1. Yeni Dünya?

"Hırsız!" dedi yüzünün her santimi gözüme iğrenç görünen adam. Heykel gibi haraketsiz durarak donuk gözlerle bana bağıran patronumu izliyordum. Birini suçlamak bu kadar mı kolaydı?

"İki yüz dolarlık stilettolar ortada yok. Hanna seni çıkarken eli dolu görmüş. İtiraf et!"

Sonunda bakışlarımı adamın üstünden çekip parke zemine indirmiştim. Sesler bana oldukça uzaktan geliyordu ve bir türlü ne söylediklerine odaklanamıyordum. Kendimi küçük düşürülmüş ve çaresiz hissediyordum. Boğazımda oluşan düğümü yutkunarak geçirmeye çalıştım.

Gözyaşlarım tetikte bekliyor ve kendimi bıraktığım an yanaklarımı istila etmek için zaman kolluyordular. Sonunda kendimi az da olsa toparladığım zaman gözlerimi yeniden adama dikerek güçlü gözükmeye çalıştım. "Ben." diyerek derin bir nefes aldım. "Çalmadım. Bu kadar mı aptalsınız? Kamera kayıtları diye bir şey var." dedim sonlara doğru sesimi yükselterek. Sesim aynı anda hem titriyor hem de sinirli çıkıyordu.

"Ne tesadüfse o zaman çalışmıyordular." diyerek şeytan gözleriyle beni süzdü Hanna.

Seni sürtük! Yapmadığım bir şeyi gördüğünü söyleyerek beni patronun gözünden düşürmüş ve daha üç aydır çalıştığım işimden etmişti.

"Çaldığının bedeli olarak sana maaş da yok. Şimdi def ol karşımdan." diye bağırdı patronum.

'Neden ona inanıyorsunuz?' diye bağırmak istesem de söyleyeceklerimi yutarak çantamı elime alarak çıkışa doğru ilerledim ve dönmemek üzre o mağazayı terk ettim. Mağazadan çıktığım an bunu bekliyormuşum gibi gözyaşlarım yanaklarıma süzülmüştü.

Kendimi tutamayarak küçük hıçkırıklar dudaklarımın arasından dökülüyor ve dudaklarımı birbirine bastırarak bunu engellemeye çalışıyordum. Tabii ya. Neden bana inansın ki? Sonuçta daha üç aydır mağazada çalışan beceriksiz biriydim gözlerinde. O koca göbekli patronum da bana inanmak yerine iki yıllık çalışanı ve aynı zamanda sevgilisi olan Hanna'ya inanmıştı.

O cadı sırf beni kendisine rakip gördüğü için böyle iğrenç bir suçlamaya kalkışmış ve yaptıkları başarıyla sonuçlanmıştı. Kaldırımda yavaş adımlarla ilerlerken eve yürüyerek gideceğim için patronuma ve Hanna'ya en içten küfürlerimi gönderiyordum. Şimdi ben ne yapacaktım? Bu işi bulmak için bir ay sürünmüştüm.

Bunları evde düşünmemin daha uygun olacağını düşünerek adımlarımı hızlandırarak evimin yolunu tuttum. Cebimde kalan üç kuruşla marketten yemeğe bir şeyler alarak sessiz sokakta yürümeye devam ettim. Eve varmam neredeyse iki saatimi almıştı. Parmaklarımı küçük bahçenin demir korkuluklarına sararak açmış ve poşetleri koluma geçirdikten sonra kapıyı açmak için anahtarlarımı aramıştım.

Eve geçtikten sonra siyah montumla çantamı portmantoya astım ve pembe terliklerimi ayağıma geçirerek mutfağa ilerledim. Beceriksiz şekilde kendime sandviç hazırladıktan sonra üzerimdeki giysileri umursamayarak televizyonun karşısına geçip koltuğa yayıldım. İşim ve geçimimi neyle karşılayacağım hakkında düşünmek bile istemiyordum.

Birkaç saat televizyonun karşısında vakit kaybettikten sonra sonunda hava kararmayı başarmıştı. Saate baktığım zaman daha yedi olduğunu görmemle ağzımdan büyük bir oflama çıktı. İştahım yoktu. Ne yemek ne de uyumak istiyordum. Saatlerdir oturduğum koltuktan kalktığım zaman sırtımın ağrısını daha yeni fark ediyordum. Hiçbir şeyi umursamayarak odama gidip pijamalarımı giydim.

Omuzlarıma gelen kısa ve aynı zamanda oldukça kabarık olan saçlarımı topladıktan sonra saat daha yedi olmasına rağmen yatağıma girip uyumaya çalıştım. Binbir defa yerimde rahatsızca kıpırdandıktan sonra sonunda uykuya dalmayı başarmıştım.

...

Soğuktu. Oldukça soğuk. Yarı uykulu halimle bile vücudumun her zerresinin titrediğini hissediyordum. Dişlerim kendi isteğim dışında birbirine vuruyor ve kollarımı vücuduma sararak az da olsa ısıtmaya çalışıyordum. Soğuk hava kıyafetlerimin içine girerek iliklerime kadar işliyor ve kendimi çıplak hissetmeme neden oluyordu. Gürültüden ve rüzgârın çıkardığı sinir bozucu ıslık sesinden dolayı kulaklarım uğulduyordu. Uzaktan kulağıma ulaşan sesler sanki savaş alanındaymışım hissi yaratıyordu.

Sanki yapıştırıcıyla birbirine yapışmış göz kapaklarımı yavaşça aralayıp etrafımda neler döndüğünü anlamaya çalıştım. Gördüğüm şeyler afallamama neden olmuştu. Neredeydim ben böyle? Burası da neresi? Zorlukla dirseklerimden destek alarak doğrulmaya çalıştım. Görüntü netleştiği zaman etrafıma dikkatlice bakınca derinliği yaklaşık bir metre olan çukurun içindeydim.

Kafamı kaldırıp yukarı baktığım zaman iki silahlı adamın çukurun başında beklediklerini gördüm. Ben rüyada mıydım? Daha yeni uyanmama rağmen oldukça halsiz hissediyordum kendimi. Zorlukla sağ elimi yukarı kaldırarak adamlara seslenmek istedim. Bu da neydi böyle? Neden sesim çıkmıyor? Dudaklarımı birbirinden ayıracak gücü bile kendimde bulamıyordum. Lütfen. Biri bana yardım etsin.

Görüntü durmadan buğulanıyor, üzerinde bulunduğum toprak zeminin kaydığı hissine kapılıyordum. Kendimi zorlayarak adamlara seslenmeye çalıştım. Neden benden tarafa bakmıyorlardı? Ağzımdan küçük bir mırıltı kaçınca sesimi bulduğum için sevmiştim.

"Hey!" dedim zorlukla.

Sesim kısık çıksa da adamların dikkatini üzerime çekmeyi başarmıştım. Ben, bana yardım edeceklerini düşünürken ikisi de uyandığımı gördükleri an silahlarını bana doğrultmuşlardı.

"Kıpırdama." dedi adamlardan biri bağırarak.

Kıyafetlerinden asker oldukları apaçık ortadaydı. Silahları görünce sanki vücuduma adrenalin aktarılmış gibi hemen ellerimi yukarı kaldırarak gözlerimi sonuna kadar açtım. Silahları vardı ve ben, beni iki yüz yerden delip sonra da bu çukura gömmelerini hiç istemiyordum. Ellerim yukarıda beklerken saniyeler içinde bir sürü asker çukurun etrafını sarmış ve hepsi silahını bana doğrultmuştu.

Tanrı aşkına! Ben ne yapmıştım ki? Ya da ne yapmış olabilirdim? Ne yapacağımı bilemez halde ellerim havada dururken 'Ben neden buradayım?' diye sormak istesem de sorduğum an ateş etmelerinden korkarak ağzımı açmama kararı aldım. Haraketsiz şekilde yaklaşık on dakika bekledikten sonra iki tane siyah takım elbiseli adam çukurun başına gelmişti.

Zaten uyandığım andan beri hissettiğim soğuk bir gram bile eksilmemiş aksine üzerine korku da eklenince sarsıla sarsıla titremeye başlamıştım. İki adam sanki satılık eşyamışım gibi beni baştan aşağıya süzerek kısık sesle bir şeyler konuşuyordular. Bu zaman biriminde ise ben ellerim havada beklerken askerler de bir saniye bile olsun gözlerini üzerimden çekmeden silahlarını ellerinde sıkı sıkı tutmaya devam ediyordular.

Kendimi konuştuklarına konsantre ederek bir şeyler duymaya çalıştım. Duyduğum tek şey 'Onun gibi...Aynı hücre.' gibi anlam veremediğim kelimeler olmuştu. Adamlar bir süre daha beni izledikten sonra çukurun kenarından çekilmiş ve hemen ardından askerlerden biri "Çık!" diye emretmişti sert sesiyle.

Sözünü ikiletmeden ellerimi indirip avuç içlerimi toprağa bastırarak yerimden kalkmaya çalıştım. Soğuktan tüm bedenim tutulmuştu. Birinci kez başarılı olmayıp dizlerimin üzerine düştükten sonra ikinci kez kalkmayı başarmıştım. Hiç kimsenin yardımı olmadan çukurdan çıktıktan sonra gözlerime inanamamıştım. Etrafımda yüze yakın silahlı asker, takım elbiseli adamlar ve beyaz önlük giymiş görünüşünden doktora veya bilim adamına benzeyen kişiler vardı.

Kulak zarımı yırtacak kadar yakından gelen helikopter pervanelerinin sesiyle kafamı yukarı kaldırıp gök yüzüne baktım. Üzerimizde oldukça yakından uçan iki tane helikopter olduğunu görünce ağzım açık kalmıştı. Gerçekten bunların hepsi benim için miydi? Etrafıma göz gezdirince araba yolunun ortasında olduğumuzu daha yeni fark etmiştim. Askerler etrafımda çember oluşturduğu için hiçbir yeri göremesem de uzaktan insanların bağırışmalarını duyuyordum.

Herkes uzaylı görmüş gibi bana bakarken az önce içinde olduğum çukura diktim gözlerimi. Çukur tıpkı bir insan bedeninin görünümüne sahipti. Sanki biri oraya kilometrelerce yükseklikten büyük bir hızla düşmüş ve asfaltın içeri çökmesine neden olmuştu. İyi de neden ben o çukurun içindeydim? Bir adım öne attığım zaman askerler silahlarını daha da sıkı kavrayarak burnumun ucuna kadar getirdiler.

Birkaç dakika haraketsiz durarak derin düşüncelere dalmışken bir arabanın arkası dönük şekilde yanımda durduğunu gördüm. Sonunda gözlerimi hayali noktadan çekip bakışlarımı arabaya çevirdim. Bu araba ne zaman burnumun dibine kadar gelmişti hiçbir fikrim yoktu. Göz ucuyla solumda duran arabaya bakınca bunun makul taşıma aracına oldukça benzediği aklımdan geçti.

Hayır! O araba benim için değildi değil mi? Askerlerden biri arabanın arka kapılarını açarak "Bin!" dedi yine aynı yüksek sesle.

Başka bir çarem olmadığı için el mecbur yavaş adımlarla arabaya ilerleyerek içine çıktım ve karşılıklı koltuklardan birine oturdum. Büyük bir gürültüyle iki kapıyı da yüzüme kapattıktan sonra geriye kafası karışmış bir ben bırakmıştılar. Yüzde yüz buralarda bir yerde kamera da vardı. Ne düşünmem gerektiğini bile bilmiyordum. Aklımda oluşan hiçbir soruya cevap bulamamak beni delirtiyordu. Tanrım!

Ben neredeyim?

O yolun ortasında ve o çukurda ne işim vardı?

Beni nereye götürüyorlar?

Bana işkence mi edecekler?

Gözlerim bir noktaya dalıp gitmişken saatlerce oturduğum yerden kıpırdanmadan düşündüm. Düşündüm ve yine düşündüm ama bir türlü bir sonuca varmayı başaramıyordum. Sonunda kendimi tutamamış ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. Gözlerimdeki yaş kuruyana ve hıçkırıklarım iç çekişlere dönene kadar ağlamaya devam ettim. Pijamamın kolları gözyaşlarımı ve burnumu sildiğim için ıslaktı ve bu hiç de iyi hissettirmiyordu. Gözlerim şişmiş ve kan çanağına dönmüştüler.

Eminim burnum da şişmiş ve palyaçolarda olduğu gibi kıpkırmızı olmuştu. Zaman geçtikçe arabanın sıcaklaştığını düşünmeye başlamıştım. Durmadan boynumda ve alnımda ter damlaları birikiyor, halsizleştiğimi hissediyordum. Kaç saat yol gittiğimiz hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Hava kararmış mı diye bakmaya bir pencere bile yoktu.

Yaklaşık bir saat sonra arabanın durduğunu hissettim. Galiba gideceğimiz yere varmıştık. Umarım öyledir çünkü benzin istasyonunda durduğumuzu ve hala gidecek kilometrelerce yolumuz olduğunu aklımın ucundan bile geçirmek istemiyordum. Birkaç dakika sonra arabanın kapıları açılınca irkilerek kendime geldim.

Asker "Çık!" diye emredince hemen yerimden kalkıp yavaşça arabadan indim. İnince karşılaştığım manzaraya inanamamıştım. Oldukça yüksek ve geniş olan kapalı bir alandaydık. Duvarlarda pencere olmamasına rağmen ortam oldukça aydınlıktı. Askerlerden biri silahının ucuyla omzumu dürtünce ilerlemek zorunda kalmıştım. Karşımda ve arkamda duran sekiz askerle nereye gideceğimi şaşırmış halde yavaş adımlarla ilerliyordum.

Alanın diğer ucunda olan büyük demir kapıya vardığımız zaman askerlerden biri şifreyi girdikten ve kafasını eğerek gözünü küçük ekranla aynı hizaya getirdikten sonra kapı otomatik olarak açılmıştı. Birbirine benzeyen şifreli kapılardan ve dar koridorlardan geçtikten sonra üzerinde küçük kırmızı yazılar olan bir kapının önünde durmuştuk. Kapıya varınca yanımıza beyaz önlük giymiş üç adam gelmişti.

Yine aynı işlemleri uygulayıp bu kapıyı da açınca iki askerle ve beyaz önlüklü kişilerle içeri geçmiştik. Büyük alanın ortasında camdan bir oda olması delirip insanlara saldırmam için gayet iyi bir nedendi. Dikkatle baktığım zaman içeride birinin olduğu gözüme takılınca aklımda kötü düşüncelerin oluşmasına engel olamıyordum. Cam hücreye yaklaştığımız zaman adamlardan biri şifreyi girmiş ve hücrenin kapısı açılınca beni içeriye doğru itmişlerdi.

Kapı ardımdan kapanınca ne yapacağımı bilemez halde bakışlarımı yere dikmiştim. Olamaz! Beni buraya tıktılar. Ben ne yapacaktım?! Olaylar ışık hızıyla kafama dank edince gözlerim yerlerinden fırlayacakmış gibi kocaman açılmıştı. Her şey bitmişti. Belki de ömrümün sonuna kadar bu hücrede kalacaktım. Ya da beni öldürecektiler. Belki de daha kötüsü, üzerimde türlü türlü deneyler yapacak ve beni iğrenç bir yaratığa dönüştürecektiler.

Düşüncelerimi elimin tersiyle iterek bulunduğum hücreye göz atmak için kafamı kaldırdığım an gözüme karşıda oturan adam takılmıştı. Kafası eğik halde otururken ellerini iki yanına koyarak parmaklarıyla oturduğu oturacağı sıkı sıkı kavrıyordu. Ben yerimde donmuş, korkak köpek yavrusu gibi dikilirken gözlerim adamda takılıp kalmıştı. O da kimdi? Ve neden benimle aynı hücredeydi?

Aniden adam kafasını kaldırıp yüzüme bakınca bakışlarımız buluşmuştu ve işte o an o yeşil gözler beni yaşadığım her şeyden daha çok ürkütmüştü.

Bölümü beğendiniz mi?

Bölümü beğendiyseniz oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. 💚

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top