Ι.Ι




Filmi başlatmadan hemen önce kendince rahat oturduğumdan emin oldu. Elbette rahattım, sonuçta Harry'nin yatağında, onunla baş başa film izleyecektik biraz sonra. Üstelik, bilgisayarı bir bacağımın üzerine yaslanırken aynı zamanda yanımda duran bir bacağını da hissedebiliyordum. Omuzlarımızdan dirseklerimize kadar üzerimizdeki kumaşlar birbirine değiyordu. Neden rahat olmayacakmışım? Daha gergin bir film izleme anı yaşadığımı hatırlamıyordum açıkçası. Film boyunca kıpırdamamak için öyle direnmiştim ki, dik oturmaktan sırtımın ağrıdığını hissetmiştim. Ama sızlanmıyordum, bu deneyimlediğim en güzel heyecandı.

Filmin ilk bir saatini doldurmak üzereyken tuvaleti kullanması gerektiğini söyleyip bilgisayarı tamamen benim kucağıma bıraktı ve odalarındaki ikinci kapıdan içeri girdi. Ben de o süreçte, daha rahat ve derin bir nefes almakla uğraştım, çünkü neredeyse bir saat boyunca ses çıkartmamak için nefeslerimi bile içimde tutmuştum.

Birkaç gergin nefesimi dışarı salıp yerine temizlerini içime çekerken gözlerimi bilgisayar ekranı yerine odada dolaştırmayı tercih ettim bana az da olsa iyi gelmesi umuduyla. Harry'nin odasının farklı köşelerinde ona ait yeni şeyler bulurum diye inceleyip duruyordum ama dikkatim öyle dağınıktı ki, fazla odaklanabildiğim söylenemezdi. Zaten lavabonun kapısının sonradan aralandığını gördükten sonra, tüm odağımı kaybedip, yenisini kazanacaktım. Harry, duvara asılı aynanın önünde durmuş kendine bakıyor ve ıslak elleriyle yüzünü ovuşturuyordu. Sonrasında dağınık saçlarını çeki düzen vermek için uğraştı parmaklarıyla. Hepsini bir tarafta toplayıp, açıkta kalan mor tutamını işaret parmağına doladı yavaşça. Onu izlerken neden nefes nefese kaldığımı bilmiyordum ancak hemen buna son vermeliydim, yani koşmuşum gibi nefes almaya. "Ne zamandan beri saçını boyuyorsun?"

Harry sesimi duyar duymaz, saçıyla oynamayı bırakıp bana döndü ve duruşunu düzeltti. Cevaplamadan önce yüzünde muzip bir gülümseme belirmişti. "Çok değil." Tamamen açıp hafifçe kapıya yaslandı. "Sanırım bu okuldaki son senemin farklı olmasını istedim."

"Peki neden mor?" diye sordum, çok fazla özele kaçıp kaçmayacağını bilmeden.

Tuvaletin kapısını kapatıp yanıma geldi ve yatakta az öncekine oranla biraz uzağıma oturdu ama bu sayede birbirimize daha kolay bakabiliyorduk. "Bilmem. Senin neden kırmızı?" Öndeki tutamları parmağıyla işaret edip güldü.

"Sadece denemek istemiştim, arkadaşlarım havalı duracağını söyledi." Ben konuşurken arkasına yaslanıp bacaklarını karnına çekmişti. Gözlerinin hala bende olduğunu görebiliyordum. "Ama sen benim aksime onları saklıyorsun."

Gözükmediği halde, düzeltmek istercesine parmaklarını tutamlarının olduğu yere götürdü ve onları kulağının arkasına sıkıştırdı. "Filmden sıkıldın mı?" Gözlerini kısarak sorduktan sonra güldü.

"Hayır, hayır. Sen?" Tıpkı benim gibi başını hızlıca iki yana salladı. Sanki acelesi varmış gibi, hemen yanımdaki yerine geri döndü. Filmi yeniden başlattığımızda, eskisinden daha çok odaklandığım söylenebilirdi ama Harry'nin neden saç konusunun üstünü açık bir şekilde kapatmaya çalıştığını düşünmekle geçiriyordum, ta ki bana ara sıra attığı bakışlarından birini yakalayıncaya dek. Yüzünü bana tam çevirmeden, kaçamak bir şekilde gözlerini bana getiriyor sonrasında hiçbir şey olmamış gibi hemen filme geri dönüyordu. Bu çok tuhaftı, yine de normal durmaya çalıştım. Birkaç dakika geçmeden, zaten odası başkaları tarafından işgal edilince yeterince rahatsız olacaktık, özellikle de ben.

İçeri girerken kapıyı tıklamaya tenezzül bile etmemişlerdi. Ernest, Hadrian ve Ezra ikimizi yan yana film izlerken görünce gülerek girdikleri odanın ortasında dona kalmıştı. "Siz ne yapıyorsunuz burada? Neden kiliseye gelmediniz?" Ezra tek kaşını kaldırarak resmen bana meydan okuyordu ikimize hesap sorarken.

Hadrian bizim yerimize araya girdi. "Harry hasta, unuttun mu? Pike onun özellikle dinlenmesini istedi."

"Eminim dinlenmesini isterken odasında pinekleyip emo arkadaşıyla film izlemesini aklından geçirmemiştir." Elini okul ceketinin cebine sokup sinir bozucu bir şekilde gülmeye başladı.

"Ezra. Kapa çeneni. Eğer üçünüz sessiz olmayacaksanız gidin başka yerde çene çalın. Burada gördüğünüz gibi 'film izliyoruz', sikikler." Harry onlara aldırış etmeden filmde kaldığımız yerden oynatmaya devam etti. Öyle sinirlenmiştim ki kollarımı dolayıp öylece ekrana odaklanamıyordum artık. Özellikle de, Ezra bana bakarak yanındaki arkadaşlarına bir şeyler fısıldayıp gülüşerek çıktıktan sonra. Onu öldüresiye dövmek istiyordum ve sonucunda alacağım cezayı da umursamazdım, yalnızca bu oyunu ona kaybetmek istemiyordum. Ve eğer okuldan atılırsam, kaybetmiş olurdum. Oyunu kurallarına göre oynayıp, bir sonraki hareketimi çok iyi seçmeliydim.


Günler o karmaşık pazar ve pazartesiyi geçip salı gününe eriştiğinde, yine her zaman olduğu gibi birinci matematik dersinden sonra çıkıp antrenmanlara geçmiştim. Diğer herkes gibi, Harry de soyunma odasındaydı. Yani, eğer aramıza giren bir düzine dolabı saymazsak. Aralık ayına yeni girmiş olduğumuzdan, herkes artık sıkı giyinmek zorundaydı. Bu da, siyah şortlarımızın içine aynı renk bir tayt daha ve formalarımızın içine uzun kollu bodyler giymemiz gerektiği anlamına geliyordu. Aslında koşarken çok da fark ettiği söylenemezdi. "Sınavlar yaklaşıyor." Harry bunu söyledikten sonra dolabının kapağını kapatıp hemen yanıma geldi.

"Maçlar da öyle." Birkaç kez önümde esneme hareketi yaptıktan sonra dışarı çıkmak için beni beklediğini belli ediyordu. Soyunma odalarında yalnızca ikimiz kalmıştık. Daha fazla bekletmeden yanına geçtiğimde, yeşil sahaya kadar beraber yürümüştük. Bay Pike'ın bizi beklerken sabrı kalmadığı her halinden belli oluyordu. Çizginin üstünde yerimizi alır almaz, Pike topu sertçe bana fırlattı. "Acele et Louis. Bugün orta sahadasın. Harry kaleye! Donmadan önce oynatın bakalım uzuvlarınızı! Hadi!"

Topu alıp söylediği gibi orta sahaya geçmiştim. Sabah antrenmanın ilk oyununu ben başlatıyorum demek oluyordu bu. Harry kalede durmaktan sıkılmış olmalıydı ama şu aralar Pike aptalı onu sürekli kaleye koyuyordu. Oyunu başlattıktan sonra geri kalanı bir noktaya kadar öncekilerle aynı geçmişti aslında, tıpkı her salı, perşembe ve pazar günü olduğu gibi. Birkaç kişi hatalı oynar, penaltı verilir ve bir gol atılırdı. Ya da Harry topu savurup gol olmasını engellerdi ve onun yerine golü ben atar ve kuzgunlara büyük bir sayı getirirdim.

Kırk beşinci dakikaya gelindiğinde, Pike ara için düdüğünü çaldı. Öyle susamıştım ki yaptığım ilk iş kenarda bıraktığım su şişeme koşmak olmuştu. Oturup suyumu içerken, halı sahada insanların ne yaptığını gözlemleme şansı yakalamıştım o arada. Harry, yine Bay Pike'la konuşuyordu. Muhtemelen o da kaleci olmak yerine benimle halı sahada oynamak için dil döküyordu. İşe yaradığını ise, yaptığı tuhaf sevinç hareketleriyle anlamıştım. Yanıma neredeyse koşa koşa gelip ona kaldırdığım elime koca bir beşlik çaktığında ikimiz de güldük. Hiç sormadan az önce dudaklarımdan çektiğim suluğumu alıp kendi dudaklarına götürdü ve kana kana içmeye başladı. Ona bakarken, kendi dudaklarımdaki ıslaklığı silmem istemsizce olmuştu. Sonra yeniden düdük sesi duyuldu. Hemen ikimiz de yerimize geçtik.

Maç başlar başlamaz, Harry'le paslaşarak topu karşı kaleye götürmeye başladık. Kaç dakika geçtiğini bile bilmiyordum ki, beyaz bir gölge arkamdaki ağırlığıyla beni yeri düşürdü. Her şey öyle hızlı olmuştu ki, o saniyelerde Stan'in arkama geçip tüm bedenini bana bastırarak ittiğini idrak edememiştim. Sadece acıyan avuç içlerimi hissediyor, yere çarpmanın etkisiyle dizlerimin kanadığını falan düşünüyordum. "Louis! İyi misin?!" Maç devam ederken Harry'nin koşarak yanıma geldiğini gördüm. Tepemde olmasına rağmen, çömelip bana elini uzatıyordu. "Bay Pike! Stan faul yaptığı halde neden düdüğünüzle maçı durdurmadınız?" Yere oturmamı sağladıktan sonra koca adamın üzerine yürüdü Harry. Şaşkınca, tüm takımla birlikte onu izliyorduk.

"Ne faulu?" Göz ucuyla yerde oturan bana baktı, sonra Stan'e döndü. Harry sinirden öfkeye dönmüş gibi yumruklarını sıkıyordu.

"Onu tutup itti ve ayağındaki topu aldı." Tane tane ve bastırarak söylüyordu kelimeleri. Stan de kenarda durmuş kollarını birleştirerek sanki hiçbir boktan sorumlu değilmiş gibi, onları izliyordu.

"Öyle olsa bile, sinirlerine hakim olsan iyi olur Harry. Burada bu gibi hatalar hepimizin başına geliyor ama sen ne zaman Stan hata yapsa deliriyorsun." Öğretmeninin azarından sonra dönüp göz ucuyla bana baktı. "Belli ki hala iyileşmemişsin Harry. Biraz kenarda oturup dinlen ve izle. Bak bakalım, bir oyun içerisinde kaç kez faul yapılıyor." Pike onu omzundan tutup biraz sert bir şekilde kulübelere yönlendirdiğinde Harry omuz silkerek elinden kurtuldu.

Birkaç saat sonra anlayabilmiştim, Harry'nin aslında Stan'in yaptığı faule değil de, vücuduma uyguladığı abartı baskıdan dolayı delirdiğini. Ve uzunca bir süre, şaşkınlıktan ağzımı kapatamamıştım.


Okuldaki karşı futbol takımından birinin, hem de bu kişinin bilinmeyen bir sebepten Harry'nin ezeli düşmanı olan kişinin bana herkesin içinde dayamış olduğu gerçeğine canımı sıkmamaya çalışarak geçirmiştim geri kalan tüm günümü. Ve bunu da, odamdan çıkmayıp telefonumla ilgilenerek yapmıştım.

Aslında, çoğunlukla vaktimi Harry'nin sosyal profillerinde geçiriyordum. Ne paylaştığına, ona garip gelen yiyeceklere, sevdiği müzik gruplarına ve takip ettiği insanlara, ailesiyle olan fotoğraflarına, doğum tarihine, nasıl bir evde yaşadığına hatta buraya düşmeden önceki haline bile erişmiştim. Hatta istemeden, Ezra ile aynı karede bulunduğu fotoğraflara da. Neyse ki, çok fazla fotoğrafları yoktu ve onları profilinde sergilemek yerine saçma bir 'arkadaşlar' klasöründe tutuyordu. Buna sevinmeliydim sanırım, sonuçta 'sevgililer' diye de bir klasörü olabilirdi. Eğer öyle bir klasörü olsaydı açmak ister miydim, emin değildim.

Profilinde bir süre daha dolaşmaya devam ettim, belki benimle ilgili olduğunu düşünebileceğim bir şey paylaşmış olması umuduyla. Ancak Harry'nin de Hawksmoor'a geldiğinden beri interneti çok aktif bir şekilde kullandığı söylenemezdi. Sadece önemli günlerde fotoğraf çekilir ya da durum güncellemeleri yapardı. Benim aksime, zamanını önemsiz sahte bir dünyada harcamıyordu o. En son birkaç gün önce, gitarının resmini paylaşıp sevdiği gruplardan birinin şarkı sözlerini yazmıştı. Ne kadar da sanatsal ama...

Yatakta telefonumla yuvarlandığım o anda, birden kapı açılsa da umursamadım. Pazar günleri Peter oda ve kütüphane arasında dolaşmaya bayılırdı sanki beni delirtmekten zevk alırcasına. Fakat odamın içerisinde ikimize ait olmayan başka bir ses duyduğumda, aniden yorganımın içinden sıyrılıp kafamı dışarı çıkarmama sebep olmuştu. Odama gelen Harry'di. "Selam Louis. Yanlış bir zamanda mı geldim yoksa?"

Telefonun hemen yatakta yok olmasını sağlayıp oturur pozisyona geçtim. Hala kapının eşiğinde durmuş, bana bakıyordu. "Hayır, hayır. Sorun değil. Sadece ışığı sevmiyorum."

"Kapatmamı ister misin? Oda arkadaşın nerede?" O hemen sorarken ben de dağınık saçlarımı düzeltmek için çabaladım.

"Buradaydı, kütüphaneye inmiş olmalı. Birazdan gelir." Teklif etmeden önce hafifçe yutkundum. "Neden kapıda duruyorsun? İçeri gelsene."

Başını sallayıp kapıyı tamamen kapattı. İçeri adımlasa da çok fazla yakına gelmeden çalışma masama yaslandı. Gözleriyle hızlıca odayı süzüp hemen beni buldu. "Peter'la aynı odayı paylaşmak zor olsa gerek."

"Onu tanıyor musun?"

Harry omuz silkti. "Sadece başarısını biliyorum. Geçen sene dönemi birincilikle bitirdi." Duvarda asılı duran İsa figürünü biraz daha düzeltti gerek olmadığı halde. Geldiğinden beri çok fazla göz teması kurmuş olduğumuz da söylenemezdi. Daha ilk gelişinden, üstündeki alışık olmadığım gerginliği fark etmiştim. "Bugün maçta olanlar için üzgünüm. Hem Stan'in benim yüzümden sana sataşıp durmasından dolayı hem de..." Cümlesine devam etmek yerine uzun bir soluk verdi masamın kenarına oturmadan önce. Elleriyle oynayıp durduğunu görebiliyordum.

"Kendini suçlamana gerek yok Harry. Bunlar olmadan önce, Stan benimle arkadaş olmak için uğraşıyordu. Hatta.. Ne var biliyor musun? Unut gitsin. Böyle şeyler hep olur."

"Evet ama o kadar saldırganlaşmamalıydım. Kendimi kötü hissettim." Başını pişmanlığını gösterircesine öne eğmişti. "Ben asla öyle kaba biri değilim. Sadece, bilirsin işte. Bir anda kontrolümü kaybettim." Bana kendini mi açıklıyordu, yoksa ben mi yanlış duyuyor, görüyordum?

Hafifçe yutkundum. "Anladım. Sorun değil Harry. Beni koruduğun için teşekkür ederim."

Nihayet, başını kaldırıp gözlerini benimkilerle buluşturabilmişti. Cümlelerimi işittikten sonra yarım da olsa gülümsedi ve masamdan kalktı kafasını sallayarak. "Bunu biliyor olmana sevindim. Artık arkadaşlarımın yanına dönsem iyi olur." Tabii ya, arkadaşların... Nasıl unuturum onların varlığını? Başımı salladım onun gibi. Tam çıkmak üzereyken, kapıda Peter'la karşılaşmışlardı. Peter, odamızdaki yabancıya şaşırsa da değişik bir tepki vermedi. Elinde tuttuğu broşürden ötürü yeterince heyecanlıydı zaten. Hemen bana gösterdi.

"Louis şuna bak. Noel'de sergilenecek oyun açıklanmış ve seçmeler yarın başlıyormuş." Oyunun ismi Üç Meryem'di. Tam da İsa'nın doğum gününe yakışan bir oyun.

"Sen kimi oynayacaksın peki? İsa Mesih'i mi?" Dalga geçtiğimde yırtarcasına aniden kağıdı elimden almıştı.

"Elbette hayır. İsa Mesih mezarda. Ben Melek ya da genç Tüccar'ı oynayabilirim."

"İçimden bir ses bu oyuna sırf Miranda, Meryemlerden biri olacağı için katılmak istediğini söylüyor." Böyle söylediğim zaman Peter kahverengi gözlerini kocaman açtı.

"Sen nereden biliyorsun?"

Bilmişçe sırıttım. "Miranda Youthall benim arkadaşım." Peter sanki söylediklerime alınmış gibi sırtını bana döndü ve kendi çalışma masasına geçti. Yine de pes etmeden, peşine takıldım ve omzunu tuttum. "Peter. Miranda'dan hoşlandığını biliyorum dostum, hem de bu okula geldiğim ilk günden beri." Böyle söyleyince biraz aksi bir tavırla bana baktı. "İstersen, aranızı yapabilirim. Tabii, eğer o da senden hoşlanıyorsa."

"İstemez." Omuz silkti. "Kendi işine bak, moron. Hem senin gibi ezikler ne zamandan beri Harry gibi okulun en havalılarıyla takılmaya başladı?" Omuz silkmekte onu taklit ettim. "En yakın arkadaşın Zayn olduğunu zannediyordum."

"Aynı anda birden fazla arkadaşım olamaz mı? Neden bu okuldakiler buna bu kadar takıntılı?" Ne kadar umursamamış gibi gözüksem de, Peter'ın dedikleri canımı sıkmıştı. "Kıskanç götün tekisin Peter. Zaten dalga geçmiştim. Miranda sana asla yüz vermez. İsa'nla aşk yaşamaya devam et, belki ileride papaz olup sapıklıktan çocukları falan ellersin. Hepinizin sonu oraya gitmiyor mu sonuçta?"

Peter eline geçen ağır eşyalardan birini bana fırlattı refleksle. Karşılık vermek yerine, odadan kaçarcasına çıkmıştım çünkü okuldan atılmak uğruna kavga etmek istediklerim listesinde Peter, listenin içerisinde bile yoktu.





Başka önemsiz bir çarşamba gününe daha geçtiğimizi zannederken ve saat öğlene az kalmışken, öğretmenin görevlendirilmesi sonucunda çıktım sınıftan. Biyoloji dersinde kullandığımız bazı materyalleri, herkesten önce çıkıp kütüphanedeki kilitli dolaplara kaldırma görevi bana verilmişti. Sebebini bilmiyordum ve çok sorguladığım da söylenemezdi. O ana kadar anlamamıştım. Kütüphaneye girip hepsini doğru yerlere bıraktıktan sonra, arkamdaki sesleri işitsem de o kadar önemsemedim. Ta ki, o kişi beni kendisine çevirip olması gerekenden sert bir şekilde duvara vurana kadar.

Ezra, elleriyle omuzlarımı sarmış, güçlü bir şekilde beni duvara yapıştırmıştı. Öyle sıkı tutuyordu ki, kollarımla onu itmeyi denediysem bile başarısız olmuştum. "Sana karşı daha ne kadar yumuşak olabilirim bilmiyorum, ama şunu anla artık Louis. Seni arkadaşlarımın arasında görmek istemiyorum. Kimse seni istemiyor, uzak dur bizden."

Artık dolup taşmıştım. Göğsüne istemsizce yumruğumu geçirdiğimde, bu sefer bileklerimden kavradı. "Anlamıyor musun Louis? Bize göre değilsin, sen eziğin önde gidenisin." Gülerek uzaklaştı hızla. Ne kadar süre geçtiğini bilmesem de, sessiz kütüphanenin içerisinde o iğrenç gülüşünü uzunca bir süre daha işitmeye devam etmiştim. Ve bu sırada da, tuttuğu bileklerimden iğrenircesine ovalayıp durmuştum. Kendime olan sinirimi böyle çıkarıyordum belki de. Farkında olmadan iz yapıncaya dek kendi bileklerimi sıkmaya devam ettim. Gözüm, sadece birkaç uzun dakikadan sonra diğer uca bakan kameraya gitmişti. Piç, beni kameranın görmediği bir yerde resmen tetikte beklemişti sıkıştırmak için.

İçerisi öğrencilerle dolmaya başladığı an, kimseyle konuşmadan hızlıca çıktım koridora. Gideceğim yer belliydi. Müdüre bileklerimin halini gösterip kimi suçlayacağım da öyle. Buradan gitmesini sağlayacaktım ancak başka bir plan, daha çok işime gelmişti onu gördükten sonra.

Bu sefer rol yapma sırası bendeydi. Harry'nin hızla yanından geçip giderken elbette peşimden geleceğini, ne olduğunu soracağını biliyordum. Kolumdan tutarak durdurdu beni. Sınıftan yeni çıkmıştı diğer herkes gibi ama onunla herkesin içinde konuşamazdım. Bu yüzden, daha boş bir sınıfa geçtik ikimiz de. Kapıyı kapattığında benden bir açıklama bekliyordu. "Neler oluyor Louis? Yüzünün hali ne?"

"Hiçbir şey. Sadece derste çok sıkıldım ve bir an önce odama gitmek istedim." Ancak elbette bu açıklama Harry'i tatmin etmemişti.

"Öğretmenden azar falan mı yedin yoksa? Bu yüzden mi yüzün mahkeme duvarı gibi?" Hemen ondan yüzümü kaçırdım. "Beni görmezden gelmeni gerektirecek ne oldu anlamadım."

"Neden önemsiyormuş gibi davranıyorsun?"

Harry şaşkınca bakakaldı. "Önemsemeseydim burada olmazdık Louis."

"O halde, arkadaşlarının benimle sorunu ne bilmiyorum. Ben gidiyorum." Onu geçmeyi denediğimde, elbette buna engel oldu.

"Biri sana bir şey mi dedi Louis?" Kollarımı göğsümde bağlayıp bir şey demedim. "Bana söyleyebilirsin."

"Arkadaş ortamınıza girmek gibi bir çabam yoktu, biliyorsun değil mi? Sadece seninle aynı takımda olduğum için... Her neyse." Okul ceketinin kol paçalarını düzeltmekle uğraştım, ona bileklerimin halini göstermekten kaçınırcasına.

"Louis, bekle biraz." Önce üstte kalan kolumu tuttu ve üzerindeki kumaşı sıyırdı. Gördüklerinden sonra aceleyle ellerimi tuttu ve iki bileğime birden bakmaya başladı. "Tanrım, Louis bunu kim yaptı sana?!"

"Nasıl olsa, ezik bir emonun tekiyim öyle değil mi? Bu okulda kaç kişi birilerini dövüp atılmamıştır acaba?" Böyle söylediğimde, kollarımdaki izi kimin yaptığını Harry anlamıştı.

"Bunu yapan Ezra, değil mi?" Ona bakmadığım bir anda, gözlerim dolmaya başlamıştı. "Louis yemin ederim ki haberim yoktu. Gel buraya." Nerede olduğumuzu önemsemeden beni aniden kollarının arasına alıp sarılmaya çalıştı. "Bunu sana nasıl yapabilir, aklım almıyor. Çok özür dilerim." En sonunda pes etmiş ve kollarımı güçsüzce ona sarmıştım. "Özür dilerim Louis. Tanrım onu geberteceğim. Kendini ne sanıyor ki?" En sonunda kendini susturup, saçlarıma dokunmuştu. Neredeyse, neden sarıldığımızı unutup kendimi tamamen ona bırakacaktım. "Sen iyi misin? Nereye gidiyordun peki öyle sinirli sinirli?"

"Warwick'e olanları anlatmaya." Beni duymasıyla aramıza mesafe girmişti bile.

"Louis, lütfen bunu yapma." Bilmediğim bir anda, elimden tutmuştu. "Biliyorum, bunu fazlasıyla hak ediyor sana yaptıklarından dolayı. Ama eğer bunu Warwick duyarsa, Ezra disiplin cezası alır."

"Onu mu koruyorsun yani?" Sesim kendiliğinden kırgın çıkmıştı.

"Hayır. Emin ol, bu saatten sonra benim arkadaşım olamaz o." Yeniden sarıldı bana. Neden bunu yapıyordu, bilmiyordum fakat sarılmasına karşılık verdim. Sanki bu okula geldiğimden beri, ihtiyacım olan tek şeye ulaşmıştım ve gerisi umurumda değildi. "Hiçbir şeyim olamaz." Kendi kendine mırıldanmaya devam etmişti sarılmamız boyunca bir süre daha.


-


y/n: yazmak için, fazlasıyla sabırsızlandığım bir bölümdü, asıl olaylar şimdi başlıyor diyebiliriz sanırım :D

bir de, yeni bir uygulama keşfettim ki, kim bulduysa umarım onu pişman etmem.. neyse onun sayesinde buradaki bir sürü önemli yan karakterin aklımdaki suratlarını oluşturdum, sizin aklınızda oluşanlara benziyor muuu acabaaa

not: alex, harry'i ve louisi tanıştıran kişi
hadrian, harrynin oda arkadaşı
mavi gözlü jo (louis ona böyle diyor) harrynin yakın arkadaşı
turuncu saçlı ernest, ezra malının oda arkadaşı
miranda ve ezrayı biliyorsunuz zaten:D

bu da louisin oda arkadaşı basık suratlı peter, kenarına köşesine haç çizmeliydim ama olsun siz öyle hayal edin..

diğer bölüme de yoğun istek üzerine kel zayn'in resmi gelecek :D

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top