Ι.Э
y/n: çok seveceğiniz bir bölüme daha hoş geldiniz!!
(eğer 12. bölümü okumadan buraya geçtiyseniz hemen geri dönün)
eminim bölüm bittiğinde sormak isteyeceğiniz konu asla bu olmayacak ama şimdiden söyleyeyim, kendi kültürümden daha çok onlarınkini neden biliyorum hiçbi fikrim yok, ben yanlış yerde doğmuş olmama yoruyorum bu konuyu :D bu bölümde olanlardan sonra vereceğiniz tepkileri çok merak ediyorum.. İyi okumalar!!
◎
Yirmi beş Aralık Noel'le tek alakam, tam olarak bir gün öncesinde annemin karnından fırlamış olmamdı. Çocukken elime zorla verilen uzun kilise mumlarını tuttuğum ilk günden beri, benden hemen sonra doğan İsa veyahut kutlamalarıyla, Noel'le ilgilenmiyordum. Bu bana hep annemin tanrıyla bir olup yaptığı kötü bir şakaymış gibi gelirdi. Bazı zamanlar, doğum günü kutlamama gelemeyip annemi arayan insanlar "Mutlu Noeller" dileyip sonrasında doğum günü dileklerini ilettiğinde her defasında bundan nefret ederdim, yani Noel'le doğum günümü birleştirilmesinden. İsa beni ilgilendirmiyordu, insanlar sırf İsa benden sonra doğduğu için doğum günüm olduğunu hatırlamamalıydı. Ben de bir bireydim, kenara atılmış ve orada unutulmuş bir çorap değil.
Ayrıca doğum günlerini sevmezdim, yılın sonunda doğmuş olmayı da. Ama yine de sevmiyor oluşum değer vermediğim anlamına gelmiyordu. Kendi doğum günüme de, en az diğerlerininkine verdiğim kadar önem verirdim. Büyük bir partiye gerek yoktu ama, içten içe insanların hatırlamasını ve o gün gelip çattığında, etraflarında olduğum için mutlu olmalarını isterdim. Narsistçe miydi? Belki de, öyle olsa bile umurumda değildi. Aslında, beni değil annemi kutlamalıydılar. Sadece beni bu dünyaya getirdiği için değil, bir şekilde hayatta kalmamı sağlayıp bu dünyada on sekizinci yılımı görebilmemi başardığı için.
Tüm bunlara rağmen, öğle arasından önceki ders çıkışında yemekhaneye geçerken bayan Muriel'in adımın hepsini söyleyerek beni çağırdığı hediyeye sevinememiştim. "Annen doğum günün için hediye yollamış. Kurallar gereği sana vermeden önce kutunun içine bakmam gerekti. Mutlu yıllar Tomlinson."
Kaşlarımı çattım sertçe elinden alırken. Bayan Muriel'den de nefret ediyordum. "Burası hapishane gibi olmayacaktı sözde." Sinirle mırıldansam da yaşlı kulakları beni duymamıştı. Peşimden biraz geç de olsa gelen Zayn de benim gibi girişteki masanın önünde durmuştu.
"Bu ne?" Diye sordu ben açılan paketi yeniden açarken. İçinden gümüş renkte bir zincir çıkmıştı. Sanırım annem benim için bir bileklik almıştı. Ortasındaki uzun çelikte de soyadımız yazılıydı. Hediyemi beğenip beğenmemekte kararsız kalmıştım.
"Annem doğum günü hediyesi yollamış." Çöpü bilerek bayan Muriel'in masasına bıraktığımda Zayn şaşırarak beni izliyordu.
"Tanrım, bugün doğum günün mü?" Onun hevesli görüntüsünün aksine, isteksizce başımı salladım. "İyi ki doğdun Louis! Neden daha önce söylemedin?" Konuşurken sarılmayı ihmal etmemişti. İşte bu, biraz iyi gelmişti. Bilekliği avcumun içinde sıkıca tutarak kollarımı omuzlarına sardım.
"Aklıma gelmedi sanırım." Yavaşça ayrıldık. "Neyse ki, annem unutmamış."
"Söyleseydin sana sürpriz hazırlardım." Şakalaşırcasına omzuna vurdum. Buna gerek yoktu. "Yine de, istersen bu gece kutlayabiliriz." Muriel'i göz ucuyla kontrol edip göz kırptı. Odasında gizli gizli sigara içmekten bahsediyor olmalıydı.
"Olur Zayn. Teşekkür ederim." Beni kolunun altına alıp yemekhaneye götürdü. Aramızın eskisi gibi iyi olmasından ötürü mü bilmem, fazla rahatlamış hissediyordum. Zayn sanki, bu okuldaki tek güvencemdi ve o etrafımda yokken her an devrilecekmişim gibi hissederdim. Neyse ki, bu artık söz konusu değildi. Belki de doğum günleri, o kadar da kötü bir fikir değildi.
◎
Planladığımız gibi, akşam yemeği saatinden sonra ikimiz de Zayn'in odasındaki en güzel köşeye yerleşmiştik. O günlüğüne, cam pervazına oturup muhteşem karlı manzarayı izlememe izin vermişti. Sigaraları yakarken en az öncekilerde olduğumuz kadar dikkatliydik. Oda arkadaşı içeride değildi, nereye gidip durduğunu yalnızca tanrı biliyordu Zayn'in dediğine göre. "Peter o kadar da kötü biri değil."
"Bu da nereden çıktı? Arkadaş mı oldunuz yoksa ben yokken?" Sigarayı dudaklarımın arasından çekip gülerek sordum.
"Evet. Tam olarak öyle oldu. Birkaç hafta önce, seni arayıp bulamamıştım okulda. Odana geldiğimde de Peter vardı. Biraz konuştuk. Başta soğuk biri olduğunu düşünüyordum ben de, ama gayet anlayışlı biri." Ciddi misin, bakışlarımı ona yollamaktan çekinmedim.
"Birincisi, Peter homofobik. İkincisi, katolik olmasına rağmen sapık gibi gizli gizli Miranda'yı izliyor."
"Hepimiz burada bir şeylere sarıyoruz delirmemek için sonuçta. Bir kızdan aşırı hoşlanmasında neye inandığı sence önemli mi?" Konuşmak istemediğim konulara girince çekilircesine omuz silktim.
"Peter umurumda değil. Ona ne zaman iyi davranmaya çalışsam beni tersliyor." Can sıkıntısıyla camın etrafını çevreleyen pervazın tepesine dokunmaya çalışırken, bir anda kapı çalmaya başlamıştı. İkimiz de hızlıca sigaralarımızı söndürmek zorunda kalmıştık. Ben camı açıp tüm kanıtları ortadan yok ederken, Zayn de kalkıp odasının kilitli kapısını açmıştı. Geleni başta görmedim, ta ki Zayn çekilip bana eliyle işaret yapana kadar. Kapıdaki kişi Stan'di. Onu gördüğümde ister istemez suratımdaki tüm kaslar gerilmişti.
"Hey, Louis." Zayn aramızdan çekildikten sonra kapı pervazına yaslanıp kollarını birleştirdi. Hiçbir şey demeden söyleyeceklerini bekledim. "Odanda olmayınca, şu çok zeki oda arkadaşın bana burada olabileceğini söyledi. İkinci tahminim de yanımdaki odaydı." Yine her zamanki gibi iğnelemesini de yapmıştı.
"Artık oraya gitmiyorum." Gözlerimi devirerek omuz silktim.
"Arkadaşları da kendisi gibi sikin teki olduğu için mi?"
"Ne istiyorsun Stan?" Kısa kesmesi için hızlı konuştum.
"Hiçbir şey. Sadece, doğum günün kutlu olsun." Cebinden çıkarttığı çikolatayı bana uzattı. "Şimdilik bununla idare et."
Kaba olmamak adına, çikolatayı aldım. Neden böyle bir şeye gerek duymuştu, o an pek de anladığım söylenemezdi. "Teşekkür ederim ama nereden biliyorsun?"
"Bayan Muriel'in masasındaki renkli çöplerden. Sorduğumda doğum günün olduğunu söyledi." Duruşunu düzeltip sırıttı.
"Bu biraz garipmiş." Yüzümü buruşturdum anlamsızca. Neden yaşlı bir kadının masasını inceliyordu ki?
"Ayrıca birkaç hafta önceki şey için... Üzgünüm." Yine kendini beğenmiş bir tavırla konuştu, üzgün olduğunu söylerken kolunu kapıya yaslayıp bana yaklaşmıştı.
"Üstüme çıkman." Onu tamamladım. "Özür dilemek için sence de geç kalmadın mı?"
"Aslına bakarsan üzgünlük duymadım. Çünkü istemeden oldu ve sonradan kaba olduğunu fark ettim." Nefesini verip sonunda kapıdan uzaklaştı. "Sonuçta Pike'ı duydun. Bu hep olan bir şey. Tekrardan mutlu yıllar ve şimdiden Mutlu Noeller."
"Sana da, Stan." O gider gitmez kapıyı kapattım.
Zayn eski yerinde beni bekliyordu. "Neyden bahsediyordu?"
Ona tüm bu meseleleri anlatmak yerine sadece iç çektim. Üstelik, birine anlatamayacak kadar benim için gittikçe utanç verici bir hal almaya başlamıştı. "Önemsiz bir şey. Antrenmanlarda sakatlanmıştım. Ondan bahsediyordu."
◎
Noel kutlamaları, sabahın çok erken saatlerinde başlamıştı Hawksmoor'da. Tüm öğrenciler aynı vakitte uyandırılmış, kahvaltı saatinden önce herkesin hazırlanıp arka bahçedeki büyük kiliseye inmesi istenmişti. Zayn aramızdaki tek şanslı olandı, çünkü tüm bunlar olurken farklı bir inanca sahip olduğu için hiçbirine katılmak zorunda değildi, hatta en güzeli tüm gün uyumaya devam edebilirdi. Onun için, Yirmi Beş Aralık'ın hiçbir önemi yoktu.
Koridorun en sonundaki ikinci oda olarak, diğerlerinden daha geç çıkmıştık koridora Peter'la. Büyük merdivenler tüm öğrencileri karşılarken, üst kattan inen onca insan arasından Harry'i buldu gözlerim. Stan'i ya da Hadrian'ı görmeden. Beni görür görmez, hemen gülümseyerek gamzesini göstermişti. Tebessüm ettim, gözlerimi önüme çekmeden hemen önce.
Farklı ışık ve mumlarla aydınlatılmıştı büyük kilise. Noel için günler öncesinden hazırlanmış, büyük bir çam ağacı dahi getirilmişti. En az o da, kilisenin taş duvarları kadar süslenmişti. İçerisi aydınlatmalar sayesinde resmen parlıyordu sanki, sabahın bir vakti değil de geceymişçesine. Perdeler bilerek sonuna kadar çekilmişti. Bizden önce gelen tüm kız öğrenciler kilisenin bir tarafındaki tahta banklara oturmuştu. Girişte bizi bekleyen ince mumlarımızı aldıktan sonra öğretmenlerin söylediği gibi, sırasıyla yerimize oturduk. Ortalardaki uzun bankın en sonuna kalmıştım. Bir ön bankta yan yana oturmuş, Alex, oda arkadaşı Owen ve onların yanında da Ezra ve Ernest'i görebiliyordum onlar beni görmese dahi. Harry ise, hemen arkamdaki bankta olsa da, uzak çaprazımda kalmıştı. Onca insanın dikkatini çekmemek adına hemen önüme döndüm.
Konuşmak için önce platforma müdür Warwick çıktı. "Sevgili Hawksmoor öğrencileri. Tanrı'ya şükür ki, bu güzel sabaha uyandık ve birlikte bu kutsal binada Noel'i kutlamak için bir araya geldik. Emin olun ki aileniz, biz öğretmenleriniz sizinle gurur duyuyoruz. Yüce Tanrı ve İsa'nın da aynısını hissediyor olmasını dileyelim. Hepinize Mutlu Noeller. Unutmadan, akşam hepiniz tiyatro oyununu izlemeye davetlisiniz." Ne konuşmaydı ama, sanki az sonra kendisi için oy isteyecek gibiydi. Etrafımda şaka yapıp dalga geçebileceğim kimse olmadığı için iç çektim. Bay Warwick'ten sonra, bu kiliseyle ilgilenen okulun papazı çıkmıştı küçük sahneye, iki kız öğrenciyle birlikte. Söyleyeceğimiz ilahinin ismini andı önce, hepimizin katılmasını istediğini falan dile getirdi. Sonra herkes, hep bir ağızdan ilahiyi söylemeye başladı. Uyum sağlıyormuş gibi gözükmek için sadece dudaklarımı oynatmıştım.
İlahilerin arasında, her Noel'in olmazsa olmazı inançla ilgili konuşmaları yapmayı es geçmemişti elbette papaz. Ve bunu dinlemek, ilahi söylemekten bile daha sıkıcıydı. Ahiret hakkında konuşmaya başladığında, başka dünyalara dalmadan önce elimde tuttuğum yarısı erimiş uzun muma baktım. Nasıl yandığını ve küçük bir rüzgarla öteki tarafa savruluşunu izliyordum. Sonra, yavaşça Harry'e bakmak için kaldırdım başımı. Ona döndüğümde, papaza odak kesilmiş herkese rağmen, bana baktığını gördüm. Gözlerimi hemen ondan çekmek istemiyordum hiç, bu nedenle öncekilerin aksine uzun uzun onunla bakışmaya devam ettim. Saniyeler geçtikçe, yüzümüzdeki gülümseme belirginleşir hale gelmişti. Sırıtmaya başlamadan önce ancak dönebilmiştim önüme.
Tekrar ilahiler başladı. Hikayeler anlatıldı ve dualar edildi. Kilisedeki Noel kutlaması bittiğinde mumlarını papazın önündeki tepsiye dizme önceliği kızlardaydı bu yüzden bir süre oturduğumuz yerde beklememiz gerekmişti. Etrafımda olup bitenlerden alakasız bir şekilde mutluydum ve yanımda oturan Peter, tamamıyla Noel'den kaynaklandığını sanıyordu.
"Mutlu Noeller." Her öğrenciye aynı cümleyi tekrar ediyordu papaz. "Mutlu Noeller." Benim sıram geldiğinde de aynı şeyi söyledi. Hala yanmakta olan mumu düzgünce bırakıp ona döndüm ve gülümsedim. "Mutlu Noeller peder."
Adam bana bakıp gülümsedi, içimdeki heyecanın sebebinden habersizce.
◎
Oda arkadaşımın haftalar öncesinden bahsedip durduğu ve bugün müdürün kilisede söylediği oyun için o kadar da sabırsızlandığım söylenemezdi, ama Miranda'yı izlemek keyifli olacaktı. Son bir haftadır rolüne çok çalıştığını biliyordum. Üstelik, bu okulda tiyatro kulübünün olduğunu da daha bu ay öğrenmiştim. Her alanda olduğu gibi, Harry'nin buraya da dahil olmaması garipti açıkçası. Yemekhanede süslenmiş ağaçların birinin yanındaki masada otururken Alex bunu söyleyerek Harry'le dalga geçmişti hatta. "Eğer müdüre söyleseydin seni oynatır mıydı sence?"
Kafasına geçirdiği kırmızı yılbaşı şapkasının ponponuyla oynuyordu. Akşam yemeğinden önce herkese dağıtılmıştı. "Hiç şüphesiz." Sandalyesinde arkasına yaslanıp, karşısında oturana yani direkt olarak bana baktı. "Beni çok seviyor."
"Dostum, sınavlardan geçersek tatilde bilgisayarları alabiliriz." Jo, elini Alex'in omzuna koyarak heyecanla hatırlattı kendi konuşmalarının ortasında. "Bu piçlerin bilgisayarı geçen seneden beri var tabii. Endişelenmelerine gerek yok."
"Bir saniye, siz tatilde burada mısınız ki? Eve gitmeyecek misiniz?" Hadrian'ın açtığı konu dikkatimi çekmişti. Dikkatle dinlemeye başladım.
"Gidip ne yapacağım ki? Arkadaşlarım burada sonuçta." Alex halinden mutlu bir şekilde kollarını birleştirdi gülümseyerek.
"Ben kesinlikle eve döneceğim." dedi Jo.
"Ben de." Hadrian ona katıldı.
"Ya sen Harry?" Alex topu Harry'e atmıştı. Herkes merakla onun cevabını bekliyordu.
"Bilmiyorum, sanırım burada kalacağım ben de. Sonuçta, bir daha Hawksmoor'da rahatça geçirebileceğim başka tatilim olmayacak." Konuşurken masanın üstünde duran, yemekten sonra yapılan kutlamalardan kalan yaldızlı kağıtla oynuyordu parmaklarıyla dalgınca. Sonra, gözlerini belli belirsiz bana getirip hemen kaçırdı. "Ya sen Louis?"
"Konu açılıncaya dek tatil olacağını bile bilmiyordum." Hepsiyle birlikte güldüm. "O zaman gelince karar veririm." Harry duyduklarıyla dudaklarını hafifçe sola büküp masada oynadıklarına geri dönmüştü. Artık, tepkilerini izleyip yorumlamak için saatlerce düşünmeye ihtiyaç duymuyordum ve bu hoşuma gidiyordu.
"Oyun başlamak üzere, hadi kalkın." Alex birden sandalyesinden zıpladı. "Üç Meryem'i izlemek için can atıyorum resmen. Sizce bu etik mi?"
"İğrençsin." Harry peşinden gittiğinde, ben de kalktım.
"Kesinlikle." Hadrian ikisinin arasına girip kollarını omuzlarına yaslamıştı. Jo ve bense arkalarından onları takip etmiştik.
Akşam olduğunda, farklı şekilde hazırlanmış kilisenin içindeydik yeniden. Bu sefer platform herkesin rahatça görebileceği şekilde daha da yükseltilmiş, büyük ve renkli çam ağacı dikkat dağıtmaması için giriş kısmına konulmuştu. Sabahki gibi, tahta bankların arasında uzun bir hol oluşturmuştu ki bu kızların ve erkeklerin yeniden ayrı oturması gerektiğini söylüyordu. Aynı düzen söz konusuydu. Sadece, bu sefer arkadaşlarımızın yanında oturma şansı tanınmıştı. Arkadaşlarına göre en son oturan Harry, benim için Zayn'le arasında bir boşluk bırakmıştı. Hemen büyük bir istekle oturdum ben de. Üstelik, Zayn'in tiyatro izlemek için de olsa kiliseye gelmesine şaşırmıştım. "Hey, neden geleceğini haber vermedin?" Büyük gürültünün içinde, beni duyması için ona yaklaşarak sordum.
"Benim için de sürpriz oldu. Herkes eğlenirken, odamda oturmak ilk defa sıkıcı geldi." Cümle bitiminde hafifçe tebessüm etti. Onu burada gördüğüme mutlu olmuştum gerçekten de, itiraf etmeliydim.
"Doğru kararı vermişsin." Önüme döndüm. Sahne hala kadife kırmızı perdelerle kapalıydı. Büyük kilisedeki öğrencilerin tümüne göz attığımda, neredeyse herkesin şapkası başındaydı. Neyse ki oyun, birkaç dakika içerisinde başlamıştı.
Miranda sahneye Mary Magdalene olarak çıkmıştı. Kostüm olarak üstüne sarılan krem rengi çarşaflara tek başına bakınca gülünçtü ama oyunu öyle iyi oynuyordu ki, kıyafeti hiç de göze batmıyordu. Sanki, hepimiz eski dönemlerden bir günü izliyormuşçasına doğal oynuyordu karakterini. Diğer oyuncuların hiçbirini tanımasam da, konusuna rağmen oyunu izlerken zevk aldığım söylenebilirdi. Belki de asıl sebebi, Harry'nin yanımda oturuyor oluşuydu. Bazı saniyelerde, sabahki gibi dönüp ona bakmayı dileyip asla cesaret edememiştim. Bu kadar yakınımdayken, olmuyordu. Tek yapabildiğim, göz ucuyla kucağında tuttuğu ellerine bakmak olmuştu bazen.
Kısa süren oyundan sonra kilisede büyük bir alkış koptu. Bizim çocuklar bile oyunu çok beğenmişti ki diğer insanlar gibi hepsi ayakta alkışlamıştı. Ben de onlara katılmıştım elbette. Yakın arkadaşlarımdan biri oynadığı için, garip bir şekilde gururlanmıştım sanırım. Zayn de benimle aynı görüşteydi. "Miranda'nın gerçekten oyunculukta yeteneği varmış."
"Bunu ben de bugün öğrendim." Gülerek alkışlamaya devam ettim. Oyuncuların hepsi sahneden inmeden önce el ele tutuşarak selam vermişlerdi. Sonrasında sıra, zencefilli kurabiyeleri dağıtmaya gelmişti elbette. Herkes birer tane almak için sıraya girdiğinde biz aynı bankta bekliyorduk. Bir süredir sessiz olan Harry'e döndüm o zaman. "Oyunu beğendin mi?"
"Bana biraz sıkıcı geldi." Yukarı baktı. "Alınma ama." Bana değil, tanrıya söylediğini sonradan anlayıp güldüm.
"Buradaki olanaklar için gayet iyiydi bence." Zayn konuşmaya dahil olduğunda ona katıldığımı göstermek için başımı sallıyordum.
"Orası kesin. Ama başka bir oyun seçebilirlerdi. Mesela İsa'nın doğduğu geceyle alakalı. Ölüp dirildiği günle alakalı değil de. Bugün Noel sonuçta, Paskalya değil." Sessizce eleştirmeye devam ederken kendimi tutamayıp gülmeye devam ettim. Alexler bizden önce kalkıp sahnedeki oyunculardan zencefilli kurabiye almaya gitmişlerdi. Biz de onları takip ettik.
"Mutlu Noeller." Miranda Harry'den sonra bir kurabiye de bana uzattı. "Çok güzeldi Miranda, tebrik ederim."
Tepsiyi rol arkadaşına bırakıp birkaç saniyeliğine uzaklaştığında hala üçümüz de onu izliyorduk. Elinde renkli bir paketle geri dönmüştü. "Yasaklardan dolayı dün bunu sana veremedim. Mutlu yıllar Louis."
Ağzım açık kalmıştı. Yine de, bana uzatılan hediyeyi aldım ve beni bekleyen mütevazi kucaklaşmaya karşılık verdim. Başımızdaki öğretmenlerden biri kaşlarını bariz bir şekilde kaldırınca, anlık sinir olsam da sorun çıkarmamak adına geri çekildim. "Teşekkür ederim, Miranda. Bildiğini bile bilmiyordum."
"İlk tanıştığımızda seni tanıdığımı söylemiştim." Utangaçça güldüğünde, ne diyeceğimi düşünüyordum. İlk defa bu kadar mahcup hissediyordum sanırım. "Oyunu beğenmene sevindim. Mutlu Noeller."
Sırayı daha fazla işgal etmemek adına, diğerleri gibi dağınık bir şekilde kilisenin başka bir köşesine geçmiştik. "Ben kütüphaneye geçsem iyi olur. Biraz ders çalışacağım. Geliyor musun?" Zayn anlamadığım bir gerginlikle sordu.
"Birazdan gelirim." Başıyla onaylayıp kiliseden hızlı adımlarla çıkmıştı.
Harry'e döndüğümde, kollarını birleştirmiş beni bekliyordu. Gözlerimiz buluştuğu anda hiç beklemeden konuştu. "Dün doğum günün müydü? Üzgünüm, bilmiyordum."
"Evet. Sorun değil. Çok sevdiğim söylenemez." Kazağımın kolunu sıyırdım biraz. "Annem bunu yollamış." Ona doğru gösterdiğim zaman, tereddütle koluma dokundu parmak uçlarıyla. Sadece biri, çelik zincire değiyordu.
"Peki ya baban?" Elini yavaşça, sanki mıknatısa karşı koymaya çalışırmışçasına çekti.
"Bırak doğum günümü, bir oğlu olduğunu hatırladığını bile sanmıyorum." Güldüğüm zaman, hala gergin bir şekilde bana bakıyordu. Alex, Hadrian ve Jo geldiğinde de aynısı sürmüştü.
"Biz odaya çıkıyoruz, 'partilemeye'. Hadrian birkaç özel şey getiriyormuş." Alex ikimize bakıyordu. "Geliyor musunuz?"
Tam cevap verecektim ki, Harry ikimizin yerine konuştu. "Üç gün sonra sınavlar başlıyor. Ders çalışsam iyi olur." Başımla onu onayladım. Kilisedeki kalabalık, onlarla birlikte çıkarken iyice azalmıştı. "Bana İngilizce çalıştırma sözün hala geçerli mi Louis?" Sorarken, tüm dikkatim onda olmasına rağmen tahta bankları sıkıca kavrayan parmak eklemlerine bakıyordum. Derin bir nefes alıp gözlerimi ona çevirdim.
"Evet. Çalışmak ister misin?" Başını sallıyordu istekle. "Gerçi çok fazla tekrar yaptığım söylenemez."
"Sorun değil. Sana güveniyorum." Kolunu boylu boyunca omuzlarıma sardı ve avuç içleriyle kolumun en tepesini sıkıca kavradı. O Noel akşamı kiliseden çıkışımız, böyle olmuştu.
Önce, kütüphaneye uğramıştık normal olarak. Ancak Noel gecesi olmasına rağmen öyle kalabalıktı ki, hiç düşünmeden geri çıkmıştık. Zayn acaba kendisine yer bulabilmiş miydi? "Hadrian sizin katta Alexlerle eğleniyordur. Bizim odada rahatça çalışabiliriz." Merdivenlere giderken Harry böyle söylemişti. Durup ne kadar ciddi olduğunu anlamak için yüzüne baktım.
"Peter, çoktan uyumuştur. Şu ara ders çalışmak için hep erken kalkıyor." Yavaşça merdivenlere ilerledim onu geçip.
"Işığı açmamızdan rahatsız olmaz mı? Ya da ders çalışmamızdan." Bu fikrin hoşuna gitmediği belli oluyordu.
"Odamızda gece lambası var, biliyor muydun?" Sonunda ikna olup beni takip etti. Tahmin ettiğim gibi, odaya girdiğimiz esnada Peter uyumak için hazırlanıyordu. Morali bozuktu çünkü sınav zamanı ekstra stres olması yetmiyormuş gibi, tiyatro seçmelerini de kazanamamıştı. Bu yüzden, oyuna dahi gelmemişti bu gece kiliseye. "Peter biz ders çalışacağız."
Hiçbir şey söylemeden yatağına yattı ve bize sırtını döndü. Neyse ki, çalışma masam onun gece lambasının altına yerleştirilmişti. Harry yanıma Peter'ın sandalyesini çekip oturdu. Okumamız için verilen kitabı açtım. Harry her hareketimi takip ediyordu. Başlığı okudum önce sessizce. ODYSSEY. Sonrasında alttaki satırları okudum birer birer. Birilerinden sınavda satırlar arasındaki şiirsellikleri sorulacağını duymuştum ders arasında. Buna çalışmak işe yarayabilirdi bu yüzden. Ona bildiğim kadarıyla kafiye ve redifleri göstermeye, kullanılan sanatların isimlerini öğretmeye çalıştım. Harry'e yeni bir şey öğretiyor olduğum gerçeği beni gereğinden fazla heyecanlandırmıştı. Oysa, ne zaman loş ışıkta gözlerine baksam beni dinlediğinden bile emin olamıyordum. Dikkati ya çok dağınıktı, ya da gerçekten ders dinlemek için gelmemişti.
"Uykun mu geldi?" Diye sorduğumda hemen kendini düzeltmeye çalıştı.
"Özür dilerim, biraz dalmışım. Devam edebiliriz." Arkasına yaslanmayı bırakıp yakınıma geldi. Omuzlarımız ve kollarımız, tıpkı bacaklarımız gibi birbirine değmeye başlamıştı. Yüzü öyle yakınımdaydı ki tekrar nasıl odaklanacağımı bilememiştim.
"Emin misin? Devam etmek zorunda değiliz." Başımı hafifçe ona doğru döndürerek sordum. Çünkü eğer biraz daha döndürürsem, ne olacağını kestiremiyordum ve daha o andan itibaren kalbim zaten yeterince hızlı atmaya başlamıştı.
"Devam etmesek olur mu?" Elimde tuttuğum kalemi bırakmamı sağladıktan sonra, parmaklarını avuç içimden çekmemişti. Elini sıkıca tutma ihtiyacıyla dokundum parmak uçlarına. Saniyeler sonunda elini tuttuğumda, yüzü görüş açıma girmek için uğraşıyordu. Hızlanan nefesimi kontrol etmek hiç bu kadar zor olmamıştı.
Elini tutmaya devam ederken, kendime gelebilmek, bu anın sonunda gelip çattığına kendime inandırabilmek için gözlerimi duvarda bir yere kilitledim ve dudaklarımı sıkıca birbirine kapattım. O esnada, Harry'nin saçlarını yüzüme değdiğini hissedebiliyordum. Baş parmağıyla ikimizin elini okşuyordu nazikçe. Başı durmadan benimkine yaklaşıyor, sanki tereddüte düşüp geri çekiliyordu. Gözlerimi duvardan alıp önce hala bir arada duran ellerimize, sonra da yanımdaki siluetine getirdim. Başını omzumdan kaldırdığı anda elimi, tutmak üzere çenesine götürmüştüm, onu öptüğümde başını kaçırmaması için. Dudaklarımı büyük duygularla dudaklarına kapattım sonunda, onun dakikalardır yapmaya çalışıp yapamadığının aksine. Bir elim çenesinde, diğer elimse parmakları arasındaydı.
Onu öptüğüm ilk anda, sanki dakikalardır içimizde tuttuğumuz heyecanımız ellerimizden salınırcasına birbirine kenetlenmişti. Öyle sıkmıştı ki elimi, neredeyse bundan cesaret alarak onu daha çok öpmeye çalışmıştım. Dudakları hayalini bile kuramayacağım şekilde ahenkle benimkilerle dans ediyordu sanki. Çekilmeyi bir an aklından geçirmemiş olsa da, çenesinde duran elimden ikimiz de fazlasıyla memnunduk. Beni öpmeyi bırakmasına izin vermiyordum. O da, asla bunu istemiyordu zaten. Bir elini boynuma götürüp beni daha da yakınına çekmek için uğraştığında, çenesine sarılan elim kendini bilmez bir vahşilikle üstündeki kazağına gitmiş ve çekiştirircesine tutmuştu omuzlarından. Öpüşmemiz birden alevlenivermişti. Peter yatağında rahatsızca kıpırdanıncaya dek, fark etmemiştik bile.
Sesi duyduğumda odada üçüncü kişinin varlığını ancak hatırlamıştım. Utangaçça ondan kalan ıslak dudaklarımı yaladım. Göz ucuyla arkamızda kalan Peter'ı kontrol ettim. Neyse ki, her şeyden habersizce uyumaya devam ediyordu. Harry'le göz göze geldiğimizde sessizce güldü.
Tekrar öptüm onu. Hem de, aylardır içimde tuttuğum büyük bir istek ve merakla. Dudaklarımı, pembe derisinin üzerinde farklı noktalara bastırırken ikinciye düşünmüyordum bile. Gözlerimi kapattığımda, sonunda istediğim yerdeydim. Bunun ellerimden kaçmasına izin veremezdim.
O gece lambasının altında, belki de dakikalarca öpüştük. Tıpkı benim gibi heyecanlandığını biliyordum tüm süre boyunca. Dudaklarını benden ayrı tutamadığını da. Ancak, her şeyin bir sonu vardı. "Gitmeliyim." Diye fısıldadı. Kalması için yalvaracak haldeydim oysa.
"Lütfen gitme," diye mırıldandım elini bırakmadan. "Kal."
Bu sefer dudaklarımı öpmek için öne atılan oydu. Ancak, ikna etmek için yaptığını, bunun bir veda öpücüğü olduğunu biliyordum. "Louis." Dudaklarıma doğru fısıldadı ismimi. Boynuma sardığı parmaklarını çekmesi onun için de zor olmuştu.
"Harry." Elini son ana kadar bırakmadım. Kapıya onunla birlikte yürüdüm. Tüm bedenim onun ruhu tarafından ele geçirilmişti sanki. Ayakta durmak bile zor gelmişti o an bana. Kapıdan çıkıp gitmeden önce bir kez daha öptü beni iyi geceler dilerken. Bense, aynı ışığın altında kaç dakika boyunca kapıya bakarak geri gelmesini beklediğimi bilmiyordum.
♫ Hala anlamıyor musun?
Sanırım sana aşık oluyorum.
Artık bana ihtiyacın yok mu?
Sanırım sana aşık oluyorum.
Bu gece, bu ışığın altında,
Sanırım sana aşık oluyorum.
Belki, fikrini değiştirirsin. ♫
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top