Ι.Ƽ
Stan Lucas, on dokuz yaşında, cinsel yönelimlerini henüz belirleyememiş düz bir erkekti. Muhtemelen hayatında birkaç kızla yattığı olmuştu ama.
Koyu kahverengi, kısık gözleri ve hemcinslerine göre dolgun dudakları vardı ki- buna özellikle dikkat ettiğim söylenemezdi. Boyu neredeyse benimle aynıydı. Diğer öğrencilerin aksine kumral gür saçlarını arada bir tıraş eder ve onları yalnızca sabahları ve maç öncesi geriye doğru tarardı. Yine de alnı, önüne düşen kalın perçemlerden çoğu zaman gözükmezdi. O zaman ise onları kulağının arkasına doğru kenara atmakla uğraşırdı.
Hawksmoor'a geldiğimden beri ilk dikkat kesildiğim kişi Stan olmamıştı elbette. Hatta o, bu listenin en sonlarında yer alıyordu. Tanışmamız beklenilenden daha geç, fakat çok da garip bir zamanda olmamıştı. İlk kez okul takımına seçilmek üzereyken, futbol kulübelerinde tanışmıştım onunla. O sinirli haline rağmen, bana yine anlayışla davrandığı söylenebilirdi, özellikle de benim ilk baştaki herkese karşı piç ve umursamaz davranışlarıma oranla.
Harry gibi, Stan de iki senedir bu okulun öğrencisiydi. Birçoğumuza göre okulu, kuralları ve tüm işleyişi daha iyi biliyordu. Buradaki insanlar konusunda kendince uzmanlaştığını da düşünüyordu. Büyük binadaki erkekler bloğundaki yalnızca üç tane olan tek kişilik odaların birinde kalıyordu ki bu onu birçok öğrenciden daha prestijli hale getiriyordu. Üstelik, orta sınıftaki bir aileye sahip olmasına rağmen. Aynı zamanda odası en üst katta, Harry'ninkiyle yan yana bulunuyordu.
Başından beri tek başına kalıyor olmasının en büyük sebebi, insanlarla geçinmekte ne kadar zorlandığını biliyor olmasıydı. Söylediğine göre, bu okula gelmeden önceki tek şartı da buydu. Başkalarının söylediği ise üvey babasının onu bu okula zorla göndermiş olduğuydu fakat Stan bu konuyu kimseyle konuşmazdı, tek arkadaşı sayılabilecek benimle bile. Aile sorunlarını dinlemeye pek de bayıldığım söylenemezdi zaten. Yine de, insanları sevmiyor oluşumuz konusunda Stan'le ortak yönümüz çok fazlaydı. Temelinde, insanları yakınına almaktan geri duran, kalabalık arkadaş gruplarından nefret eden biriydi. İnsanlara güvenmez, kendisini kolay kolay açmazdı. Ama, bilmediğim bazı olaylar yaşanmadan önce bir şekilde Harry'le arkadaşlık kurmayı başarmıştı. Şimdi ise, dile getirmeseler de ikisi de birbirinden nefret ediyordu.
Ne olmuş olabilirdi ki? Bilmiyordum. Yalnızca Harry'nin Stan hakkında dedikleri beynimde yankılanıyordu ara ara. Aynı şekilde Stan'in de onun hakkında söyleyip durdukları vardı. Tüm bunlar da beni arada bırakmaktan çok, ikisine de tam olarak güvenemeyeceğim anlamını taşıyordu.
Zaten çok da geçmeden, ikisi hakkında nasıl yanıldığımı görecektim.
Lancashire'da okulun yayıldığı büyük geniş alana kar yağmaya devam ediyordu o günlerde de. Son sınavlar yapılmış, bazı öğrenciler iyi alacağı notlarından emin olarak bavullarını toplamaya başlamıştı. Onlardan biri de Zayn'di. "Yani birkaç hafta boyunca yoksun?" İnce pervaza tüm bedenimle oturmayı başarmışken, Zayn'e değil dışarıda yağan kara bakıyordum.
"Sadece iki hafta." Okuyup bitirdiği kitapları sırt çantasına sığdırmaya çalışırken mırıldandı. "Cehennemden kısa süreli kaçış."
"Sanırım fikrimi değiştirdim."
Buna sebep olan çok fazla olay yaşanmıştı etrafımda. Öncelikle, Harry'le öpüştükten sonra beklediğimin aksine her şey daha da kötüleşir hale gelmişti bu okulda. Bunu her ne kadar henüz Zayn'e anlatmamış olsam da, üzerime yapışan sürekli endişeli halimin farkındaydı. Çünkü nereye gidersem gideyim, kendimi odama kapatsam bile insanlar bana sürekli arkasını dönüyormuş gibi hissediyordum. Harry de bunlara dahildi. Ezra'yla yeniden konuşmak, yapabileceği en aptalca adım olmuştu. "O zaman odana gidip neden eşyalarını toplamıyorsun?" Zayn'in sorusuyla kendime gelmiştim.
"Ya sınavlardan düşük aldıysam?" Kaygıyla sordum. "Gerçekten bazıları berbat geçmişti."
"Bunu döndüğünde düşünürsün. Gidip müdürle konuşmalısın bence." Başımı salladım. Zayn haklıydı. Öncesinde öylesine verdiğim bir karar yüzünden buraya kendimi hapsetmeme gerek yoktu. Harry yüzüme bile bakmazken bu binadan bir an önce kaçmam en mantıklısıydı. Birkaç saat içerisinde müdürle konuşmak için odadan çıktığımda Zayn bavulunu toplamayı bitirmişti.
Zemin katta merdivenlerin arkasında bulunan odasına girmeden önce bayan Muriel'den izin aldım. Bu okula geldiğim aydan beri, ilk kez giriyordum Warwick'in odasına. Sanırım gerginliğimin asıl sebebi de buydu. "Merhaba müdür bey." Dedim çekingence. Büyük masasının üzerinde o kadar çok evrak vardı ki, ilgisi bende değil tamamen onlardaydı. Girdiğimi bile duymamıştı muhtemelen.
"Bana öğretmenim diyebilirsin," Duraksayıp bana baktı. "İsmin neydi?"
"Louis William Tomlinson." Gergince ellerimi önümde birleştirdim.
"Pekala Tomlinson, neden geldin? Bir sorun mu var?"
Derin bir nefes aldım. "Ben de diğer öğrenciler gibi eve gitmek için izin almak istiyordum, efendim."
"Tabii." Böyle deyince erkenden rahatlamıştım. "Ama önce küçük bir kontrol yapmam gerekiyor."
İstemsizce kaşlarım çatıldı. Neyi kontrol edecekti ki? Dönem boyu ne kadar söz dinleyip, dinlemediğimi mi? Önündeki kağıtlardan birini çıkartıp dikdörtgen gözlüğünü kel kafasından gözüne indirdi. Kağıdı incelerkenki ciddiyeti sinirimi bozmuştu. "Belli ki dört dersten geçerli not alamamışsın Tomlinson. Biyoloji, matematik, tarih ve fizik." Notu öylesine bir yere koyup bana döndü. "Bu ne demek, bilmiyor musun?"
Yutkundum yalnızca. "Üçten fazla derste başarısız olanlar, tatilin ilk haftası yapılan telafi sınavlarına kalmak zorundadır. Aksi halde, dönemi tamamlayamaz ve başarısız olursun. Ayrıca tatilde bilgisayarını alma hakkını da kaybetmiş bulunuyorsun."
Dediklerinden sonra ağzım açık kalmıştı. En azından bilgisayarımı bana verebilirlerdi. İki hafta, koskoca okulda tek başıma ne yapacaktım ki? Üstelik herkes giderken bir tek Peter aptalı gitmiyordu. Bu da, ekstra ceza demekti benim için. "B-başka bir yolu yok mu? Sınavlar ertelenemez mi?"
"Bu kendini kurtarma çabalarını sınavlarda gösterseydin ya Tomlinson." Söyledikleriyle birlikte gözlerimi başka bir yere kaçırdım. Bu adam sinirlerimi bozuyordu.
"Bu okulda herkese nazik ve güler yüzlü olmaya çalışıyordum, bana yapılanlara rağmen. Derslere odaklanamamış olmam benim suçum değil." Söylerken öfkeyle yumruklarımı sıkıyordum kendimi bilmez bir şekilde.
"Sana kötü davranan biri mi var Tomlinson?" diye sordu.
Gerçekleri söylemek, dudağımın iki ucundaydı. Ama yapmadım. Ezra'nın ve arkadaşlarının bana yaptığı zorbalıklardan bahsetmedim ve bahsetmeyecektim de, çünkü bu defa da ispiyoncu olarak anılacağımı biliyordum. "Olduğu zaman size söylemeliyim, değil mi?" Gözlerimi yavaşça karşımdaki adama kaldırdım.
"Evet, hem de hemen Tomlinson." Sandalyesinden kalktı. "Kim yapmış olursa olsun, bana gelip söylemelisin. Bu okulda ilk senen ve bilmediğin şeyler var farkındayım." Yanıma yürüdüğü zaman büyük cüssesinden korksam da, yerimde çakılı kaldım ve elini destekleyici bir dokunuşla omzuma koyduğunda odağımı ondan kaçırmadım. "Ancak hayat böyledir. Seni bazen hazırlıksız yakalar. Uyum sağlaman gerekir. Bunları burada öğreneceksin. Senin iyi bir çocuk olduğunu biliyorum Louis." Neden böyle konuştuğunu anlamamış olsam da, olayı tersine çevirdiğim için sevinmiştim sanırım. "Şimdi, biraz dışarıya çıkıp hava alıp sakinleş. Telafi sınavlarına çalışmaya başlamadan önce ihtiyacın olacak."
Beni geçirdikten sonra arkamdan kapıyı kapatmıştı. Beni yeniden karşılayan büyük Hawksmoor holüyle bakıştım birkaç uzun saniye boyunca. Sırtımı duvardan çekip söylediği gibi soğuk havada biraz yürüyüş yapmak belki de bana iyi gelecek ilk şeylerden biri değildi ama, yine de ön bahçeye doğru yürüdüm. Biraz ilerideki büyük sahamız bomboş ve beyaz karlarla kaplıydı. Belki de, yarın yeniden okulun dışında oynanacak maça katılmak istemediğimi Pike'a söylemeliydim ama muhtemelen asla izin vermezdi. Bu nedenle hemen vazgeçtim bu fikirden. Harry'le aynı ortamda bulunacak olmaktı, beni korkutan.
◎
"Bugün herkesin eve dönmesinden önce Atlantik Okulu'yla yapılacak maçımızdan önce, önemli bir konumuz var." Pike, Stan'le beni iki farklı kolunun altına almıştı. Diğer tüm takım arkadaşlarımız ise karşımızda, merakla onu bekliyordu. "Bu seneki okulumuzun takım kaptanımızı henüz seçmemiştik. Bildiğiniz üzere önceki sene takım kaptanlığını Harry üstlenmişti, Ama ne yazık ki, kendisi bu sene devam edemeyecek." O zaman, istemsizce Harry'e baktım. O ise bana değil, yerdeki sahte çimenlere bakıyordu. Takım kaptanlığını kaybettiğine üzülmediğini biliyordum. Çünkü daha ilk tanıştığımızda, bundan asla endişelenmediğini ve hatta umursamadığını söylemişti. "Şimdiki konumuz ise bu sene Hawksmoor'un takım kaptanın kim olacağı. Lucas hala Beyaz Aslanlar'ın takım kaptanı, ona oy verebilirsiniz veyahut futbolun yeni altın çocuğu Tomlinson'a."
Herkes oyunu kullanmadan önce ikimiz de arkamızı döndük. "Tomlinson?" Birkaç saniye geçti. "Lucas diyenleri göreyim. Pekala." Hızlı olmuştu. "Dönebilirsiniz beyler. Takım kaptanımız Louis Tomlinson. Bu maç çok önemli. Akşam arkadaşlarınız sizi izlemeye gelecek, unutmayın."
Herkesten önce, aramızdan Pike'ın çekilmesiyle Stan gelip tebrik etti beni kolumdan tutup tokalaşarak. Sonra diğerleri de aynı şekilde taklit etti. Harry ise, sahanın öbür ucuna gitmeden önce, yanımdan geçerken sanki öylesine seslenmişti. "Bunu yapabileceğini hepimiz biliyorduk." Ve sonrasında ekledi. "Tebrikler, dostum."
"Harry." Diğerlerini umursamadan arkasından gittim. "Biraz konuşabilir miyiz?"
"Tabii." Boyunun sonradan uzadığı falan yoktu. Buna rağmen, bana olan bakışlarının altında eziliyormuşum gibi hissediyordum o bana yukarıdan bakarken. "Ne söylemek istiyorsun? Acele et çünkü Pike'ı tatmin etmem gereken bir oyun var."
"Neden böyle davranıyorsun?"
"Nasıl? İkiyüzlü ve dengesiz mi?" Benden bahsettiğini ses tonundaki sinirden rahatlıkla anlayabiliyordum.
"Sözünü tutmayan sendin." dedim bir hışımla.
"Ve sen de nasıl olduğumu bile merak etmedin. Aklına dahi gelmedim." Şaşkınca ona bakıyor ve dediklerini dinliyordum. Tam ağzımı açacaktım ki bana doğru bir adım atıp hızla konuştu. "Tercih yapması gereken tek kişi ben değilim. Sanırım bunu ikimiz de atladık. Eğer sen yapmıyorsan, ben de yapmam."
Beni her zamanki gibi arkasında bırakıp giderken, bu defa öncekilerden daha farklı olmuştu. Yalnızca üzgünlük değildi hissettiğim, aynı anda hem acıyı hem de öfke de duyuyordum ona karşı. Fakat hemen orada karar vermiştim, eğer duygularımı bir kez daha ona yansıtırsam, sürekli kaybedip dururdum. Ben de bu yüzden, tepkisiz kaldım. Belki böyle, kazanan ben olurdum.
Biraz ileride, Stan'in bizi izlediğini biliyordum. Ona döner dönmez beliyle kolu arasına sokuşturduğu topu avuçları arasına aldı. Yanına yürüdüm. "Yakında senden de nefret eder." Stan bana böyle söylediği zaman sanki yeni bir şeyi keşfetmiştim. Bir anda yaşananların hepsini terse sarmasının sebebi Stan'di. Ondan nefret ediyor oluşu ve benim onunla konuşmama bile katlanamıyor oluşuydu. Oysa ki, bizim aramız Ezra'yla Harry'ninki gibi olmamıştı hiçbir zaman.
Topu ayağıyla bana gönderdiğinde, geri ona atmayıp diğer kalenin önüne oturmuş olan Harry'e baktım yeniden. Bize bakmıyordu. Ya da en azından, öyleymiş gibi davranıyordu. "Birbirimizi nefret edecek kadar umursamıyoruz bile."
"O hissi bilirim, altın çocuk." Kollarını birleştirip sırıttı. "Bu okulun yarısına karşı hissettiğim duygudan bahsediyorsun."
Antrenman öncesi sohbetimiz kısa bir süre daha sürmüştü yalnızca. Saatler içerisinde tüm hazırlıklar tamamlanmıştı kapalı halı sahanın içerisinde. Hakwsmoor'ın öğrencileri gelmiş, tribünlerin bir tarafını doldurmaya başlamıştı hava kararmak üzereyken. Harry bu maçta da kaleyi savunacaktı. Stan ve ben ise, orta saha oyuncularıydık. İlk kez kaptanlığını yaptığım maç başlamak üzere olduğundan, heyecanla karışık bir stres kaplamıştı vücudumu.
Maçın başlamasına on beş dakika varken Pike soyunma odalarına gelip hepimizi topladı. "Geçen maç gibi olmasını istemiyorum. Bu maçı alıp öyle eve dönüyoruz, duydunuz mu beni? Göreyim sizi kanatlı aslanlarım." Koç omzumu sıktığında dahi, Harry'de takılıp kalan odağımı çekememiştim. "Tüm herkesin gözü yeni takım kaptanınızda olsun. Harry, en az orta sahadakiler kadar yorulmanı istiyorum. Bu maçı alacağız."
Pike'ın uzun motivasyon konuşmasıyla hepimizin adrenali kısa sürede yükselmişti. Vakit geldiğinde, dışarıda okuldan gelen insanların kopardığı alkışlarla çıkmıştık sahaya. Beklediğimden daha çok öğrenci vardı bizim tarafımızdaki tribünlerde. Diğer okulun öğrencilerinin sayısı da az sayılmazdı tabii. Bizim formalarımız siyahken, onların rengi ise okullarının adına uygun olacak şekilde lacivertti. Herkes kısa sürede yerini aldıktan sonra, hakem elindeki bozuk parayı havaya attı. Yazı geldiği için, Stan ve ben oyunu başlatacaktık.
Kalbim kulağımın içinde gibi atıyordu fakat yine de odaklandığım son şeydi bu. Tüm insanların gürültüsü, meraklı bekleyiş beni çok heyecanlandırmıştı. Maçın başlamasına saniyeler kala, yerimde hareketlendim. Nefeslerimi dizginlemeye çalışırken, aynı zamanda bacaklarımı esnetiyordum. Stan'se sakince ellerini belinin üzerine koymuş beni izliyordu. "Beraber yapabiliriz, altın çocuk. Endişelenmene gerek yok." Uzunca içime çektiğim nefesimin ortasında, hakem bir anda tüm gücüyle düdüğünü çalmıştı.
Topu beraber karşı takımın sahasından birden fazlaca kez geçirmeye çalışıp başarısız olsak da, kaleye gitmesine engel olarak kontrolü sağlıyorduk. Genelde Stan ona yolladığım pasları yakalamakta ve topu doğru oyuncuya göndermede başarılıydı. Hatta maç esnada uygulanması gereken taktikleri, benden daha iyi bildiği ortadaydı. Yine de, ilk yarıyı bir gol ve birkaç sarı kartla kapatmıştık. Düdük arayı belirtirken, takımdaki herkes kendi tarafının kulübesine geçmişti soluklanıp susuzluğunu giderebilmesi için. "Çok iyiydi çocuklar." Pike hepimizin omuzlarını sıktı birer birer.
"Ne olsaydı daha iyi olurdu, biliyor musunuz Bay Pike?" Herkes merakla Stan'e döndü. "Hawksmoor'un Amigo Kızları." Herkes güldüğünde dahi Harry gözlerini devirdi.
"İşte bu yüzden seni takım kaptanı seçmedik Lucas." Pike şakayla karışık güldü. "Soluklanın ama maç bitmedi. Daha iyisini oynamamız gerekiyor." Yanımızdan ayrıldı vakit kaybetmeden. O gidince, gözüm bizim tarafımızda kalan tribünlere gitmişti. Kimlerin geldiğine öylesine göz atarken, Miranda'nın el sallayışını fark etmem ve Stan'in omzuma kol atması aynı anda olmuştu.
"Ah yine mi bu kız?" Gülerek iç çekti. "Senden hoşlandığının farkındasın, değil mi?" Kulağıma doğru mırıldanırken hala gözlerim biraz yukarıdan gülümseyerek beni izleyen kızdaydı. Hangisine daha çok şaşırıp tepki vereceğimi bilememiş, afallamıştım bir süre. Yakınlığımıza mı yoksa söylediklerine mi?
"Yapma. Aramızda öyle bir şey yok." Bana Miranda'yla alakalı doğru olmayan ithamlarda bulunan ilk kişi değildi. Artık sürekli birilerine açıklama yapmaktan yorulmuştum.
"O yüzden mi yaptığımız hiçbir maçı kaçırmadan geliyor?"
"Gereğinden fazla gözlemcisin." Mızmızlanan bir çocuk gibi geri çekilip kollarımı birleştirmedim bu sefer. "Herkesin nasıl gördüğünü biliyorum. Ama bir erkek ve bir kızın rahatlıkla arkadaş olabileceğine inanıyorum. Buradakilerin aksine."
"Burada bunu sadece gayler söyler." Aranın bittiğini ilan eden düdük yine çalmıştı. "Her zaman böyle alıngan biri miydin? Yoksa burada mı geliştirdin?" Sessizce yerime geçtim. Artık, ilk yarıya göre aramızda daha çok mesafe vardı. "Sadece, 'evet, onu beceriyorum' demek seni daha az uğraştırır. Emin ol. Yalan söyleyip söylemediğin kimsenin umurunda değil."
"Evet ama kimseyi becerdiğim yok." Bir anda söylediğimde yakınımdaki tüm takım arkadaşlarımı kendime çevirmeyi başarmıştım.
"Pekala, altın çocuk." Sırıttı. "Umarım bu öfkeni sadece ayağınla gösterirsin." Ona küfürler savursam da duymazdan gelip gülmeye devam etmişti.
Günün sonunda ise, koçun bizden beklediği gibi maçın galibiyetini kazanan Hawskmoor okulu olmuştu. Önümüzdeki maç, birkaç hafta sonrasında başka bir okulla yapılacaktı. O zamana dek, sevinç içerisinde kazanmanın sevincini yaşayabilirdik. Sadece birkaç günden daha kısa bile olsa.
Okula dönüş süreci başladığında, kızları ve erkekleri beklenildiği gibi iki farklı otobüse doldurmuşlardı. Duşlarımızı odalarımızda alacağımız için, takımdaki herkesin siyah formaları üzerindeydi. Ve duş almadığımız halde, soyunma odasının kalabalık halinde üstümü değiştiremediğimden herkesin çıkmasını bekleyip sona kalmıştım. Bu sebeple otobüsteki tüm koltuklar dolmuştu. Her zaman oturduğum Harry'nin yanındaki koltukta, bu sefer Alex aptalı vardı. Onları görmezden gelerek yanlarından geçip giderken, en arkanın hemen önündeki boş koltuğu gördüm. Aslında, burası izin verildiğinde koşa koşa geçip oturan Stan Lucas'ın yeriydi. Bu sefer, arka taraf onun için fazla kalabalıktı. Yine de, yanına oturmamı sorun etmeyeceğini biliyordum. Ne denli yorulduğumu da oturduğumda fark etmiştim. Rahatsız dik koltuğu yatağımmış gibi düşünmeye ihtiyacım vardı o an. Stan'se konuşup durarak bu hayali bozmaya. "Sürekli geç kalmanın arkasında başka şeyler olduğunu düşünmeye başladım."
"Ne gibi?" Gözlerim hala kapalıyken sordum.
"Tuvaletini herkes varken yapamıyorsun, ya da odanda çekemediğin için soyunma odalarındaki duşları kullanıyorsun." Beni kokladığını fark ettiğim anda, tek gözümü şüpheyle açtım. "Gerçi hiç de yıkanmışa benzemiyorsun."
Yüzümü ekşittim. "İğrençsin." Omuz silkti.
"Ama ben senden iğrenmiyorum."
"Teşekkür ederim öyleyse. Bu içimi rahatlattı." İroniyle söyleyip iç çektim.
"Yarın eve dönüyor musun?" Yeniden gözlerimi kapatmıştım.
"Hayır, telafi sınavlarına girmem gerek." Aklıma gelince ister istemez canım sıkılmıştı. "Ya sen?"
"Kalıyorum." Söylerken cama baktığını, biraz geç fark etmiştim. "Az kişiyle daha çekilebilir bir yer oluyor burası. Güven bana."
"Tahmin edebiliyorum." Harry'nin de kalanlar arasında olacağını hatırlayıp acıyla güldüm. "Oda arkadaşımın kalacak olması da ayrı bir keyiflendiriyor beni."
Cümlemle başını bana çevirmişti fakat yüzünde garip bir şaşkınlık ifadesi vardı. Söylediklerimden çok, suratımdaki ifadeye şaşırmıştı sanki. Abartmak istemesem de, ilk kez güldüğümü görüyor olabilirdi. "O bağnazla aynı odada gerçek bir hayatta kalma oyunu oynuyor olmalısın." Onunla beraber geçireceğim iki haftayı hatırlayıp uzun can sıkıcı nefesleri çektim içime. "Her ne kadar bunları sevmediğini bilsem de, yanıma gelebilirsin. Derslerinde yardımcı olurum. Ayrıca bilgisayarımı kullanabileceğini öncesinde de söylemiştim."
Yanağımı onun gibi koltuğa tamamen yaslayıp koyu renk gözlerine baktım. "Bence kesin yargılar vermeyi bırakmalısın." Kollarımı göğsümde kavuşturup başımı karşıya çevirdim hiç geçmeden. "Gözlemlerinin çoğu her ne kadar doğru olsa da." Söylerken aklımdan onu geçirdiğim gibi, gözlerimle oturduğu yeri buldum. Dağınık dalgalı saçlarının sadece bir kısmı gözüküyordu. Yine her zamanki gibi, başını cama doğru yaslamış müzik dinlediğini görebiliyordum. Yolculuğun geri kalanını yorgunca yerimde sızarak geçirmeden önce, üzgünce iç çekmiştim yalnızca.
◎
y/n: yine art arda yayımlanan iki bölümden selamlar, aslında burada kesmek asla hoşuma gitmedi ama kelime sayısındaki düzene bir miktar takmış sayılırım umarım hep böyle devam etmez ksdfjkkf yine de bu yöntemi sevdim, biraz daha heyecanlı oluyor shshfh
bu bölüm ve devamındaki 16. bölüm belli olduğu üzere biraz Stan odaklı gidiyor, bence çok sevdiğim karakterine odaklanmakta oldukça geç bile kaldık :D
aslında tüm yazma çabalarıma ortak olduğu için sstrawharryy 'e teşekkür etmeliyiz yoksa bu kadar çok ve hızlı bölüm atamazdım. :D Ayrıca umarım bu bölümler sürekli neşeli olmanı benden daha çok sağlar ❤️❤️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top