🚘B.59.🚘
Selâm çıraklarım.
Görüşmeyeli nasılsınız bakalım
Herkes iyiyse önce yıldızı patlatın sonra pamuk eller yoruma.
Öpüyorum çoook.
Hiç durmaksızın defalarca arama yapmama rağmen aynı cevapları alıyordum. "Aradığınız kişiye ulaşılamıyor."
Yatağımın üzerine bağdaş kurarak oturmuştum. Vücudum benden bağımsız olarak sürekli öne arkaya doğru sallanıyor ve dudaklarımdan aynı kelimeler dökülüyordu. Ulaşılamıyor... Ulaşılamıyor... Ulaşılamıyor...
Poyraz'ın omzumdan tutup beni tartaklar gibi sarsması ile kendime geldim. "Yeter kanka yeter. Yedin bitirdin kendini. Niye kendine bu kadar eziyet çektiriyorsun? Oğlum sen zaten bu kızdan vazgeçmemiş miydin?"
Mantığım vazgeçmişti ama kalbim vazgeçmiyordu işte. "Olmaz dostum olmaz. Böyle bitemez. Böyle bitmemeli. Böyle ayrılık olmaz. Ben onun hayatından endişe ediyorum. Baksana ikisinin de telefonuna ulaşılamıyor. Onların başına mutlaka kötü bir şey geldi. Yoksa birinden biri açardı telefonu..."
"Ben seni anlamakta gerçekten zorluk çekiyorum. Oğlum ne gelebilir başlarına?"
"Bilmiyorum kankam bilmiyorum. Biliyor olsam sence bu kadar endişe eder miydim?"
Ani bir kararla yatağımın üzerinden kalktım ve doğruca iki kapılı gardıroba yöneldim. Gardırobun kapısını açtım ve siyah sırt çantam aldım. Sırt çantamın içine ne bulduysam tıkıştırmaya başladım. Poyraz ise meraklı gözlerle beni izliyordu. Kaşlarını birbirine yakınlaştırarak çattı ve sinirli bir hareketle, "Oğuz sen ne yapıyorsun?" diye sordu.
"Gidiyorum kankam gidiyorum. Ben burada elim kolum bağlı oturamam."
Poyraz, "Bırak şu içine ettiğim çantayı," diyerek öfkeyle elimdeki sırt çantasını aldı ve yatağın üzerine doğru fırlattı. "Sen iyice saçmalamaya başladığının farkında mısın acaba? Oğlum, gitmek istiyorum da ne demek? Söyler misin bana, gidince kıza ne diyeceksin? Ben bazı özel sebeplerden dolayı zaten senden ayrılacaktım ama sen telefonu açmayınca sırf merak ettiğim için geldim mi, diyeceksin?"
Poyraz'ın sözlerinden sonra bir süre tutuk kaldım. Sahi ben ona ne diyecektim? Onun gözlerine bakıp da ayrılmamız gerekiyor bizden olmaz mı diyecektim? Hayatıma başka biri mi girdi diyecektim; ne diyecektim ne? Gardırobun açık kapısını hızlı bir şeklide çarparak kapattım.
Kedime sorduğum sorular cevapsız kalırken, Poyraz'ın karşısına geçtim. "Nolur bana yardım et. Onu dünya gözüyle son bir defa olsun göreyim. Onun yüzünü son bir defa göreyim ki, yüzünün her detayını hafızama kaydedeyim. Hafızama kaydedeyim ki, onun sureti zihnimden bir ömür silinmesin. Yap bu iyiliği bana. Kendisiyle olmasa da cansız resmiyle avunayım."
"Oğlum ne yapayım? Benim kanatlarım mı var da seni uçurup oraya götüreyim? Zaten ustadan öğleye kadar zor izin aldım."
"Madem öyle o zaman bana engel olma!"
Usulca başını kaldırıp bakışlarını yüzüme kilitledi. Benim gibi onun da gözlerinde çaresizlik vardı. İmkansızlık vardı. Hayata isyan vardı.
İçimizden geçenler gözlerimize ayna tuttuğunda duygudaşlık yoluyla birbirimizi anlıyorduk ama bu bir işe yaramıyordu.
Kalbimin isyanına karşı hiçbir cevap vermeyen Poyraz, sessizce elinde tuttuğu telefonun ekranına baktı. "Hay aksi, baksana öğle vakti de olmak üzere. Benim gitmem gerek."
"Git git sende git. Senden medet umanda kabahat."
Sert bir adım atıp karşıma dikildi. Bu kez gözlerinde öfke vardı. "Oğlum senin kafan basmıyor mu? Gitme diyorum. Gidemezsin diyorum. Gitmemelisin diyorum."
Onu duymamış ikazlarını anlamamış gibi yaparak iflah olmaz isteğimin önüne geçmedim. "Ben kendim gizlice gider gelirim. Yeter ki sen kimseye bir şey söyleme. Yokluğumda beni idare et. Bana yapacağın en iyi yardım bu olur."
Poyraz, sanırım benim son sözlerime bir hayali sinirlenmişti. Sinirlenmişti çünkü huzursuzca odanın içinde dolanıyor, dolanırken de küfürler havada uçuşuyordu. "Bak sen, bir de gizli gidecekmiş. Hay ben senin aklına seveyim. Bir de kalkmış kimseye söyleme diyor. Ne demek kimseye söyleme lan. Söylemeyen ne olsun... Sen gitmeyi bir dene bakalım ben senin yedi sülalenden başlamıyor muyum. Sen yine saçmalamaya başladın. Oğlum sen aklını peynir ekmekle mi yedin? Saçma sapan hareket edip de benim kafamı sikiyor...n"
Ben kendi kabuğuma çekilmiş arkadaşımın öfke patlamasının geçmesini bekliyordum. Bir süre sonra sakinleşen arkadaşım nihayet normale dönebilmişti.
"Olmaz oğlum ya, seni bu halde tek başına bırakamam. Yolda yolak da başına bir şey gelirse ondan sonra kendimi bir ömür affedemem. Hadi yola çıktığını varsayalım beş parasız ne yapacaksın? Gözü kör olsun bu yokluğun. Onun karşısında her zaman elimiz kolumuz bağlı işte."
Olmayacağını bile bile Poyraz'a bir teklifte bulundum. Madem benim için bu kadar endişeleniyorsun o zaman birlikte gidelim. Sen de gel benimle."
Sorum karşısında Poyraz, ense kökünü kaşıyarak düşünür gibi yaptı. "Bugün günlerden ne?"
Yüzüne alaycı bir tebessüm otururken sorduğu sorunun cevabını da yine kendisi verdi. "Sorduğum soruya bak. Günlerdir senin odandan çıktığın mı var da günleri bileceksin. Ben şimdi gidiyorum, sen sakın bir delilik yapma. Eğer ben gelmeden bir delilik yapacak olursan yeminle bu kez evire çevire döverim seni. Bak benden söylemesi ona göre ayağını denk al da uyarmadı deme. Ben şimdi ustam ile konuşmaya gidiyorum. Gidip konuşayım bakalım izin alabilecek miyim? Yani en azından şansımı deneyeyim. Açık konuşmak gerekirse ben de şu an çok endişeliyim... "
Poyraz, geleceğim diye gitmiş bana yine beklemek düşmüştü. Onu beklerken bir umut telefonu tekrar elime aldım ve arama tuşuna bastım. Yine aynı cevap, ulaşılamıyor.
Elimden geldiğince kötü ihtimalleri aklıma getirmemeye çalışıyordum ama şeytan yine azaptaydı ve olabilecek en kötü ihtimalleri zihnime okuyordu. Evleri yanmış sokakta yaşıyor olabilirler. Bütün aile kaza geçirmiş hepsi birden ölmüş olabilirler. Şeytan dur durak bilmeden olumsuz şeyleri kulağıma üfleyip duruyordu.
Şeytanın felaket senaryolarından bir an önce sıyrılıp kendime gelmem gerekiyordu. Benim aklıma gelebilecek en masum ihtimal Telli'nin babası her şeyi öğrendi ve telefonları kapattı. Gerçekten bu olabileceklerin içinde en masum olanıydı ve ben buna çoktan razıydım.
Poyraz'ın gelmesini beklerken dakikalar yıl, saatler asır gibi geçiyordu. Her saliseyi her dakikayı zihnime kaydederken odanın içinde dönme dolap gibi dolandım durdum. Geçmek bilmeyen dakikalar, dağarcığımda yeni sorular oluşmasına neden oluyordu. Ustam izin vermezse ne olacak? Ustamın Poyraz'a izin vermemesi muhtemeldi çünkü başıma gelenlerden sonra çalışma isteğimi kaybetmiştim. Çalışma isteğini bir tarafa bırak, dışarıya çıkıp insanların arasına karışmak bile istemiyordum.
Saatler asırlar gibi geçmeye devam ederken, yine kafamın içi karmakarışıktı ve ben çaresizliğin pençesinde un ufak ufalanıyordum. Alt kattan gelen kapı zilinin sesiyle irkildi çaresizliğin son demini yaşayan bedenim de kıyama durdu her zerrem.
Bu kez gelenin dostum olması için bildiğim bütün duaları okumaya başladım. Kalp atışlarım en üst perdeden atmaya başladı. Merdivenden gelen ayak sesleri sinir katsayımı artırarak bedenim çelikten bir yay gibi germişti.
Ciğerlerime derinden bir nefes çektim ve odamın kapısına koştum. Olanca gücümle kapının pervazına tutunarak oradan destek almaya çalıştım. Şükürler olsun ki gelen dostumdu. İlk önce onun yüz ifadesine bakmak istedim.
Yüz ifadesi biraz karışıktı. Büyük olasılıkla ustam izin vermemişti çünkü Poyraz, odamın kapısından içeriye geçerken başı öne doğru eğikti. Onu böyle suskun ve karmakarışık görünce göğsümün tam orta yerine binlerce öküz oturmuş gibi hissettim.
Neden, diye çırpındı yüreğim kafesteki bir kuş gibi.
Poyraz, içeriye geçmiş ve doğruca pencerenin önüne gitmişti. Kollarını arkasında bağlamış ve ayakta dimdik duruyordu. Bana arkası dönüktü ve camadan dışarıya doğru bakıyordu. Hem dışarıya bakıyor hem de odanın içerisine ritmik bir ıslık yayılıyordu.
Olmamıştı biliyordum... Muhtemelen ustam izin vermemişti çünkü ne zaman Poyraz, ıslık çalmaya başlasa ters giden bir şeyler var demekti.
Kendi kendime içimden kıyamet senaryoları yazarken, "Gelmiyorsun sanırım?" diye sordum.
"Sanrılarını kendine sakla!" dedi.
"Ne demek bu?" diye sorarken odamın kapısının önünde öylece kalakalmıştım.
Poyraz, dışarıyı seyretmeyi yarıda bırakmış ve yönünü bana doğru dönmüştü. Küçük adımlar atarak yaklaşırken bakışları sert ve kızgın görünüyordu. Aramızdaki mesafe bir karışa indiğinde sağ eliyle sol omzuma sert bir darbe indirdi. Omzum içe doğru çökerken "Ah!" diye inledim.
Poyraz, dudaklarını içe doğru bastırdı ve "Nihahaha!" diye bir Erol Taş kahkahası patlattı. Ben bön bön onun yüzüne bakarken, "Gidiyoruz oğlum gidiyoruz!" diye çığlığı andıran yüksek bir sesiyle konuştu.
"Gidiyor muyuz?"
"Evet, gidiyoruz oğlum gidiyoruz! Ustam yine babalığını yaptı ve bana izin verdi. Yalnız ustam var ya, cidden hakikatli adammış. Bunu bir kez daha gösterdi."
Ben dilim boğazıma akmış gibi tutuk bir şekilde öylece bakıyordum arkadaşıma.
"Yalnız bir sorun var!"
"S-sorun mu? N-ne gibi bir sorun?" diye sordum kekeleyerek zira sukut-u hayale uğramış gibiydim.
Olumsuz anlamında başını sallayan Poyraz, dudaklarını içe doğru kıvırdı. "Evet, sorun var. Bilmiyorsan söyleyeyim bugün günlerden Cuma. Ustam dedi ki, gidin ama ikinizi de Pazar günü burada isterim."
"Olur, hiç durmadan gidersek bu vakit yeter bize."
"Yalnız ustanın bir şartı daha var."
"Ş-şart mı, bu nasıl bir şart?"
"Senin kesinlikle yerine getirmen gereken bir şart."
Ben şu an her şarta razıydım. "Tamam, ustamın şartını her neyse kabul ediyorum..."
"Öncelikle arabayı ben kullanacağım. Sonra ustam dedi ki; sonuç her ne olursa olsun geri döndüğünüzde Oğuz, tekrar çalışmaya başlayacak."
"Ustam, öyle mi dedi?"
"He, öyle dedi. Hem bize sıfır arabasını da verdi; daha rahat ve hızlı gidip gelelim diye."
"Ustam arabayı mı değiştirdi?"
"Oo, oğlum senin de dünyadan haberin yok. Uzun zamandır dışarıya çıkmadığını sorgulayacak olursak eğer bazı gelişmeleri bilmiyor olman normal aslında."
Başımı öne eğdim. Yine hatırlamak istemediğim dünler düşmüştü aklıma.
"Gidelim, o zaman..."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top