🚘B.41.🚘
Selâm çıraklarım
Bölümler hız kesmeden gelmeye devem ediyor.
Kendinize sessiz bir köşe bulun ve okumaya başlayın.
Oy verip yorumlar bırakmayı unutmayın lütfen
∆∆∆
Tellin'in Anlatımıyla
Nihayet doktor odadan çıkmıştı. "Endişe edecek bir şey yok. Hastaneye götürmeye de gerek yok. Aşırı yorgunluk var üzerinde. Sanırım fazla üşütmüş. Ev ortamında daha iyi bakılır. Birkaç gün dinlensin hiçbir şeyi kalmaz," dedi bizimde içimize serin sular serpti.
Nedensizce rahatlamıştım, çünkü iki gün ateşler içinde yanmıştı. Bu süre içinde babam gece çalıştığı için haliyle gündüz uyumak zorunda kalıyordu. Tâbi olarak evdeki hastaya bakmak da bize düşüyordu. Zavallı gence annemle birlikte sırayla bakmıştık. Anemin işleri olunca ben bakıyordum benim işim olunca annem bakıyordu. Yapacak başka bir şey de yoktu zaten. Üstelik babam gencin babasının olmadığını da söylemişti. Onun bu eksikliği beni daha çok etkilemişti.
Alın yazgısından ne kadar kaçarsan kaç bir gün gelip kapını çalıyordu. Ailem beni yılardır dışarıya kontrollü olarak çıkarıyordu sağdan soldan bir zarar gelir endişesiyle. Gelin görün ki, şimdi bir yabancıya hasta bakıcılık yapıyordum.
Adının Oğuz, olduğunu öğrendiğim genç ateşler içinde bilinçsizce yatarken anne-baba diye sayıklayıp durmuştu. Ateşler içinde anne, baba, diye sayıkladıkça benim de yüreğimin yağları eriyor üzülüyordum. Sayıkladığı bir başka isim de rüya kızıydı...
Sanırım rüyasında sevdiği kızı görüyordu, demek ki bir sevgilisi vardı. Bir sevgilisinin var olma olasılığı hem beni rahatlatıyor hem de içime inceden bir sızı bırakıyordu. Yabancı bir adamın sevgilisinin olup olmadığı beni ne diye ilgilendiriyordu anlamıyordum...
Bir keresinde koridordan geçerken iniltiye benzer tuhaf sesler çıkarttığını duydum. Hemen yatağın başucuna koştum. Yatağın içinde bilinçsizce sağa sola dönüp duruyordu. Terleyen alnına boncuk boncuk yaşlar birikmişti.
Komodinin üzerinde duran kâğıt havludan bir yaprak kopardım. Alnındaki teri silmek istiyordum fakat çekiniyordum. Ya biri görür de yanlış anlarsa diye. Etrafıma bakındım. Babam evdeydi ve uyuyordu. Annem Oğuz'un yattığı odanın tam karşısına düşen mutfakta yemek yapmakla meşguldü.
Elimi usulca uzattım. Kâğıt havlu yaprağını alnına bastırarak terini kuruluyordum. Ona her dokunuşta neden titriyordu ellerim? Neden kalbim tekliyordu? Neden anne-baba diye sayıkladıkça benim de canım yanıyordu? Onun gördüğü rüya neden kalp atışımın hızlanmasına yol açıyordu?
Alnında biriken teri iyice kuruladım. İçimde engel tanımayan bir his daha vardı, o da ona dokunmak. Çıplak elle dokunup ateşini ölçmek istiyordum. Sağ elimi göğüs kafesimin üzerine koyarak kalbimin üzerine bastırdım, derin bir nefes alıp geri bıraktım. Aldığım nefes takviyesi heyecanımın yatışmasına neden olmuştu, rahatladığımı hissedince elimin dış kısmıyla alnına dokundum. İçime dolan tarifsiz sevinci zor zapt etmiştim.
Şükür ateşi biraz düşmüştü. Terlemek işe yaramıştı. Terle birlikte ateşi de bir nebze olsun düşmüştü. Ben alnındaki teri kurulamıştım ama vücudu sırılsıklam görünüyordu. Kıyafetlerini değiştirmek gerekiyordu. İyi de bu işi ben yapamazdım. Sesiz adımlarla Oğuz'un odasından ayrıldım.
Mutfağa annemin yanına geçtim. Zavallı gencin vücudunun terden sırılsıklam olduğunu, üst başının değişmesi gerektiğini anneme nasıl söyleyecektim bilmiyordum. Annem sormaz mıydı, sen onun vücudunun terli olduğunu nereden biliyorsun?" diye. Sorardı hem de hiç düşünmeden sorardı.
Hemen buna bir çözüm bulmalıydım...
Mutfağa geçtim fakat huzursuzdum. Huzursuzluğum anneme sirayat etmiş olmalı ki, yaptığı işten başını kaldırıp bana doğru bakmaya başladı. "Telli kızım, bir sorun mu var, neden dakkikalardır kıvranıp duruyorsun?"
Yanlış anlaşılmaktan korktuğumdan dolayı anneme nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Biraz da utanıyordum. Hatta utançtan yüzümün kızardığını söyleyebilirim.
"Şey, ben koridordan geçerken iniltili sesler duydum. Ses o gencin odasından geliyordu. Kendine gelmişmi diye başımı uzatıp kapı aralığından baktım. Gördüm ki çok terlemiş. Öyle ki alnından yüzüne doğru şıpır şıpır terler akıyordu. Ben alnındaki terleri biraz sildim ama..."
Sanırım biraz fazla konuşup boşboğazlık etmiştim. Son cümleyi kendime saklasam iyiydi ama ağzımdan çıkmıştı bir kere.
"Ne söylemeye çalışıyorsun kızım, açık konuşsana."
"Yani ben diyorum ki, yüzünde o kadar ter varsa üstü başı da ıslanmıştır terden. Babam kalkınca üstünü başını değiştirseniz, olmaz mı?"
"Olur, kızım. Birazdan babanı uyandırır değiştiririz."
Gecikmeden annem babamı uyandırdı. Zaten babamın da uyanma vakti çoktan gelmişti. Babam zavallı gencin üstünü başını değiştirdikten sonra anneme dönüp, "Hanım baksana çocuk nasıl da ter atmış. Kıyafetleri su içinde kalmış. İyi tarafı ateşi düşmüş. Bir kere daha böyle ter atarsa ateşi tamamen düşer," dedi elindeki ıslak kıyafetleri anneme göstererek.
Ailecek rahat bir nefes almıştık ama ben ayrı bir rahatlamıştım çünkü yabancı genç, geceleri ateşler içinde yanarken ona bir şey olacak diye gözüme uyku girmiyordu. Kısacası acıyor geceleri yapayalnız bir başına kalmasın diye başucunda sabahlamak istiyordum. Ben istiyorum istenmesine lakin istemekle yapmak ayrı şeylerdi. İşte ondan sebep pek yakınlık göstermiyordum.
Birde ailesinden uzakta oluşu içimde tarifi imkânsız hislere neden oluyordu. Her insan istemez mi, zor zamanlarında yanında biri olsun elini tutup ona destek olsun. Kader kısmet dedikleri bu olsa gerekti. Nice yolar aşarak gelip bizim kapımızı çalmıştı. İyi de olmuştu. En azından ailesinin yokluğunu aratmamıştı babam ve annem. Kanımca bunda babamın kendi babasının yokluğu da büyük etken olmuştu.
Ertesi sabah mutfakta kahvaltı yapıyorduk. Annem erkek kardeşime seslenerek, "Hadi oğlum, bak bakalım hastamız uyanmış mı?" diyerek onun odasına yolladı.
Erkek kardeşim, bakmaya gitti ama gitmesiyle dönmesi bir oldu. Kısık bir ses tonuyla konuşarak, "Uyanmış anne, iyileşmiş galiba." dedi.
Sanki ailemizin bir üyesi iyileşmiş gibi çok sevinmiştik. Bende sevinmiştim ama içime inceden bir sızı da düşmüştü. İki gündür bizde kalıyordu ve ben ona alışmıştım. Bu kadar kısa sürede bir insan bir insana alışabilir miydi? Ben alışmıştım işte...
Keşke iyileşmeseydi de biraz daha kalsaydı, diye geçirdim içimden. Ayağa kalktığı an çekip gidecekti ve ben belki de onu bir daha hiç göremeyecektim. Oysa onun başında beklemiştim. Terini kurulamış, tenine dokunmuştum. Kısacası alışmıştım...
Kardeşimin getirdiği haberle annem hemen ayaklandı. "Telli kızım, sen hemen bir kahvaltı tepsisi hazırla. Bende gidip bir bakayım."
Kardeşimle annem gencin yanına gitti bende küçük boy bir tepsiye Allah, ne verdiyse kahvaltılık hazırladım. Çay yerine ona daha iyi geleceğini düşündüğüm için taze portakal suyu sıktım. Gencin yattığı odaya geçtiğimde garip garip etrafını izliyordu. Sanırım iki günlük geçmişini hiç hatırlamıyordu.
"Yardım edeyim. Bir şeyler yemelisin. Yoksa iyileşemezsin."
Kendi evladına şefkat gösteren biri gibi yataktan kalkmasına yardım eden anneme karşı yaptığı tek hareket şaşkın şaşkın bakıyor olmasıydı.
"Ben neredeydim, ne oldu bana?" Sorduğu soruya bakılacak olursa üzerindeki şaşkınlığı bir nebze olsun atmış olmalıydı.
"Önce kahvaltını yap sonra anlatırım!" dedi annem.
Onun rahat etmesi için biz odadan çıktık. Belli bir süre sonra annem, "Telli kızım, Oğuz, kahvaltısını yaptıysa tepsiyi al da gel." dedi.
Çekinerek girdim odasına. İçeriye girdiğimde yüzümde bir tuhaflık varmış gibi bana bakıyordu. Neden bana öyle baktığı konusunda hiçbir fikrim yoktu doğrusu. Tam uzanıp tepsiyi alacaktım ki, ani bir hareketle kolumu tuttu.
Koluma dokununca sarsıldı bedenim. Kalbimin "gümbürtüsünü" duyacak diye ödüm koptu. Açık renk gözleri gözlerimi buldu. Korkuyordum gözlerine bakmaya. Korkuyordum gözlerinde yitik bir bakış olmaya. Korkuyordum işte, bir gün gidecek diye. Korkuyordum bağlanmaktan. Korkuyordum sahiplenmekten. Gözlerinde fazla oyalanmadan bakışlarımı direkt tutuğu koluma çevirdim.
Ellerini kolumdan usulca geri çekerken, "Burada neler oluyor?" diye sordu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top