"Tuzak"
Bölüm Şarkısı: Ahmet Kaya - Baba Bugün
📢 LÜTFEN KİTABIMIZIN DUYULMASI VE OKUNMASI İÇİN OY VERİP TAVSİYEDE BULUNALIM. UNUTMAYIN Kİ EMEKLER KUTSALDIR...
📚 KEYİFLİ OKUMALAR ✍️👇
...
"Ne yaptın Kenan?" diye soran Gaye, kapıdan içeri giren adama doğru yürürken onun iyi bir haber vermesini büyük bir ümitle bekledi. Kenan, kendini bir koltuğa bırakırken:
"Merak etme, inşallah babanı buluruz!" deyince Gaye, gelip onun diğer yanına oturdu.
"Ama nasıl?"
Sırtını koltuğa yaslayıp yorgunluğunu atmaya çalışan Kenan, mutfak kapısında durup onları dinlemekte olan ve büyük bir umutla bekleyen Afra'dan habersiz bir şekilde:
"Bir dostum vardı. Eski bir ahbap... Ona gittim. Biraz derin bir adamdır. Bize yardımcı olacaktır Gaye!" derken Afra, derin bir iç çekerek içten içe:
"İnşallah!" diye fısıldadı. Gaye, derin bir nefes alıp:
"Umarım bulur Kenan, sence dayım da bize yardım eder mi?" diye sorunca Kenan, hafif bir tebessümle:
"Etmek zorunda!" dedikten sonra:
"Ne de olsa senin dayın!" dedi. Gaye umutlu gözlerle onun yüzünü incelerken Afra, onlara kahve hazırlamak için mutfağa geri döndü.
***
Maltepe'nin eski ve metruk hanelerden oluşan bir semtine gelmişlerdi; yine sadece üçü gelmiş, fazla gürültüye ve kalabalığa gerek duymamışlardı. Salih her ne kadar hasta olsa da onların peşinden ayrılmamıştı. Kaytan bıyıklarıyla oynarken Musa, ilerdeki cadde başındaki duvarlarındaki sıvanın dökülmüş eve bakarak kafasında bir şeyler kuruyordu. Salih, giderek içine kaçan sesiyle lafa girince Kaytan, istemsiz bir şekilde gülümsemişti.
"Hisam burada, efendim! Yanında Eflal de var mı, bilmiyorum. Ama muhtemelen o da burada!"
"Kaytan bıyıklı!" diyerek Kaytan'a bakan Musa, bıyıklarıyla oynayan adamın ona bakmasıyla:
"Keserim bıyıklarını, fazla oynama!" diye tıslayınca Kaytan, bir kaşı havada:
"Sende yok diye kıskanıyor musun?" diye sordu.
"Kökü bende, istersem bırakırım. Konu bu değil lan!"
Güldü Kaytan, Salih de acımsı bir şekilde tebessüm ederken Musa, etrafa şöyle bir göz attıktan sonra:
"Sakin bir şekilde eve yaklaşalım, zaten kimse yok gibi görünüyor. Sakin ve sessizce halledelim!" dedi.
"Merak etme reis! Bıyıklarıma güvenebilirsin!" diyen Kaytan,
"Bıyıklarına tüküreyim!" diyen Musa'ya bakıp başını sallayınca Musa, belinden silahını sıyırıp sürgüyü çekti. Ateş alır şekilde hazırladı ve Kaytan'ın da öyle yapmasını bekledi. Birlikte araçtan inerken Salih de inmek için hamle yaptı ama Musa, camdan eğilerek:
"Sen kal burada!" dedi. Salih mecburen kaldı. Musa ve Kaytan, gecenin karanlığından ve sokağın da karanlık oluşundan faydalanarak hızla eve doğru adımlarını attı.
Kırılan kapının ardında simsiyah, karanlık bir salon karşıladı onları; karanlık salonda yanıp sönen kırmızı bir ışık huzmesiyle muhatap olmuşlardı, Kaytan etrafına bakınırken Musa, salon kapısına iyice yaklaşıyordu. Bir patırtı duyunca durdular. Kaytan fısıldadı.
"Reis duydun mu?"
"Duydum kaytan bıyıklı!" diyen Musa, sağındaki duvara monte edilmiş düğmeye basınca salonla birlikte ortamın karanlığı kaybolup yerini parlak bir ışığa bıraktı.
"Aman Allah'ım!" diye sayıklayan Kaytan, tam karşı cephesine bakarken Musa, yutkunurken Kaytan'a baktı.
Birden patlayan evin sarsıntısıyla Salih, korkuyla kendini dışarı attı. Telaşla ve endişe içerisinde eve doğru koşarken tekrar infilak eden eve yaklaşmak mümkün değildi. Alevler içerisinde yanan evin kapısı bacası darmaduman olurken alev topları dışarı fırlıyor ve koyu dumanlar eşliğinde her yer siyaha bürünüyordu. Salih'in avazı çıktığı kadar bağırıp durması, sesinin yankı yapıp sokakta çınlaması, yaşanılan dehşetin kısa bir göstergesiydi. Bir o yana koştu Salih bir bu yana attı kendini; hem Kaytan için hem de Musa için sesi tükeninceye kadar, nefesi bitinceye kadar bağırıp durdu ama ne çevrede ne bir insan belirdi ne de bir yaşam belirtisi bulundu. Salih bağırdı, sokak çınladı; Salih bağırdı, sesi alevlerin hışırtısına karıştı ve alev topları sayesinde karanlık sokaklar kızıl bir ışığa boyandı. O kızıl ışığın titrek görüntüsüne Salih'in çırpınışları takıldı.
***
Osmangazi...
"İşte durum böyle Dildar!" diye sayıklarcasına derdini anlatan Simay, her şeyi olduğu gibi dile getirmişti. Cem de onların yanında, bir köşede oturmuş ve söylenenlere kulak kabartıyordu. Feray, kaçamak gözlerle Cem'e bakıyordu. Onu ilk Cem bulmuştu, yerini o bildirmişti ve belki de onun kurtulmasını sağlamıştı. Hatta belki değil, gerçekten Cem onu kurtarmıştı. Cem'in kafasında kırdığı şişeyi hatırladı; yüzü kızardı ve başını öne eğdi Feray, Cem bunu fark edince acımsı bir şekilde gülümsedi ama onun gülümsemesini kimse görmedi.
"Peki şimdi ne olacak?" diye soran Dildar, ortama yerleşen sessizliği kovmuştu. Simay bilmiyordu, aklına hiçbir şey gelmiyordu; Feray'ın da aklı durmuş gibiydi ve Dildar, ister istemez sorar gözlerle Cem'e dönüp baktı. Oturduğu yerden ayağa kalktı Cem, onlara doğru gelirken:
"Bence yapılacak tek şey var," deyince Dildar, onun ne diyeceğini merakla beklemeye koyuldu; Simay da meraklı bakışlarını ona çevirdi, Feray'ın da bakışları ona çevrilince Cem, onların karşısında durarak lafa girdi.
"Simay, annesinden başkasına gitmemeli!"
"Annesi mi?" diye sayıklayarak soran Feray, iri gözlerle Simay'a bakarken Dildar, derin bir nefes alarak Simay'ın yüzünü inceledi. Simay da başını öne eğmiş ve derin düşüncelere davetsiz dalmıştı.
***
İRAN/TAHRAN
Boş bir depoya getirilmişlerdi; ikisi de sırt sırta bağlanmış ve sandalyeleri bile birbirine bağlı hale getirilmişti. İkisinin ağzı yüzü kan içinde kalmıştı; belli ki işkenceye maruz kalmışlardı, saçları başları dağılmış ve perişan bir hale düşmüşlerdi.
"Şivon Tamahi..." diyen adam, elleri ceplerinde karşılarında durmuştu. Helikopterin yanında onları alan ve buraya getiren adamdı.
"Beni tanıdığınıza memnun olmadınız, biliyorum! Ama ben sizi memnun etmek için burada değilim. Aksine, ben sizi perişan etmek için buradayım!"
Hamdi, ağzına dolan kan tadını umursamadan:
"Perişan etmek... Ağır bir laf ve bu lafın hakkını vermek lazım!" deyince Şivon denilen adam, ona doğru bir adım attı.
"Hamdi Çeliker! Namı değer Pars... Türkiye'deki etkin gücün, uzun kolun ve geçerli sözün, maalesef burada geçerli değil! Sana hep gıpta ettim, biliyor musun? İstanbul gibi kocaman bir şehir, nasıl olur da sadece bir kişinin emrine girer diye çok düşündüm. Meğer aslında sen de birilerinin emrindeymişsin! Bunu şimdi iyi anlıyorum Pars! Seni buraya kim yolladı?"
"Azrail..." diyerek araya giren Bingazi, aniden suratında patlayan yumrukla sersemleşti. Hamdi, gayet sakin bir şekilde:
"Çocuk doğru söylüyor. Beni Azrail yolladı!" deyince Bingazi, alınmış gibi:
"Çocuk mu? Sağ ol Pars!" diye fısıldadı. Hamdi bir şey demezken Şivon, derin bir nefes aldı.
"Zaten öleceksiniz, buradan kurtuluşunuz yok! Name'nin yerini söyleyin, sizinle işimiz tez bitsin!"
Gülümsedi Hamdi, aklına yolda gelirlerken birden arabayı durdurması ve Bingazi'ye dönerek tebessüm etmesi geldi; neden gülüyorsun diye soran Bingazi'ye, her türlü riske karşı Name denilen şeyi saklamaları gerektiğini söylemiş ve hemen işe koyulmuşlardı.
"Nereye daldın?" diye sorarak onu sarsan Şivon, gülümseyen bir çift gözle çevrildi. Hamdi, kafasını hafifçe sallayarak:
"Eski bir anım geldi aklıma, ona daldım!" deyince Şivon, burnundan öfkeli bir soluk aldı.
"Bize de anlat!"
"Özel..." diyen Hamdi, Şivon'un bir iki adım geri çekilerek:
"İşkenceye katlanamazsın Pars, sen çok yaşlanmış birisin! Hemen ölürsün, ölür kalırsın!" demesiyle:
"Ha şimdi, ha sonra... Fark eden bir şey olmaz!" deyince Şivon, demin oturduğu sandalyeye oturdu.
"Vaat edilen topraklar, İsrail için kutsaldır."
"Hayali toprakların kutsal olması, kutsallığını hayali kılar."
"Ben edebiyattan anlamam Pars! Ben realist biriyim!"
"Vaat edilen topraklar, realist bir düşüncenin ürünü olamaz; bence sürrealist bir tefekkürden ibaret ve bu tefekkür, gerçeküstü olduğu için kabul edilirliği söz konusu değil!"
"Name'de seni ve sahiplerini ilgilendiren hiçbir şey yok! Bana onu geri ver!"
"Buna sen karar veremezsin," diye cılız bir sesle araya giren Bingazi, acıdan dolayı zor bela konuşmaya devam etti.
"Bırak da ona büyükler karar versin!"
"Kim bu büyükler?" diye gür bir sesle sorup hışımla ayağa fırlayan Şivon'un sesi, ortamda sert bir etki yaratmış ve adamlarını da teyakkuza getirmişti. Hamdi zerre etkilenmemişti. Katı gözlerle ona bakarken Şivon, Bingazi'nin tarafına geçerken aynı sesle bağırarak sormuştu.
"İsrail'den daha büyük birileri mi var?"
Alaylı bir şekilde sırıtan Bingazi,
"İsrail büyük değil; bir sinek kadar ederi yok!" deyince Şivon, önünde durduğu için sert bir yumruk indirdi. Bingazi gene sarsıldı. Hamdi derin bir nefes alırken Şivon,
"Seni şuraya gömerim. Haddini bil!" diye tısladı. Bingazi, çenesini oynatarak kendine gelmeye çalışırken Hamdi, durgun bir sesle:
"Buraya bak!" deyince Şivon, belki konuşur umuduyla onun karşısına geçti.
"Bu Name, neden bu kadar önemli? İçinde ne yazıyor?"
Hamdi'nin sorusu, onu baya bir şaşırtmıştı. İri gözlerle Hamdi'nin yüzünü incelerken dilinden dökülen:
"Ne yani? Siz bilmiyor musunuz içinde yazılanı?" sorusu, Hamdi'nin gözlerinin kısılmasına neden oldu. İkisi sorar ve cevap beklercesine bakışırken Bingazi, yanaklarında ve çenesinde oluşan sızıyı dindirmek için çenesini oynatıp duruyordu.
***
TÜRKİYE/İSTANBUL
Şişli/Payidar'ın Malikânesi...
"Kıllı Tores geldi efendim!" diyen Rıfat, çalışma odasında bitkin bir halde oturan Payidar'ın karşısında durduğunda Payidar, elindeki viski bardağından bir yudum aldıktan sonra bardağı yere attı ve oturduğu kanepede zor bela ayağa kalkmaya çalıştı. Rıfat ona yardım etmek için yaklaştığında Payidar, gelme dercesine elini kaldırdı.
"Ölmedim ben oğlum, ayaktayım, dimdik hem de!" diyerek sendeleyen Payidar, başta düşecek gibi oldu ama kendini toparlayıp ceketini ve üstünü başını düzeltti.
"Nerde o kıl yumağı?"
"Biraz toparlanın, içeri alayım!" diyen Rıfat, patronunun toparlanması için ceketini düzeltirken Payidar, derin bir nefes alarak:
"Burası berbat, Rıfat! Salona al!" deyince Rıfat, başını sallayıp dışarı çıktı. Payidar da kendisini toparlamaya devam etti.
"Hoş geldiniz Sayın Tores!" diyerek uzun boylu, saçı sakalı birbirine girmiş, yanaklarının hepsi kıl içinde ve göğsünden aşağısı da muhtemelen kıl dolu bir adamın elini sıkan Payidar, sendelemeden sakin bir şekilde kendini koltuğa bırakırken misafirinin de oturması için eliyle işaret etti. Kıllı Tores de otururken boğuk, boğazı sıkılmış gibi çıkan sesiyle:
"Hoş bulduk Sayın Candaroğlu!" derken gülümsedi ama suratındaki kıldan dolayı tebessümü pek de belli olmadı. Sadece sigara ve içkiden dolayı sapsarı olan dişleri göründü. Payidar'ın midesi bulansa da belli etmedi.
"Umarım rahat bir şekilde gelmişsinizdir. Nasıl geçti yolculuk?"
"Güzel! Rahat ve keyifli..."
"Sevindim."
"Silahlar nerde?"
"Olması gereken yerde... Evvela bir anlaşalım!"
"Tabi!" diyen Kıllı Tores, hafifçe başını sallarken Payidar, Rıfat'a bakıp eliyle işaret verdi. Rıfat, elindeki poşet dosyayla ona yaklaşırken Tores, onları katı gözlerle izliyordu.
"Bu dosyada..." diyerek dosyayı Tores'e uzatan Payidar, viskinin etkisiyle hafif bir hıçkırdıktan sonra:
"...silahların listesi ve fiyatları yazılı!" diye lafını bitirdi. Kıllı Tores dosyayı alırken derin bir nefes aldı. Rıfat'ın gözleri onun üstünden ayrılmıyor, onun her jest mimiğini izliyor ve her hareketini takibe alıyordu. Kıllı Tores dosyayı iyice bir inceledi, baştan aşağıya baktı ve her bir satırı inceden eleyip sıktan dokuduktan sonra dosyayı ortadaki sehpaya bıraktı.
"Liste tamam, malı da görelim!"
Başını sallayıp derin bir nefes alan Payidar, ellerini ovup Rıfat'a bakarken onun durgun bir şekilde Tores'e baktığını görünce o da gözlerini Tores'e çevirdi.
***
Maltepe'deki yangın dinmek bilmiyor, dumanlar tütüyor ve mahallede göz gözü görmüyordu. Salih hâlâ yerlerde ahu vah ederken siren sesleri, birilerinin ambulansı ve itfaiyeyi aradığını gösteriyordu. Gözyaşları içerisinde havanın soğukluğuna aldırmadan kendini yerlere atmış olan Salih'in perişan haline bakıp:
"Bu niye böyle yırtınıyor lan?" diye soran Kaytan, Musa'nın:
"Canı sıkılmış olmalı!" demesiyle:
"Gel de sıkıntısı neymiş anlayalım!" diyerek köşeden çıktı. Musa da onunla beraber yürürken Salih, onların gelişinden habersiz bir şekilde dizlerine vurup duruyordu.
"Sen niye yırtınıyorsun böyle lan?" diye soran Musa'nın sesiyle Salih, oturduğu yerden fişek hızıyla havaya fırlayıp geriye bir savruldu. Savrulurken de:
"Bismillah!" diye gürleyince Kaytan,
"Hortlak mı gördün oğlum?" diye sorup gülümsedi.
"Siz yaşıyor musunuz? Yaşıyorsunuz siz? Yaşıyor..."
Güldü Kaytan, Musa'nın:
"Buna yaşamak denirse..." demesiyle başını sallayarak:
"Sen niye yırtınıyorsun lan?" diye sordu.
"Efendim, siz... siz öldü sandım, sizin öldüğünüzü sandım. Ev patladı."
Derin bir nefes alan Musa, gözlerini Kaytan'a çevirip o anlara kısa bir dalış yaptı.
Duvardaki düğmeye basan Musa, ortamdaki karanlığı bertaraf etmişti.
"Aman Allah'ım!" diye sayıklayan Kaytan, tam karşı cephelerine bakarak yutkunmuştu. Musa da oraya bakınca irkilmiş ve yutkunarak Kaytan'a bakmıştı. Bir sandalyeye oturtulmuş bir kadının ağzına siyah bandaj çekilmişti. Karnına bağlanan bombanın kırmızı ışığı yanıp sönüyordu. Bombanın sayacı, onların kendilerini son anda dışarıya atacak kadardı ve Kaytan, hiç düşünmeden Musa'nın kolundan tutarak çekiştirmişti. Onlar kapıya doğru giderken Musa, son anda ayağına takılan bir şeyle yeri boylamış, ayağa kalkmaya çalışmış ama başarılı olamamıştı. Kaytan da onu çekiştirerek yerde sürüklerken bombanın sayacı, ondan geriye doğru akmaya başlamıştı. Kapıdan kendilerini dışarı attıklarında bombanın patlaması, onların da savrulmasına neden olmuştu. Köşedeki boşluğa zor bela kendilerini attıklarında Musa, Salih'in can havliyle arabadan çıktığını ve eve baktığını görmüştü.
"Canım çıktı, resmen canım çıktı ya!" diye sayıklayarak titreyen Salih'e teskin olsun diye koluna hafifçe vuran Kaytan, diğer eliyle bıyıklarını burarken:
"Çıkmadık candan umut kesilmez koçum!" deyince Musa, derin bir nefes alarak eve döndü ve başını hafifçe salladı.
"Artık Sayko, bize hayatta yardım etmez kaytan bıyıklı!"
***
Riva...
Çömez, elindeki kitabın sayfalarında kendini kaybetmiş olan ve sakallarını kesmediği için baya uzamış sakallarıyla daha bir olgun gösteren Mamoste'nin karşısında durdu.
"Başkanım!" diyerek onun dikkatini çekince durmadan lafına devam etti.
"Beklediğiniz misafiriniz geldi."
Kitabın kapağını kapatan Mamoste, yandaki sehpaya bırakırken başını salladı ve Çömez, aldığı onayla kapıya döndü. Mamoste, derin bir nefes alarak içeri girecek olan kişiyi bekledi. Orta boylu ve esmer teniyle kırlaşmış saçlarına kamufle olan bir adamın içeri girmesi, Mamoste'nin tebessüm ederek ayağa kalkmasına neden olmuştu.
"Tu xerome Hisam! (Hoş geldin Hisam!)" diyerek onu kucakladı. Hisam, başı dik bir şekilde onun suratına ve gözlerinin içine bakarak:
"Hoş bulduk başkan!" dedi.
"Zazacayı unuttun mu yoksa artık konuşmak istemiyor musun?" diye sorarak karşı koltuğu işaret eden Mamoste, kendi yerine geçerken Hisam'ın:
"İkisi de değil!" demesiyle yerine oturup gülümsedi.
"Ya ne?"
Hisam da yerine oturdu.
"Sadece Zazaca bilmeyen biriyle konuşmayı sevmiyorum. Bilen birisi olsa daha iyi!"
Mamoste aldığı cevaba pek de memnun olmamıştı. Yüzünden belli oluyordu. Ama sinirlenmek şöyle dursun gülümsedi ve hafifçe başını salladı.
"Sen de haklısın Hisam! Bilen biriyle tadı daha güzel! Ama bilmeyen biri, tadını kaçırır."
"Eflal neden öldü? Bunu bana neden yaptırdın?"
"Bilmeyen biri, bilmek için sorar."
"Bilmek için değil, öğrenmek için sorar Mamoste! Sen de öğretmensin, bildirir ve öğretirsin."
"Sayko, duyduğuma göre TC ile haşır neşir olmuş; Eflal için işbirliği yapmaya karar vermiş diye duydum. O yüzden Eflal'ın ölmesi, benim amacıma giden yolda bir adım daha atmam demek!"
"Eflal'ın ölmesi gerekmiyordu. Onu sen kullanabilirdin! Mesela hapiste olan ülkücü Naim'in öldürülmesi için Sayko'ya karşı koz olarak kullanmak iyi bir fikir olurdu."
"Naim benim işim değil! Sayko da benim işim değil! Şimdi Sayko, TC devletine daha bir bilenir ve onlara öfke duyar. Bu öfke onu dizginler. İşbirliği yapmaz ve bu da benim daha rahat hareket etmem için fırsat olur. Senden bir iş yapmanı istiyorum."
"Bu sefer..." diyen Hisam, yavaşça yerinde doğrulurken Mamoste, onun ne diyeceğini merakla bekliyordu.
"...kimin ölmesini istiyorsun?" diye sorusunu nihayete erdiren Hisam, tebessüm eden Mamoste'nin suratını incelerken ortama bağdaş kuran gerginlik, onların bakışmaları arasında büyüyüp iyice yayılıyordu.
***
Arnavutköy/Yazgan Site...
Şaşkın gözlerle etrafına bakınıp duran Feray, nereye geldiğini ve niçin geldiğini anlamaya çalışıyordu. Kocaman salonda ikisi otururken Dildar ve Cem'in ortada olmayışı, Feray'ı daha bir ürkütüyordu. Simay'ın başı öne eğik ve düşüncelere dalmış bir şekilde sık nefes alıp verirken Feray'ın dürtmesiyle kendine geldi.
"Nereye geldik biz?" diye fısıltıyla soran Feray, Simay'ın derin bir iç çekerek:
"Dildar'ın evine..." demesiyle etrafına bakındı.
"Ne işimiz var burada?"
Simay, bilmiyorum dercesine omuz silkerken Feray, ona biraz daha sokuldu.
"Senin annen yaşıyor mu?"
Derin bir nefes aldı Simay.
"Yaşıyor."
"Nerde peki?"
O sırada mutfak olan yerden Nazan, yanında Dildar ve Cem'le birlikte çıkıp gelirken Simay, gözleriyle Nazan'ı işaret edip fısıltıyla Feray'a cevap verdi.
"İşte geliyor."
Feray irkilerek yerinden sıçrarken Simay, sırtını koltuğa yaslayıp bekledi; Nazan geldi ve onların çaprazındaki koltuğa geçip oturdu. Dildar ve Cem de birer yere otururken Simay, katı bakışlarını Nazan'ın yüzünde gezdirip bekledi. Feray yutkundu, karşısındaki kadınla Simay'ın ne çok benzediğini ve hatta Dildar'ın da onlara ne çok benzediğini yeni fark ediyordu. Aklına düşen soru, ister istemez dilinden dökülmüştü.
"Siz, Dildar'ın annesi misiniz?"
Cılız bir sesle sorulan soru, ister istemez Cem'in yüzünü gülümsetmişti. Dildar, annesinin ne cevap vereceğini beklerken Simay, gözlerini Nazan'dan ayırmadan bakıyordu. Nazan, önce Simay'a sonra da Dildar'a kısa bakışlar attıktan sonra Feray'a dönerek:
"Dildar'ın da, Simay'ın da annesiyim!" deyince Feray, suratına tokat yemiş gibi geriye sıçradı. Simay istifini bozmadan bakarken Nazan'a bakarken Cem, Feray'ın vereceği tepkileri izliyordu. Bir eliyle ağzını örtmüş, iri gözlerini Nazan'a dikmiş ve bedeni titreyen Feray'ın yaşadığı şok, gözle görülebilecek kıvamdaydı.
"Ama nasıl?" diye sayıklayarak soran Feray, Nazan'ın cevap vermesini beklerken Simay, birden araya girdi.
"Konumuz bu değil!"
Bakışlar Simay'a çevrildi. Nazan da ona bakarken Simay, annesinin yüzünde bakışlarını gezdirdi.
"Dildar bana her şeyi anlattı," diyen Nazan, Simay'ın kendisini yorup meseleyi anlatmasına izin vermemişti. Başını salladı Simay. Devam etti Nazan.
"Bu saatten sonra ikiniz, benim misafirimsiniz! Size bir şey olmaması için, size zarar gelmemesi için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağım. Merak etmeyin, ne Payidar ne de adamları semtinize yaklaşma cesareti gösterecek!"
Feray hâlâ şoktayken Simay, katı bir sesle:
"Teşekkür ederim Nazan Hanım!" deyince şaşırmış bir şekilde ona baktı.
"Nazan Hanım mı?"
Nazan, Feray'ın sorusuna tebessüm ederek karşılık verdi.
"Benim adım Nazan!"
Feray, bu sefer de ona dönerek:
"Anladım ama kızınız neden size hanım diyor, ben onu anlayamadım!" deyince Simay, dirseğiyle hafifçe onu dürttü. Nazan bir şey demeyip gülümserken Cem, çenesini sıvazlayıp onları izlemekle yetiniyordu ama Cem'in fark etmediği bir şey vardı; Dildar da kaçamak gözlerle ona bakıyor, bazen gözlerini ona dikiyor ve onu izleyip duruyordu.
***
Beyoğlu'nun arka mahallelerin birindeki metruk bir depoya gelmişlerdi; eski bir hangar imajı verilse de aslında Payidar için çok kullanışlı bir yerdi, hele de Mestan'a inat olsun diye silah işine de el atması, onun için burasını cazip kılıyordu. Geniş bir alana yığılan silah dolu kasalar, birkaç tane C4 taşıyan minik sandıklar ve kutular halinde dizilmiş mermi sandıkları, Kıllı Tores'in resmen iştahını kabartmıştı. Ellerini ovarak C4'lerin yanında durunca Payidar, bir gözü Rıfat'ın üstünde tebessüm ediyordu.
"Listedekilerin hepsi burada mı?" diye soran Tores, Payidar'ın:
"Tastamam hepsi burada!" demesiyle sandıklara doğru adımını attı. Ama Payidar'ın,
"Para?" diye sorması, onu yerinde durdurdu. Tores, cebinden tablet ebadında bir telefon çıkarıp ona yöneldi.
"Dediğin miktarı, İsviçre'deki hesabına aktarmak için sabahı beklemem lazım! Bu denli yüklü bir miktar, ancak sabah mesai vaktinde aktarılır."
Hızla içeri dalan bir adam, telaşlı bir şekilde Rıfat'a yaklaşırken Payidar, olumsuz bir şeyin olduğunu anlamıştı. Birden yüz hatları gerilerek Tores'e baktı.
"Sen bizi kime sattın lan?" diye çıkışarak silahını sıyıran Payidar, namluyu Tores'e doğrulturken Tores'in adamları da silahlarını sıyırıp namlularını Payidar ve Rıfat'a doğrultmuştu. Aniden ortama bir gerginlik çöktü.
"Ben kimseyi satmadım," diye fısıldayan Tores, sinirle bezenmiş gözlerini Payidar'ın yüzünde gezdirirken dışarıda duyulan,
"Atın silahlarınızı!" sesleriyle Payidar, öfkeden burnundan soludu. Gelenin Mestan olması, Payidar'ın iyice canını sıkmıştı.
"Rıfat!" diye bağıran Payidar,
"Bu gece dananın kuyruğu kopacak Rıfat! Ya biz öleceğiz ya Mestan ölecek!" diye ekleyince Rıfat, hızla kapı tarafına doğru yürüdü.
"Hata yapıyorsun, bu hatanın bedeli ağır olur Payidar!"
Tores'in kısık sesi, Payidar'ın öfkesini katlamıştı. Hiç düşünmeden Tores'in bacağına sıktı. Ortamda çınlayan silah sesleri, Tores'in acıyla inleyerek yere yığılmasıyla adamlarını da harekete geçirmişti. Tam onlar ateş edeceklerken Payidar'ın adamları onlardan evvel davranmış ve her birini bir mermiyle yere yığmıştı. Payidar, Tores'in kafasına silahını dayayıp gözlerini kapıya dikerken derin bir nefes aldı.
"Kurul'a ne hesap vereceksin?"
Tores'in sorusu, Payidar'ın öfkeyle solumasına neden oldu.
"Artık hiçbir şey umurumda değil!" diyen Payidar, dışarıda duyulan silah seslerine kulak kabarttı.
Rıfat'ın yerinden çıkıp ateş etmesi, ateş etmek için hareketlenen Kemik'i teğet geçen mermisine üzülmesiyle sonuçlanmıştı. Kemik hızla yer değiştirirken Mestan, bir duvarın arkasından ateş ederek Payidar'ın bir adamını indirmişti.
"Bu gece bu iş bitecek Rıfat, patronuna söyle!" diye bağıran Mestan, hızla ateş ederek başka bir duvara doğru koşarken Rıfat'ın üst üste ateş etmesiyle mermilerden son anda sıyrılmıştı. Kemik'in önündeki adamın düşmesi, ona yerini değiştir düşüncesi getirmişti; hızla geri kaçıp başka bir yönden ilerlemek için hamle yapsa da Rıfat'ın yanındaki adamın ateş etmesiyle duvara isabet eden merminin ikazıyla yerinde kalmıştı. Mestan, bir duvarın arkasına geçerken Rıfat'ın çaprazındaki adamın vurmuş ve Rıfat, Mestan'ı hedef alarak yerinden çıkınca Kemik, onu vurmak için hamle yapmıştı ama Rıfat'ın solundaki adamın açtığı ateşle Kemik, saklandığı yere geri dönmüştü.
"Kafama sıkarsan, her şeyi yitirmiş olursun. Bence bir daha düşün!" diyen Tores, suratına inen tokatla sersemleşti; zaten bacağından kanlar akıyordu, hızla kan kaybediyordu ve gözleri kararıyordu, aldığı bu tokatla daha bir dengesini yitirmişti.
"Kendinizi öldürtmeyin Rıfat!" diye bağıran Mestan, koşarak başka bir duvara yaklaşırken ateş etmiş ve Rıfat'ın önündeki adamı kafasından vurmuştu. Rıfat şarjörünü değiştirip etrafındaki beş adamına baktı; Mestan da baya kalabalık gelmişti, şu an ellerindeki mühimmatları da azdı, gerçi içerisi mühimmat kaynıyordu ama Rıfat, geri dönüp içeri girene ve tekrar gelene kadar burası düşerdi. Duyduğu koşma sesiyle kendine gelen Rıfat, hızla yerinden çıkıp ateş etti ve kendisine yaklaşmakta olan Mestan'ın bir adamını göğsünden vurarak yere yığdı. Bir yarı yıkık duvarın arkasına geçen Mestan, Kemik'e bakıp başını salladı. Kemik de hızla ilerlerken Rıfat'ın ateş etmesiyle bacağından vurulup yere düşerken Mestan, hızla yerinden çıkıp Rıfat'a ateş etti; omzundan vurulan Rıfat, kendisini geri çekerken çaprazında duran adamın yere düşmesiyle derin bir nefes aldı. Omzundan kanlar akan Rıfat, sırtını duvara yaslayıp acıyla nefesler alırken bir adamının daha düşmesiyle hızla yerinden çıkmak istedi ama çıkar çıkmaz alnına yaslanan namluyla durdu, Mestan'ın gülümseyen suratına bakıp burnundan soludu.
"İndir silahını!" diye fısıldayan Mestan, Rıfat'ın elinden silahını alırken Rıfat'ın arkadaşları da birer ikişer etkisiz hale getiriliyordu. Sağlam ayağıyla zor bela sekerek onlara doğru gelmekte olan Kemik,
"Efendim, onu bana verin!" deyince Mestan, dişleri görünürcesine Rıfat'ın yüzüne bakarak Kemik'e cevaben:
"Neden? Etinden ve sütünden yararlanmak için mi istiyorsun Kemik?" diye sorunca Rıfat, derin bir nefes alarak:
"Her halde kalan kemiklerinin de kırılmasını istiyor da ondan..." der demez Mestan, silahını indirmeden:
"Çok hata yaptınız Rıfat, çok! Elbet bir bedeli olacaktı, değil mi?" dedi.
"Her şeyin bir bedeli olur, bu yaptığının da..." diyen Rıfat, Kemik'e dönüp:
"Al bunu ama sakın başına bir şey gelmesin Kemik! Al da birlikte içeri girelim!" diyen Mestan'ın yüzünü alayla inceledi. Kemik gelip Rıfat'ı sımsıkı tuttu ve Mestan önde, onlar arkada içeri girmeye başladılar.
"Eğer Tores'in kafasına sıkarsan..." diyerek içeri giren Mestan, arkasındaki Rıfat'ı işaret etti. Payidar öfkeyle solurken Mestan,
"Adamın da ölür Payidar!" deyince Payidar, Tores'in ensesindeki silahını indirmeden:
"Ölümle dans ediyorsun Mestan!" diye gürledi.
"Sen başlattın! Ben bitiriyorum bu dansı!"
"Burada bitmez, burada bitmez bu!" diye bağıran Payidar, Mestan'ın ona doğrulttuğu namludan çekinmeden:
"İkimizden biri ölmedikçe, bu burada bitmez, bil bunu!" diye tısladı. Mestan, parmağı tetikte dururken:
"Tek mermi Payidar, tek mermi işini görür. Gerisi zerre umurumda değil!" diye seslendi.
"Sık ulan sık! Sen öyle bir namussuzsun ki, patronunun karısını ayartacak kadar alçaksın!"
"Eğer patronum olacak şerefsiz..." diyen Mestan, irkilen Payidar'ı umursamadan devam etti.
"Karısına işkence ediyorsa, ona zulmediyorsa ben karşı çıkarım buna! Kadın seni sevmediği, istemediği halde zorla ona sahip olmak, el sürmek şerefsizlik, namussuzluk değil de nedir lan? Sen Nazan'ı hak etmiyordun, it!"
Payidar hiç düşünmeden namluyu ona doğrultup tetiğe bastı ve Mestan'ı ıskalayıp ya da mahsus öyle yapıp yanındaki adamı vurdu. Mestan da ateş ederek Payidar'ı omzundan vurunca Payidar, acıyla yerinde sendeledi. Rıfat hamleye kalkışsa da Kemik, namluyla onun sırtını dürtüp dur dercesine salladı.
"Kendini öldürtme Payidar!" diye bağıran Mestan, Payidar, acıyla omzunu tutarak burnundan öfkeyle soludu.
"Bitti bu iş, bitti! Artık Kurul, Pars zerre umurumda değil! Öleceksin Mestan!" diye dişlerinin arasından laflarını ezercesine seslenen Payidar, Mestan'ın:
"Asıl sen öleceksin Payidar! Kaçarın yok!" demesiyle başını salladı.
"Al Tores'i, git buradan!"
"Silahlarımı da alacağım, onları almadan asla!" diyen Mestan, bir adım atarken Payidar, tekrar silahını ona doğrulttu.
"Bu burada bitmedi, bitmez, bitmeyecek de!"
Gülümsedi Mestan,
"Anlasana be adam! Kaybettin, bittin sen! O gün kafama sıksaydın, bugün ayağına bağ olmazdım ama sen, artistlik yapıp kafama sıkmak yerine esir almayı denedin. Olmaz öyle!" deyince Payidar, tetiğe basıp basmamak arasında kararsız kalırken Rıfat, arkasındaki Kemik'in dürtülerine zor bela katlanıyordu. Silahını indirdi Payidar, bir gözü Rıfat'ın üstündeyken:
"Şimdilik kaybetmiş gibi görünelim, bu maçın tekrarı da olur elbet!" dedi ve silahını beline taktı. Omzundan akan kanlar, ceketini kızıla boyarken acısı, Payidar'ın yüz hatlarında alenen belli oluyordu.
***
İRAN/TAHRAN
"Farsça mı yazılıyordu?" diye soran Şivon, Hamdi'nin derin bir nefes alıp:
"Ben anlamıyorum, Bingazi nece yazılıyordu?" diye ona sorunca Bingazi, zor bela lafa girdi.
"Farsça değildi, tamam şeklen farsça olabilir ama anlamı kapalıydı. Bilmiyorum ben çözemedim."
Şivon, Bingazi'nin olduğu tarafa geçmişti.
"Yerini söyle de, biz alıp çözelim!"
Gülümsedi Bingazi, sırtıyla Hamdi'nin sırtına masaj yapar gibi sallanıp:
"Ben bilsem söylerim de, bilmiyorum işte! Pars biliyor. Ona sor!" deyince Hamdi, tebessüm ederek önüne baktı. Şivon, derin bir nefes alarak adamına döndü.
"Sabaha kadar iyi misafir edelim. Eğer misafirperverliğimiz hoşlarına giderse, muhakkak sabah bize bir şey söyleyeceklerdir Defi!"
Adamı başını sallarken Şivon, elleri ceplerinde bir şekilde kapıya doğru yürüdü. Defi denen adam da arkadaşlarına bakarak başını salladı. Dört kişi aynı anda Hamdi'yle Bingazi'ye yöneldi.
***
TÜRKİYE/İSTANBUL
Marmara'nın üstüne doğan inci gibi güneş, dünkü buzlanmayı kırmak ister gibi ışıldarken ilkbaharın fısıltısı gibi hava, sıcağı koynunda saklarcasına dört bir yana yerleşmişti. Sıcak havayı fırsat bilen insanlar, sahillere ve parklara akın etmiş; çaylar semaverler alınarak piknik havasına kendilerini dışarılara atmışlardı. Kışın ortasında bu hava, resmen bir daha ele geçmez denilerek hakkıyla değerlendirmeye alınmıştı.
"Kim arıyor?" diye soran Gaye, elinde çalan telefonuyla salona gelen Kenan'ın karşısında durdu.
"Bahri Bey arıyor."
Telefonu açan Kenan, Gaye'nin aniden telefonu kapıp sesi hoparlöre vermesiyle kaşlarını çattı ama kızın bu tavrını mazur gördü. Zira babası ortalarda yoktu ve haliyle telaşlı, endişe ediyordu. Bahri'nin sesi salonda çınladı.
"Kenan acilen gelmen lazım!"
Gaye'nin kaşları kavisli bir hal alırken Kenan, gayet soğukkanlı bir şekilde:
"Olumsuz bir durum mu var?" diye sordu.
"Gelmelisin!"
"Nereye geleceğim?"
"Adresi konum atarım."
Kapanan telefonu cebine iliştiren Kenan, yutkunarak ona dolu gözlerle bakan Gaye'yi sımsıkı sarmak istedi. Gaye, kısık çıkan sesiyle:
"Ben de geliyorum!" deyince Kenan, derin bir nefes aldı. Başını hafifçe sallayarak:
"Gelmesen daha iyi!" der demez Gaye, bu sefer de sinirli bir şekilde:
"Olmaz öyle şey! Konu benim babam ve geleceğim Kenan!" diye çıkıştı. Derin bir nefes alan Kenan, başını sallayıp onaylamaktan başka bir şey yapamadı. Onları izleyen ve dinleyen Afra, endişeli gözlerle salondakilere bakıyordu.
***
Arnavutköy/Yazgan Site...
"Silahları Tores'in gemisine taşıdık efendim! Gemi Yunanistan'a, oradan da Avrupa'ya geçecek!" diyen Kemik, Mestan'ın karşısında dimdik durmuştu. Derin bir nefes alan Mestan, çenesini sıvazlayarak:
"Payidar'a büyük bir darbe indirdik Kemik, bunun altında kalmaz, dikkatli olalım!" deyince Kemik, kendinden emin bir tavırla:
"Merak etmeyin efendim, hiçbir şey olmayacak! Payidar yediği darbeyi hazmedene kadar gemi çoktan Türkiye'den çıkmış olacak, efendim!" dedi. Gülümsedi Mestan.
"Payidar'ın sindirimi güçlüdür Kemik, hafife alma!"
Kemik bir şey diyecekti ki içeri giren Nazan, onun lafını ağzına tıkmıştı. Mestan adamına bakıp dışarı çık dercesine kafasını salladı. Nazan da kocasına doğru gelirken Kemik onun yanından geçip kapıya doğru yürüyordu.
"İyi misin canım?" diye soran Nazan, ayağa kalkan kocasının karşısında durduğunda, gözlerini kısarak onu bir yokladı.
"Dün gece geç geldin, göremedim seni!"
Gülümsedi Mestan, karısına sarılarak saçlarının kokusunu içine çekti. İçi huzurla dolmuş bir şekilde:
"Merak etme canım, iyiyim ben! İşlerim uzun sürdü, ondan geciktim!" deyince Nazan, ona iyice sokularak fısıldar gibi konuştu.
"Sen yokken neler oldu bilsen!"
"Neler oldu?" diye soran Mestan, kısık gözlerle karısının gülen yüzünü inceledi ve ekledi.
"Belli ki güzel şeyler olmuş, anlat bakalım!"
"Oturalım!" diyen Nazan, kocasıyla birlikte adımlarını atıp çiftli koltuğa kuruldu. Başladı Simay'ın onlara sığınmasını anlatmaya, Payidar'la ilişkisini kesen kızın onlara iltica edişini anlatırken Mestan'ın yüz ifadesi daha bir gülüyordu. İçinden,
"Payidar'a indirdiğim ikinci darbe!" diye geçirirken karısının sesiyle kendine geldi.
"İşte böyle! Simay'ın Payidar'la bir alakası kalmadı."
Mestan derin bir iç çekerken Nazan, kocasının her hal tavırlarını inceliyordu. Hafif bir huzursuz da olmuştu Mestan.
"Simay, Payidar'la işbirliği ediyor olmasın canım?"
Bir kaşı havaya kalkan Nazan, hafif sert bir tonla:
"Anlamadım?" diye sorunca Mestan, doğru kelimeleri seçmek için hafif bir yutkundu ve sonra lafa girdi.
"Yani Simay, bunca yılın intikamını almak için bize yanaşıyor olmasın?"
Öfkeyle seğiren gözler, Mestan'ı ürkütse de sakince karısına baktı ve onun ne cevap vereceğini merakla bekledi.
"Gerçekten bunu mu düşündün, düşünüyorsun sen? İnanamıyorum. Simay benim kızım, ayrıca senin de kızın Mestan! Böyle seni düşündürecek şey, ne olabilir ki?"
"Yıllarca Payidar'ın yanında kaldı, onun yanında büyüdü, onunla yaşadı. Payidar onu kullanıyor olabilir. Sadece sordum."
"Olamaz Mestan, böyle bir şey olamaz!" diyen Nazan, hırsla ayağa kalktığında Mestan, onun bileğini tutup ayağa kalktı. Karısına sokularak sarılmak istedi ama Nazan, onu itekleyerek:
"Dokunma!" diye tısladı.
"Hayatım! Ben sadece sordum. Ne var bunda?"
Kocasına sokuldu ve tehdit eder gibi fısıldadı.
"Önce bir kızını tanı! Ondan sonra yargıla!"
Nazan bunu dedikten sonra hışımla kapıya doğru yürürken Mestan, kafasını saçlarını karıştırarak arkasından bakmakla yetindi.
Feray hâlâ inanamıyordu; hâlâ dünkü şokun etkisindeydi, Simay'la Dildar'ın kardeş olması, onu epey bir şaşırtmıştı. Daha kendine gelememişti. Cem de bunu bildiği için ona bakıp gülüyordu. Birden patladı Feray.
"Sen bunu biliyordun değil mi?"
Gülümsedi Cem.
"Tabi ki!" derken Simay'la göz göze geldi. Mutfakta kahvaltıdan sonraki kahveleri içiyorlardı. Dildar da yanlarındaydı. Simay, Cem'den gözlerini devirip bakışmayı kesince Dildar devreye girdi.
"Bana da söylemedi Cem!"
Cem, onlara bakarak:
"Ablamın lafını çiğneyemezdim. Anlatmamı istemedi. Ondan anlatmadım ben de!" deyince Feray, kahve kupasını kavrayıp:
"Peki şimdi ne olacak?" diye sordu. Simay derin bir nefes alırken Dildar, sorar gözlerle ona bakıyordu. Cem de Simay'a bakarken Simay, sırtını sandalyeye yaslayıp:
"Yeni bir hayat kuracağız işte!" deyince Dildar, tebessüm ederek bakışlarını öne indirdi. Feray kahvesinden bir yudum alırken Cem'in sorusu, herkesin yerine Simay'a ulaştı.
"Nasıl?"
"Bir şekilde..." diyen Simay, yerinde doğrulurken kapının arkasında onları dinlemekte olan Nazan'dan habersiz lafına devam etti.
"Ben yıllarca annesiz yaşadım. Baba bildiğim adam, benim her şeyimmiş gibiydi. Ama aslında düşmanımmış, annem de yaşıyormuş, ben o adamın kızı değilmişim falan filan işte! Bunlar önemli değil! Önemli olan, bundan sonra nasıl yaşayacağım ve hayatımı nasıl idare edeceğimdir. Feray'la biz kardeş gibi yaşarız, geçiniriz. Payidar'la son defa konuşacağım. O servette benim de hakkım var."
Herkesin bakışları birbirlerinin üstüne gezinirken Nazan, derin bir nefes alarak ve kendisini toparlayarak mutfağa girdi. Herkes kendini toparlarken Simay, annesinden bakışlarını kaçırarak sırtını sandalyeye geri yasladı. Nazan geldi ve Dildar'ın yanındaki sandalyeye kuruldu. Tam da Simay'ın karşısına geçmişti.
"Sen anneni öldü bildin, baba bildiğin adamın yalanlarıyla büyüdün. Ama annen ölmedi, yaşıyor. Seni yalnız bırakacak da değil!"
Simay, Nazan'ın yüzünde donuk bakışlarını gezdirdi. Hafifçe başını salladı.
"Ben çok çektim. Gördüğüm kadarıyla sen de çok çektin, çektik! Ama şu bir kesin ki, ne sen Simay'sız yaşarsın artık ne de Simay sensiz!"
Nazan'ın gözleri dolmuştu. Dildar da duyduğu lafla irkildi. Cem'in de gözleri dolmuştu ve Feray, önce Simay'a sonra da Nazan'a bakıp duruyordu. Hızla yerinden kalkan Simay, masanın etrafından dolandı ve gelip yerinden kalkmayan annesinin boynuna sarıldı. Onlar sımsıkı sarılırken Dildar'ın gözyaşlarını salıvermesi, Feray'ın hıçkırıklar içerisinde gülmesi ve Cem'in tebessüm etmesi, anne kızın yılların öcünü alır gibi sımsıkı kenetlenmesine yansıyordu. Resmen annesinin boynunu koparacak gibi sımsıkı sarılmıştı Simay. Hıçkırık sesleri, gözyaşları ve duygu yüklü anlar, mutfak masasında yer bulup ortama yayılıyordu.
***
Şişli/Payidar'ın Malikânesi...
Rıfat gelip Payidar'ın karşısında dururken omzundaki acısıyla hafif bir inilti çıkarsa da kendisini toparlayıp:
"Gerekli bilgileri öğrendim efendim!" dedi. Payidar, omzunu bastırarak yerinde doğruldu.
"Söyle!"
"Alya5000 gemisiyle Yunanistan'a, oradan da Avrupa'ya nakledilecek silahlar; Kıllı Tores Türkiye'de kalacak, Pars'la görüşmesi gerekiyormuş, öyle dediler."
"Organize'deki çocukların canı sıkılmıştır Rıfat, bir aksiyon iyi olur."
Rıfat irkildi. Gözleri iri bir şekilde:
"Yani?" diye sordu. Payidar başını salladı.
"Anladın sen!"
Yutkunan Rıfat, hafifçe başını sallayıp geri çekilirken Payidar, tekrar omzunu bastırıp derin bir nefes aldı.
***
Milli Haberalma Servisi...
"Efendim!" diyerek Musa'nın odasına, kapıyı çalmadan ve destur almadan giren Salih, elinde bir tabletle masasında doğrulan Musa'ya yaklaşırken havadisini önden yolladı.
"Dediğiniz şahsı buldum."
Yavaşça ayağa kalkan Musa,
"Nerde?" diye sorarken Salih, ona cevap olsun diye tableti uzattı. Musa tableti alıp ekrana bakarken gözleri irileşti. Tekrar Salih'e bakıp:
"Kesin mi?" diye sordu. Başını sallayan Salih, tableti işaret ederek:
"Güvenilir kaynaktan..." deyince Musa, derin bir nefes alarak tabletin ekranına bakışlarını dikti.
***
Beykoz'un biraz kalabalık bir semtinde, bir çocuk parkının kuytu bir köşesine gelmişti Kenan; yanında da Gaye vardı, ikisi bir banka oturmuş ve Bahri'nin gelmesini bekliyordu. Havanın giderek serin olması, kış vaziyetlerinin hâkim olacağına işaret ediyordu. Kenan, paltonun ucunu kaldırıp Gaye'nin altına girmesi için yanaştı. Gaye de ona sokularak paltonun altına girerken Kenan, göz ucuyla etrafına şöyle bir baktı. Birden irkildi. Bir adam, bir kadının çantasını zorla almaya çalışıyordu. Kadının bağırıp durmasını kimse umursamıyor ve adam, zorla çantayı çekiştirip duruyordu. Yerinde dikleşen Kenan, Gaye'nin:
"Ne oldu?" diye sormasıyla:
"Baksana, kadının çantasını zorla almaya çalışıyor!" deyince Gaye, onun bileğini tuttu.
"Sakın! Sakın Kenan! Sen karışma! Bizim başka işimiz var."
"Olmaz Gaye! Kendini o kadının yerine koy!" diyen Kenan ayağa kalkarken Gaye de ayağa kalktı.
"Ya dursana! Derdimiz o değil! Babamı bulmamız lazım!"
Kenan adama baktı. Kadını bu sefer de tokatlıyordu. Etrafları boşalmıştı. Kenan bu sefer dayanamadı ve Gaye'yi dinlemeden koştu. Gaye arkasından gitmek istedi ama birden ağzını kapatan bir el ile olduğu yerde kalakaldı. Eterle ıslanmış pamuğun yarattığı etkiyle gözleri kapanırken son gördüğü, Kenan'ın adamın üstüne atılıp bir yumrukla kadından uzaklaştırdığıydı. Sonra bir şey göremedi.
Adamın attığı yumruğu etkisiz kılıp tekmeyle suratına bir darbe indiren Kenan, adamın üstüne yürüdü ama adam, hızla arkasına bakmadan koşarak kaçtı. Kenan, yerdeki çantayı alıp kadına döndü. Kadın, yaşlı gözlerle çantayı alıp bir şey demeden giderken Kenan, dönüp Gaye'yi bıraktığı yere doğru yürüdü. Gaye yoktu. Birden koştu Kenan; geldi ve oturdukları bankta Gaye'nin çantasının olduğunu görünce etrafına bakındı. O sırada Bahri de gelince Kenan, belki o görmüştür düşüncesiyle:
"Gaye nerde?" diye sordu. Bahri gözlerini kısıp:
"Anlamadım?" diye sorunca Kenan, ne olduğunu anladı.
"Tuzak..." diye fısıldarken Bahri, onun ne demek istediğini anlamaya çalışıyordu. Gaye'nin çantasını sımsıkı tutan Kenan, nemli ve dolan gözlerle etrafına bakındı. Tekrar fısıldadı Kenan.
"Tuzak lan!"
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top