🚘B.61.🚘
Selâm çıraklarım.
Görüşmeyeli nasılsınız bakalım
Herkes iyiyse önce yıldızı patlatın sonra pamuk eller yoruma.
Elim havada kalırken başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüş dökülen kaynar suda haşlanan etlerim kıymıklara ayırmıştı. Bu nasıl olabilirdi? Bu ev bildiğim kadarıyla kendi şahsi evleriydi. Sami amca bir sohbet esnasında 'Oğuz, bunca yıl çalışıp çabalayıp ancak bu evi alabildim' demişti. Evet, aynen böyle demişti. Çok iyi hatırlıyorum. Kendi evlerini terk edip gidecek kadar ne yaşamış olabilirlerdi?
Peki, ben dertli başımı nerelere vuracaktım şimdi. Boş gözlerle birbirimize baktık. "Siktir, gitmişler!" dedim.
Bu dünyanın bana garazı neydi de her şartta karşımda duruyordu. Her şartta yoluma taş koyuyordu. Bir insanın yüzü hiç mi gülmezdi, düzenine yandığımın dünyasında mutluluk bana yasak mıydı?
Ben kimin tavuğuna kış demiştim de bedel üstüne bedel ödüyordum. Bu kadarı benim bünyeme fazlaydı zira tahammül sınırlarımı çoktan aşmıştım.
Poyraz, yenilgiye uğrayan bir komutan gibi, "Şimdi biz onca yolu boşu boşuna mı geldik?" diye sordu.
"Bilmiyorum." Çünkü cevabını bilmediğim bir soruydu bu. Bilmediğim soruyu cevaplamak yerine umarsızca omuz silktim.
Bilinmezlik yol arkadaşımı germiş sinirden sağ gözü seğirmeye başlamıştı. En azından arkadaşım sinirini dışa vurabiliyordu. Ben onu da yapamıyordum. Ellerini ensesinde birleştiren Poyraz, kendi ekseni üzerinde bilinçsizce dönmeye başladı. Başı dönüp durmaya karar verdiğinde karşıma geçip durdu. "Söylesene oğlum, şimdi ne yapacağız biz? Onca yol geldik arkamıza baka baka geri mi döneceğiz?"
Hüsrana uğrayan bedenim kan ter içindeydi. Şakağımdan süzülerek yanağımı ıslatan sıkıntı terlerini elimle silerek kuruladım. Sami amcaların evinin bahçe duvarına sırtımı yasladım. Kollarımı birbirine dolayıp göğüs kafesimin üzerinde bağladım ve düşünmeye başladım. İnsan umut ettiği sürece yaşarmış. Bende küçücük bir umudun peşine takılmak istiyordum. Çok geçmeden yakın geçmişin perdeleri aralandı ve yaşanmışlıklar damladı zihnime. "Buldum, ne yapacağımızı buldum kanka."
Biraz önce umutsuzca sağa sola savrulup duran Poyraz, benim sevincimi görünce gözlerinin içi parlamaya başladı. "Ne oldu lan, ne buldun oğlum?"
Bizi vuslata erdirecek çözümü bulmanın verdiği şımarıklıkla, "Taksi durağı. Yani Sami amcanın çalıştığı durak. Gidip oradakilere sorabilir her şeyi onlardan öğrenebiliriz."
Bulduğum çözüm sayesinde Poyraz'ın yüzünü güldürmeyi başarmış az da olsa moralimiz yerine gelmişti. Yol arkadaşımın yüzünü güldürmeyi başarmıştım lakin benim için aynı şey söylenemezdi çünkü yaşadığım şoku hâlâ üzerimden atabilmiş değildim. Yine de iyi sayılırdım. Hiç yoktan elimizde bir olasılık vardı.
Poyraz, beklemeyi sevmediğinden harekete geçmek istemişti. Bana kıyasla hem dakik birisiydi hem de iş bitirici özelliği vardı. "Ee, madem şans bizden yana boş yere beklemenin bir anlamı yok. Hadi bakalım, doğruca taksi durağına gidiyoruz."
Yol arkadaşıma ayak uydurup geldiğimiz yolu gerisin geri tekrar yürüdük ve arabayı park ettiğimiz sokağa geldik. Elimizden geldiğince hızlı hareket ediyorduk. Cadde ve sokakları son sürat arkamızda bırakıyorduk ama benim kafamın içi boşalmış gibiydi. Hiçbir şey düşünemiyor hiçbir fikir üretemiyordum. Sanki düşünce yetimi kaybetmiştim ve duygularım körelmişti. Hepsinden kötüsü de hissizleşmiştim. Şu an kafama bir vuran olsa boş teneke gibi "dan dan" diye ses çıkacağından emindim.
Poyraz'ın "Taksi durağı burası mı?" diye sorduğu soruyla beynime kan gitmeye başlamıştı. "Hı," diye bir ses çıkararak öne doğru eğildim ve etrafıma bakınmaya başladım. Bu arada beni terk edip giden yetilerim de geri gelmişti.
"Evet, kankam burası."
Poyraz, büyük bir ustalıkla arabayı durağın önüne parka etti. Kafamda milyonlarca soruyla arabadan indim. İçimde bir yerlerde küçücük de olsa hâlâ bir umudum vardı. Zaten taksi durağı pek kalabalık değildi. "Selamünaleyküm!" diyerek kapıdan içeriye geçtik. Küçük bir masa ve masanın başında önceden simasına aşina olduğum durağın sahibi oturuyordu.
Konuğu olduğumuz durakta iki kişi daha vardı. Hafiften kır saçlı, dar alınlı, kısa boylu tıknaz olan adam, "Aleykümselam!" diye cevap vererek okuduğu gazeteyi elinden bıraktı. "Buyur kardeş!"
Orta yaşlı adama nazaran daha gençten olanı elindeki tek devirlik tespihi çevirip duruyordu. Bir yandan tespih çevirirken diğer yandan da ikimizi bakışlarının kıskacı altına almıştı. Taksi durağının sahibi kaşlarını çatarak pür dikkat bana bakıyordu. "Genç, ben seni bir yerlerden tanıyacağım ama çıkaramadım."
Zoraki bir tebessüm yayıldı dudak uçlarıma. "Ben Oğuz!"
"Tabii ya, sen şu gezgin çocuksun öyle değil mi?"
"Evet, efendim!" deyip durağın sahibiyle tokalaşıp elini öpmek istedim çünkü yaşlı başlı adamdı. "El öpmeye gerek yok Oğuz!" deyip ayağa kalktı ve oturmamız için tahta tabureleri gösterdi. Geçip oturduk.
Taksi durağının sahibi samimi bir üslupla, "Ne içersiniz?" diye sordu.
"Sağ olun ama hiç gerek yok, biz size bir şey sorup hemen gidecektik. Yani zahmet etmeyin." dedim.
"Ne zahmeti Oğuz?" deyip biraz önce elinde tespih ile bize tavırlı davranan gence dönüp, "Oğlum bize üç çay kap gel," diye buyurdu.
Genç çaycı bize imalı bakışlar atarak yanımızdan ayrıldı ve küçük bir kapıdan içeriye girdi. Biraz sonra elindeki tepside üç çay vardı. Çayları önümüzdeki tahta tabureye "tak tak" diye bırakırken yine bakışları üzerimizdeydi. Bizi ne sanıyordu anlamıyordum. Sanki buraya adam öldürmeye gelmişiz gibi davranıyordu.
Henüz önümüze bırakılan çaydan birer yudum içmiştik ki durağın sahibi, "Oğuz, sebebi ziyaretiniz nedir?" diye sordu.
Yaşlı adamın sorduğu soru tam zamanında ve yerindeydi. Poyraz, oturduğu pozisyonu değiştirip tam da durak sahibinin sorusuna cevap vermek üzereydi ki, ben ondan hızlı davranarak soruyu sordum.
"Biz arkadaşımla geziyorduk, gelmişken Sami amcayı da görmek istedik. Evine uğradık ama evi boştu. Nedenini merak ettik ve size gelip soralım dedik. Yani bildiğim kadarıyla o ev Sami amcanın kendi eviydi. Evini satıp başka yere falan mı taşındı acaba?"
Genç çaycı, elindeki tespihi bir tur çevirdi. Birkaç adım atarak kıyımıza iyice yaklaştı. Bakışlarıyla bizi döverken, "Siz ne ayaksınız oğlum? Sami abiden ne istiyorsunuz? Bu kaçıncı ha..." diye kabadayı tavrıyla üstümüze yürüdü.
Biz ikimiz de dumura uğramış "aval aval" bize posta koyan gence bakıyorduk. Taksi durağının sahibi ciddi bir tavır takındı yüzüne. "Noluyor oğlum, bu ne öfke? Hadi sen dışarıya çık da biraz hava al bakalım. Ben Oğuz'u tanıyorum ondan bir zarar gelmez."
"Ben tanımıyorum ama... Sami abinin başına ne geldiyse bu Oğuz ile tanıştıktan sonra geldi. Hatırlasana abi?"
Taksi durağının sahibi gözlerini belerterek çalışanına öfkeyle baktı. "Sana ne diyorsam onu yap ve dışarı çık."
"Çocuklar bakmayın siz onun fevri çıkışlarına. Sami'yi gerçek abisi gibi severdi. Onun çekip gidişinden herkesi suçlar oldu işte."
Kafam karmakarışıktı. Genç çaycının sözleri kafamın içinde dönüp duruyordu. "Her şey sen geldikten sonra oldu." Ne demekti şimdi bu, benimle Sami abinin gidişinin ne alakası vardı? Cidden anlamakta zorluk yaşıyordum. Ben onların hayatını nasıl karartmış olabilirdim?
"Abi benim kafam iyice karıştı. Ne olduğunu tam olarak açıklar mısın? Sizin çaycı beni neden suçluyor?"
"Sen ona bakma Oğuz, hiç birimiz Sami'ye ne olduğunu neden çekip gittiğini bilmiyoruz. Sadece Sami gittikten sonra iki adam geldi o da sizin gibi Sami'yi sordu bize. Bizim çaycı ondan size tavır yaptı. Yoksa bir şey bildiğinden değil. Samimi olarak söylüyorum bizim hiçbir şeyden haberimiz yok. Sami, durağa gelmez olunca bende neden gelmediğini öğrenmek için sorup soruşturdum. Komşuları bir gece yarısı çekip gittiler, dedi. İnanın çocuklar benim tek bildiğim bu..."
Sözün bittiği yerdeydik...
Oysa kendime sakladığım küçücük umutlarım vardı benim...
Onun yüzünü görebilmek gibi...
Ona son bir veda edebilmek gibi...
Yoksa her şeye sebep ben miydim?
Çaycı öyle dememiş miydi?
"Senden sonra gittiler!"
Bildiğim öğrendiğim ben gittiğim yere kendi felaketimi de taşıyordum. Umutlarım felaketim oluyordu. Aşkım felaketim olmuştu. Felek vurdukça vuruyordu. Feleğin sırtıma vurduğu kırbaçların acısını ta ruhumda hissediyorum. Sırtıma vurulan ağır yüklerin ağırlığından omuzlarım içe doğru çökmüştü. Bir canım vardı cismimde taşıdığım o da candan çıkmak üzereydi.
Poyraz'ın başı öne eğikti. Belli ki yüzüme bakmaya çekiniyordu. Çekiniyordu çünkü tükendiğim yerde olduğumu biliyordu...
Ayağa kalkarken ellerimi dizlerime bastırarak kollarımdan güç aldım ve derin bir iç çektim. İçime çektiğim nefesi geri verirken dudaklarımı yaktı. "Gidelim!" dedim.
Teşekkür edip duraktan ayrılmaya hazırlanıyorduk ki, aklıma düşen fikirle umutlandı yüreğim...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top