🚘B.63.🚘
Çıraklarım yine biz geldik...
Kitabımız sizlerin sayesinde yavaştan büyümeye başladı<3
Kendinize rahat bir koltuk bulun ve okumaya başlayın.
Oy verip yorumlar yapmayı unutmayın lütfen;))
Geri dönüş yoluna çıkmıştık fakat ikimizin de ağzını bıçak açmıyordu. Bir kere daha yıkılmıştım... Bir kere daha yenilmiştim... Bir kere daha yokluğu yaşıyordum...
Kafamın içindeki acımasız sorular bütün benliğimi yeyip bitiriyordu.
Ben hayata yeniden nasıl tutunacaktım?
Ben, onca dert ile nasıl baş edecektim?
Benim dertlerim dert olmaktan çıkmış derdi-kâfir olmuştu.
Bütün dertler inatla üstüme üstüme doğru geliyordu.
Yine korkularım yerini kaygılara bırakmıştı.
"Poyraz kardeşim arabayı biraz durdurur musun?"
Biliyordum, yol arkadaşımın da en az benim kadar canı yanıyordu. Gözünü yoldan ayırmadan başını hafiften bana doğru çevirdi ve göz ucuyla baktı. "Ne oldu kanka, bir sorun mu var?"
Poyraz'ın 'bir sorun mu var' sorusu benliğime taş kadar ağır gelmişti. Yutkundum. Esasında sorun yok, ama sorun üreten bir varlığım var diyesim vardı. Sustum. Konuşmaya bile üşenir hale gelmiştim zira benim için bütün kelimeler ruhsuz bütün cümleler anlamsız geliyordu.
"Biraz hava almak istiyorum. Hatta beni bu ıssız yolda bırak ölesim var!" diye mırıldandım.
Poyraz, ani bir fren yaparak durdurdu arabayı. Nefes nefese, "Yapma be dostum, kendine bu kadar eziyet etme. Biliyorum zor zamanlar geçiriyorsun ama lütfen isyankâr olma. İnan bana hayat yaşamaya değer..."
"Hıh..." diye iniltiye benzer bir sez çıktı dudaklarımın arasından. "Sen benim neler çektiğimi nereden bileceksin. Sen benim içimdeki isyanları nereden göreceksin. İnan bana dostum, yaşamakla hissetmek aynı şeyler değil..."
Issız varlığımı arabadan atar gibi indim. Burası benim gibi ıssız bir dağ başıydı. Adeta dağ-taş benim ıssız ruhumun ıssızlığını haykırıyordu. İğne yapraklı çam ağaçları rüzgara boyun eğmiş uğuldayarak esiyordu. Çam kokulu esintinin getirdiği serin yel yüzüme çarparken benim ıssız adamlığımı haykırıyordu. Biraz yürüdüm. Poyraz, benimle gelmek istedi ama elimle işaret vererek ondan durmasını istedim. Tekrar yürümeye başladım.
Kuytu bir köşe bulup bütün dertlerimi oraya gömesim vardı. Tıkandıkça derin nefesler alıp vermeye çalışıyordum ama alıp veremediğim her nefes içimde ölüyordu. Birden durdum ve göz kapaklarımı açıp kapatmaya başladım. Bir adım daha atsam az kalsın önümdeki uçuruma yuvarlanacaktım.
Yanı başımda duran çam ağacına tutundu bir elim. Korkuyu iliklerime kadar hissetmiştim. Hani ben ölmek istiyordum. Madem ölmek istiyordum o zaman neden bu kadar korkmuştum. Yoksa her şeye rağmen yaşamak güzel bir şey miydi?
Yaşam ve ölüm arasında mekik dokuyordu yitik benliğim.
Bir yanım hani ölmeyi istiyordun ya, hadi at kendini uçurumdan aşağıya diyordu. Bak işte sana ne güzel fırsat. Fakat diğer yanım sana can veren bunu yapmayı yasak kıldı diyordu. Her şartta yaşamak ölmekten avantajlıdır, diyordu.
Issız ruhum arafta kalmış haykırışlar içindeydi...
Ölürsen kaybeden sen olursun...
İyi de yaşarken de kaybeden benim. Neden her şartta kaybeden ben oluyorum?
Eğer yaşamayı seçersen yaşam döngüsüne karşı gelmemiş olacaksın...
Ha yaşamışım ha ölmüşüm ben zaten bir hiç değil miyim? İnsan bir hiç ise yaşamış veya ölmüş ne fark edecek?
Sen de benim kadar biliyorsun, ben ne oyum ne buyum...
Senin anlayacağın ben bir hiçim ve hiç olarak doğmuşum. Bundan sonra ben bir hiç olarak yaşamak istemiyorum.
Tamam, madem öyle düşünüyordum hadi o zaman ne duruyorsun, at kendini aşağıya. At kendini aşağıya. At kendini aşağıya. Beynimin içinde yankılanan sesler bütün varlığıyla isteğini ruhuma empoze ederken, gözlerimin önündeki görüntü giderek bulanıklaşıyor ve silikleşiyordu. Uçurumun kenarına doğru bir adım daha attım.
Hiçliğin sessiz koyuna çekilen varlığım salıncaktaki bir çocuk gibi uçurumun kıyısında sallanıp duruyordu. Gözlerimi kapattım ve kendimi boşluğa bırakmaya hazırlandım. Birden Telli'nin sesi çınladı kulaklarımda, "Yapma, sakın yapma!"
Gözlerimi açtığımda bedenim öne doğru eğilmişti ve aşağısı kayalıklardan oluşan dipsiz bir kuyuyu andırıyordu. "Yapma!" sesi bir daha çınladı kulaklarımda. "Yapma dostum yapma!"
Başımı çevirip omzumun üzerinden arkaya doğru baktım. Bu arada dengemi kaybetmiş ayağımın altındaki küçük taşların birkaç tanesi uçuruma doğru yuvarlanmıştı. "Yapma. Eğer sen kendini aşağıya atarsan peşinden ben de gelirim bunu bilmiş ol... Buradan sensiz gidemem oğlum! Yoksa insanların yüzüne nasıl bakarım? Ustama ve sizinkilere ne cevap veririm, bunu hiç düşündün mü? Hepsinden önemlisi ben seni kurda kuşa yem edemem. Oğlum anlasana, sen benim için çok değerlisin."
Masumca gülümserken, derin bir soluk çektim ciğerlerime. "Öyle mi diyorsun?"
"Bunu anlamak bu kadar zor mu kalın kafalı?"
Bu aralar çocuklar gibi ağlıyordum. Sizin anlayacağınız iyice ağlak biri olup çıkmıştım. Ne yapayım benim de kendimle baş edebilme yöntemim buydu işte. Gözlerimden boşalan acı gözyaşlarımı elimin teriyle silerek gülümsemeye çalıştım. "Ben bu kadar yükü kaldıramıyorum dostum, en iyisi bu fani dünyadan çekip gitmekmiş gibi geliyor."
"İnan bana dostum bu bir çözüm değil. Hem bilmiyor musun Allah'ın verdiği canı ancak Allah, alır..."
Burnumu bir fırt çektim ve yanaklarıma doğru durmaksızın akan yaşları tekrar sildim. "Biliyorum, bilmez olur muyum hiç?"
"Hadi o zaman arkanı uçuruma dön ve bana doğru yürü."
Hiçliği benimseyen ruhum öyle bir haldeydi ki, adeta bütün yetilerini yitirmiş gibiydi. Ne düşünebiliyordu ne algılayabiliyordu ne de yorumlayabiliyordu. Her şey anlamını yitirmiş sanki son çırpınışlarımı yaşıyordum.
Poyraz'ın güdümünde ölümün kıyısından dönmüştüm. Kurtarıcım beni hayata döndürmüştü ama geriye ellerimiz bom boş olarak dönmekten de mustaripti.
Madem yol arkadaşım her şartta benim yanımdaydı şimdi sıra bana gelmişti. Onun suçluluk duygusunun yersiz olduğunu kanıtlamam gerekiyordu zira ne benim ne onun bir suçu vardı. Suçlu benim kaderimdi. Suçlu benim doyumsuz ruhumdu.
Onun suçluluk duygusunu kırmak için söz verdiğim gibi tekrar ustamın yanında çalışmaya başlamıştım. Biliyordum ben yine içime kapanırsam Poyraz, sürekli kendini suçlayacaktı ben buna izin veremezdim, vermedim de ...
Ustam da sağ olsun bana hiçbir şey hissettirmiyordu. Eski düzenimize geri dönmüştük. Ben Oğuz'dum onlar benim can dostlarım.
Hayatım tek düze ilerlerken aradan tam iki yıl geçmişti. Bazen geceleri kendimi sokaklara vurur gönül eylerdim. Nerede mutlu bir çift görsem içim "cız" ederdi. Benim hiçbir zaman yaşayamayacağım eylemlerdi bunlar. Ne zaman el ele bir çift görsem kıskanırdım onların mutluluğunu...
Bu benim elimde olan bir şey değildi. İnsan ulaşamadığı şeyleri doğal olarak kıskanırmış... Yalan yok ben de kıskanıyordum...
Bütün bunları ne diye anlatıyorsun Oğuz, dediğinizi duyar gibi oluyorum. Askerlikten men edilmiştim ve dediğim gibi aradan tam iki koca yıl geçmişti. Hani bir kitap vardı adı, "Vurun Kahbeye." Bu aralar ben de kendimi ona benzetiyorum. Felek açık bir kapı bulmuş vurdukça vuruyordu.
Babam gibi sahiplendiğim abimin düğünü vardı ve ben hem mutluluğu hem de kıskançlığı bir arada yaşıyordum. Başta da dediğim gibi bu benim elimde değildi. Yoksa abim benim can özümdü. Onun mutluluğu benim mutluluğum demekti ama işler öyle yürümüyordu işte.
Sürekli gerçeklerle yüzleşmek ister istemez yoruyordu sıkışmışlığı yaşayan ruhumu. Oysa kendimle baş başa kalabileceğim kimseciklerin olmadığı ıssız bir koya sığınmaya ne çok ihtiyacım vardı.
İnsanlar gülüp eğlenirken ben kalabalıktan uzak bir yere oturmuş halay çekip eğlenenleri izliyordum. Ben hariç herkesler nasılda mutluydu...
Ben dalıp gitmiş hayatı ve insanları sorgularken, omzuma dokunan bir elle irkildim. "Çekilmişsin bir kenara ne yapıyorsun dostum burada? Hadi kalk biraz da biz eğlenelim. Bak herkes ne güzel eğleniyor. Hem abine de ayıp olacak."
Poyraz, beni bana bırakmayarak kolumdan tutup çekiştirerek oynayıp eğlenenlerin arasına götürmeye başlamıştı. Biliyordum, dostum benim halimden anlıyordu ama eğlenmek içimden gelmiyordu çünkü ben küskündüm hayata.
Tam o sırada eğlenmek için atılan silah sesi tırmaladı kulakları. Canım yandı. Elimi sağ göğsümün üzerine bastırdım. Göğsümün üzerine bastırdığım elim kızıla boyanırken, gözlerim karardı ve devamı karanlıktı...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top