🚘B.38.🚘

Selâm çıraklarım nasılsınız bakalım:D

Kendinize kuytu bir köşe bulun ve okumaya başlayın<3

Oy verip yorumlar bırakmayı da unutmayın lütfen*_*

"Yok, abi buralı değilmiş geziyormuş. Gencin durumunu görünce bende evine götürmeyi teklif ettim ama..." 

"Ya öyle mi, gezmek güzeldir," dedi özlemi varmış gibi içten konuşarak.

Bizi can kulağıyla dinleyen diğer bir taksici, "Sami abi, bu çocuğun hali hal değil. Baksana üstü başı ıslak perişan vaziyette. Hemen üzerindeki ıslak kıyafetleri çıkarmazsa hasta olacak zavallı çocuk." dedi.

Masa başında oturan yaşlıca amca durağın sahibiymiş gibi duruyordu. Beni uzun süre inceledikten sonra, "Sami bu gece benden sana izin. Al bu genci sizin eve götür, çocuk üstünü başını değiştirsin. Sevaptır. Ben götürürdüm ama biliyorsun yengen memlekete gittiği için evde yok."

Taksici yani Sami amca, önce ufak çaplı bir tereddüt yaşasa da çok geçmeden, "Peki, götüreyim o zaman." dedi.

Ne hallere düşmüştüm ben böyle, aksi gibi itiraz edecek durumda da değildim. Sami amcanın taksisine bindik düştük yola. Annem, her şerde bir hayır vardır, derdi.

Bakalım bu gece bana uğrayan şerden ne gibi bir hayır doğacaktı. Bildiğiniz bir tamirci var mı Sami amca? " diye sordum.

Başını bana doğru döndü ve aynı babam gibi gülümsedi. Olmaz olur mu genç, var elbette. Bizim ömrümüz sanayide geçiyor." 

"Benim meslekte tamircilik ama yanımda gerekli alet edevat yok ondan sordum." 

"Bak sen, buna sevindim işte. Araba tamirciliği yapıyorsun demek? Bunca yıllık taksi şoförüyüm pek bir şey anlamam bu araba aksamından. Yani başımın çaresine bakacak kadar bir şeyler biliyorum ama hepsi o kadar." dedi.

"Bilmeyin zaten. Herkes araba tamir ederse biz nerden ekmek yiyeceğiz Sami amca?" dedim bilmiş bilmiş.

"Bak bu konuda çok haklısın Oğuz. Senin de dediğin gibi herkes kendi işini yapmalı. Sevdim seni." dedi.

"Teşekkür ederim, bende sizi sevdim. Tıpkı babama benziyorsunuz." dedim.

Öyle mi? O zaman babanıza benden selam götürün." dedi.

Babamın bahsi geçince üstelik bir de Sami amca selâm gönderince hiçbir şey konuşamadım sadece içli bir nefes verdim ve boğazıma duran yumruyu geri yutkundum. "Benim babam yok efendim." 

Sami amca, selam söylediğine pişman olmuş yüzü düşmüştü. "Kusura bakma Oğuz. Ben bunu bilmiyordum. Allah, rahmet eylesin." dedi.

"Ne kusuru efendim, siz nereden bileceksiniz babamın olmadığını. Allah, yattığı yeri nur gölü etsin inşallah," dedim.

"Amin!" dedi.

Sami amcayla aramızda güzel bir muhabbet başlamıştı. Isınmıştı yüreğim bu kırçıl saçlı adama...

Sesinin her zerresi bin bir çeşit ahenk barındırıyordu; "Hah, bizim eve de geldik işte," derken.

Sami amca 'geldik' deyince nedense bir heyecan kaplamıştı ıssız gönlümü. Bilinmezliğin heyecanı olabilir miydi bu heyecan? Sonuçta hiç bilmediğim bir eve misafir oluyordum. Tamam, Sami amcayı sevmiştim ama evin içindekiler nasıl insanlardı bu beni haklı olarak tedirgin ediyordu.

Öte yandan bu gece hız kesmeden yağan yağmur benim kaderimi yazıyormuş gibiydi. Kâinatın şimşekler çakarak bana yolladığı mesaj buydu sanki. Çakan her şimşek, üzerime düşen her damla, alın yazımı yazan kalemin imzasıydı.

Islak bedenim alın yazımı yazan kalemin mürekkebiyle ıslanıyor, gizli bir el bu kaderi silmeye çalışıyordu ama nafile bir çabaydı bu.

Belki de kaderim sürüklüyordu bu evin çatısı altına beni. Ya da onların kaderini ben yazacaktım. Gecelerce gördüğüm rüyalarım dile gelmiş gibi zihnime doluşuyor ve ruhum sürekli içgüdüsel mesajlar yolluyordu benim fani bedenime.

Bu ev her şeyin başlangıcı veya bitişi olacakmış gibi hisler peyda olmuştu avare gönlüme.

Sami amca, kapı ziline basmak yerine cebinden anahtarını çıkarıp kendisi açtı kapıyı. Benim bitik halimi görünce kenara çekilerek, "Geç bakalım Oğuz!" dedi.

Çekingendim hem de hiç olmadığı kadar çekingen. Sebebi belliydi. Tanımadığım insanları rahatsız etmektendi tedirginliğim. Mecbur kalınca bir adım diğerini tetikledi ve sonunda içerdeydim. Evin içine girer girmez biraz önceki sogukluğumun aksine tatlı bir sıcaklık karşıladı beni.

Sami amca baktı ki, ben önden yürümeye çekiniyorum kendisi düştü önüme. "Madem adım atmaya çekiniyorsun peşimden gel..." dedi babam gibi seslenerek.

Evin dar koridorunda yürümeye başladık, ışıkları açık bir odanın kapısı önüne gelince durduk. Televizyon açıktı ve odanın içerisinde kim varsa televizyondaki diziye odaklanmıştı.

Sami amca, "Hanım, bakar mısın?" diye seslendi. Sami amcanın sesiyle irkilen orta yaşlı kadın başını bize doğru çevirdi. "Sami sen hangi ara geldin, geldiğini duymadım." dedi.

Kadın eşine seslenirken beni gördü ve hemen ayağa kalktı. "Misafir mi var Sami, neden söylemiyorsun?"

Odanın içerisinde ev sahibesi kadın ve iki çocuk daha vardı. Çocuklardan biri dokuz-on yaşlarında görünen bir erkek çocuğu, diğeri dört-beş yaşlarında bir kız çocuğuydu.

Ev sahibesi kadın, "Misafir mi var Sami, neden söylemiyorsun?" diye sorunca çocukların bakışları beni bulmuştu. Çocuklardan erkek olanı benim pejmürde halime "alık alık" bakarken ben ona tepki olarak gülümsedim.

Benim ona gülümsediğimi görünce bakışları değişti ve o da bana gülümsedi. Biz küçük delikanlıyla göz teması kurarken Sami amca, "Hanım bu gencin arabası bozulup yolda kalmış. Arabayı tamir edeyim derken iyice ıslanmış. Sen bir zahmet banyoyu hazırla da üstünü başını değiştirsin." dedi.

Kadın hiç itiraz etmedi, hemen eşinin dediklerini yerine getirmek için harekete geçti. Ev sahibesi kadın, eşinin söylediklerini yapmak için yanımızdan ayrılırken Sami amca, tekrar seslendi eşine, "Telli nerede?" 

Telli mi, bu nasıl bir isimdi böyle? İnsanın kulağına komik geliyor. Biraz düşününce komik değil de sanki daha çok eğlenceli gibi.

Ev sahibesi kadın, "Nerede olacak bey, odasındadır," diye cevap verdi.

Sami amca, "Çağır gelsin de bize bir çay demlesin." dedi.

Ev sahibesi kadın bizden uzaklaşırken, "Tamam, bey!" diye sesini yayarak uzattı.

Ben hâlâ ayakta duruyordum. Üstüm başım o kadar ıslaktı ki, oturduğum yeri ıslatmaktan çekiniyordum. Çokta geniş olmayan koridorda duruyordum ve odadan sızan aydınlık koridoru aydınlatmaya yetiyordu. Arka tarafımda duyduğum kapı açılıp kapanma sesi ve peşinden koridorun lambası yanmıştı.

Bir anlık refleksle arkama dönüp baktım. Keşke bakmaz olaydım. Köprüde gördüğüm, intihar edecek diye kurtarmaya çalıştığım, beni tokatlayan kız tam olarak arka tarafıma duruyordu. Başımı hızla geri çevirdim. Bu kızın zoru neydi benimle, iki de bir karşıma çıkıp duruyordu? Yoksa kaderin bana bir oyunu muydu bu?

Kızın şaşkınlıktan fal taşı gibi açılan gözleri yok artık der gibi bana bakıyordu. Ev sahibesi kadın göründü koridorun ucundan, "Telli kızım, sen mutfağa geçte bir çay suyu koy." dedi.

Kızın ilk şaşkınlığı geçince, "Tamam, anne!" diye cevap verdi.

Bana doğru yaklaştıkça burnuma dolan parfümünün kokusu insanı mest eden cinstendi. Bu koku neden bana tanıdık geliyordu. Yanımdan geçip giderken yüzüme ifadesiz bir şekilde baktı.

Oturma odasının tam karşısında benim arka tarafıma düşen kapıya yöneldi. Sanırım mutfak orasıydı. Sami amcanın, "Oğuz, banyo hazır!" sesiyle sıyrıldım dalıp gittiğim düşüncelerden.

"Üzerini değiştirmeden önce sıcak suyla bir duş al; iyi gelir." dedi.

Utana sıkıla bana gösterilen banyoya geçtim. Sıcak su bedenimi bir nebze ısıtmıştı. Bedenim ısındıkça kendime gelmeye ve düşünmeye başlamıştım. Bir taraftan da yolum bu kadar iyi insanlara düştüğü için kendimi şanslı hissediyordum. Ya tam tersi olsaydı. Hiç kimsenin umrunda olmasaydım. Şans ilk defa benden yana olmuştu. Baktım kendimle söyleşi yaparken zaman kaybediyorum ve insanlara ayıp olacak hızlıca üzerimi giyinip banyodan çıktım.

Etrafıma bakınarak çekinceli adımlar atıyordum. Oturma odası olarak ezberlediğim tarafa doğru yöneldim. Tam oda kapısı önüne gelip içeriye geçmeye hazırlanıyordum ki Telli, çıktı mutfaktan. Bir anlığına göz göze geldik. Hâlâ bana boş gözlerle bakıyordu. Elinde tuttuğu çay dolu bardakların bulunduğu tepsiyle beni yok sayarak yanımdan geçip odaya girdi.

Bende onun peşinden geçtim ve ilk bulduğum yere oturdum. Telli, çay tepsisini doğruca babasının olduğu tarafa götürdü. Sami amca, "Olmaz kızım, önce misafire." dedi.

Telli, bana doğru yaklaşınca hafiften öne doğru eğildi, "Buyur!" diye uzattı çay bardaklarıyla dolu tepsiyi. Tepsiden bir bardak çay almak için uzandığımda, yine parfümünün kokusu dolmuştu burun deliklerime. İşte tam o sırada şimşekler çakmıştı beynimde. Tabii ya, rüyam...

Ben rüyamda duymuştum bu kokuyu. Hangi çiçeğin kokusuydu bu koku? Önce durup hafızamı yokladım. Bir dakika hatırlayacağım şimdi. Tabii ya portakal çiçeğinin kokusu...

Ben hafızamı tazelerken hâlâ elim tepsideki çay bardağına uzanık öylece duruyordu. Herkesin dönüp bana baktığını gördüğümde acayip utanmıştım. Acaba kaç dakikadır öyle tutuk kalmıştım hiçbir fikrim yoktu.

Sami amca," İyi misin Oğuz?" diye sordu.

Ben kızın sorgulayıcı bakışları altında çay bardaklarından birini aldım. "Şey, arabam takıldı da kafama bir an aklım oraya gitti."

İyi kıvırdın Oğuz. İç sesimin benimle dalga geçmesini umursamadım. Yanlız biraz yüzüm kızarmış olabilirdi.

"Sıkma canını Oğuz, yarın benim arabayla çeker sanayiye götürürüz arabanı. Sen şimdi kendine bak. Nasıl biraz daha iyi misin?" 

"Size ne kadar teşekkür etsem azdır. İnanın sizi Allah, çıkardı karşıma." 

Telli'nin heyecan barındıran hisleri gün yüzüne çıkarken, "Ne oldu ki, baba?" diye sordu.

"Kızım, Oğuz'un arabası bozulmuş. Hem de yolun tam ortasında. Çocuğun bir de rahatsızlığı varmış. Yolun ortasında bozulunca arabası  telaşlanmış o yüzden de rahatsızlığı nüksetmiş. Bende tesadüf oradan geçiyordum. Yardım ettim işte." 

Babasının ağzından çıkan her kelimeyi öyle içten dinliyordu ki; babasına âşık bir kız olduğu her halinden belli oluyordu. Biçimli dudakları aralandı çekik gözleri önce beni sonra babasını buldu. Sesindeki tını duygusallıktan ziyade seviden besleniyordu. "Benim iyi yürekli babam."  

Kelimeler fısıltıyla dökülürken aralık dudakları arasından bakışları tekrar beni buldu. Bir bakış bu kadar sarıp sarmalar mıydı insanın yüreğini? Kim bilir belki de sahipsiz yüreğim her bakışa muhtaçtı. 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top