"Yeni Ev Hediyesi"
Bölüm Şarkısı: Aylin - Ey Sevdiğim Sana Şikayetim Var
📢 LÜTFEN KİTABIMIZIN DUYULMASI VE OKUNMASI İÇİN OY VERİP TAVSİYEDE BULUNALIM. UNUTMAYIN Kİ EMEKLER KUTSALDIR...
📚 KEYİFLİ OKUMALAR ✍️👇
...
“Son duanı et Hamdi Çeliker!” diye fısıldadı Musa,
“Bas tetiğe ve bu işi bitir Musa Uzun!” diyen Hamdi’nin gözleri kapalı ve yüzünde mütebessim bir ifade vardı; Kenan, bir Hamdi’ye bir Musa’ya bakarken Kaytan, öfkeden seğiren gözlerle ikisini kadraja almıştı. Fattah’ın arkadaşları, Fattah’ın cansız bedeninden bakışlarını alıp Hamdi’ye ve ona silah doğrultan Musa’ya çevirmişti. Musa, artık tetiğe basma kıvamına gelmişti; her an tetiğe basacak ve bu işi bitirecekti ama aklından bir türlü çıkmak bilmeyen Gaye, tetiğe basmasına mani oluyordu. Hakeza Kenan düşüncesi de mani oluyordu buna; çünkü Kenan’ı bir yola çıkarmış, o yolda Gaye’yle buluşturmuş ve her şey tam tıkırındayken şimdi tetiğe basıp her şeyi mahvedemezdi. Öyle düşünüyordu Musa, o yüzden silahını indirmek zorunda kaldı.
“Git buradan Hamdi Çeliker, defol git buradan!” diye tıslayınca Musa, Hamdi’nin suratında bir şaşkınlık belirdi. Anlamaya çalışan gözlerle ona bakarken Musa, derin bir nefes aldıktan sonra:
“Seni kızına, yeğenime bağışlıyorum. Şimdi çek git buradan, haydi!” diye çıkıştı.
“Ama…” diye sayıklayan Hamdi, Musa’nın silahını sallayıp:
“Eğer gitmezsen, tereddüt etmeden tetiğe basarım, git diyorum lan!” demesiyle Hamdi, ona doğru bir iki adım attı.
“Bas işte lan, sana borçlu kalmak istemem, bas!” diyen Hamdi, onun dibinde durunca Musa, acımsı bir tebessümle:
“Demin saydım Hamdi, bana borçların zaten kabarık! Elimde ipin var, ben istediğim zaman sallanacaksın! Bir üzüm gibi… Şimdi git!” deyince Hamdi, burnundan derin bir soluk aldı. Nefesini verirken de,
“Sağ ol!” diye homurdandıktan sonra:
“Ya adamlarım?” diye sordu. Musa bir şey demezken Kaytan, sert bir sesle:
“Al itlerini ve git!” deyince Kenan, onun yanında olduğu için kısık bir tonla:
“Aşk olsun!” diye mırıldandı. Kaytan, gülmemek için kendisini zor tuttu ama çaktırmadı. Hamdi, Kenan’a bakıp başını salladı ve ikisi kapıya doğru yürürken Kaytan, yanındaki polise dönüp:
“Dışarıdaki polislere söyle, onun adamlarını salsın!” deyince polis, denileni yapmak için kapıya yöneldi. Kaytan, duvara bağlı adamların karşısında durmuş ve onlara bakmakta olan Musa’ya yaklaştı ve onun omzuna elini koyup başını hafifçe salladı. Adamların şaşkın bakışları, onların üstünden eksik olmuyordu.
***
Rıfat, Feray’ı bir eve getirmişti; kendi telefonuna erişimi kesmiş, onunla yalnız konuşmak için karşısındaki koltuğa oturmuştu. Feray, ürkek bakışlarla onun yüzüne bakarken Rıfat, imalı bakışlarını kadının yüzünde gezdiriyordu.
“Anlat bakalım Feray!” diyen Rıfat, kadının
“Neyi?” diye sormasıyla gülümsedi.
“Her şeyi…”
“Her şeyi mi?”
“Oyalama beni, anlat!” diye çıkışan Rıfat, kadının ürkek bir şekilde yerinde kıpırdamasıyla:
“Sakin ol ve anlat!” diye tısladı.
“Neyi öğrenmek istiyorsun?”
“O evde neler oldu? Mestan’ın yanındaki kadın, yanlış görmediysem Nazan Hanım’dı, doğru mu?”
“Evet, doğru! Nasıl olduğunu bilmiyorum ama Nazan Hanım yaşıyor. Simay de bunu biliyor. Yani Simay, annesinin ve gerçek babasının yanında! O evde de neler olduğunu söylemesem daha iyi!”
“Söyle!” deyip kaşlarını çatan Rıfat, Feray’ın yutkunmasını umursamadan:
“Söyle!” diyerek komutunu tekrarladı.
“İyi şeyler olmadı. Ben, Dildar ve Cem arasında…”
Gözlerini kıstı Rıfat, anlamaya çalışan gözlerle onun yüzünü süzdükten sonra:
“Nasıl yani?” diye sordu.
“Utanıyorum işte, sorma!” diyerek yüzünü örten Feray, Rıfat’ın derin bir iç çekmesiyle ‘inşallah anlamıştır’ umuduyla zor bela onun yüzüne baktı. Ama Rıfat, anlamadığını:
“Neyden utanıyorsun kızım? Zaten yaşadın ne yaşadıysan, gördün ne gördüysen! Anlat şunu!” diyerek belirtince Feray, derin bir iç çekti ve olan biteni zor da olsa diline döktü.
“Yuh!” diyerek hışımla ayağa kalkan Rıfat, kaşları çatık bir şekilde:
“İğrençsiniz lan iğrenç!” diye çıkıştı.
“Ama sarhoştuk,” diyen Feray, yüzünü örtüp ağlarken Rıfat, saçlarını karıştırarak salonda volta atmaya başladı. Yüzünde tiksinmiş bir ifadeyle ona bakarak:
“Dildar kim?” diye sordu.
“Simay’ın kardeşi,” diye fısıldayan Feray, bir noktada durup bakışlarını ona diken Rıfat’a göz ucuyla baktıktan sonra tekrar bakışlarını öne eğdi.
“Ne yapacaksın bana?”
“Benim senle işim yok, ben sadece gördüklerimi ve neler olduğunu öğrenmek istedim, o kadar! Nereye gitmek istiyorsan, defol git!” diyen Rıfat, sırtını ona dönüp pencereye doğru yürüdü. Feray, bir müddet ona arkadan baktı ama sonunda ayağa kalkıp:
“Ya Payidar?” diye sordu.
“Onun haberi olmayacak senden,” diyen Rıfat, yüzünü ona dönüp:
“Sen de ayakaltında dolanma!” dedi. Başını sallayan Feray, yavaşça ayağa kalkarken Rıfat, herhalde insafa gelmiş olmalı ki,
“Yukarıda bir oda var, kal bu akşam burada, yarın gidersin!” deyince Feray, ışıldayan gözlerle ona baktı. Rıfat başka da bir şey demeden kapıya doğru yürüdü.
***
“Baba nerde kaldınız?” diye soran Gaye, yanından bir hışım geçen babasının arkasından baktı ve Kenan’a dönüp sorarcasına bir bakış yolladı. Kenan, boş ver dercesine bir işaret verdikten sonra Hamdi’nin peşinden odasına gitti. Gaye, onların arkasından öylece bakmakla yetindi.
Koltuğuna oturan Hamdi,
“Gördün mü ne dedi? Senin ipin, benim elimde dedi. İstediğim zaman, ipini koparırım ve sen öyle sallanırsın dedi bana, duydun mu?” diye sorunca Kenan, onun karşısında durduğunda:
“Bence blöf yapıyor Pars! Biz işimize bakalım!” der demez Hamdi, birden kahkahayla gülmeye başladı. Öyle bir güldü ki, sesi dışarıya bile taşmıştı. Gaye bile duymuş, şakağını kaşıyarak ve gözlerini kısarak babasının odasının olduğu yöne bakmıştı. Kenan garipsedi, gözlerini kısarken Hamdi, kahkahasını yavaşça sonlandırıp kendisini toparlamaya çalıştı.
“Özür dilerim evlat, sinirlerim bozuldu. Ama bu adam, öyle blöf yapacak biri değil! Sen bu adamı tanımazsın,” diyen Hamdi’ye çaktırmadan gülümsedi Kenan, zor tuttu kendini ve Hamdi’ye odaklandı.
“Bu adam, tesadüf diye bir şey var dese; ben ona inanırım, çünkü bu adamın şakası yok Kenan, öyle bir adam bu!”
Kenan başını sallarken Hamdi, derin bir nefes aldı.
“Geç oldu Kenan, yarın ola hayrola!” diyerek ayağa kalkan Hamdi’ye,
“Doğru dersin Pars, yarın ola hayrola!” diyerek yol gösterdi. Hamdi gülümsedi ve gelip Kenan’ın karşısında durdu.
“Türkmen güzelinin intikamı alındı ya Kenan, artık zerre endişem yok!”
Kenan, derin bir nefes aldı ve kapıya yönelen Hamdi’nin arkasından kısık bir sesle:
“Senin yok da, benim çok ama!” dedikten sonra o da kapıya yöneldi.
“Baba!” diyerek Hamdi’yi durduran Gaye,
“Bana bir açıklama yapmayacak mısın?” diye sorunca Hamdi, arkasındaki Kenan’a dönerek:
“Kızıma bir açıklama borcun var Kenan!” der demez Kenan, tebessüm ederek:
“Emredersin Pars!” dedi. Ama Gaye,
“Beni onla muhatap etme baba, sen anlat!” deyince ortama bir gerginlik kokusu damladı. Hamdi Kenan’a bakarken Kenan, iri gözlerini Gaye’ye dikmiş ve ona dik gözlerle bakıyordu.
“O nasıl laf öyle kızım?” diye soran Hamdi, Gaye’nin:
“Lafın sahibi belli, laf belli baba!” demesiyle Kenan, derin bir nefes aldıktan sonra:
“Lafın sahibi belli, doğru! Ama muhatabı ben değilim Gaye Hanım!” dedi ve başka da bir şey demeden odasına gitmek için merdiven basamaklarını çıktı. Hamdi’nin yanından geçerken,
“İyi geceler Pars!” demeyi de ihmal etmedi. Hamdi, yukarı çıkan Kenan’ın ardından bir müddet baktıktan sonra bakışlarını bu sefer de kızına çevirdi ve onun donuk suratını inceledi.
“Neden öyle söyledin kızım?” diye soran Hamdi, aynı kanepeye yan yana oturduğu için kızının yandan yüzüne bakıp bir cevap bekledi. Gaye, derin bir nefes alarak:
“Nişan lafını ettiğin günden beri, Kenan’da bir değişiklik baş gösterdi baba! Ya korkuyor, ya beni sevmiyor. İkisinden biri! Bilemiyorum. Sordum ama kesin bir yanıt alamadım. Bu yüzden canım sıkıldı. Gerçi bana, seni kaybetmekten yahut benim yüzümden sana bir zarar gelmesinden korkuyorum demişti ama ben, buna pek inanmadım ya da inanmak istemedim, kendimce kurmuş da olabilirim baba! Bilmiyorum baba, kafam çok karışık ve Kenan’ın da öyle! İkimizin kafası çok karışık!” deyince Hamdi, tebessüm ederek ona biraz yaklaştı.
“Annenle ikimiz de öyleydik kızım! Ben eli silahlı bir kabadayı, o bir müsteşar kızıydı.”
Gaye’nin gözleri parladı, babasına bakarken şaşırmış bir edayla:
“Dedem müsteşar mıydı?” diye sordu.
“Evet!” diyen Hamdi, gülümseyen bakışlarını bir noktaya dikerek:
“Ağabeysi de polisti,” deyince Gaye, şaşırmaya devam etti. Ama dayısının polis olduğunu bildiği için, ikinci şaşırması ilk şaşırması kadar inandırıcı görünmüyordu fakat Hamdi, nedense buna aldırış etmedi ve ekledi.
“Abdülhak Uzun… Dedenin ismi… İçişleri Bakanı Müsteşarıydı ve uzun yıllar görevde kaldı. Görevde olduğu süre boyunca terörle, dimdik ayakta bir şekilde mücadele etti. Dayın Musa Uzun da bir zamanlar özel harekâttı sanırım.”
Birden durakladı Hamdi, kafasına bir şey takılmış olacak ki çenesini sıvazladı. Gözlerinin önünde sahneler belirdi; Musa’yla Kenan’ın kaçamak bakışları, Musa’nın Kenan’la pek muhatap olmayışı ve sanki oralı bile olmayışı, ister istemez Hamdi’nin kafasında yer edinmişti. Babasının neden böyle durduğunu merak eden Gaye,
“Ne oldu baba, daldın?” diyerek sordu. Hamdi, kendisini toparlayarak:
“Dayın diyordum kızım, eskiden özel harekâttı sanırım. Neyse, bu konuları kapatalım. Geçmiş gitmiş zaten, neyse! Yarın konuşalım kızım, bu gece epey yorulduk!” dedi ve ayağa kalktı. Gaye de ayağa kalkarak babasının yorgun yüzüne baktı ve acımsı bir ses tonuyla:
“Baba, toparla kendini lütfen! Sen Hamdi Çeliker’sin, koskoca Pars’sın! Unutma!” deyince Hamdi, kızını kendisine doğru çekerek sımsıkı sarıldı ve onun saçlarını koklayarak gözlerini huzurla yumdu.
Onları sarılmaları eşliğinde güneş doğdu; belki aradan saniyeler, dakikalar ve saatler geçti ama güneş, koyu bulutların arasından bir görünüp bir kaybolarak kendisini belli etti. Sert rüzgârların kol gezdiği, Şubat soğuklarının nefes kestiği ve dondurucu bir havanın dalga geçtiği bir günle merhabalaştı insanlar; Marmara’nın soğuk gelgitleri, esen sert rüzgârın emriyle daha bir soğuk olurken dalgaların hışırtıları, sahile demir atmış gemi ve teknelerin demir suratlarına bir kırbaç gibi iniyor ve kışın çetin tablosu, bu koca şehrin ahvaline güzelce siniyordu.
“Günaydın delikanlı!” diyen Hamdi, kahvaltı masasında yalnız başına kahvaltı yapan Kenan’ın karşısındaki koltuğa kuruldu ve Kenan’ın:
“Günaydın Pars!” demesiyle:
“Gaye yok mu?” diye sordu. Kenan, elindeki gazetenin manşetine şöyle bir göz atarak cevap sundu.
“Bilmiyorum, inmedi.”
Hamdi, umursamaz görünen Kenan’ı şöyle bir süzdükten sonra:
“Neyiniz var oğlum sizin?” diye sorunca Kenan, onun ne demek istediğini anlamış olacak ki:
“Benlik bir sıkıntı yok Pars, kızına sor istersen!” der demez Hamdi, hafif sert çıkan sesine engel olamadan:
“Ona da sorarım, sana da soruyorum evlat!” dedikten sonra sesini yumuşatmaya karar verdi ama pek başarılı olamadı.
“Sen böylesin, o böyle! Ne oldu lan size? Aranıza kara kedi mi girdi? Ne güzel anlaşıyordunuz, ne güzel geçiniyordunuz lan? Ne oldu da birbirinizi yer oldunuz, ha?”
Kenan gazeteyi indirdi, şöyle bir sandalyesine sırtını yasladı ve katı gözlerini Hamdi’nin yüzüne kilitleyerek:
“Benlik bir sorun yok Pars, emin ol! Ben kızını, bunu yüzüne söylediğim için üzgünüm ama gerçekten çok seviyorum. Hatta haddinden fazla, kendimden bile vazgeçecek kadar seviyorum. Ama benim de bazı korkularım, çekincelerim var işte! Ya onu sonsuza dek kaybedersem? Ya onun başına, benim yüzümden bir felaket gelirse? Ya benim yüzümden bir zarara, telafisi olmayan bir fenalığa uğrarsa? İşte bu ve buna benzer korkularım, son zamanlarda beni epey yıpratıyor Pars! Kısacası kafam karışık!” dedi. Gülümsedi Hamdi, ellerini masaya yerleştirip tam bir şey diyecekken merdivenlerden inmekte olan kızını gördü ama Gaye, odasına geri dönmek için yukarı çıkmaya yeltenince Hamdi,
“Gel kızım gel! Gel de bu mesele hallolsun, öyle olmaz!” diye seslendi. Gaye, birkaç saniye yerinde durdu. Fakat Hamdi’nin,
“Sana gel dedim kızım!” demesiyle derin bir nefes aldıktan sonra döndü ve merdiven basamaklarından kurtulup kahvaltı masasına doğru adımlarını sürdü. Gelip babasının yanına, Kenan’ın karşısına oturan Gaye, kaçamak gözlerle Kenan’a bir bakış attıktan sonra başını önüne çevirdi.
“Benim canım karım, hayatımın anlamı dediğim biricik karım Nezaket, dün de kızıma söylediğim gibi bir müsteşarın kızıydı ve ağabeysi de polisti. Ben de eli silahlı, beli bıçaklı, başı külahlı bir kabadayıydım.”
Hamdi’nin söylediklerine, ister istemez hafifçe tebessüm etti Kenan, Hamdi de gülümsemişti ve lafına devam etti Hamdi.
“Ama ne oldu? Sonunda evlendik, mutlu bir hayatımız oldu. Dünyalar güzeli bir kızımız oldu,” diyerek Gaye’nin saçına elini süren Hamdi, yan gözlerle Kenan’a baktı. Kenan’ın da gözleri Gaye’ye çevrilmişti. Gaye de Kenan’a bakarken Hamdi devam etti.
“Hiçbir şey engel değildir sevmeye, sevilmeye; ne şartlar engeldir, ne zamanlar ne de mekânlar. Kenan bir devlet görevlisi…” deyip durdu Hamdi, Kenan’ın jest ve mimiklerini yokladı. Ama Kenan’da herhangi bir belirti yoktu; sanki lafları duymamış gibiydi, öylece gözlerini kırpmadan Hamdi’ye bakıyordu. Öte yandan Gaye, irkilmiş bir şekilde babasının yüzüne kenetlenmişti. İri gözlerle babasının yüzünü inceleyen Gaye, Hamdi’nin:
“…olsaydı bile,” diyerek lafa girmesiyle bu sefer de gözlerini kısarak babasını inceledi. Kenan hiç oralı değilmiş gibiydi, sadece bakıyordu. Hamdi lafını sürdürdü.
“Gene engel sayılmazdı kızım! Ben senden önce Kenan’la konuştum. Onun da haklı nedenleri var. Ben şahsen hak verdim. İnsan, canından çok sevdi mi kızım, ister istemez korkuyor; kaybetmekten korkuyor, incitmekten korkuyor ve incinmesine yahut zarar görmesine sebep olmaktan korkuyor. Kenan’ın da böyle bir korkusu var. Benim de zamanında korkum buydu ve korktuklarım, iki defa başıma geldi. Kenan’ı anlıyorum. Ama bir noktada hak vermiyorum. İnsan, korkularıyla yaşamasını ve mücadele etmesini bilmeli! Şimdi, babanız olarak size emrediyorum. Konuşun, anlaşın ve bu soğukluk bitsin! Aksi takdirde ikinizin de benden çekeceği var. Ona göre!”
Hamdi ayağa kalkarken Gaye, başını öne eğmiş ve derin düşüncelere dalmıştı; Kenan, gözlerini Gaye’nin saçlarında ve yüzünde gezdirirken Hamdi, onarlı masada yalnız bırakıp çalışma odasına doğru yürüdü. Ama tam odaya girecekken hizmetçiyle birlikte içeri giren Bahri’yi görünce:
“Gel avukat!” diye seslendi. Kenan, yerinden kalkmadan yan gözlerle Bahri’ye bir bakış yolladı; Bahri, Kenan’la Gaye’nin olduğu tarafa bakıp başını sallayarak selam verdikten sonra Hamdi’yle birlikte çalışma odasına girdi. Kenan ve Gaye yalnız kaldı.
“Neden böyle yapıyorsun Gaye?” diye cılız bir sesle soran Kenan, Gaye’nin başını kaldırıp:
“Ne yapmışım ben?” diye sormasıyla, acımsı bir tebessüm yolladı.
“Doğru ya, hiçbir şey yapmadın ki sen! Kalbime hançer saplamadığın kaldı, yüreğime oklarını vurmadığın kaldı be Gaye! Bunlar hiçbir şey, evet! Seni çok seviyorum Gaye, her şeyden çok ve hatta kendimden çok! Bunu göremeyecek kadar körsen, anlamayacak kadar nankörsen, daha hiçbir şey yapmadın ki sen! Babanın çektiği acıları, eğer empati yaparsan anlarsın; sevdiği iki kadın, onun düşmanları tarafından öldürüldü ve baban, haliyle kendini suçluyor. Ben de onun çektiklerini çekmekten korkuyorum, seni kaybetmekten korkuyorum.”
Kenan’ın her söylediği laf, onun yüz hatlarının yumuşamasına ve hüzün çizgilerinin yüzünde yer edinmesine neden oluyordu. Kenan susunca Gaye, durgun bir sesle:
“Ne yapacağız peki? Böyle korkuyla durup hayatın elimizden gitmesini mi seyredeceğiz Kenan? Zamanın bizden çaldığı gençliğimizin heba oluşunu mu izleyeceğiz? Söyler misin, bu korkuyla ölene dek yaşayacak mıyız? Hiç mi mücadele etmeyeceğiz, hiç mi çalışıp didinmeyeceğiz, hiç mi başarmak için elimizi taşın altına sokmayacağız, ha? Bu korkularla yaşanmaz Kenan, bu korkularla hiçbir adım atılmaz, biliyorsun! Beni kaybetmekten korkup böyle davrandığın müddetçe kaybetmeye mahkum olursun, kaybetme korkusu güden kaybeder, unutma!” deyince Kenan, sıkıntıyla derin bir nefes aldı.
“Kafam karışık Gaye, senle alakası yok! Emin ol ki yok, sadece kafam karışık! Seni seviyorum ve senle olduğum her saniye, benim için huzur ve mutluluk! Ama…”
“İşte bu ‘ama’ ile başlayan cümleler, evvelinde sarf edilen cümlelere olumsuzluk katar. Seni seviyorum ama kafam karışık dersen, seni seviyorum ibaresi hiçbir anlam taşımaz, kusura bakma! Ama’larından kurtul ve ondan sonra gel Kenan!” diyen Gaye, masadan kalkınca Kenan, derin bir iç çekerek bakışlarını ona dikti. Gaye, odasına gitmek için merdivenlere yöneldi. İçinde depremler olmuş, haneler yıkılmış ve ocaklar sönmüş bir Gaye’ydi adımlarını odasına doğru atan; yarım kalmış hisleri, eksik kalmış duyguları ve talan olmuş bir yüreği vardı şimdi. Onu hüzne gark eden bu ifrat tefrit durum, belli ki sonlarının yakın olduğunu haykırıyordu; Kenan’sız bir hayat, onsuz bir yaşam düşünülemezdi ama eğer Kenan, korkuyorum deyip yoldan dönmüşse, yapacağı başka bir şey yoktu. Kenan bitirmişse ya da hiç başlamamışsa bir şeylere, onun çabası beyhude ve boştu. Bu düşüncelerle merdiven basamağına adımını attığı an, bileğinden sımsıkı kavrandı ve hızla bir yöne çevrildi. Düşünceleri dağıldı duyduğu kokuyla, çarptığı bedenin kokusu burnuna dolarken düşünceleri yerle yeksan oldu ve gözlerini kaldırıp tanıdık, aşinası olduğu o güzel gözlere baktığında Gaye, fırtınalara boyun eğmeyen yelkenleri suya düşmüş, kanatları yana açılmış ve göz pınarlarından damlalar dökülmüştü çorak toprakları andıran yanaklarına.
“Kenan?” diye sayıkladı Gaye,
“Gaye’m!” diye fısıldadı cevaben Kenan. Mesafelere rest çekildi, santimlerin salaları okundu ve Kenan, iyice sokuldu Gaye’ye; gözleri kenetlendi, bakışları kilitlendi birbirine ve dudaklar, kalp ataklarına zılgıt çekerek aralandı.
“Seni seviyorum Gaye, seni çok seviyorum.”
“Ben de seni çok seviyorum,” diye fısıldadı Gaye, sımsıkı sarıldı Kenan ve adeta Gaye’nin kemiklerini kırarcasına kavradı onu. İkisi tek beden olmuş gibi sımsıkı sarıldı ve ikisinin sarılı halinin gölgesi, yerdeki parkeye yansıyıp gözlere nakşoluyordu.
“Uzun, çok uzun yıllardan sonra avukat, dün gece, dün gece ilk defa karşı karşıya geldik onunla!” diye lafa girdi Hamdi, Bahri’nin meraklı bakışları onun üstündeyken devam etti.
“Dikildi karşıma, silahını doğrulttu bana ve istese, tek kurşunla kafama sıkardı o an. Tek kurşun avukat, tek kurşun… Yapmadı. Ben suç işlediğim halde, beni alıkoymadı ve sıkmadı. Hatta git dedi avukat, git dedi bana! Kapıyı gösterdi. Seni kızına bağışlıyorum, serbestsin dedi bana, beni saldı avukat! Musa Uzun, bana iyilik yaptı avukat! Düşünebiliyor musun, bunu aklın alıyor mu?”
Bahri’nin durgun bakışları, Hamdi’nin üstünden eksik olmuyordu. Hamdi derin bir iç çekerken Bahri, ondan evvel lafını serdi.
“Belki de dediği gibi, seni kızına bağışlamıştır Pars! Olamaz mı?”
“Olur avukat, o da olur. Ama aklıma bir kurt takıldı, düşmüyor da namussuz! Nedense ne o Kenan’ı merak edip sordu ne de Kenan, onu merak edip tek kelam etti. Hatta sanki birbirlerini tanıyorlarmış gibiydi.”
Bahri bir şey demedi, bakışları bile değişmedi ve öylece Hamdi’ye bakarken Hamdi, yerinde doğrulup:
“Senden bir şey isteyeceğim avukat!” deyince Bahri, başını sallayarak:
“Buyur Pars!” dedi.
“Eskiden bu Musa, Kenan gibi özel harekâtçıydı. Bir araştır bakalım, ikisi geçmişte hiç yan yana geldi mi?”
“Tabi ki Pars, bakarım!”
Hamdi başını sallayıp derin bir nefes alırken Bahri, onun da içine düşen kurtla düşünceleri buyur etti beynine.
***
Şişli/Payidar’ın Malikânesi…
“Dün gece ne vakit geldin Rıfat, geldiğini hiç görmedim?” diye soran Payidar, yarı uykulu gözlerle adamına bakarken Rıfat, durgun bir şekilde onun karşısında durmuş ve kafasında kurduğu cümleleri sunmak için saniye kolluyordu.
“Epey geç olmuştu efendim!”
“Simay’ın nerde kaldığını öğrenebildin mi?”
“Öğrendim efendim!” diyen Rıfat, Payidar’ın yüzüne bakarken kendi içinde bir hesaplama yaptı; eğer Simay’ın Mestan’la kaldığını söylersem, belki de bu işten umudunu keser ve işlerine yoğunlaşır diye düşünerek derin bir nefes aldı ve patronunun sorgulayan bakışları arasında:
“Simay, biyolojik babasının yanında kalıyor efendim!” deyince Payidar, tokat yemişçesine irkildi. Titreyen elleri, masanın yüzeyini zor kavradı. Masadaki kahve fincanına eli çarptı, masaya kahve döküldü ve haliyle eli de yandı ama Payidar, içindeki yangının yanında elinin yanmasına pek de aldırış etmeden ayağa kalktı.
“Ne dedin sen?”
Rıfat, doğru duydun dercesine gözlerini ona dikmiş bakarken bir hıçkırık, ister istemez gelip Payidar’ın boğazına yerleşti. Gözleri yeşerdi, boğazı kurudu ve yutkunsa da geçmek bilmedi. Titreyen bedenine zor hakim olarak ve titreyen çenesiyle zor bela:
“Mestan mı?” diyerek sordu. Başını salladı Rıfat, bakışlarını ondan kaçırdı ama Payidar’ın, masanın orta yerine sert bir yumruk indirmesiyle irkilerek sıçradı.
“Hayır!” diye bağıran Payidar, adamının ona doğru gelip sımsıkı onu kavramasıyla avazı çıktığı kadar:
“Allah kahretsin!” diye bağırdı, çağırdı. Masaya yumruklar indiriyor, bağırıp çağırıyor, feryat ediyor ve yırtınıyordu. Odaya giren bir iki adam, Rıfat’ın eliyle çıkın demesiyle geri çıkarken Payidar, masayı ve duvarı yumruklayıp hıçkırıklar içerisinde ağlıyordu. Rıfat onu sımsıkı kavramış ve teselli anlamında onun sırtını sıvazlıyordu. Payidar ağlayıp ah ediyor, vah ediyor; Rıfat, onu sımsıkı tutarak teselli etmeye çalışıyordu. Tablo bundan ibaretti.
***
Arnavutköy/Yazgan Site…
Odasına kapanmıştı Dildar; gözleri mosmor olmuş, göz bebekleri kan çanağına dönmüş, saçı başı dağılmış bir halde yatağına uzanmıştı. Bebekleri kıpkırmızı olmuş gözlerle bir noktaya bakarak derin düşüncelere dalmıştı. Yanakları parlıyor, gözlerinden yanaklarına ve oradan da yastığa yaşlar damlıyordu. Beter bir haldeydi, yorgun ve perişan bir şekildeydi. Geceden beri belki gözlerine gram uyku girmemiş, sabaha dek düşünmüş ve hıçkırıklar içerisinde kendini paralamıştı. Ne annesi ne de ablası Simay odasına gelmiş, onu teselli eden ne bir davranış ne de bir laf etmişlerdi. Hak etmişti; kendince hak ettiğini düşünüyordu, haksızdı Dildar ve yaptığının kabul edilirliği yoktu. Kendi de biliyordu. Ama o kadar içki içmiş, aklı başından gitmişti. Bu hafifletici sebep olur diye düşünüyordu ama kendi de yanıldığının farkındaydı.
“Aklım almak bilmiyor kızım, düşünce yetimi kaybettim, kaybettim!” diye sayıklayarak başını göğsüne yaslayan Simay’ın saçlarını okşayan Nazan, sessiz bir şekilde onu dinleyen kızının ipek gibi saçlarına eli değdiği her an içi bir hoş oluyor ve adeta mest oluyordu.
“Sevmiş anne, Cem’i sevmiş işte!” diye fısıldadı Simay, Nazan da aynı şekilde:
“Olabilir ama sevdiği adamı, kusura bakma ama genelevden çıkmış biriyle paylaşmak da neyin nesi?” deyince Simay, yavaşça başını onun göğsünden kaldırdı ve annesinin yüzüne baktı.
“Feray’a da haksızlık ettik galiba?”
“Asla öyle düşünme! O bunları hak etti kızım!”
“Ama Feray, o bataklığa kendi düşmedi. Kim ister ki oralara düşsün, perişan olsun? Feray da istemez ama baba bildiğim o Payidar, önce onu kirletti sonra da onu bataklığa attı. Feray’ın bir kabahati yok!”
“Haydi orada kabahati yok! Peki ya burada? Burada da mı masum? Konuşturma beni!” diyerek kaşlarını çatan Nazan, sıkıntıyla kendi saçlarını karıştırırken Simay, tekrar başını onun göğsüne yaslayıp derin bir iç çekti.
Kendisine ayrılan odadaydı Cem; odanın içinde volta atıyor, düşünüp duruyor ve bir çıkış yolu arıyordu. Abla bildiği Nazan’la konuşması gerekiyordu ama Nazan onu dinlemezdi, biliyordu. Gene de bir şansını denemek istiyordu. Kapısına kilit vurulmuş, dışarı çıkması yasaklanmış hele de aile fertlerinden biriyle bile görüşmesine engel gelmişti. İşte canını en çok da sıkan buydu; ne Nazan’la konuşabiliyor, ne Simay’a ulaşabiliyor ne de dışarı çıkabiliyordu. Bu dört duvar arasına tıkılmış kalmıştı.
“Hamdi beni seçecek Kemik, beni seçmeli ve Payidar’ın fişini çekmeli! Ve bunun nasıl olacağını, galiba biliyorum,” diyen Mestan, masasından kalkıp karşısında duran Kemik’e doğru adımlarını attı ve gelip onun karşısında durunca da lafını sonlandırdı.
“Ona, emanetini vereceğiz Kemik!”
Emanetin ne olduğunu anlayan Kemik, tebessüm ederek başını sallayınca Mestan, işaret parmağını ona doğrultup:
“Git ve sandığı arabaya yükle! Pars’ın yeni evine gidiyoruz ve yeni ev hediyesini de vereceğiz,” dedi. Kemik hemen kapıya doğru yürürken Mestan, burnundan derin bir soluk alırken fısıldadı.
“İşte şimdi bittin, Payidar!”
***
Milli Haberalma Servisi…
Nevi ve Mizar, aynı sorgu odasına alınmıştı; ikisi de yorgun, ikisi de bitkin bir haldeydi ve karşılarında oturan Musa ve Kaytan, sinirli gözlerini onlara dikmiş, gözlerini kırpmadan onların yüzlerini inceliyordu. Nevi ile Mizar’ın önünde birer kâğıt duruyordu. Üstünde bazı yazılar vardı; Nevi, göz ucuyla yazıya baktı, bakışlarını kaldırıp Musa’ya çevirdi ve katı bir sesle:
“Burada ne yazıyor?” diye sordu.
“Okuman yazman yok mu?” diye soran Kaytan, dişlerinin arasından tıslayınca Nevi, sert bakışlarını ona çevirdi.
“Var da ben bu saçmalığın ne demek olduğunu sormuştum.”
“Reis!” diyerek hafifçe ayaklanan Kaytan, bir gözü Nevi’nin üstündeyken:
“İzin ver de şuna bir dalayım, ha!” deyince Nevi, biraz ürkmüş bir şekilde ona bakmaya devam etti. Musa, sırtını koltuğa yaslayıp:
“Önünüzdeki kâğıtlarda yazılanları ezberleyecek ve gerekli yetkililerle paylaşacaksınız. Aksi takdirde Fattah’ın başına gelenler, sizin de başınıza gelecek!” derken Kaytan, kaşlarını çatarak:
“Kurşun yani…” der demez Mizar, derin bir iç çekerek:
“Ama bu, yasalara ve uluslararası hukuka aykırı!” dedi. Birden bir kahkaha patlattı Kaytan, öyle bir kahkaha attı ki resmen sorgu odasının duvarları çatladı. Musa, onun kahkahasını bastıran sert bir ses tonuyla:
“Ulan dürzü!” diye çıkışınca Kaytan,
“Bana mı dedin?” diyerek kahkahasını sonlandırdı. Musa, Kaytan’a cevap vermeden yarı kalkar bir vaziyette:
“Siz buraya, babanızın eşek çiftliğiymiş gibi girecek, elinizi kolunuzu sallayıp hane basacak, kurşun sıkacak ve kan dökeceksiniz; bu, uluslararası hukuka aykırı değil de bizim bu yaptığımız mı hukuka aykırı lan?” deyince Kaytan,
“Ha, bana değil sizeymiş!” diyerek elini salladı.
“Haydi cevap verin!”
Nevi ve Mizar birbirleriyle bakışırken Musa, onların önündeki kâğıtları işaret ederek emreden gür sesiyle tısladı.
“Ezberleyin şunu!”
***
Masadaki telefonu çalan Hamdi, avukatın aradığını sanırken gördüğü isimle yüzünü buruşturdu; Mestan ve Payidar meselesini çoktan unutmuş, hiç aklına bile getirmemişti ama Mestan’ın ismini görünce, birden bire onların meselesi aklına gelmiş, ister istemez canı sıkılmıştı. Telefonu açıp kulağına dayamak yerine hoparlörü açıp seslendi.
“Efendim!”
Mestan’ın durgun sesi duyuldu.
“Merhaba Pars!”
“Merhaba Mestan!” diyerek derin bir nefes alan Hamdi, sıkıldığını aldığı derin nefesle belirtmek istemişti. Mestan bunu anlamış olacak ki, imalı bir sesle:
“Rahatsız ediyorum, kusura bakma ama elimde, senin yeni evin için güzel bir hediyem var. Buna sevineceğini umuyorum,” deyince Hamdi, yüzünde alaylı bir tebessümle:
“Erken karar vermem için, bana rüşvet mi sunuyorsun?” diye sordu. Mestan’ın gülümseyen sesini duyunca kaşları çatıldı.
“Bu rüşvet, başka rüşvet Pars! Evinize geliyorum, misafir kabul edersiniz umarım?”
“Baştan söyleyeyim Mestan, vereceğin rüşvet ne olursa olsun, kararımı asla etkilemeyecektir, bunu bil!”
“Ben hediyemi sunayım da, istersen kararın etkilensin istersen etkilenmesin!”
Kapanan telefonun ekranına bakan Hamdi, derin bir iç çekerek başını yavaşça salladı.
Kenan’ın odasına gelmişlerdi; hâlâ birbirlerine sımsıkı sarılı bir halde, yatağın başında dimdik ayakta duruyorlardı. Gaye Kenan’ın kokusunu genzine çekiyor, Kenan da Gaye’nin saçlarını okşayarak burnuna dayadığı bukleden mis gibi bal kokusunu içinde hapsediyordu. Vücutları sanki bir olmuş, yekvücut olmuş bir halde öyle dikilirlerken Gaye, Kenan’ın kulağına fısıldadı.
“Beni asla bırakma!”
Kenan da onun kulağına fısıldadı.
“Seni asla bırakmayacağım!”
Sarılmayı bozmadan, sadece yüzünü Kenan’ın yüz hizasına getiren Gaye,
“Söz ver bana!” deyince Kenan, yüzünü okşayan ılık nefese cevaben:
“Söz veriyorum, seni asla bırakmayacağım!” dedi. Gözler birbirine kenetlendi, bakışlar birbirlerine asılı kaldı ve dudaklar aralandı histerik bir edayla; santimlere reset atıldı, parmak ebadındaki mesafelere gülüp geçildi ve dudaklar, birbirinin hizasında durdu. Sadece bir parmak kaldı, o bir parmak mesafeden yarım parmak kaldı ve ondan da çeyrek parmak kaldı derken dudaklar, çölün suya olan hasreti gibi birbirine yapıştı. Gaye’nin bal kokan dudakları, Kenan’ın dudaklarının içinde hapsolmuş; Kenan’ın dili, kadının diline değip enerji akıtırken Gaye’nin elleri, Kenan’ın sırtında geziniyor ve Kenan’ın bir eli, Gaye’nin bel çukurundayken diğer eli, Gaye’nin sırtında geziniyordu.
Sırtüstü yatağa, bir halının serilişi gibi serildi Gaye; kolları her iki yana açıldı ve Kenan, onun kollarına bıraktı kendisini. Yine birbirine müptela dudaklar kavuştu, vücutların sürtünmelerine boyun eğen kızıl örtüler, bu etkiye bir tepki olarak hışırdıyor ve ikisinin öpüşmeleri, bu odanın havasına bir sıcaklık bahşediyordu.
Kenan’ın parmakları, Gaye’nin gömleğinin üst düğmelerini açtığında Kenan, öpüşmeye ara verip onun gözlerine bakıp sorarcasına bir işaret yolladı. Başını hafifçe salladı Gaye ve Kenan, gömleğinin üst düğmelerinden azat olan gerdana öpücükler kondurarak diğer eliyle de Gaye’nin eline sürdü.
“Hoş geldin Mestan!” diyen Hamdi, karşısında duran Mestan’a dik gözlerle bakarken Mestan, tebessüm ederek:
“Hoş bulduk Pars!” dedi.
“Geç, otur şöyle!” diyerek yer gösteren Hamdi’ye,
“Adamım, sana olan hediyemi getiriyor, onu bekleyelim!” deyince Hamdi, gözlerini kısarak sorarcasına onun yüzünü inceledi. Az sonra kucağında zar zor taşıdığı sandıkla içeri giren Kemik, Hamdi’nin irkilerek yerinde sıçramasına neden oldu. Gülümsedi Mestan,
“İşte, sana olan ev hediyem, Pars!” derken Hamdi, burnundan derin bir soluk alarak onun yüzüne baktı. Kemik, sandığı yere bırakmış ve geri çekilmişti. Mestan, sandığın kapağını açıp eliyle üstten işaret etti ve Hamdi’ye, yüzüne bile sığmayan koca bir tebessüm yolladı. Hamdi, sandıkta ne olduğunu çok iyi bildiği için tekrar derin bir nefes aldı. Mestan, kollarını göğsünde bağlarken Hamdi, bir sandığa bir de Mestan’a bakıp duruyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top