta kimse kalmazsa, o zaman görürdü beni.

O gün de, yani onu üstünde hiçbir şey olmadan gördüğüm zaman da, aynı şeyler söz konusu sayılırdı. Çünkü takımdaki herkes soyunma odasını terk ettikten sonra Harry saha için daha uygun olan ayakkabılarının bağcıklarını bağlamakla uğraşıyordu oturduğu yerde. Sırtı tamamen bana dönüktü. Ben de bunu fırsata çevirerek, kimse içeride yokken ve kalan tek kişinin de sırtı bana dönükken altımdaki okul pantolonunu siyah şortla değiştirmiştim.

Üstüm hala çıplakken, birden yanımda belirdi. "Güzel bir takım olduk, öyle değil mi? Pike seni sevdi." Hala sırtım dolaba yaslanık dururken, garip bir heyecanla çevrelendi sanki vücudum. Ve bunun kaynağı da, tam karşımda duruyordu. "Belki, bir bakarsın kaptanlığı sana verir."

Parmaklarının sıcak varlığını sağ omzumda hissedebiliyordum. Harry, eliyle beni kavradığı ilk anda, tüm odağım onun yüzünden, kendi vücuduma yapılan baskıya doğru kaydı. Parmakları sanki öyle uzundu ki, birinin köprücük kemiğimin üzerindeki ağırlığını hissedebiliyordum. Birkaçı da, sırtımdaki o büyük kemiklerden birinden yakalamıştı sanki. "Bundan korkmuyor musun?"

Sorumla birlikte, hızlı çekimde uzaklaştı parmakları derimden. "Hayır." Beni geçip kapıya gitmeden önce güldü. "Futbolculukta hiçbir zaman gözüm olmadı Louis." 

Üstünden günler geçmesine rağmen, o anda kısılıp kalmış gibiydim. En çok da, Harry'yi o halde gördükten hemen sonra bana dokunmasının etkisini unutamıyordum. Daha doğrusu, sürekli bunu itelediğim için de olabilirdi. Çünkü aynı hafta içinde, hangi günde olduğumu bilmediğim bir gecenin anında, tuvalete kapanıp kendimi hayal gücümle rahatlatmaya çalışırken sürekli aklıma gelip duran tek şey bu oluyordu. Kulağa boktan geldiği kadar, aynı şeyi kendi gözüm için de söyleyebilirdim. Telefonum olmadığı için buna mecbur bırakılmaktan daha ilk andan nefret etmiştim aslında. Bir de, Peter'ın inatçı sesi üstüne bindiğinde, sinirden delirmeme ve etrafı yumruklamama az kalmıştı."Kahretsin Louis! Çık artık şu tuvaletten! Prostat olmama az kaldı."

"Sikeyim." Sessizce söylendim. "Az kalmıştı." Hızlıca oturduğum yerden kalkıp ellerimi yıkadım ve dilediği gibi tuvaleti oda arkadaşıma bıraktım. "Prostatını sikeyim derdim ama homofobiksin Peter."

"Öncelikle, iğrençsin. Seni Bay Warwick'e şikayet edebilirim bu söylediklerin için." Banyonun kapısını birden suratıma kapattı. "İkincisi, ağlayarak otuzbir çektiğini- daha doğrusu çekemediğini günlüğüne yazabilirsin."

"Senden nefret ediyorum. Birkaç dakikalığına telefonunu bana verebilirdin!"

Kaç hafta olduğunu bile bilmiyordum. Belki de, kaderimi tanrının eline bırakma zamanı gelmişti. Artık ne zaman, ya da hangi anda olacağını o karar verecekti. Tek umudum, -ben de dahil- gece herkes uyurken olmasıydı.

Uykum olmadığı için ve kafam bir miktar hala aynı alt mevzulara takıldığı için, Zayn'in kapısına vurdum, biraz sert bir şekilde. Oda arkadaşı olan çocuk, bana onun odada olmadığını söylediğinde ve başka bir kapı yine suratıma çarpıldığında gözlerimi yorgunlukla kapattım. En azından, Zayn telefonunu vererek bana yardımcı olamaz mıydı?

Sessizliğin hakim olduğu birinci katta yürüdüm bir süre, sonra kütüphanede ders çalışıyor olabileceğini düşündüm. Aynı sessiz adımlarla aşağıya inip kütüphaneye ulaştığımda ilk başta onu göremesem de, içeride gezinip zar zor rafların arasındaki en köşede, yere çökmüş bir şekilde oturduğunu gördüm. Yanına gittiğimde ise kulaklıklarının takılı olduğunu ve yarı ağlamaklı halini fark etmiştim. "Ne yapıyorsun burada Zayn?"

"Bir şeyler dinliyorum." Dizlerini karnına çekti. Kütüphanede o akşamlığına bizden başka çocuklar da vardı. Ancak onlar bizi duyamayacak kadar uzaktaydı.

"Ne dinliyorsun?" Kulaklığın tekini ondan almaya çalıştığım zaman, buna engel oldu.

"Aslında arkadaşımla konuşuyoruz şu an."

"Üzücü bir şey mi oldu Zayn? Sesin ve görüntün ağlamaklı gibi." Sadece omuz silkti.

"İyiyim, merak etme. Sonra anlatırım." Beni yanında istemediğini belirten her hareketi sergiledikten sonra, onun gibi yerde oturmayı bırakıp ayağa kalktım. Belki de Stan'in yanına gitmeliydim. Bana yardımcı olabileceğini kendisi teklif etmişti ne de olsa.

Ancak, daha iki kat yukarı çıkmadan önce bunu yapamadığımı fark ettim ilk basamakta. Çünkü, Harry'nin odasının yakınına gitmekten tuhaf bir şekilde korkuyordum. Hatta, hislerim için doğru kelime korkmak olamazdı. Belki de, onu yine başka insanlarla görüp kendimi kötü hissettirmek istememiştim yalnızca. Bu yüzden, sadece odama gittim ve soğuk yorganımın tatmin edici rahatlığı arasında uykuya dalmayı tercih ettim. Ancak daha ilk kata bağlanan merdiven zeminini geçip koridora adımımı attığım anda, yanlışlıkla birine çarpmıştım. "Önüne baksana Louis." Bu Ezra'ydı ve bir anda patlayan siniri benden kaynaklanmadığı kesindi. Üst kattan inmiş ve böyle söyledikten sonra arkasına bile bakmadan çekip gitmişti.

Başımı ışıkların üst kattan merdivenlere yansıyan kısma çevirdiğimde, basamakların ortasında durmuş bana baktığını gördüm. Harry beni görünce hafifçe, zoraki bir şekilde gülümsedi ve el salladı. "Hey, n'aber Louis? Yarın derste görüşürüz." Onu okul üniformaları ve forması dışında, ilk kez kendi rahat kıyafetleriyle görüşümdü bu ve, en az benimkiler kadar sıradandı üstündekiler. Harry benim ona cevap vermeme bile fırsat tanımadan kendi katına çıkıp gözden kayboldu o gece. Ve ben de, birkaç dakika önce ne için uğraştığımı tamamen unutup odama döndüm, planladığım gibi.


Sabah olduğunda, her zamanki gibi dersten önce beraber kahvaltı yapıyorken yeniden sorma fırsatı yakalamıştım. "Dün gece kiminle konuşuyordun öyle ağlamaklı? Kız arkadaşın falan mı?"

"Hayır." Zayn gömleğinin üstüne geçirdiği hoodiesinin kapüşonunu kafasından indirmemişti hala, aşağıya indiğinden beri. "Çok yakın bir arkadaşım, burada uyku sorunu çektiğimden beri bana yardımcı oluyor."

"Ve sen de kütüphanede mi uyuyordun? O yüzden mi öyleydi sesin?" Merakla sordum çünkü pek de inandırıcı gelmemişti bu söyledikleri. Onun için endişeleniyordum. Birkaç haftada, ruhen ve fiziksel olarak çöktüğünü yeterince belli ediyordu.

"Oda arkadaşımın hem normalde hem de uykusunda çok konuştuğunu biliyorsun. Ben de kaçtım işte."

"Peki arkadaşının ismi ne?" Çatalıyla tabağındaki bezelyelerle oynamayı bırakıp bana döndü.

"Liam." Sanki daha fazlasını söyleyecekmiş gibi bakıyordu. "Yani, her neyse. Sen neden arıyordun beni? Oda arkadaşım senin dün gece gelip kapıya deli gibi vurduğunu söyledi. Eminim abartmıştır tabii."

"Hiç." Hatırlamak bile istemiyordum bu yüzden hızlıca omuz silktim. Elimde hiçbir şey olmamasının bir sonucu olarak bu sabahki kasık sancılarımın ne kadar acılı olduğunu ona bahsedemezdim. Hatta kimseye bahsetmesem daha iyi olurdu. "Merak etmiştim seni."

"Futbol nasıl gidiyor? Ah, tam da lafın üstüne. Seninki geldi." Zayn gözleriyle yemekhaneye giren Harry ve oda arkadaşını gösterdiğinde hemen bakıp gözlerimi tekrardan ona çevirdim. "Arkadaş falan oldunuz mu yoksa?"

"İstemiyorum." Arkama yaslanıp kollarımı birleştirdim, gözlerim bir süre daha sıraya geçip yemek alırken onları takip etti. "Hayret, biricik sevgilisi yanında değil bu sabah." Sonra bir anda dün gece, Ezra'nın aceleci haliyle karşılaşıp istemeden de olsa ona omuz attığımı hatırladım. "Dün gece Harry ve Ezra kavga ettiler sanırım." Masada ona biraz daha eğilerek konuşurken kullandığım ses tonuna da özellikle dikkat ediyordum. "Senin yanından odama dönerken gördüm. Ezra çok sinirliydi ve Harry de peşinden gidiyordu. Sonra beni gördü ve vazgeçti sanki."

Zayn anlattıklarımdan sonra hafifçe güldü. "Ciddi olamazsın, sence gerçekten kavga mı etmişlerdi?" Başımı hızlı hızlı salladım. "Tanrım burası git gide tuhaflaşıyor." Ve bana, yarın derste görüşürüz demişti. Yalnızca cuma günleri aynı sınıfta dersimiz oluyordu ve Harry, derste hiç beni görmediği ve yanıma gelmediği halde hatırlıyordu bunu. Elbette, Zayn'e kafamı kurcalayan bu detaydan bahsetmedim.

"Bugün dışarıya çıkmayı düşünüyor musun? Malum, cuma günü."

"Belki, sen?" Zayn çatalını bırakıp bana döndü sorumla birlikte.

"Bir sürü ödevim var aslında. Belki sen biraz gezip dışarıda farklı bir şeyler varsa bana da söylersin diye düşündüm." Başımı salladım önerisiyle hemen. İkimizin de yemekleri bitmişti bu yüzden daha fazla geç kalmamak adına bir andan masalarımızdan kalkmış ve bu günlüğüne ayrılan sınıflarımızda, derse girmek üzere birbirimizle vedalaşmıştık.

Her zamanki gibi, kolumun arasına sıkıştırdığım telli kalın bir defterle kızların koridorundan geçiyordum. Burada olmak beni germiyordu, genelinin aksine. Çünkü diğer hemcinslerimin, buraya ne zaman yaklaşsa ağzından akan salyaları tutmakta ne kadar zorlandıklarını biliyordum. Ama en kötü zamanımda bile, bu kadar çaresizliğe düşecek biri değildim. İçten içe kızlar konusundaki ilgisizliğimi biliyor ama, her yerde dile getirmiyordum sadece. Büyük amfi sınıfının kapısından kendimi içeri attığımda, merdivenlerin çok da tepesinde sayılmayacak sırasında oturan Miranda'yı ve yanındaki boş yeri gördüm hemen. Zaten o da, beni bekliyor gibiydi. "Günaydın Louis." Elimdekileri sıranın üstüne bırakıp koridor tarafına oturur oturmaz böyle söyledi.

"Sana da günaydın Miranda." Gergince etrafıma bakındım, sınıf en az geçen seferki kadar karmaydı yine. Birçok erkek, önceki haftalarda uğraşarak elde ettiği kızlarla yasak olmadan konuşmanın keyfini çıkarıyordu. Harry henüz gelmemişti. Hala yemekhanede kahvaltısını ediyor olmalıydı. "Naber?" Sonunda Miranda'ya döndüğümde, saçlarının diğer günlerde gördüğümün aksine örgülü olduğunu fark ettim. Saçlarının hepsi bir arada, arkada duruyordu.

"Her zamanki gibi. Sen?" Elindeki kurşun kalemi sallıyordu sorarken.

"Sanırım, ben de her zamanki gibi." Miranda ikimizdeki saçma durgunluğa gülerken, ela gözlerinin büyük sınıf kapısına çevrildiğini gördüm. Ondan sonra, ben de o tarafa dönmüştüm. Harry ve arkadaşı olduğunu bildiğim Jo, beraber sınıfa girmişlerdi. Joseph devasa amfi sınıfının bize uzaktaki merdivenlerini çıkarken, arkadaşı ondan ayrılmış ve benim tarafımdaki merdivenleri tercih etmişti.

Yanımda durduğunda ise, hiçbir tepki vermeden soğuk tavrımı takınmak için uğraştım. "Louis?" Elini omzuma koydu. Sorarken tuhaf bir ses tonu kullanmıştı. Sanki burada ne halt yediğimi sorar gibiydi. Gözleri benden Miranda'ya gittiği zaman, yaptığından ötürü yüzümü buruşturdum istemsizce. "Yemekhanede neden yanımıza gelmedin?"

Miranda sessizce ikimize bakıyordu. "Görmedim." diye geçiştirmeye çalıştım. Neyse ki, bu soruyu öylesine sorduğu belliydi. Beni geçip Miranda'ya laf atacağını en başından anlamıştım ya zaten.

"Miranda Vasiliki, değil mi? Tenisçi kız." Omzumda duran eli üstümdeki süveter kumaşını her saniye daha da çok sıkıştırıyor ve tüm bunlar Miranda'ya anlamsızca bakmama sebep oluyordu. Daha o anda, Stan'in Harry hakkında söylediklerini düşünüyordum. Hani, Harry asla kızlarla flört etmezdi? "Bir gün seninle maç yapmak isterim. Tabii, biraz tenis oynamayı öğrendikten sonra." Gülerek söyledikten sonra bana döndü. "Görüşürüz Louis. Belki ders arasında kız arkadaşını bırakıp, erkeklerle takılmaya arka sıralara gelirsin."

Sırtıma hafifçe vurduktan sonra tamamen kayboldu yakınımdan. Duyduklarından sonra Miranda'nın da tepkisi tıpkı benim gibi kaşlarını çatarak gergin bir şekilde gülmek olmuştu. "Tanrım, bu neydi şimdi?"

"Sanırım seninle flört etmeye çalıştı." Önüme dönerken gözlerimi devirmeme engel olamamıştım. Arka sıralara doğru göz attığımda ise, Harry'nin oturduğu sıradan hala beni izlediğini görmüştüm.

"Ne? Ona çıktığımızı falan mı söyledin Louis?" Hemen önüme döndüm.

"Onunla konuştuğum bile yok." Can sıkıcı bir nefes verdim Miranda'ya belli etmeden. Konuyu değiştirmek istiyordum. "Her neyse. Bugün dışarı çıkacak mısın?"

"Evet. Oda arkadaşım görmeden kaçmam lazım. Gittikçe alıngan biri olmaya başladı. Ama ondan çok sıkıldım." Derin bir nefes aldı. "Ormanın içinde bir yer biliyorum. Okulun yakınlarında bir yer. Gelmek ister misin?"

Başımı yavaşça ona çevirdim. Tuhaf bir teklifti. En azından betimleme şekli. Yine de hafifçe gülümsedim. "Olur."

"Öyleyse, yemekten sonra arka bahçede buluşalım." Başımı salladım onayımı verirken. "Orayı seveceksin." Kendine kendine gülümseyerek önüne döndüğünde, aklım hala hissettiğim ve arkamda kalan bakışların sahibindeydi.


Kırmızı tutamları banyomuzdaki kime ait olduğunu bilmediğim saçma bir tarakla iyice arkaya attım ve berbat görüntüme rağmen moralimi bozmamaya çalıştım. Aslında, bir an önce gerçekten dışarı çıkıp saç boyası almalıydım. Ayrıca kapanmaya başlayan piercing delikleri için işe yarayan bir krem de bulmam gerekebilirdi. Ancak Alex'e sorduğumda, bunun yanlış anlaşılmaya sebep olacağını ve girişteki kontrolde asla izin vermeyeceğini söylemişlerdi. Yine de surat asmamaya çalıştım hazırlanırken. Uzun bir zamandan sonra ilk kez, bavulumda getirdiğim kıyafetlerimden birini giyebilecektim.

Siyah deri ceketimin ceplerine soktum ellerimi. Mermerden yapılma geniş merdivenleri inerken tuhaf bir gerginlik vardı üstümde. Sanki bu saçma okuldaki herkese, aslında olduğum kişiyi ilk kez gösteriyordum ve bunu ne kadar istediğimi bile bilmiyordum. Herkes bana bakıyor gibi hissetmiştim bir an. Bu tuhaftı. Çünkü böyle olmadığını biliyordum. Arka kapıdan hızlıca çıktığım daha ilk anda, ağaçlarının arasında kendisi için seçtiği alanda beni bekleyen Miranda'yı gördüm. Üzerindekilere dikkat etmemiştim o an o kadar da. Ama pantolon ve ceket konusunda benden pek de farklı sayılmazdı.

Okulun ormana açılan alanına doğru giderken ikimiz de sessizdik. Uzun bir süre, sanki ikimiz de bir zaman sonra sakinliğe ilk kez kavuşmuşuz ve bunu bozmak istemiyormuşuz gibiydi. Yine de, sabırsızca konuşan ilk ben olmuştum. "Bu okulun gittikçe tuhaf bir yer olduğunu düşünmeye başladım. Haftalardır telefonumu alamadım."

"Futbol takımından memnun olduğunu zannediyordum." Aniden durup alçak ağaç dallarının birine yaslandım. Miranda da o zaman durdu.

"Evet. O konuda her şey iyi gidiyor. Ama demek istediğim, insanlar tuhaf. Hem burada zaman öldürmemiz çok saçma değil mi? Ne olacak ki her şey bittikten sonra?" Miranda uzun sorularıma dayanamayıp yürümeye devam etti. "Mesela sen? Üniversiteye mi gideceksin sahiden?"

"Milli takıma seçilme ihtimalim var." Böyle söylediğinde derin bir nefes verdim.

"Milli takım, Kraliyet Korosu..." Kendi kendime mırıldandım. Miranda yeniden bana döndü. Son söylediğimi duymamıştı neyse ki. "Ben de, milli futbolcu mu olacağım yani? Bu yüzden mi yazıldık bu okula? Sahiden bir meslek edinebilmek için mi? Ben ehlileştirilmek için zannediyordum."

"Burası ceza evi değil sonuçta Louis. Okul." Miranda güldü. "Bazen ceza evi gibi hissettiriyor, haklısın." Yeniden yürümeye başladığında onu takip ettim. "Sonuçta burada olmamızın bir nedeni olduğu gibi, bir sonucu da var. Herkes yaramaz olduğu için gelmedi ya da geri zekalı olduğu için de. Mesela sen neden geldin? Derslerin çok mu kötüydü yoksa hayırsız bir evlat mıydın?"

Miranda'nın sıraladığı tüm sıfatlardım aslına bakılırsa. "Sanırım en sonuncusu. Söylediklerinin tümünü kapsıyor."

Önden ilerlerken, su birikintilere basmayıp üstünden atlamaya özen gösteriyordu. Sonunda beni ağaçların gökyüzünü kapatıp ışığı kırmadığı açık bir alana getirdiğinde, derin bir nefes aldım. İnce ince akan bir nehir, hemen ayaklarımın ucundaki toprağın bitiminin aşağısında kalıyordu. Miranda nehir kıyısı boyunca yürüyüp kendisine oturacak bir taş bulunca bana döndü. Oturmam için eliyle yanını gösteriyordu. "Okulun kötü çocuğu olduğunu biliyordum. Buraya gelmeden önce zorba mıydın Louis?"

Sorusuyla istemsizce güldüm. Hiç geçmeden, cebinden bir kutu çıkarttı. Ne olduğunu anlamasam da, sigaraları görünce şaşkınca ona döndüm. Hala okul alanının içindeyken, gerçekten içmek mi istiyordu? İçinden önce kendisi için aldı. Ateşlemeden önce bana da başka bir dal uzatmış ve benimkini, kibritlerle tüttürdüğü kendininkinin ucuyla yakmıştı. "Ya sen Miranda Vasiliki?" İkinci kelimeyi çıkarmakta zorlanınca güldüm. "Nerelisin sen? Rus falan mı?"

"Vasiliki benim ikinci adım. Yunancada soylu anlamına geliyor, aynı zamanda büyükannemin doğduğu kasabının ismiymiş." Sigarasını uzunca içine çektikten sonra karşısındaki manzarayı seyre daldı anlattıklarının arasında. "Miranda'nın ise, Shakespeare'in kendi oyun karakteri için türettiğini biliyor muydun? Mucize'den (Miracle) geliyor." Gülerek bana döndü sonra.

"Bana sorma. İsimlerimin anlamlarını bilmiyorum." Omuz silktim. Birkaç saniye yine sessizlikle geçmişti. Sigara içerken ister istemez yine kafama takılıp duran düşünceler başıma üşüşmüştü.  "Sanırım bu okula bir türlü ısınamayacağım Miranda." Gözlerimi söylemekte tereddüt ederken ona kaydırdım. "Erkek bloğunda bazı tuhaf dedikodular dönüyor."

"Onları kafana takıyorsan, kızlarda çıkanları duymaman senin ruh halin için daha iyi olur." Miranda beni ciddiye almazken gülüyor ve sonuna geldiği sigarasını üstünde oturduğumuz taşta söndürüyordu.

"Mesela, geçen günlerde erkek bloğunda eşcinsellerin olduğunu ve odalarda rahatça..." Son anda söylemekten vazgeçip tepkisini izlemeye koyuldum. "Böyle bir okulda bana mantıklı gelmiyor. İlk günü hatırlıyorum, saçma sapan kuralları. Camdan bakmamıza bile izin vermeyeceklerini söylerken, erkeklerin birbirilerine-"

"Bu tuhaf gelecek, biliyorum. Ama bunlar gerçekten bu okulda yaşanıyor Louis." Kollarını birleştirdi. "Geçen sene kız bloğunda iki kız basılmak üzereyken bir tanesi kendini dolaba kilitledi. Söylenenlere göre bayan Muriel onu gördüğünde çırılçıplakmış." Başını iki yana sallıyordu anlatırken, sanki kendisi dahi buna inanmakta zorlanıyordu, tıpkı benim gibi.

"Sonra ne oldu peki? Okuldan atıldılar değil mi?" Sabırsızca ve merakla sordum.

"Hayır tabi ki. Birkaç hafta ceza aldılar, o kadar. Daha öncesinde gece vakti ormanda basılanlar olmuş. Ama onlar hetero olduğu için, o kadar kolay sıyrılamamışlar." Miranda'nın anlattıklarıyla, yüzüm anlaşılmaz bir hal almıştı. Hiçbir bok anlamamıştım. Bu ne kadar da aptalcaydı. "Ayrıca, oda arkadaşım Lauren biseksüel olduğunu söyledi bana ve biraz ürktüm." Miranda aniden bana döndü. "Biseksüelin ne demek olduğunu biliyorsun değil mi?"

"Elbette biliyorum." O an, Miranda'nın oda arkadaşı hakkında homofobik söylemlerini bile umursamamıştım. Ayrıca buraya geldiğimden beri yıllardır bastırmaya çalıştığım hislerin an ve an daha da çok tetiklendiğini söylemek için de asla doğru yeri ve zamanı değildi. Miranda'ya Harry hakkında duyduklarımı anlatmak üzereyken, son anda durdurmuştum bunu. "Peki bunu herkese söyleyecek misin? Oda arkadaşının biseksüel olduğunu."

"Ah, elbette hayır Louis. İspikçiye benzeyen bir halim mi var? Yeter ki ben yokken odama başka kızlar atıp sevişmesin. Gerisiyle ilgilenmiyorum." 

Konuşmamız kısa bir aralığına kesildiğinde, önümdeki sonu gelmeyen yeşilliğe ve sürekli akan su birikintisine bakarken dedikoduları düşünüyordum yine. Stan'in dediklerine tamamen inanmakta güçlü çekiyordum. Çünkü, onun söylediğinin aksine bir şey gerçekleşmişti daha bu sabah. Harry, gözümün önünde Miranda'yla flört etmişti. Belki de, tüm bunların sebebi Stan'in Harry'i kıskanmasından kaynaklıydı. Üstelik, Ezra'yla o kadar da samimi olduğunu söylemek bir hayli zordu. Belki de son bir haftadır sürekli takılıp durduğu kişi kendi oda arkadaşı ve şu bizim yeniler katında kalan mavi gözlü Joseph idi. Miranda'nın anlattıklarından sonra bile onun hakkındaki düşüncelerim değişmiyordu. Kendime bunu inandıramayacağımı biliyordum. Çünkü önce, bunu istemem gerekirdi.


Zayn, odasına gittiğim saatlerde hala ders çalıştığı için, yanında çok duramayıp can sıkıntısıyla Alexlerin odasına geçmiştim. Akşam yemeğine birkaç saat vardı hala. Onları böyle bir günde odalarında bulduğum için şanslı sayılırdım. "Nereye gittin bugün?" Alex yatağında uzanırken elindeki topu durmadan karşıdaki duvara atıp sekmesiyle geri yakalıyordu.

"Etrafta gezindim biraz." Ellerimi pantolonumun cebine sokarak boş duvarın dibinde dikilmeye devam ettim.

"Şu güzel tenisçi kızlaydın değil mi? Onu ağaca yaslayıp parmakladın mı yoksa?"

"Kapa çeneni Alex." Gözlerimi devirdim. Ağzına gelen her şeyi bu kadar kolay söyleyebilmesi hoşuma gitmiyordu.

"Louis kız arkadaşı hakkında konuşmayı sevmiyor." Alex'in oda arkadaşı Owen adındaki çocuk konuşmuştu bu sefer de. Artık susmalarını istiyordum. İkisi de gülmeye devam etti.

"Bugün derste de beraber oturuyormuşsunuz. Harry seni yanına çağırmak için gelmiş ama kızla resmen kucak kucağa durduğunuzu görünce..." Alex devam etmeden önce onu susturmayı başardım, zorlukla.

"Sana bunları o mu söyledi?" Yumruğumu sıktım sinirle. Bunların tümü yalandı çünkü. Ve neden Harry benim hakkımda böyle konuşmuştu?

"Sana telefonumu versem video çeker misin? Bunun için gizlice sana telefonumu verebilirim." Owen yakınımda olduğu için omzuna sertçe geçirdim kendimi tutamadan. Böyle sapık biri olması artık sinir bozucu olmaya başlamıştı. "Siktir ya. Soğuk nevale sürtüklerden farkın yok Louis."

Owen bozularak odadan çıkınca Alex'e döndüm. "Miranda konusunda ağzını açma bile Alex." Masumca teslim olurmuşçasına ellerini havaya kaldırdı.

"Owen azgının teki. Sevgilin hakkında daha düzgün konuşması konusunda onu uyarırım merak etme."

"Sikeyim." Bıkkınlıkla nefesimi verdim. Neden herkes Miranda'yla sevgili olduğumu düşünüyordu? Alex hala Owen'e kızdığımı sanarken, odanın kapısı birden açılınca ikimiz de aynı anda dönmüştük o tarafa. Gelen Harry'di. Onu görünce, sanki bir anlığına az önce söylendiğim konuyu bile unutmuştum. Üstelik, o da en az benim kadar şaşırmıştı beni gördüğüne. Üstünde tıpkı benim gibi kendine ait kıyafetler vardı. Dar siyah bir kot ve salaş duran, açık renkte bir kazak. "Yemeğe çıkıyoruz, geliyor musun Alex?"

"Param yok dostum, Owen'den alacaktım ama az önce çekip gitti." Gözümü Alex'in olduğu tarafa getirdim Harry kapıyı kapatıp içeri girince. "Belki sonra gelirim." Az önce olanların ardından sakince durmaya çalışarak kollarımı önümde birleştirdim ve tüm gücümle Harry'e bilerek bakmamak için gayret gösterdim. Ancak sorusuyla, şaşkınlığımı gizlemek bir hayli zor olmuştu. "Sen bizimle gelmek ister misin Louis? Yemek saatinden önce kaçmamız gerekiyor."

Alex elindeki topla oynamaya geri döndüğünde, tereddütle kapı tarafına döndüm. Harry ellerini pantolonunun ön ceplerine sokmuşken, kendini duvara yaslamıştı ve cevabımı bekliyordu. Yüzündeki ifadeden neredeyse benden çekindiği sonucunu çıkaracaktım ki, daha fazla bekletmemem gerektiğini fark ettim bana olan bakışları sürerken. "Olur."

Hemen gülümsedi ve duvara yaslanık durmayı bıraktı. "Güzel. On dakikaya aşağıdaki çıkış kapısında ol."

O gittikten sonra, neden bu kadar gerildiğimi sordum kendime. Bir yandan da, Ezra'nın da bizimle gelmemesini umdum. Hatta, tek dileğim bu olabilirdi.








y/n: şimdiye kadar ki en uzun bölümm oldu, resmen 3K!!!

Üstelik, biraz Harry ve Louis'in arasını yapma vakti geldi de geçiyor gibi :)) bundan sonraki bölümlerde olacak gizli kaçamak şeylere şimdiden hazırlıklı olunnn ehehe

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top