Aşkar B.27.

Selâm canlarım, nasılsınız bakalım?

Birlikte yol aldığımız sürece benden iyisi yok;,))

Keyifli okumalar!

Oy verip yorumlar bırakmayı unutmayın lütfen 🤗

Abim, bir önceki gün ustan geldi yanıma, deyince bedenim taş kesildi. Kekeleyerek, U-ustam mı?" diye sorarken ağzım dilim kurumuş zihnim bulanmıştı.

Beni onaylamak isterken başını hafif hafif aşağı yukarı salladı. "Evet, ustan geldi ve her bir şeyi anlattı bana!"

Yüzümün kızardığına hatta mor pancara döndüğüne yemin edebilirdim. Cefakar abim kendi derdini unutmuş benimle uğraşıyordu. Utandım ve başımı öne eğdim. Nedeni şu an ağabeyimin yüzüne bakmaya yüzüm yoktu.  Utançtan yüzümün kızardığını görünce sırtımı sıvazlayarak, "Aşkarım, utanıp sıkılmana hiç gerek yok. Bak neredeyse yirmi yaşına girmek üzeresin. Biliyorum sen benim gibi değilsin...
Babamın kaybını kaldıramadın, çünkü sen ona bir başka bağlıydın," dedi ve gözlerini masanın üzerindeki hayali bir alana sabitledi.

Tekrar konuşmaya başladığında masanın üzerinde duran bakışları yön değiştirdi ve benim üzerime odaklandı.

"Bende çok üzüldüm babamı kaybedince ama insanlar farklı yaratılmıştır. Kimi insan hayata karşı direnç gösterirken kimi insan gösteremez. Kimi insan kaybetme duygusuyla baş ederken kimi edemez; ağır travmalar yaşar. Belki de senin yaşın benden küçük olduğu için babamın yokluğunu kaldıramadın."

Bana yakın olan elini omzuma koydu ve o bölgeyi usulca sıktı. "Kısacası aşkarım, senin iç dünyanı çok iyi biliyorum ben..."

Ustam ne anlatmış olabilirdi de abimi bu kadar etkilemişti. Tamam, abim her zaman bana karşı duyarlı bir insandı ama bu kez gözlerinde başka bir aşkar vardı.

Bir süre bakışlarını diğer masalarda oturan insanların üzerinde dolaştırdı ve düşüncelerini bir araya toplamış olmalı ki konuşmasına kaldığı yerden devam etti. "Her şeyi ustan anlatmış olsa da babamı kaybedince korkularına yenik düştüğünü bilmiyor muyum sanıyorsun? Kerata... Her panik atak geçirdiğinde sırtıma alıp az mı hastaneye taşıdım ben seni."

Omuzlarım içe doğru çökük ve mahcup bir duruş yayıldı tüm vücuduma. "Biliyorum abi!" dedim "ben senin hakkını asla ödeyemem.

"Ne hakkından söz ediyorsun aşkar oğlan? Ben ne için varım?"

Ne için varsın diyemedim çünkü abim her daim yanımdaydı. Hatta yataktan düştüğümde bile. Her şey iyi güzeldi de şimdi durduk yere ne için maziyi anlatıp duruyordu ki abim?

Ha, diye geçirdim içimden; ustan dedi her şeyi anlattı dedi.

Benim jeton dört köşeli olduğu için anca düştü. Bakalım sonu nereye varacaktı bu konuşmanın?

"Aşkar oğlan, benden sana bir ay izin. En kısa süre içinde al arabanı vur kendini yollara. Gezgin Oğuz, anlıyorum ben seni!" 

"Ama abi," diyecek oldum işaret parmağını dudaklarına bastırıp, "Şiit, daha fazla konuşma," dedi ve devam etti. "Sen şimdi abinin sözünün üzerine söz mü söyleyeceksin?"
Sesindeki yüklem otoriterdi.

İçimden Allah'ım sana şükürler olsun, diye geçirdim.

İyi de benim şu an sevinç naraları atmam gerekmiyor muydu? Üstelik abim en kısa sürede çık gez gel demişti. Nedense bunu yapamıyorum.

"Abi kısa süre derken?" diye sordum heyecandan titrek çıkan sesimle.

"Mesela yarın!" dedi.

"Yarın mı?" diye sorarken mahcuptu her zerrem.

"Evet, yarın, eğer araban hazırsa hiç durma."

"Şey, hazır ama..." dedim.

"Bu işin aması maması yok," dedi ve cebinden bir miktar para çıkardı. "Al bu da harçlığın. Yalnız biraz idareli harca."

"Peki ya evdekiler?"

"Zaten ben çalışıyorum, okullar da yarıyıl tatiline girdi. Yani Yasemin'le ufaklığın pek masrafı olmaz. Sen bunları kendine dert etme. Ben gerekeni yaparım."

Of, sanki beni sıcak bastı. Yok, sıcak değil heyecan. Heyecan mı dedim? Yok, o da değil. Hah buldum...

Sanırım içimde bir Kızılderili Kabilesi tepişiyordu. Tamtamların çıkardığı sesler kalbimin atışıyla birleşiyor güçlü bir orkestra oluşturuyordu.

Masanın üzerinde duran bir tomar paranın üzerine elimi koydum ve abime doğru ittim. Hem bir ay çalışmayıp eve para götürmeyecektim hem de kalkıp evdekilerin rızkını alıp harcayacaktım. Hayır, kendi özlemlerim uğruna bunu asla yapamazdım...

"Gitmeyi çok istiyorum bu doğru. Gitmenin bana iyi geleceğini de adım gibi biliyorum lakin bu parayı almadan gideceğim. Biraz önce kendin söyledin. Ben, artık büyüdüm ve yirmi yaşıma girmek üzereyim. İnan bana kendi başımın çaresine bakabilirim. Sıkıştığım yerde çalışırım ben!" dedim.

Abim parmak uçlarıyla şakasına başıma "pat" diye geçirirken, "Borç olarak veriyorum aşkar oğlan borç. Geldiğinde fazlasıyla alırım haberin olsun," dedi ağzı kulaklarına kadar yayılıp gülümseyerek.

"Hay ben senin gülüşüne kurban olayım!" dedim ve ayağa kalkıp sımsıkı sarıldım. Kahvehanenin masalarında oturanlar bizim divane halimize merak dolu bakışlarla bakarken, "Yok bir şey, bizim aşkar tatile gidiyor da onun için sarılıyoruz. Kerata, tatile gidince beni çok özleyecekmiş!"

Abim kendince gereken izahatı yapmıştı. Her ne kadar bu para benim sana borç olarak veriyorum dese de inanmadım. Ustam ve Poyraz'ın parmağı da vardı bu işin içinde. Bu parayı kendi aralarında toplayarak denkleştirmiş olmalıydılar. Bundan adımın Oğuz, olduğu kadar emindim...

Yoksa abimde o kadar birikmiş para bir arada katiyen bulunmazdı. Yazdım bunu bir kenara. Bir gün bu borç ödenecek... En çok da vefa borcu ödenecek...

Her zerremden gelen "tam tam" sesleri arasında bu sözleri kendi kendime verip kalbimde pekiştirdim...

Sonunda akşam olmuş çay ocağını kapatmıştık. Ertesi gün pazar günü olduğu için abim bugün ocağı erken kapatmıştı.

"Aşkarım, madem yarın yola çıkıyorsun üstüne başına bir şeyler alalım!" dedi.

Yok daha neler böyle bir şeye asla müsaade edemezdim. "Üstü başı boş ver abi. Beğenen beni böyle beğensin." dedim.

"Olur mu aşkarım, yola çıkıyorsun. Zaten üstüne-başına doğru dürüst bir şey giydiğin yok. Bari şimdi birkaç bir şeyler alalım."

Beni dış kaportamla beğenecek olan hiç beğenmesin, dedim. Kime mi dedim? Kime olacak tabii ki kendime...

"Yok, şimdi bir de üste başa para harcamalıyım. Hem yola çıkanın halini ancak Allah bilir. Ne olur ne olmaz masrafa hiç gerek yok. Zaten bu bizim boyumuzu aşar!"

Abim, "Gel buraya aşkar oğlan," diyerek ensemden tutup beni kendine doğru çekti ve kolunu boynuma doladı. İşte bu benim için üzerime giyeceğim en güzel elbiseydi. Sonunda abi kardeş hanemizin kapısının önüne kadar gelmiştik. Bizim evin ciyaklayarak 'bangır bangır' bağıran kapı ziline dokundum. 

Kapıyı açan Yasemin, sabahtan kalmaydı. "Abisi," diyerek saçlarını karıştıran abime göz devirmekle yetindi. Abim mutfağın kapısı önünde durup Yasemin'i işaret ederek anneme göz kırptı. "Nesi var bunun?" 

Yasemin, yanımızdan ayrılırken iki kolunu birbirine geçirip ellerini koltuk altlarına yerleştirmiş, dudaklarını yere düşecekmiş gibi aşağı doğru sarkıtmıştı. Sonra da gidip çekyatın üzerine oturdu ve devrik gözlerini televizyon ekranına kilitledi.

Aslına bakarsanız Yasemin, televizyon izlemiyordu. Onun derdi sadece bize tavrını göstermek ve ilgiyi kendi üzerine çekmekti. Boşta kalan gözlerini koyacak bir yer bulamadığı için de televizyon seyrediyormuş gibi yapıyordu.

Annem abimin sorusuna karşı yüzüne kayıtsız bir ifade yerleştirdi. "Hiç oğlum, her zamanki hali işte!"

"Ne istedi yapmadın da surat yapıyor?" 

"Tövbe estağfurullah, onun surat ifadesini alıp köpeklerin önüne atacağım. Asıl onun istediği değil benim istediğim yapılmıyor bu evde ama nedense suratsızlık yapan hep hanımefendi oluyor."

"Aman anne, varma kızın üzerine. Zamanla geçer onun bu halleri. Sende biliyorsun daha ergen yaşta olduğunu."

"Yasemin!" Uyarıcı tondaydı annemin sesindeki vurgu. Karşılık olarak omuz silkip, "Ne?" diye çemkirdi Yasemin.

 "Allah'ım ya, elin kızları ergenliğe girdi çoktan çıktı ama bizim kız bir girdi çıkarabilene aşk olsun..."

Annemin söylemlerine Yasemin dâhil hepimiz kıkırdayarak gülüştük. Hanemizin havası anında değişirken abim, "Anne yemek hazırsa siz sofrayı kurana kadar ben de elimi yüzümü yıkayıp geleyim." dedi.

"Sen geç oğlum, biz çabucak kurarız masayı." 

Yasemin, ben ve küçük kız kardeşim Aysima, annemin peşinden mutfağa doluştuk. "Hadi kızım, sen masaya tabakları koy, ben de servis yapayım."

Allah'ım ya rabbim... Yasemin, güya elindeki tabakları masaya diziyor. Eli dışında kendisi masada yok. Cidden dengesiz bu kız ya; annemin dediği gibi bir girdi ergenliğe bir daha çıkamıyor.

Elindeki tabakları masaya bir dizişi var görmeniz lazım... Allah, aşkına beni yormayın herkes kendi yerini kendisi bulsun havasında. Şu an "höh" diye bir ses çıkartsam emin olun annemin bütün tabakaları yerde. O kadar dalgın ve umarsız yani...

Fakat ses etmedim daha doğrusu annemin bin bir zorlukla aldığı tabaklara kıyamadım.

İçimden Yasemin kızım, işimiz zor seninle, diye geçirdim.

Nihayet maaile yemek masasının başında oturmuş çala-kaşık yemek yiyorduk. Ortam o kadar sessizdi ki, sadece çatal kaşık sesleri duyuluyordu. Bu dingin sessizliği ilk bozan abim oldu, lafı dolandırma gereği bile duymadan direkt ortaya bıraktı.

"Yarın Oğuz, bir aylığına geziye çıkıyor..."

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top