Ձ.Ձ


@shineemoonn bence fazlasıyla geç bile kaldım bu cümleyi kurmak için,
bu bölüm senin için ❤️

uzun, yoğun bir aradan sonra yeniden merhabaaaaaaa



Geniş omuzları ve uzun bedeniyle yukarıdan bize bakmayı kesmeden konuştu Pike. Hava o gün gri bulutlarla örtüldüğü halde, birkaç damla çiselediği yağmuru saçlarımızı ıslatmaya bile yetmiyordu. Bu yine de, maçta dikkatli oynamamız gerektiği anlamına geliyordu. "Oyun boyunca gözüm üzerinde olacak." Harry'e bakarak söylemişti elbette. Dün yaptığı davranıştan sonra gerçek anlamda Pike'ın gözünden düştüğü belliydi. Harry yine de umursamadı. Üstelik artık yanında ben vardım, iki anlamda da. Eski enerjisini geri kazandığını takım arkadaşları dahil, o da henüz bilmiyordu. "Louis!" Birden adımı seslenince Harry'i izlemeyi bırakıp koça döndüm. "Stan."

Ağır adımlarla geldi ve karşımda durdu. Başını olabildiğince dik, göğsünü de aynı şekilde kabarık tutuyordu. Merakla, önümde durmuş abartılı bir şekilde özgüvenini sergilemesini izledim. "Yazı." Pike cebinden çıkardığı bozukluğu havaya fırlattıktan sadece birkaç saniye sonra, yine havada yakaladı ve elinin üzerine geri koydu. Pike henüz kimin oyunu başlatacağını ilan etmeden önce sırıtması yüzünde büyümüştü. "Ben kazandım."

Yanımdan rahatlıkla geçip gitmesini izlerken neden sinirim bozulduğu hakkında çok fazla bir fikrim olduğu söylenemezdi. Birkaç adım gerileyip sahadaki yerime geçtim. Kısa düdük sesiyle beraber, her pazar akşamı oynadığımız maçtan önceki antrenman oyunu başlamıştı.

Tüm oyun boyunca koçun gözü gerçekten Harry'nin üstündeydi. Fakat benim sürekli üzerinde durduğum konu, Stan'in bana oyun boyunca yansıttığı saldırgan davranışlardı. Top ne zaman benim kontrolümde olsa, beni iterek almaya çalışmış, yapamadığında da kayarak müdahele etmeye çalışırken benim yere düşmeme sebep olmuştu. Her defasında da, Pike düdüğünü öttürüp Stan'i kendince uyarmıştı. "Takım kaptanları! Silkinip kendinize gelin! Sizden başkaları da var bu oyunda. Sürekli ikinizin top için didişmesini izlemekten sıkıldım." Pike söylenerek Stan'i alıp karşı sahaya itti. "Seni bir daha Louis'in altında görmek istemiyorum Lucas."

Dişlerimi sıktım sinirle. O an Harry de dahil kimseye bakmak gelmemişti içimden. Saf bir öfkeyle dolmuştum herkese karşı. Pike'ın herkesin içinde kullanacağı sözleri daha dikkatli seçmesini istemek o kadar da zor bir şey değildi oysa. Ne var ki, göz ucuyla Harry'nin tepkisine bakmıştım. Yüzünü buruşturmuştu; ama yine de hala biraz gülüyordu.

Stan'in garip özgüven dolu enerjisi sayesinde olduğunu düşündüğüm üç golünden sonra, Kuzgunlar uzun zamandır ilk kez kaybetmişti sabahki antrenman maçında. Pike elbette Stan'i tebrik etmekten kalmadı. Maçın son dakikalarında artan kalabalık, tamamıyla Stan'in ismini tezahurat ediyordu hep bir ağızdan. Kuzgunlara ait birlik skorun sahibi her ne kadar ben olsam da, Stan'in takımına karşı yetersiz kalmıştı. Herkes giyinmek için arka taraftaki soyunma odalarını kullanmaya gittiğinde, Pike beni durdurdu. Stan de hala onunlaydı. "İkiniz de bugün harika bir oyun çıkaracaksınız. Size güveniyorum." Bir elini omzuma, öteki elini ise Stan'e koymuştu. Bizi elleriyle bir araya getirmek üzereyken göz ucuyla Stan'e baktım. O da aynı garip bakışlarıyla, beni izliyordu. Hemen önüme döndüm. "Akşamki oyuna kadar iyi dinlenin."

Hızlı adımlarımla uzaklaşsam da, Stan de üstünü değiştirmek üzere arkamdan gelmişti. Onu görmezden gelip, birkaç takım arkadaşımı geçerek kendi dolabımın önüne geçtim. Takımın çoğu küçük sırt çantasını sırtlarını alıp birer birer soyunma odalarından ayrılıyordu. Harry'se aynı yerinde, sırtını dolaba vermiş bir halde beni bekliyordu yalnızca. Bir süre sonra, Stan de kendi takımıyla birlikte basık odadan nihayet ayrıldığında ikimiz de aynı anda birbirimize döndük. "Ne kadar aptalca bir oyundu."

Küçük ama seri adımlarla yanıma geldiğini görebilmiştim ben üstümdekileri çıkartmak üzereyken. Yan dolabımda durup sırıtarak beni izlemeye devam etti. "Formanı yıkamaya vaktin oldu mu?"

Dünden bahsettiğini biliyordum, yine de ciddiyetimi bozmamak için uğraştım başımı sallarken. "Hem, yedek alt formam var."

"Seni neden takıma aldığımı sormuştun. Hatırlıyor musun?" Bana ait olan tişörtümün üzerine okula ait hırkamı giyerken merakla ona döndüm. "Takımdan ayrılmayı düşünüyordum bu yüzden benim yerime gerçekten severek oynayabilen birinin girmesini istedim. Ama sonradan, bu fikrimden vazgeçtim çünkü seninle oynamayı sevdiğimi fark ettim."

İtirafından sonra derin, kaçamak bir nefes aldı sanki tepkimden çekinircesine. Oysa çekinmesine dahi gerek yoktu, hiçbir zaman olmamalıydı da. Hala bedeninin yarısı dolaba yaslanık bir haldeyken tuttum bileğini. Aramızdaki mesafeyi bu şekilde kapatmayı diliyordum. Ona yaklaşıp dudaklarını tamamen öptüğümde, aniliğine rağmen kendini buna fazlasıyla kolay kaptırmıştı, sanki dakikalardır onun da tüm dileği buymuşçasına. Başını hafifçe yana eğerek, beni öpmeye devam etti. Sanki ikimiz de, okulun en ulu orta yerlerin birinde öpüştüğümüzü biliyor ama yine de tek yaptığımız coşku ve arzularımıza durak vermemek oluyordu. Aksine, daha da çok arttığının farkındaydık. Dudaklarımdan zorlukla ayrılan o oldu bu sefer. Gözlerinin odağı da benden uzaklaşıp, arka tarafa gittiğinde merak içerisinde döndüm aynı noktaya. Banyo ve lavobolara açılan kapıya baktığını gördüğüm anda yüzümdeki muzip sırıtış aynı hızda büyümüştü. Elinden tutup onu oraya götürmeden önce, son bir kez daha beni dolabıma yaslayıp yoğunca öpmesine izin verdim.

Soyunma odalarında yer değiştirmemizin ardından kapıyı sıkıca örttü. Nerede ve ne durumda olduğumuzu umursamadan birbirimizin bedenlerine sarıldık bir an düşünmeden, tereddüt etmeden. Dün saatlerce geçirdiğimiz vakte rağmen asla yeterli gelmemişti ve bugün de aynı şekilde ona doyamayacağımın farkındaydım. Yine de, tutku dolu öpücüklerini merak ve arzuyla karşıladım. Onu öperken, içeriye birinin girmesi gibi bir durumda sesi ne kadar erken duyabileceğimizi hesaplamıyor, hatta garip bir şekilde umursamıyordum bile. Sanki, tümüyle onunla birlikte olduğum her saniyeden emindim. Yanımda olduğu her saniye, hiç tadını bilmediğim cesaretin doyumunu yaşıyordum. Ellerimle sıkı sıkıya sarmıştım bedenini. Onu, kapının arkasındaki duvara yasladım nazikçe. O zamana kadar, büyük duşa kabinlerin ortasında durmuş, bilmediğim bir süre boyunca birbirimizi öpmeye devam etmiştik öylece.

Aramızdaki uzaklık koca bir hiçliğe inmişti. Tüm atomlarımla birlikte benliğim onunla bir olmak için can atıyordu sanki duvarla onu arama aldığımda. Aramızdaki ufak boy farkını hissettirmeyecek kadar mükemmel bir şekilde öpüyordu dudaklarımı. Eşsiz boynunu benim için eğmekten bir an bile geri kalmıyordu. Tüm noktalarım ona sürterken zevkle tutunuyordum bedenine. Hangi zaman diliminde böyle heyecanlandığımı bile hatırlamıyordum. Elini aramıza alıp parmaklarıyla kasıklarımı kavradığında ikimiz de aynı anda yükselmiştik. Aceleci davranarak yeni giydiğim pantolonumun fermuarını indirirken sessizce sızlandım. "Odana gitmek için çok mu geç?"

"Pazar günü olmaz."  Parmaklarının bir anda kumaştan içeriye sızdığını hissetmemle tüm gücümle büyük bir nefesi içime tıkadım. "Yokluğumuzu fark edebilirler ama." Sırıtarak söylerken gözlerime bakıyordu.

"Umurumda değil." Dudaklarımın yönü, bu sefer boynuna gitmişti. Üstündeki kumaşa tutunan bir elimi, tıpkı onun gibi kasıklarına götürdüğümde, soyunma odalarının büyük tuvaleti ilk kez böyle bir ana şahit olmalıydı. Harry dudaklarından küçük bir inleme kaçırdığında, kafamın içerisindeki tüm sözcükler silinmiş yerine büyük kalın harflerle, HARRY yazılmıştı. Tek düşündüğüm ve isteğim o olup çıkmıştı. Dişlerimle dokundum tenine bile isteye. Kanımın içerisine karışan arzunun ne denli yoğun olduğunu ben dahi bilmezken, Harry'nin tahmin etmesini de bekleyemezdim. Kasıklarımdaki ellerinin tutuşu sertleştiğinde, bunun nereye gideceğini ikimiz de merak ediyorduk.

Ellerimizi oradan çekmeden, alınlarımız birleşti biz nefes nefeseyken. Gözlerim kapalı, dudaklarım tenine tutsaktı. Bu yüzden tek kelime çıkmıyordu ağzımdan. Kulağım ve dokunuşlarım tamamen ondaydı. Bir şey söylemese dahi, tüm hissettiklerinin aynısını hissediyor, sanki aklından geçen tüm düşünceleri işitiyordum. Fakat, ilk kez onları somutlaştıran Harry olduğunda, yani elini çekip dudaklarıyla parmaklarını ıslatıp eskisinden daha iyi beni kavradığında çıkarttığı seslere hakim olamayan bendim bu sefer.

Kalbim tüm dakikalar boyunca büyük bir coşkuyla atıp durmuştu hiçbir kesinti vermeden. Hala soyunma odalarında, parmaklarının arasında olmanın verdiği heyecan ve hazla birlikte ona uzunca bir süre dayanamayacağım belliydi. Doruk noktasına ulaşmak, o kadar da önemli değildi aslında. Biraz daha zaman geçtikçe, asıl önemli olanın ondan öncesinde yaşananlar olacağını görecektim. O, sadece bu zevk dolu oyunun tamamlayıcısıydı. Ve bu garipti, çünkü tüm insanlar gibi ben de önemli olanın o olduğunu sanırdım. Bu tamamen değişmişti Harry'le birlikte iken. İkimiz de birbirimize tutunduk o anlarımızda. Ayakta yapmak düşündüğümden daha yorucuydu. Yine de üstünden dakikalar geçmesine rağmen birbirimize sıkıca sarılmayı ve birbirimizi öpüp durmayı bırakmamıştık.

Harry mesajla akşam yemeğine indiğini haber verdiğinde, ben de duştan sonra üstüme geçirdiğim kıyafetlerimle zaman kaybetmeden yanına gitmiştim. Elbette, diğer sevmediğim birkaç arkadaşı da yanındaydı; benden önce gelmişlerdi. Hadrian, Jo ve Alex kendi aralarında konuşuyordu o an. Söylenenlere göre, bu akşam Müdür Warwick önemli bir konuşma yapacaktı. Harry'nin yanında oturduğumdan beri, aramızda konuşmamız daha kolay oluyordu. Ama karşısında oturmayı yeğlerdim her zaman.  Onun yerine, Owen aptalı geçmişti önüme. "Bu akşam maçı kesinlikle kaçırmayacağız." Dedi Jo büyük bir heyecanla Harry'le konuşup duruyordu. İkisi, sanki ilk tanıştığından beri oldukça iyi anlaşıyor ama Harry diğer arkadaşlarıyla yansıttığı gibi yansıtmıyordu onunla olan arkadaşlığını. Yine de, Jo masadakilerin tümünden açık ara farkla daha iyiydi benim gözümde.

"Antrenmanda Beyaz Aslanlar kazanmış ama." Alex yemeğini oburca yerken sohbete karıştı.

"Ne fark eder ki? Bu maç kendi aramızda yapılacak."

"Louis okulun takım kaptanı olursa önce Kuzgunlar, sonra da Hawksmoor takımı düşer." Anlamsız bakışlarımı gönderdiğimde, Owen omuz silkti.

"Kıskanmana gerek yok dostum." dedim gülerek, umursamadan.

"Son maçı onun sayesinde kazandık. Daha öncesinde hiç okul müsabakalarında bu kadar ileriye gidememiştik, emin ol." Harry beni savunduğunda derin bir nefes aldım. Konu değişmeliydi. Owen'e kendimi kanıtlama gibi bir uğraşım olamazdı.

"Harry haklı." Dedi Hadrian. "Geçen sene okul takımı oldukça kötüydü. Öğrenciler yeni yeni maçları izlemeye başladı."

"Her neyse." Owen bozulmuş bir şekilde yemeğine döndüğünde Harry oda arkadaşıyla aynı konudan konuşmaya devam etti bir süre daha.

"Bu kadar sık musabakalara gidecekseniz derslerinizi nasıl geçeceksiniz?" Harry bilmiyorum dedi, umursamadığı da belliydi. "Bu arada, bugün antrenmandan sonra odaya gelmedin. Seni aradım ama telefonuna da bakmadın."

Önümdeki yemeğimle ilgilenirken sessizce yutkunmuş ve merakla Harry'nin cevabını beklemeye koyulmuştum. "Dolabımın kilidini düşürmüşüm. Saatlerce etrafta kilidi aradık Louis'le beraber. Telefonum da çantamın içinde, dolabımdaydı. O zaman mı aradın?"

"Bilmiyorum." Hadrian garipseyerek bize baktı. "Nerede buldunuz?" Harry, ceketinin cebinden yere düştüğünü söylediğinde, bu yalana yeterince inanmışa benziyordu. "Dikkatli ol tanrı aşkına, aynı şekilde odanın anahtarını da kaybetmiştin ve kaç ay boyunca Muriel'in söylenip durmalarını katlandık. Hatırlasana."

"Evet ama bu defa buldum." Harry, oda arkadaşı Hadrian'ın omzunu sıktı. O esnada, büyük yemek salonunun içerisinde rahatsız edici bir ses yankılandı. Bu Warwick'in antik dönem öncesinden kalma ses sistemiyle bizi bilgilendireceğini bildiren sesti. Herkes oturduğu yerden aynı anda, bizim baktığımız yere döndü. "İyi akşamlar, Hawksmoor'un değerli oğlanları. Tatilden sonraki ikinci pazarınızda, sizi bir takım yeni gelişmelerden haberdar etmek istiyorum ki bir an önce bu yenilikleri rahatça uygulayabilelim."

Yemek yemeyi bırakıp elimi masamın altına indirdim. Kolum, onunkine çarptığı anda aklıma gelmişti aslında. Fırsatı değerlendirip masanın altından elini tutmak ne kadar klişe olsa da, ikimiz de heyecanlanmıştık. Üstelik tüm ellerimiz değil, sadece iki parmağımız birbirine dolanık duruyordu. "Güzel haberlerden önce, biraz canınızı sıkabilecek bir gelişmeyle başlamak istiyorum." Elindeki uzun kağıda tüm konuşmasındaki konuların listesini yapmış olmalıydı. "Öğretmenlerden ve öğrencilerden aldığım duyumlardan sonra, büyük kısıtlamaların geri geldiğini bildiriyorum. Bundan sonra, cuma günleri öğrencilerin okuldan dışarı çıkması yasak sayılacaktır ve çıkmaya çalışanların cezası disiplinle sonuçlanacaktır."

Hiçbir şey anlamamıştım ki, devam etti yemekhanede bir anda yükselen uğultuların arasından kalın, tok bir sesle. "Bu kuralı tartışmak yerine, bazılarınız sergilemiş olduğu davranışları gözden geçirmeli. Okulun başında, kızlarla herhangi bir yakınlık kurmamanız konusunda sıkı hir şekilde uyarılmıştınız. Fakat bazılarınız, kuralların esnetilebileceğini düşünerek münasebetini okulun dışına taşımış."

Tüm gözler bir anda -gerçekten- bana çevrildiğinde, boğazımda koca bir yumru yerine bir oda dolusu sinirle dolup taşmış insanların nefretini hissediyordum. Beni hedef gösterdiklerini, benim yüzümden ceza çektiklerini düşünüyorlardı ve tüm sebebi öncelikle Warwick, sonrasında da Alex'ti. Sinirlenip dikenlerimi Alex'e batırmadan önce, aynı endişeyle Harry'nin de bana bakarak masanın altından elimi sıktığını hissettim. İnsanların uğultusu kulak tırmalayıcıydı. Ne dediklerini anlayamasam da, beni öldüresiye dövmek isteyenlerin olduğunu biliyordum. "Sonuç olarak, cuma günlerini okulda geçireceksiniz demek oluyor tüm bunlar. Ayrıca cuma günleri aldığınız karma dersleri, kendi bloğunuzda erkek arkadaşlarınızla göreceksiniz. Bahçeleri eş zamanlı aynı anda kullanmak da artık yok. Erkekler yalnızca ön bahçeyi kullanacak."

Artık insanların yüzüne bakmaktan bilerek kaçınıyordum. Bu okulda ilk defa böylesine bir utanç duyuyordum kendimden. "Ama iyi haberlere gelecek olursak, cuma günleri artık yeni seçmeli dersleriniz var."

Herkes isyankar sesler çıkartıyordu. Ne kadar da iyi bir haber ama. İnsanların özgürlüğünü çalıp onlara bir ders daha vermek mi? "Cuma ve cumartesi günleri doğa gezileri, tiyatro ve sinema aktiviteleri yapacağız katılmak isteyenlerle. Ayrıca havalar ısındığı zaman İrlanda gezisi yapmayı planlıyoruz." Kimse bu gelişmelerle hiç de tatmin olmamıştı. Birkaç öksürükle boğazını temizleyip konuşmaya devam etti. "Seçmeli derslerinize gelecek olursam: Fransızca, Drama, Satranç, Doğa, Resim ve Tenis. Cuma gününden önce herkes istediği dersi bayan Muriel'e belirtsin."

Göz önünden çekilip de tamamen salondan ayrıldığında stresle döndüm Harry'e. "Bu çok kötü oldu." Sadece onun duyabileceği bir tonda mırıldandım, üzgünce.

Başını isteksizce salladı. "Evet." İç çekti.

"Ben yine de senin yanındayım dostum." Alex'in sesini duymamla, sandalyemden kalkmam bir oldu büyük bir sinirle. Tüm herkese benim hakkımda laf taşıyıp tüm okula yaydıktan sonra, nasıl böyle konuşabiliyordu? Harry Alex'e vurmamdan korkarak aynı hızda ayaklandı ve beni geriye çekti.

"Maçtan önce sinirlenmen pek de mantıklı değil." Hala herkes bana bakuyordu. Harry'i de arkamda bırakarak sinirle çıkmıştım salondan. Açıkçası, en çok da Harry'den utanıyordum, yaptıklarımdan sonra.


Siyah formamın sağ koluna dikilmiş olan takım kaptanı yamasına bakıyordum uzunca bir süredir. Sahanın etrafına doluşmuş erkek öğrencilerin gürültüsü git gide artmış, kulağıma gelen rahatsız edici uğultu artık normal gelmeye başlamıştı. Ne zaman birileri topluca tezaruhat yapmaya kalksa, diğer takımın destekçilerinden farklı bir ses yükseliyor ve tüm bu gürültü okulun büyük, karanlık alana yayılmış sahasında koca bir karmaşaya yol açıyordu. Pike'ın bize en son söylediğindeki gibi yeniden yağmur yağıyor olmasını, tüm çimen sahanın çamurdan kaynaklı ne derece kaygan olacağını düşünmüyordum. Bundansa, insanların benim yüzümden takımımı dahi desteklemeyeceği konusunda endişeleniyordum. Ve bunun bir diğer gerekçesi de Stan'di. Bana bu oyunda asla kaybetmediğini somut gerçeklerle kanıtlamaktı tüm amacı. Takım arkadaşlarım da dahil, sanki herkes benimle zorunda oldukları için konuşuyordu.

Soyunma odasında Pike'ın uzun motivasyon konuşmasından sonra, sahaya çıkmamız için bizi yüreklendirmişti. Kuzgunlar'ın başına geçip gitmek için hazırlanırken, kolumdan yakaladı. "Bu okulda ilk defa bir kızla görülen tek erkek sen değilsin." Pike bana bakarak konuşurken yutkundum. "Kimsenin seni ve cesaretini düşürmesine izin verme Tomlinson."

"Elimden geleni fazlasıyla yapacağım koç." Ciğerlerimi boşaltıp yerine temiz nefeslerle doldurduktan sonra, takıma önderlik ederek çıktım sahaya. Olanlardan sonra, bizim takım için kimsenin gürültü koparmayacağını tahmin edebiliyordum ancak o an, büyük bir sessizlikten daha da kötüsü olduğunda panikle etrafıma baktım. İnsanlar gerçekten de, bana nefretle bakıyorlardı. Koç bizimle birlikte çıkmıştı sahaya. Yanımıza gelmesiyle ancak dikkatimi toplamıştım ki, ilk kez tribünlerdeki varlığını sezdim. Zayn, beni izlemeye gelmişti. Büyük kalabalığın içerisinde, onca insanın arasından bana gülümseyen tek kişiydi. Hem de, ona yaptığım onca şeye rağmen.

Gecenin sonunda maçın berabere sonlanması beni fazlasıyla mutlu ettiği söylenebilirdi. İki-ikilik skorda, sadece bir gol bana aitti ve koç, bizim takımdaki diğer kişiyi bol bol övmüştü maç sonunda. Gözden düşmek bir anlığına iyi gelmişti, özellikle de tüm gözlerin üzerimde olduğu uzun ve gergin bir geceden sonra.

Herkes üst kattaki odalarına dağılmıştı. Kapıdan içeri adımladığımda, Peter'ı uyandırmamak için özenle attım adımlarımı. Bugün onunla tartışacak özgüveni bile kendimde bulduğum söylenemezdi, bu yüzden sessiz kalmaya çalıştım. Fakat her yerim çamurla kaplandığından duşa girmem gerekmişti. Peter'ın kapı seslerinden ve özellikle de gecenin bir vakti banyoyu kullanmamdan ne kadar nefret ettiğini bilsem de mecburen girmiştim duşa. İşimi hallettikten sonra, saatler sonunda elime alabildiğim telefonumda Harry'den geleni mesajı görmek beni şaşırtmıştı çünkü en son yemekte konuşmuştuk -tabii, her ne kadar konuşma denebilirse. Berbat bir akşam yemeğiydi.

Üst kata sessiz adımlarla çıkıp, koridorların arasından geçtim bana tarif ettiği yeri buluncaya dek. Nereye gittiğime dair herhangi bir fikrim yoktu ya, mesajda Harry onunla burada buluşmamı istemişti. Bahsettiği konumda karşıma birazı aralanmış ağır, demir bir kapı çıkmıştı. Güvenliğinden emin olamasam da, yavaşça biraz daha itip adımımı kapıdan dışarı attım. Burası okulun arkasında kalıp gözükmeyen, iyice eskimiş yangın merdiveni falan olmalıydı. Dışarı çıktığım anda soğuk rüzgarlardan biri vurmuştu suratıma. Kapüşonluma sığındım o an istemsizce. Yangın merdiveni çok küçüktü, yine de etrafta kimseyi göremiyordum. Çok kısa bir süre sonra, birinin ismimi söylemeden bana seslendiğini duymuştum. Bu, Harry'di. Çatıya kadar çıkan merdivenin en üst basamaklarına oturmuş, oradan bana bakıyordu. Adımlarımı dikkatle, yanına çıkardım. Neyse ki, merdiven boyunca dönüp duran uzun korkuluklar sağlam gözüküyordu.

İki basamak altına oturmuştum. Harry ben geldiğim zaman kulağındaki kulaklıklarını çıkartıp aramızdaki gerginliği tamamen unutmuşçasına samimilikle gülümsemişti. Sanırım, ilk kez o zaman ben de ona karşı gerilmemem gerektiğini anlamıştım, en azından o geceliğine. Tıpkı benim gibi, kalın kapüşonlusunu giymişti fakat benim gibi kafasını gizlememişti kapüşonu altına. Mor saçları, karanlıkta yarısını tepede topladığı dağınık kahverengileri arasında kaybolmuştu adeta. "Tüm gerginliğine rağmen iyi bir maçtı."

"Evet." İkimiz de kısık sesle konuşuyorduk. "Burada bizi duymazlar mı?" Merakla başımı kaldırıp sordum. O ana kadar, ağaçların arasından uzayıp giden karanlığın korkunç manzarasına bakıyordum yukarıdan.

"Bizi duyamayacakları kadar yüksekteyiz." Kendinden emin bir şekilde gülümsedi. İkimiz de, o eski, paslanmaya yüz tutmuş demir merdivenlerde otururken küçük bir sessizlik oldu. Yeniden konuşan Harry'di. "Bana Miranda konusunda hiç bahsetmedin."

Bu konuyu açmasına hiç de şaşırmamıştım ama yine de, Harry'le konuşmak rahatsız ediciydi. Çünkü hata yaptığımın farkındaydım. Sakince ona döndüm. "Sen de bana Stan'den bahsetmedin." Sessizce devam ettim sonra. "Ezra'dan." İsmini bilerek bastırarak söylemiştim ama onu kötü hissettirmek değildi amacım.

Bir süre daha gözlerimiz birbirine tutundu karanlığa rağmen. Ağzımızdan tek bir kelime çıkmadığı anlarda bakışmaya devam etmiştik. "Pekala. Neyden bahsetmemi istersin?" Yine sessizliği bozan oydu.

"Ezra." Oturuşumu düzeltip isteksizce önüme dönmüştüm. Konusunu açmak için pek de hevesli değildim.

Konuşmaya başlamadan önce derin bir nefes aldı. "Düşündüğün gibi olmadı hiçbir zaman aramız onunla."

"Ne düşündüğümü nereden biliyorsun?" Göz ucuyla baktım. Bedeni korkuluklara yaslanmış, beni izliyordu.

"Bundan bahsetmek her ne kadar hoşuma gitmese de, sadece takılıyorduk." Bedeniyle hafifçe bana eğilip, kısık sesle konuştu tümüyle. "Ancak Manchester'a gelmesini teklif bile etmemiştim. Yine de, istemediğim halde geldi. Seninle aramızda olanları anlatmak konusunda çekindim çünkü-" Zorlandığı anda iç çekti. Sakince ona dönmüştüm. "Seni böyle bir riskin içine atamazdım."

"Şimdi bilmiyor mu sence?" Parmak uçları omzundan inip elimi buldu. Avuç içime nazikçe dokunuşlarını bırakıyordu.

"En azından elinde bir kanıtı yok."

"Yapma Harry." Elini tuttum sıkıca. "Kanıt sensin. Seninle geçirdiği anlar. Söylemek istese, sence şimdiye dek gitmek için tek engeli elinde somut kanıtı olmaması mıdır?"

Harry gözlerini kıstı o an. "Böyle bir şey yaptığında kendini de yakmış olur."

"Konu bu bile değil. Sevgili olup olmamanız umurumda olmadı hiçbir zaman." Harry merakla bana bakıyordu ne söylemek istediğimi anlamak için. "Bu okulda, onunla yakınlaştın mı?" Sorumla hiç düşünmeden başını iki yana salladı. Bu cevabı beklemediğim için afalladığım ortadaydı. Oysa, dışarıdan duyduğum tüm seslerle, onların birlikte olduğuna emin olmuştum. "Emin misin?"

Ona inanmıyordum. Neden yalan söylediğini düşündüğümü de bilmiyordum. Sadece, bu cevabı bana hiçbir zaman inandırıcı gelmemişti. Belki de, kendimi aksine böylesine kaptırdığım içindi.

"Sadece aptal önemsiz birkaç öpücüktü." O konuşurken elimi tutup parmaklarımızı birbirine dolasa bile ben kendi düşüncelerimde kaybolup gitmiştim. "Peki ya Miranda?" Ciddi bir sesle döndü bana. "Gerçekten ormanda onu-"

"Miranda en başından beri senden hoşlanıyordu." Bir anda itiraf ettiğimde, Harry dona kaldı. "Ve sanırım en çok beni deli eden buydu. Ben onu öptüğüm için kendimi kötü hissederken, onun en başından beri sana aşık olması ve bunu görmemiş olmak beni delirtiyor."

Derin bir nefes aldı. "Ne?" Duyduklarına emin olamıyordu. Dikkatle bana bakmaya devam etti aynı aoruyu yineleyip dururken. "Nasıl yani?"

"Bunu anladıktan sonra onu bir kez daha öptüm ve sürtük olduğunu falan söyleyip ittirdim. Muhtemelen benden nefret ediyor."

"Senin daha haklı sebeplerin varmış." Güldüğü zaman rahatlayıp ben de ona eşlik etmiştim. Aramızdaki iki basamağı kaldırıp yanına oturduğumda, kısa süreliğine ayrılan ellerimiz yeniden kavuştu hemen. "Yani onu parmaklamadın?"

"Elbette hayır, Harry." Gülerek iç çektim.

"Peki neden o kadar yakındınız?"

"Burada Zayn'den sonraki en yakın arkadaşım sayılırdı." Omuz silktim hevessizce. Anlatmanın zor olduğu konuları konuşmayı hiç sevmezdim. "Doncaster'dayken kız arkadaşımla yakınlarmış ve beni tanıyormuş."

"Tanrım, bu gerçek miydi?" Anlamayınca ona döndüm. "Gerçekten eskiden kız arkadaşın mı vardı?"

Başımı salladım. "Eskiden." Anlamsızca gülmeye başladık ikimiz de. Komik olan neydi, anlamamıştım.

"Pekala, yargılamıyorum hem bu hoş olmaz. Biseksüel olduğunu düşünmemiştim."

Yeniden omuz silktim. "Evet. Yani neden olmasın. Çok da düşündüğüm söylenemez." Bu, hiç de doğru değildi. "Sen öyle olduğunu düşünmüyor musun?"

"Kalıplara takılmamak gerek elbette... Ama hetero yönelimlere sahip olmadığım kesin." Sırıtıyordu. Başını omzuma bıraktıktan sonra ellerimizi birbirinden ayırmadan aynı gece manzarasını izlemeye başladık. Gökyüzünü kapatan siyah bulutlar yerinden kaybolmamış ama yağmurun hızı bir hayli azalmıştı. Ona sokulduğum andan itibaren ısındığımı hissettim. Kulağıma erişen nefes sesleri tatlı bir melodi gibiydi, hiç keşfetmediğim. O anda da, aynı yerde zamanın durmasını ve ikimizinde o şekilde kalmasını dileyebilirdim. Aslında yerin ve zamanın bir önemi yoktu. Harry ne zaman yanı başımda olsa, her bir anımı ötekiyle değiştirmek istemezdim hiç. "Yine de cuma günleri dışarı çıkamamak kötü oldu."

Şakasını yapıp güldüğünde dahi hiç de canımı sıkmıyordu o andan itibaren bu konu. Beline sıkı sıkıya doladığım elimi çözmeden, diğer elimle yumuşak çenesini kavradım başını kaldırıp beni öpmesi için. Dudaklarımız birleştiğinde ve dakikalarca birbirimizi öptüğümüzde gecenin bitip de sabah olmasını hiç istemiyordum.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top