Ι.Ч
y/n: öncelikle iyi tatillerrr herkese,
bildiğiniz gibi bu hikayeme oldukça hızlı yeni bölüm atmaya çalışıyorum ve bunda yaptığınız muhteşem ötesi yorumlarınn etkisi çok büyük çünkü motivasyonum ve heyecanımı hep yüksek tutuyorsunuz bunun için sanırım ayrıca teşekkür etmeliyim :'D yeni bölüm ise birkaç gün içerisinde gelecekkk!!
ps., mini spoiler!; bu bölüm, sanırım hikayenin ciddileşip asıl house of cards olduğu ve louisin gerçek yüzünü görmeye başladığımız yer C:
◎
Harry'le ilk kez öpüşmemizin üzerinden rastgele ve sıradan birkaç gün geçtikten sonra, başka bir sabah odanın kapısı sert bir şekilde çalınmaya başlamıştı. "Louis William Tomlinson! Bay Pike öğleden sonraki halı saha maçı için hemen hazırlanmanı, on beş dakika sonra otobüsün gideceğini söyledi!"
"Sikeyim. Bu sabah olduğunu unutmuşum." Kulağımda kalan son kulaklığın tekini de atıp hemen formamı ve spor ayakkabılarımı sırt çantamın içine doldurmaya başladım. Bu sırada Peter, yarınki çok önemli sınavlarına hazırlanıyordu kitaplarını okuyarak ve bol bol notlar alarak. Keşke onunla aynı sınıfta olsaydım. "Bu adil değil." diye mırıldandım. Çünkü, ertesi gün üç farklı dersin sınavı varken okullar arası maç münazarası koymak hangi aptalın fikri olabilirdi ki?
"Merak etme Louis, senin yerine de çalışacağım." Peter sırıtarak konuştuğunda hazırlanmamın ortasında ona ters bakmaktan geri kalmadım.
"Merak etme inek, otlaman için sahadan çimen getireceğim." Aynı ses tonuyla onu taklit ederek söylediğimde kaşlarını çattı. Ancak tüm gün onunla uğraşmaya vaktim yoktu. Bu yüzden hızlı bir şekilde mavi kolej ceketimi üzerime geçirdim. Birkaç gün öncesinde, deniz fenerine giderken Harry'nin üstünde görüşümü hala aklımdan atabildiğimi söyleyemezdim. Üstelik, üstüne son anda bocaladığı parfüm kokusu polar kumaşına sinmişti. Soluk kırmızı saçlarımı saklayacak, Miranda'nın bana noel gecesinde verdiği hediyesi olan gri beremi de kafama geçirdiğimde, hazırdım. Ama yine de son bir kez daha Peter'ı sinir etmek geçiyordu aklımdan. "Doğum günü hediyem nasıl? Miranda Youthall'ın hediyesi." Onu kışkırtmak hoşuma gidiyordu.
"Ne?" Peter ciddiye almadı başta.
Bense kapıya yürüyordum sırıtarak, ona bakmayı halen kesmemiştim. "Evet. Sıkıcının teki olduğun için seninle değil, benimle arkadaş Peter. Tüm gün odanda dua edip kitap okursan, gelecekteki aşklarını da böyle kaybedeceksin." Kapıyı yüzüne kapattıktan sonra onunla dalga geçtiğim için artık daha iyi hissediyordum.
O geceden sonra uyanmak en az uyumak kadar zor olmuştu benim için. Peter'ın herhangi bir ihtimalde bizi görmüş olması bile korkutucuydu bu yüzden onunla konuşmamak adına tüm gücümü kullanmıştım geçen birkaç gün boyunca. Ama neyse ki, ayak ucunda kendisine ait gece lambasının altında öpüştüğümüz o gece derin bir uykuda olduğu için hiçbir şey görmemiş ve bizi duymamıştı.
Oda arkadaşım konusunda her ne kadar rahatlasam da, aynısını asla Harry ve aramızda olacaklar konusunda hissedememiştim. O tür bir yakınlaşmaya girdiğimizden beri, benimle konuşmamıştı. Aslında doğru düzgün bir fırsatımız olduğu da söylenemezdi ya. Antrenmanlar yapılmamış ve beraber girdiğimiz tek ortak ders dönem sonu geldiği için bitmişti. Yemeklerde ne zaman göz göze geldiysek de, yanımızda başkaları olduğundan hemen başka bir tarafa çevirmiştik zoraki bir şekilde odaklarımızı. İşte bu biraz can yakıcı kısmıydı.
Ancak ilk kez Hawksmoor'a ait büyük öğrenci otobüsüne bindiğimde, içimde farklı türden hisler vardı. Üstelik, kapıda beni bekleyen Pike'ın azarlarına rağmen. Gerçekten de tüm takım benim hazırlanıp aşağıya inmemi beklemişti. Koltukların etrafını kapladığı uzun holün başına geldiğimde, derin bir nefes aldım. Bu kadar erken bir saatte gitmemizin nedenini sorgulamak istiyordum ancak otobüs birden hareket edince ertelemenin daha iyi olacağını fark etmiştim. Koltuklara tutunarak yürümeye başladım. Tüm koltukların sadece yarısı dolu sayılırdı ve kapılmış koltuklar ortada bitiyordu. Tam kendime boş bir cam kenarı seçmek üzereydim ki, beni bekleyen çekingen ve bir o kadar dalgın yeşil gözlerinin bana baktığını gördüm.
Kalbimin hızlanan atışlarına rağmen, tüm öğrencilerin en arkasında kalan koltuğa, Harry'ninkinin yanına oturdum. Gerginliğimi belli etmemeye çalışıyordum. "Günaydın." Gülümseyerek söylemişti.
"Günaydın." Oturduğum yerden gözlerimi cama sabitledim. Ellerimse gerginliğini saklama çabasıyla ceketimin ceplerine kaçmıştı. "Gerçekten bugün gideceğimizi bilmiyordum. Sonuçta yılın son günü ve yarın sınavlar var."
"En azından Pike akşamki partiye yetişeceğimizi söyledi." Sessizce mırıldandığı zaman gözlerimi yavaşça onun yüzüne getirdim. "Kaçırmak istemezsin."
Ona baktığım zaman, gecenin karanlık ışığında yüzündeki seçemediğim parlak noktaların güneşin altında bana parladığını gördüm. Cömert gülümseyişini benden saklamayışını, cesurca bana bakan yeşil gözlerini, onu ilk kez öptüğüm o anda yumuşaklığını hissettiğim ve yeniden özlem duyduğum dudaklarının incelişini izledim. Etrafımı çevreleyen güzel kokunun sahibi de, eminim ki yine oydu. Aramızda sessizlik oluşsun, konuşmazken yüzünü benden çevirsin istemediğim için saçma da olsa devam ettim. "Eğlenceli mi?"
"Neyi eğlenceli bulduğuna göre değişir." Korktuğum gibi, başını cama çevirmişti kısa süreli de olsa. Ben de o sırada bana gösterdiği kusursuz profilini izlemiştim. "Örneğin, bence bu maça gitmek o partiden daha eğlenceli. O yüzden tadını çıkar." Böyle dedikten sonra gülerek bana dönmüştü. Suratının bu kadar güzel olduğunu geç fark ettiğim için kendime kızmalıydım.
Birkaç dakika içerisinde cebinde birbirine karışmış olan kulaklığını çıkarttı. Birini kulağına yerleştirirken hala onu izliyordum. Sonra ötekini de bana uzattı. Heyecanla alıp, onun tarafında kalan kulağıma taktım.
O diğer bir yanındaki cama döndüğünde, ben de aynı tarafa bakıyordum, aslında bu yolculuğun saatlerce sürmesini umarak. Sadece yanında oturmaktan bile öyle keyif alıyordum ki, hala heyecandan hızlı hızlı atan kalp atışlarımı hissedebiliyordum. Oysa, belki kulağa fazla basit ve klişe gelecek şekilde omzuna başımı koymak, elini sıkı sıkı tutmak istiyordum. Fakat yalnızca, omuzlarımızın birbirine değişiyle yetindim. Çalan şarkıya kulak kesilemeyecek kadar heyecanlanmıştım. Harry elini bakmadan bacağımın üzerinde duran elime koyduğunda ise tamamen gerçeklikten alıkoyulacaktım.
Saniyeler yavaşça akarken, başını da aynı yavaşlıkla bana çevirdi. Biraz önceki neşeli gülümsemesi gitmiş, yerine en az benimki kadar şaşkın bir ciddiyet taşınmıştı. Parmaklarının benimkilere tutunuşu öyle hafifti ki, araba hareket ettikçe sanki eli kucağımdan kayıp gidecekti. O geceki gibi sıkıca ve tutkuyla birbirine sarılmıyordu parmaklarımız. Sanki onun yerine, gizli kaçamak sırlarını paylaşıyorlardı. Gözleri hala üzerimde dururken dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Elini benden çekmemesi için sıkıca tuttuğum zaman, hiç geçmeden başını omzuma koymuştu. Sadece önümdeki anlamsız boşluğa bakmakla yetindim, o anları yalnızca böyle uzatabilirmişim ya da hiç bitmemesini sağlayabilirmişim gibi. Ancak, her şeyin iyi ya da kötü bir sonu vardı.
"Pekala! Toplanıyoruz beyler." Pike'ın en öndeki koltuktan yüksek sesle bağırdığı duyuldu otobüsün ortalarına kadar. Biz de ancak o zaman, kendimize çekidüzen vermiştik. Ellerimiz benden alınan kulaklığından daha hızlı uzaklaştığında yutkunmam istemsizce oldu. "Halı sahada hareketlerinize dikkat etmenizi istiyorum. Hawksmoor Okulu'na yakışır öğrenciler olun. Biliyorum, hiçbiriniz kahvaltı etmedi ve karınlarınız aç. Neyse ki orada sizin için yiyecek bir şeyler ayarladık. Üstünüzü değiştirmeden önce herkes biraz atıştırabilir." Tam arkasını dönüp yerine oturacaktı ki, tekrar aniden bize döndü. "Sakın yanlış bir hareket yapayım demeyin. Bu sizin okul futbol takımından atılmanıza sebep olur. Özellikle takıma katılan yeni öğrenciler bunu unutmasın." O an, normal olarak merakla yanımda oturan takım kaptanına dönmüştüm. Aynı zamanda, Harry'nin tüm konuşma boyunca bana baktığını da tam olarak o an fark etmiştim.
"Merak etme. Pike önlem almayı sever." Bana bakıp gülümsedi. Bense hala birkaç saniye önce yaşananların etkisinden kurtulmaya çalışıyordum.
Bize söylendiği gibi, büyük kapalı sahanın içerisindeki başka bir bölümde bulunan kafeteryayı andıran masaları olan salona geçmiştik Hawksmoor öğrencileri olarak. Tam Harry'le birlikte bir masaya oturmuşken, Pike ona seslendi. "Takım kaptanı, benimle geliyorsun." Bir diğer taraftaki Stan Lucas da aynı yöne dönünce, Pike eklemek zorunda kaldı. "Kuzgunlar'ın Kaptanı, Styles. Halletmemiz gereken şeyler var." Onlar gözden önünden kaybolurken, yanımda yeni birinin varlığını keşfettim. Stan yerinde durmayıp Harry'nin sandalyesine oturmuştu bile.
"Oturabilir miyim?" diye sordu yine de.
Sadece başımı salladım. "Pike neden onu aldı?" Hala gözlerim beraber çıktıkları geniş holün uzak ucuna takılı kalmıştı.
Herkese dağıtılan sandviçlerden iki tane alıp birini bana verdi. "Bilmem, sakso çektirmek için falan olabilir?" Rahatsızca gözlerimi aniden ona çevirmiştim böyle bir cevap verince. "Ne? Kendi arkadaşları da aynı şakayı yapmıyor mu?"
"Ama genelde senin dediklerin gerçek oluyor." Çoktan sandviçinin paketini yırtıp yemeye başlamıştı.
"Demek bana artık inanıyorsun." Omuz silktim. Ezra'nın bana son yaptıklarını Stan'e anlatmak istemiyordum ama eğer öğrenseydi, ne düşünürdü merak ediyordum.
"Sen hala inanıyor musun peki?" Minik bir ısırık aldım ekmeğimden isteksizce. Sorarken neden bir şeyler saklarcasına mırıldanmıştım, bilmiyordum.
Fakat, Stan yine de neyden bahsettiğimi kolaylıkla anlamıştı. "Bu benim için bir inanç meselesi değil ki. Kendi gözlerim ve kulaklarımla doğrulanmış bir gerçek." Gözlerimi devirdim. "Ama, aralarının açıldığı bariz."
Dışarıdan birilerine belli etmesine mutlu mu olmalıydım yoksa üzülmeli miydim, kararsızlıklar yaşıyordum. Harry'nin belli bir zamandan beri Ezra ile konuşmadığı, aralarına mesafe koyduğu barizdi ve bunu ben de biliyordum. Ve tüm bunları, benim için yapıyordu başından beri. Ancak ne olduğunu bilmediğim bir nedenden ötürü, tüm bunlar içimi asla rahat hissettirmiyordu. Gözlerimi kafeteryanın farklı uzak köşelerinde dolaştırırken, halısahayı gören büyük camları keşfettim. Harry okulumuza ait siyah beyaz kaleci formasını giymiş, birkaç yedekle birlikte yeşil alana geçmişti bile. Pike da onlarla birlikteydi. Uzak mesafelere rağmen göz göze gelmemiz, yalnızca birkaç saliseden ibaretti. "Sen fark etmedin mi?"
Cümlesiyle hemen gözlerimi oradan kaçırdım. "Sence ayrıldılar mı?"
Stan komik bir şey sormuşum gibi güldü. "O kadar romantiklerse, elbette ayrılmış olabilirler." Onlar hakkında konuşmasına rağmen, cümlelerinde kullandığı iğnelemeler ve alaycı ton onlara ne kadar kin duyduğunu hissettiriyordu. "Ya da daha basidi, Harry eline alacak başka birininkini buldu."
Ağzımın içinde çiğneyip durduğum lokmayı ağır ağır yutmak zorunda kaldım bu cümlesinden sonra. Her ne kadar doğru olmasa da, Stan'in bu şekilde konuşması tuhaf bir şekilde rahatsız etmişti. Anlık gelen, Stan'le bir şeyler paylaşma fikrinden bile hemen soğumuştum. Birkaç dakika boyunca sadece elimdeki sabah kahvaltıma odaklanmaya çalıştım bu yüzden. "Yapma dostum, maç başlamadan önce bu kadar enerjin düşük olmamalı. Şimdiye kadar sik muhabbetlerine alışmalıydın bu okulda." Ciddi olup olmadığını anlamak için yüzüne baktım. "Benim de çok hoşuma gitmiyor."
"Neden ondan nefret ettiğini anlamaya çalışıyorum sadece." Bıkkın bir şekilde arkama yaslandım.
Stan ise sakince beni izliyordu. "Ondan nefret ettiğimi nereden çıkarttın?"
"Çünkü benimle her konuştuğunda onu kötülüyorsun, Stan."
Cümlemden sonra birkaç saniye garip, gergin bir sessizlik oldu aramızda. Bu süre zarfında, bana bakmayı kesmemişti, tıpkı benim gibi. "Sanırım haklısın. Neden sürekli o moronu konuşuyorsak." Kollarını göğsünde kavuşturup önüne baktı birkaç saniye kendisine düşünmek için vakit tanırken. "Sınavlardan sonra eve dönmeyi düşünüyor musun?" Başımı iki yana salladım. "Ben de." Uzun zamandır ilk defa gülümsediğini görmüştüm ve bu şaşırtıcıydı. Elini sandalyemin arkasına koymasına o an hiç de aldırış etmedim. Çünkü tüm dikkatim, aniden sahadaki yerinden kaybolan Harry'de kalmıştı.
◎
"Herkesin istek şarkısı sırayla çalınacak! Lütfen sırayı bozmaya çalışmayın!"
Müdür Warwick yemekhanede gerçekleşecek çok özel yılbaşı partimiz için büyük bir müzik kutusu getirmişti. Tek sorun, yalnızca bir tane olmasıydı ve bizim de yaklaşık yüz kişi olmamızdı. Aslında uzun müzik sırasına girdiğim söylenemezdi çünkü buradakilere eşsiz müzik zevkimi tattırmaya o kadar da hevesli değildim. Tabii, bu sabah Harry'le otobüste yan yana giderken Radiohead dinletmem istisnai bir durumdu. Bana dinlettiği onlarca Coldplay şarkısından sonra, sanırım bunu kendime bir ödül olarak görmüştüm. "İlk okullar arası maçınız nasıldı? Anlatsana." Zayn elindeki ekşi elma suyunu gözümün önünde sallayarak sordu.
"Aslına bakarsan, benim için iyiydi ama Pike'ın morali bozuldu bu yüzden herkes hiç olmamış gibi davranıyor. Berabere kaldık." Zayn sonunda önümden çekildiğinde, görüş alanıma Harry ve aptal arkadaş grubu girmişti. Yine de dikkatimi dağıtmasına izin vermeden devam ettim. "Pike takım kaptanlığını bana vermeyi düşündüğünü söyledi. Çünkü son golü atmasaydım daha münazaralar başlamadan kaybedecektik. "
"Harry'nin neden suratının asık olduğu anlaşıldı." Başımı iki yana salladım, çünkü tek sebebinin bu olduğu söylenemezdi. Öncelikle, Pike ya beni ya da Stan'i takım kaptanı yapacağını söylemişti. Yani, bir kez daha rakip olmuştuk ama Harry bundan Stan'den daha çok rahatsızdı. Ayrıca kaleciliği inanılmaz derecede kötü oynamıştı. Pike oyunun yarısından sonra yedek kalecinin yerine geçmesini istemişti ki, sonrasında zaten Harry maçı bile izlemeyip park halindeki otobüse gitmişti. Dönüşte aynı yerime otursam dahi, benimle hiç konuşmamıştı. "Peki neden seninle konuşmayıp sadece buraya bakıyor?"
Gözlerim yeniden onca insanın arasında Harry'nin bedenini buldu. Sanki Zayn söyler söylemez bizi duymuşçasına başka bir tarafa dönmüştü. O an, birkaç beden ötesinde yanlarında dikilen Ezra'yı gördüğümde, sinirlenmek için erken olduğuna dair kendime saçma telkinler veriyordum. Bir dirseği, Alex'in omuzlarına yaslanık duruyordu. Alex'in diğer omzunda ise zaten Ezra'nın lanet omzu vardı. Elimde kalan saçma asitli bir meyve suyuyla dolu plastik bardağı kırmamak için zor duruyordum. "Bilmiyorum." dedim sinirle. Bana verdiği o sözden sonra, hangi yüzle Ezra'yı aralarına almalarına izin verebilirlerdi? Üstelik, beni görmezden geliyordu.
"Müziğe ara verin." Kalın sesle aniden kendime geldim. "Hediyesiz bir yılbaşı partisi olacağını mı sanmıştınız?" Warwick'i izliyormuş gibi görünsem de, durmadan Harry'nin arkadaş grubuna bakarken buluyordum kendimi. Eğer, Harry Ezra'ya tek bir kelime ederse dahi kaçırmamak için. "Burada bulunan tüm değerli öğrencilerim için özel bir hediye hazırladım. Hadrian, buraya gel." Hadrian kalabalık yemekhane salonun bir ucundan müdürün durduğu en başa ulaşıp yanına geçti. Müdür ona bir kutu vermişti. "Aç bakalım."
Herkes merakla müdürün herkese dağıtacağı hediyelere bakarken, ben hala Harry'i gözetliyordum. Kolunu Alex'ten sonunda alabilmişti. O da tıpkı diğer herkes gibi oda arkadaşını izliyordu, yüzünde aptal bir gülümsemeyle. Beklediğimin aksine, Ezra bir anda dönüp baktığında aynısını birkaç saniye sonra da Harry yaptı. Tüm sinirimle ikisine bakmaya devam ediyordum. Benim ona baktığımı, Ezra söylemişti Harry'e. Harry hemen gözlerini çekse de, Ezra küçümseyen bakışlarıyla sırıtarak bana bakmaya devam etti kısık gözleri. "Herkesin kalemlerinin üzerinde isimleri yazılı olacak çocuklar, merak etmeyin. İsteyenler gelip alabilir."
Hiç kimse hediyeyi beğenmese de zoraki bir şekilde alkışladılar aralarında müdürle dalga geçerek. Bense büyük bir kinle etrafımdaki herkesi devirip ikisini öldüresiye dövmek istiyordum. Tüm bunlar neden olmuştu? Neden Harry tüm ilgisini üzerimden çekip yeniden Ezra'nın yanında yerini almıştı? Sabah benim elimi tutarken ve omzunu bana yaslarken, ne vardı da şu an onun eksikliğini duyuyordum? Aşk bu kadar hızlı sönebilir miydi? Yanıldığım için öfkeliydim ve öfkemle etrafımdakilere zarar vermeden önce, oradan ayrılmak en akıllıcası olacaktı.
Bu yüzden Zayn'nin yanından ayrılırken, yarınki sınavlardan birine çalışacağımı söyledim. Yalan söylediğimi biliyor olsa da, umurumda değildi.
◎
O gece düşünecek çok fazla zamanım olmuştu ama birini bile ders çalışmak için ayırmamıştım.
Örneğin, Ezra bizi biliyor olabilir miydi? Harry bizi anlattıysa bile, hangi yüzle yanında durup onunla takılabiliyordu ki? Bu ironikti çünkü aynısını benim de bir zamanlar yaptığım söylenebilirdi ama o an bunu kabul etmemiştim. Kabul etmek zorunda da değildim çünkü burası benim dünyamdı. Onların uydurduğu gerçekleri umursamıyordum, kendiminkilerle idare edebilirdim.
Aynı zamanda, Stan'in sabah dediklerini düşünmüştüm. Aralarında romantik bir ilişki yoksa, neden sürekli beraberlerdi? Sadece gizli saklı birbirlerini yalamak, bir ilişkide olmaktan daha kolay olmalıydı, gerçi bu düşünce midemi bulandıran türdendi. Aynı şekilde Harry'nin sırf bana bu şeyleri yapabilmek adına beni elde etmek için uğraştığını düşünmek de öyle. Fakat ne kadar düşünürsem düşüneyim, Harry'nin dengesiz tavırlarının altında yatan sebebini bulamıyordum, veyahut bir anda verdiği sözüne ve bana yaptıklarına rağmen Ezra'yla tekrar bir araya gelmiş olmasına da. Dün geceki hareketi, beni neredeyse ondan ölesiye nefret ettirecekti. Hatta, ona karşı nefretim düşündüğümden fazla uzayacaktı.
Kahvaltıdan sonra birer saat arayla başlayan sınavlarımızı her zamanki sınıflarımızda oluyorduk. Bu da demekti ki, birçok sınava Zayn'le beraber girmiştik. İngilizce ve matematikti ilk ikisi. Öğle arasından sonraki sınav ise vatandaşlıktı ve bu sefer kızların bloğuna gitmemize gerek yoktu çünkü günlerden cuma değildi.
Zayn'le sınıflarımız ayrıldıktan sonra, kendime ön sıralardan bir yer seçtim. Sınavın başlamasına oldukça az bir süre kalmıştı ki, Hadrian aceleyle sınıfa gelip önüme oturdu. Aslında, bu Harry'le tek ortak dersimizdi fakat Harry ortalıkta görünmüyordu. Herkesin sınıflara geçmesinin son uyarısı yapılmasının ardından, nefret ettiğim merakıma yenik düşüp Hadrian'a doğru eğildim. "Harry neden sınava gelmiyor?" Yine ona tanınan bir ayrıcalık herhalde, diye içimden geçiriyordum tam.
"Tanrım. Sikik yirmilik dişlerinin çıkacağı tuttu. Sabah revire gittik, neredeyse ben de onun yüzünden ilk sınavı kaçırıyordum. Ateşi vardı ama ilaçlarla düştü biraz. Hemşire sınavlara sonra girmesini söyledi." Üzgün ve endişeli bir şekilde bana döndüğünde hala donuk bir şekilde boşluğu izliyordum. Üzülmediğimi söylersem kabaca olurdu, biliyordum fakat hislerim bunlardan ibaretti. "Lanet olsun, insan geçmiş olsun diyebilirdi Louis. Diş ağrısının ne kadar kötü olduğunu bilmiyorsun sanırım."
"Sınavı düşünüyordum, üzgünüm dalmışım. Geçmiş olsun dileklerimi iletirsin."
"Yakın arkadaş ya da her ne boksa değil miydiniz? Kendin ilet, aptal." Gözlerini devirerek önüne döndüğünde sakin kalmaya çalışarak yumruklarımı sıktım. Sınav esnasında cevap olarak kafasını kağıdına döksem, en fazla ne olurdu ki?
Nihayetinde, vicdan berbat bir şeydi. Hele de inatla onu dinlemediğinde. Oda arkadaşı Hadrian'ın fikrine ve vicdanımın sesine uyup odasına gitmemiştim. Üzüntüyle, pişman olacağımı bile bile. Üstünden aylar dahi geçse de, boş bir anımda o gün Harry'nin hasta bir halde odasında beni beklediğini düşünerek kendimi üzmeye devam edecektim. Benim uydurduğum bir gerçek olsun, ya da olmasın.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top