"Sırrın Benimle Güvende"

Beyaz örtüyü üstüne çektiklerinde, Musa'nın dizlerinin bağı çözülmüş ve kendini yerde bulmuştu; fişleri çekilmişti Nisa'nın, hayatla bütün bağlantıları kopmuş, cansız ve ruhsuz bir şekilde üstüne beyaz örtü çekilmişti. Avazı çıktığı kadar bağırdı Musa, hastane koridorunda sesi yankılandı, duvarlar bile korktu, boyası badanası çöktü taş gibi duvarın ve Musa'nın feryadına kulaklarını tıkamak zorunda kaldı. Kenan ne yapacağını bilemiyordu, Musa'yı nasıl teskin edeceğini bilemiyor ve olduğu yerde dimdik duruyordu. Kaytan da bir şey yapacak gibi görünmüyordu. Musa'nın yerdeki parkeleri yumruklaması, bağırıp çağırması ve Hayır nidalarıyla orayı burayı inletmesi, nemli nazarlar arasında gerçekleşiyordu. Ne diyecekti şimdi Kenan, reisi nasıl teskin edecekti? Az önce ne güzel saydırıyordu oysa sen reissin diyorlardı ama şimdi işin rengi değişmiş, sevdiği kadının kökten kaybeden bir reis vardı karşılarında. Elleri kıpkırmızı oluncaya dek yerleri yumrukladı reis, avuçları şişene dek tokatladı sert ve soğuk parkeleri ama içindeki acı, yangın dinmedi. Nisa, sevdiği kadın ölmüş, teröristler onun en sevdiği kadını elinden almıştı.

Sedyenin üstünde, beyaz örtünün altında cansız bir haldeyken odadan çıkartıldı Nisa; iki görevli, sedyeyi iteklerken Musa'nın feryatları dinmek bilmedi, esip gürledi, kendine lanetler okudu, küfürler savurdu sağa sola ama Nisa'nın cansız bedeni bunları duyamadı. Belki de ruhu duymuştu ama Musa, onun farkında değildi. Tam sedye yanından geçecekken ayağa fırladı Musa, Kenan ve Kaytan geri çekilmişti. Sedyenin başında durdu. Görevliler de geri çekildi. Kadının cansız yüzünü açtı reis, buz gibi soğuk yanağına elinin sırtını sürdü, eğildi ve cansız suratın alın kısmına dudaklarını değdirdi. Dudakları yandı, bedenini kor sardı Musa'nın, içine bir yangın düştü. Gözlerinden süzülen yaşlar, kadının soğuk alnına çarparken Musa, derin bir nefes alarak cansız kadının soğuk kokusunu genzine çekti. Yumruklarını sıkarken katılaşan ifadesiyle donuklaşan gözlerini Kenan'a çevirdi, Kaytan'a da bakarken tısladı.

"Bu beden, toprağa girmeden, toprakla hemhal olmadan, intikamı alınacaktır. Ya ben de öleceğim ya da Mamoste denilen o it ölecek!"

Kenan, yerinde doğrulurken Kaytan, sırtını duvardan ayırdı.

"Emin çalışıyor reis! Nazım için kurulan bir sosyal paylaşım sayfasına sızmayı başardı. Zaten dün geceki olayı da oradan öğrendik!"

Musa, Kenan'a dönerek:

"İş sende Karabey! Operasyon senindir. Hallet!" deyince Kenan, hafifçe başını salladı.

"Merak etme reis!"

Musa, başka da bir şey demedi. Kendisi sedyeyi itekleyerek yürürken Kaytan, Kenan'ın yanında durup onun arkasından baktı. Musa, sert adımlarıyla parkeleri ezercesine yürürken Kenan, Kaytan'a dönerek:

"Haydi bakalım, bitirelim şu işi!" dedi. Kaytan başını sallayıp derin bir nefes aldı.

***

Tarabya...

"Kadın ölmüş başkanım!" diyen adam, Mamoste'nin karşısında durduğunda Mamoste, gözlerini kısarak onun suratını süzdü.

"Hangi kadın?"

"Nisa... Hasan Nemirkan'ın bir zamanlar ortağıydı. Nemirkan aşireti, bu kadınla birlikte iş yapardı."

"Ha hatırladım, şu TC ile işbirliği yapan yardakçı kadın... Sekvan'ın şehit olması, boşuna değilmiş!"

"Burası fena karışacak başkanım, ben derim ki..." diyen adam, Mamoste'nin çatılan kaşıyla sustu.

"Ne dersin Seydo? Gidelim mi buradan? Benim adım Mamoste, ben dağda da öğrettim, düzde de öğretirim. Hiçbir yere gitmek yok!"

Seydo denilen adamı, hafifçe yutkunduktan sonra:

"Ama TC, bunun intikamını alacaktır. Ne yapalım?" diye sordu.

"O intikam fırsatını verelim!"

Seydo başını sallarken Mamoste, suratında müstehzi bir ifadeyle bir noktaya baktı.

***

Milli Haberalma Servisi...

"Elimizde ne var Emin, çabuk söyle!" diyen Kenan, onun karşısında durduğunda Emin, elindeki tableti masaya bırakıp yerinde doğruldu. Kaytan da gelmiş ve Kenan'ın sağında durmuştu.

"Demin sayfanın adminiyle görüştüm. Bir eylem olacakmış, Nergis Parkı'nda pasta yiyeceğiz, sen de gel, diye mesaj attılar."

Gülümseyen Kenan,

"Yani seni keklediler. He mi Emin?" diye sorunca Emin, hafifçe tebessüm etti.

"Artık kek mi, pasta mı yedirecekler bilmem! Ama gitmekte yarar var."

Kenan, Emin'in lafıyla Kaytan'a dönerek:

"Ne yapıyoruz bıyıklarına kurban olduğum?" diye sordu. Kaytan, derin bir nefes aldı.

"Ekmek yoksa, pasta yiyeceğiz Kenan!"

Usulca başını sallayan Kenan, Emin'e dönerek:

"Afiyet olsun!" diye fısıldadı.

***

"Baba, bu Kenan gene nereye kayboldu?" diye soran Gaye, babasının karşısındaki koltukta otururken Hamdi, elindeki tableti masaya bıraktı.

"Bilmiyorum kızım!"

Gaye'nin gözleri, tabletin açık ekranına takıldı. Nisa'nın ölümünü ilan eden bir haber yer alıyordu. Uzanıp tableti alırken babasının:

"Ünlü işkadını Nisa Hanım, dün geceki galada o da vardı kızım! Vurulmuş!" demesiyle yutkundu. Gözlerinde beliren nem, titreyen göz bebeklerinden bile belli oluyordu.

"Evet hatırladım, hemen benim yamacımdayken vuruldu baba! Ölmüş mü?" diye sayıklayan Gaye, habere göz gezdirdikten sonra tekrar tableti yerine bıraktı. Gözlerinden süzülen yaşlar, yanaklarını mesken edinemeyip yere düşerken Hamdi, yerinden kalkıp kızının hemen yanına oturdu ve onun başını omzuna yasladı. Eliyle yanağını okşarken:

"Tamam kızım, geçti kızım!" diye fısıldadı.

"Benim yanımda vuruldu, hemen yanımda vuruldu baba!" diyerek hıçkıran Gaye, ağlamasını serbest bıraktı. Hıçkırıklar içerisinde ağlarken Hamdi, onu teskine etmeye çalışıyor ama başaramıyordu. Gözyaşlarını döktü Gaye, babasının omuzlarını gözyaşlarıyla süslerken hıçkırıkları ortamda çınlıyordu.

Mutfak kapısında durmuş ve Gaye'nin ağlayışlarını izleyen Afra, yanına gidip gitmemek arasında tereddütler yaşasa da kararını verdi ve telaşlı bir şekilde yanlarına geldi.

"Gaye Hanım?" diye tiz bir sesle seslenirken Hamdi, nemli gözlerini Afra'ya çevirdi. Afra, ona bakmak yerine eğilip Gaye'nin ellerinden tutup sıvazladı.

"Siz çok güçlü bir kadınsınız Gaye Hanım, ağlamak size yakışır mı? Lütfen ağlamayın!"

Gaye, yaşlı gözlerle Afra'ya baktı. Hıçkırıklar içerisinde:

"Ölüm bizden daha güçlü, Afra!" diye sayıklayınca Afra, birden irkildi. Ölen bebeği geldi aklına, onun da gözleri yeşerdi birden ve yutkunarak ayağa kalktı. Gaye şaşırdı, Hamdi de şaşırmış bir şekilde kadına bakarken:

"Bilirim, Gaye Hanım!" diye fısıldadı. Gaye, dönüp babasına baktı. Hamdi meseleyi anlamıştı. Afra, derin bir iç çekerek:

"Ölen ölüyor, elinden bir şey gelmiyor. Ama yaşıyorsun, ister istemez yaşıyorsun! Elinden sadece yaşamak geliyor, acıyla yaşamak, yaşarken acı çekmek geliyor. Yaşıyorsun işte!" diye mırıldandı. Gaye, kadının lafıyla duruldu. Nemli gözlerle ona bakarak:

"Alışıyorsun çünkü! Acıya, ölüm gerçeğine, kaybetmeye alışıyorsun! Her şeye alıştığın gibi!" dedi. Afra ona baktı.

"Doğru! İstesen de istemesen de alışıyorsun!"

Ayağa kalktı Gaye, neden bilinmez ama aniden Afra'ya sımsıkı sarıldı. Afra da ona sarılmıştı. İkisinin sarılması, Hamdi'nin durgun bakışlarına yansıyordu. Afra'yla göz göze geldi Hamdi, kadının gözlerinin içine baktı, bakışlarını ondan kaçırmaya çalışsa da Afra, gene dönüp dolaşıp Hamdi'nin yüzüne bakıyordu.

"Sağ ol Afra, sağ ol!" diye sayıklayan Gaye, Afra'nın:

"Sen de sağ ol!" demesiyle derin bir iç çekti. Nedense Afra'nın öyle yapması, onun yüreğindeki sıkıntıyı bir nebze eksiltmişti. Afra'nın böyle konuşması, Gaye'nin içindeki yangına su serpiştirmiş gibiydi. Ondan ayrılırken nemli gözlerle onun ıslak göz bebeklerine baktı.

"Sağ ol!"

Gülümsedi Afra.

"Sen de..."

Hamdi araya girmeseydi, onların böyle fısıldaşmaları belki de sürecekti.

"Tamam kesin bu duygusallığı da, Afra bana bir kahve yaparsan makbule geçer!"

Afra, gözlerini kıstı.

"Anlamadım, kim geçer?"

Bu sefer de Gaye, ağlamaklı bir şekilde güldü. Babasına döndüğünde, babasının da güldüğünü gördü. Afra, anlamayan gözlerle ikisine bakarken Gaye, tekrar ona sarıldı.

***

Nergis Parkı...

Ellerini montunun cebine koymuş bir şekilde parka giriş yapan Emin, bir an göğsünde gezen lazerle tebessüm etti. Kendi kendine konuşur gibi:

"Lazeri kapat bari!" deyince kulaklarında Kenan'ın sesi yankılandı.

"Pardon, unutmuşum!"

Lazer kaybolunca Emin, su fıskiyesinin oraya doğru adımlarını hızlandırdı. Etrafta çocuklar vardı. Nedense Emin'in canı sıkıldı. Salıncakta sallanan beş altı yaşlarındaki çocuklara yan gözlerle baktıktan sonra banklara oturan kızlı erkekli on beş yaşları civarındaki gençlerin de olması canını sıkmıştı. Geldi ve fıskiyenin orada dimdik durdu. Telefonunu çıkarıp anlaştıkları gibi selfi çekiyormuşçasına sırtını fıskiyeye dönerek telefonun kamerasını açtı. Bir iki fotoğraf çekinip telefonu cebine kattı.

Parkın hemen karşısındaki inşaatın en üst katındaydı Kenan, kanasın dürbününe eğilmiş ve parkta, gerektiği şekilde bekleyen Emin'i izliyordu. Şöyle bir etrafı kolaçan etti dürbünle, kimseler yok gibiydi. Derin bir nefes alarak Emin'e odaklandı.

Parkın kuzey tarafında, büfe gibi bir yerin içinde bekliyordu Kaytan; elinde kahve dolu bir pet bardak vardı ve kahvenin dumanı, onun suratına çarpıp sıcak bir hava üfledikten sonra kayboluyordu. Büfeci adam, meraklı gözlerle ona bakarken Kaytan, onu zerre umursamadan gözlerini parka dikmiş ve etrafı kolaçan ediyordu.

Baloncunun:

"Bebelere balon..." diye bağırması, Emin'i az buçuk ürkütse de yerinde dimdik durmaya çalıştı. Beklediği o değildi, sırtını baloncuya dönerek fıskiyenin suyuna eğildi. Baloncu, gelip onun arkasından geçerken tekrar:

"Çocuklara balon..." diye bağırınca Emin, dönerek ona baktı. Baloncu, Emin'i umursamadan yanından geçip gitti.

"Simitçi!" diye bağıran ve kafasının üstünde simit dolu siniyle Emin'e yaklaşan adam,

"Taze simitlerim var, simitçi!" deyince Emin, derin bir nefes alıp parkın arka giriş kapısına döndü. Simitçi de gelip onun yanından geçti. Simitçiyi durduran bir kadın, çocuğuna simit alırken Emin, fıskiyenin önündeki taşa oturup saçlarını karıştırdı.

"Gelmeyecek gibi!"

Kulağında yankılanan ses, Kenan'a aitti. Etrafa çaktırmadan:

"Bekleyelim!" dedi. Tekrar ayağa kalktığında, parkın çocuklar için ayrılmış oyun alanının hemen arkasındaki koca ekranlı reklam panosu dikkatini çekti. Etrafına bakınırken içine dolan şüpheyle yavaşça panoya doğru adımlarını attı. Panoda herhangi bir reklam yoktu. Simsiyah ekranda, ne bir yazı ne de bir görüntü vardı. Emin, bundan açıkçası işkillenmişti. Panoya yaklaştığında, kulağında Kenan'ın sesinin yankılanmasıyla durdu.

"Yerinden ayrılma, görüşümden çıkıyorsun!"

Etrafa baktı. Görünürde herhangi bir tehlike yok gibiydi. Derin bir nefes alarak adımlarını bu sefer hızla attı. Panoya yaklaştığında, içindeki sıkıntısı artıyordu. Gelip panonun karşısında durdu. Birden ekranda bir yazı belirdi.

"Eceline hoş geldin!"

Yutkundu, etrafına bakındı ve benzi sarardı. Avuçları terlerken panonun ekranında beliren sayaç, beşten geriye saymaya başladı.

"Görüşümden çıktın Emin, dön yerine!" diye Kenan'ın sesini duyduğunda,

"Hakkını helal et Kenan!" diye fısıldadı.

Kenan irkildi, silahın dürbününü gezdirdi ve:

"Ne diyorsun lan sen?" diye tısladı ama duyulan patlama sesi, Kenan'ın hızla ayağa kalkmasına neden oldu.

Kaytan, gördüğü patlamayla kahvesini fırlatıp büfeden dışarı fırladı. Büfeci hemen kendini yere atmıştı. Panodan yükselen patlama, Emin'i öteye savururken birkaç çocuğun da takla atarak yere yuvarlamasına neden olmuştu. Göğe yükselen koyu dumanlar, her tarafı alevlerin kaplaması, bağırıp çağıran insanlar, oraya buraya kaçışıp duranlar, Kaytan'ı yerinde çiviletmiş gibiydi. Kenan'ın,

"Kaytan yetiş!" diye kulaklarında çınlayan sesiyle zor da olsa kendine geldi. Hızla Emin'e doğru koştu.

Kanlar içindeydi, işaret parmağı kımıldayıp duruyordu, kafası kanlarla kızıla boyanmıştı ve gözleri kapalı, bilinci yerinde değildi. Elbiseleri ve bütün bedenine kanlar bulaşmıştı. Bir çocuğun cansız bedeni de hemen onun yanında yerdeydi. Diz çöktü Kaytan, ne yapacağını bilemez bir şekilde Emin'e baktı.

"Hayır, hayır, hayır!"

Bağırması, duyulan siren seslerinin arasına karışıyordu. Emin'in kanlarla süslenmiş kafasını kucağına aldığında, çoktan canını verdiğini anladı Kaytan; avazı çıktığı kadar bağırdığında, Kenan'ın gelmesini bile göremez bir şekilde kendi göğsünü yumruklamaya başladı. Hem ağlıyor, hem dövünüyor hem de bağırıyordu. Kenan, olduğu yerde diz çöktü. Emin'in cansız bedeni, iki çocuğun kanlar içinde yaralı bir şekilde yerde yatışı, birinin de Emin'le birlikte canından oluşu, Kenan'ın gözlerine yaş olarak yerleşti.

"Nerdesin Mamoste, nerdesin Allah'ın cezası, nerde?" diye bağıran Kaytan, aniden duyulan silah sesiyle neye uğradığını şaşırdı. Kenan, aniden silahını sıyırıp parkın arka kapısından giriş yapan iki adama odaklandı. Birini göğsünden vururken bir diğerini de bacağından vurdu. Ön giriş kapısından giren iki kişi, Kaytan'a iş çıkartmış gibiydi. Yerde yuvarlanarak bir bankın arkasına geçen Kaytan, birini alnının çatısından vururken diğeri, yerini değiştirmek istemiş ama Kenan'ın gazabına uğramıştı. Bacağından vurulan adam, sürünerek silahına doğru giderken Kenan, hızla yerinden çıkıp adımlarını ona doğru hızlandırdı. Geldi ve silahını tam alacakken adamın tepesinde durdu. Eğildi, silaha tekmesini geçirip kendi silahın namlusunu onun alnına yasladı.

"Ölmek istemiyorsan, bana Mamoste'nin yerini söyle!"

"Ben ölmeye geldim!" diye acıyla inleyen adam, Kenan'ın:

"Öyle mi?" demesiyle acıyla gülümsedi.

"Bu iki etti. TC, en büyük darbeye hazır olsun!"

"Sokarım darbenize!" diyen Kenan, aniden tetiğe basınca adam, kafatasına saplanan mermiyle başka da bir şey göremedi. Ayağa kalkan Kenan'ın dikkatini bir şey çekti. Adamın kulağında kulaklıklar vardı. Eğilip çıkardı. Kendi kulağına takıp bekledi. Sonra da düğmesine basarak:

"Mamoste!" diye seslendi.

"Sen kimsin?"

"Senden ders almak isteyen biriyim! Madem sen öğretmensin, bana da bir ders ver ki, sana kırk yıl köle olayım! Bu kovalamaca bitsin!"

"Bunun adı gerilla taktiği! Vur kaç taktiği de derler."

"Bana bu taktiği, teoride öğretmeni istiyorum."

"Pratikte iyi gidiyoruz ama! Bana adını söyle!"

"Bu işin adını, gel birlikte koyalım!"

"Sevdim seni! Ölüme kafa tutman, hoşuma gitti!"

"Nerdesin?"

"Devrimin kucağında, özgürlüğün gölgesinde ve Nazımların yasındayım!"

"Mamoste, yani öğretmen dediğin, cesur olur. Korkak değil! Sen öğretmen değil, korkağın tekisin!"

"Sen öyle de! Nisa Hanım öldü, şu kendini akıllı sanan arkadaşın da öldü. Kaytan da ölecek, Musa da ölecek ve seni tanıdıktan sonra..."

"Uzatma! İşe benden başla!"

"Seni en sona sakladım."

Ses kesildi. Kenan, burnundan soluyarak yerde yatan cesede baktı.

***

Tabutlar omuzlara alınmıştı, yapılan törenlerden sonra mezarlığa gitmeleri için cenaze arabasına alınırken Musa, zor bela ayakta duruyordu. Sevdiği kadından sonra Emin'in de şehit olması, onun direncini baya kırmıştı. Zor bela adımlarını atıyor, zorla yürüyor ve gözlerindeki yaşları saklamaya gözlüklerin gücü yetmiyordu. Dünden beri ağlamaktan bitap bir hale düşmüştü. Emin'in de şehit olduğunu öğrendiğinde, kendini kaybetmişti. Bilmem kaç sakinleştirici almış, kaç kez iğne yemiş, serumla direnci sağlanmaya çalışılmış ama Musa, yine de zorla yürüyor, takati kalmamış bir şekilde zor dayanıyordu.

En öndeydi Kenan, giydiği polis üniformasıyla tabutların önünde adımlarını atıyordu. Gözlüklerle ve kafasına geçirdiği şapkayla kendini kamufle etse de, az buçuk o olduğu anlaşılıyordu. Ama zerre umurunda değildi. Biri görür endişesi taşımıyordu. Nisa ve Emin'in cenazeleri, gayri her şeyden daha mühimdi.

Kaytan da yürüyenler arasındaydı. O da perişan ve bitik bir durumdaydı. Ne yapacağı ve nasıl yapacağı düşüncesi bile gelmiyordu. Yürüyordu. Kucağında Emin'in fotoğrafıyla yürüyor, en önde adımlarını sürüyordu.

Nisa ve Emin'in mezarları arasında birkaç adım vardı; ikisi gömülürken Musa'nın gözleri kararıyor, başı dönüyor ama dik durmaya çalışıyordu. Onun bu çabası, Kenan'ın gözlerinden kaçmıyordu. Birkaç kürek toprak atıp Musa'nın yanında durmuştu Kenan, kolunu onun koluna hafifçe vurdu, nemli gözlerle onun suratına baktı, Musa da ona bakmıştı ve Kenan, ona sokularak:

"Dik dur koca reis, dik dur düşmanları sevindirme!" diye fısıldadı. Derin bir nefes aldı Musa.

"Allah Kerim, Rahim!"

Siyah panelvanın kapıları açılırken ellerinde keleşler olan bir grup adam, hızla mezarlığın arka kapısına doğru adımlarını hızlandırdı. Panelvanın ön koltuğunda, şoförün yanında oturan Mamoste, elindeki sigara çarşafına tütün yerleştirirken şoför koltuğunda oturan Seydo'nun:

"Başkanım! Bu darbe çok ağır olacak!" demesiyle gülümsedi.

"Ben Nazım değilim, kıyıda köşede bekleyeyim, onlar gelip beni bulsun! Ben Mamoste'yim, ölmeyi de öldürmeyi de öğretmesini iyi bilirim!"

"Bu eylem, TC'nin altını üstüne getirecektir. Bu eylemle, herkes sizi tanıyacak, bilecektir başkanım!"

"Devrime giden yol, her şeyi yapmamızı emreder. Bu eylem, beni değil devrimin emridir Seydo!"

"Biz gidelim mi başkanım?"

"Senfoni başlasın, duruma göre bakarız!" diyen Mamoste, tütün çarşafına dilini sürerken Seydo, katı gözlerini mezarlığa çevirdi.

Belki yaklaşık yirmi kişiydi, baştan ayağa simsiyah giyinmişler, ellerinde keleşlerle mezarların arasında ilerliyorlardı. Birisi bir mermere yaslanıp beklerken birisi de onun çaprazında mevzi tutup diğerlerinin ilerlemesini izledi. Karınca gibi her biri bir yere dağılırken güneş, bulutların arkasına çekilerek birazdan vuku bulacak olan kargaşayı görmek istemezcesine saklanmayı seçti.

Kenan, mezarın önünde çömelen Musa'nın başında dik durdu. Kaytan da Emin'in mezarının başındaydı. Etrafı gözleriyle izleyen Kenan, nedense içinde biriken huzursuzlukla bir sıkıntıya düşmüş gibi kalbi daralmıştı. Eğilerek:

"Gidelim reis!" deyince Musa, başını kaldırıp ona baktı.

"Nisa'yı yalnız bırakamam evlat, siz gidin!"

Kenan yutkundu, mezar taşındaki isme baktıktan sonra Kaytan'a çevirdi bakışlarını ve Emin'in de ismine göz gezdirdi. İçini kuşatan sıkıntı, nefes almasını zorluyordu. Telefonun titreşimde olması, cebinde sallanan telefonun etkisiyle onun tüylerini dikenlere çevirmişti. Telefonu çıkarıp ekrana baktığında, Gaye'nin ismini görünce derin bir nefes aldı.

Bir mezarın arkasına geçen adam, Musa'yla Kenan'ı görebiliyordu. Kaytan da başka bir adamın hedefindeydi. Namluyu ileriye doğrultan adam, tam tetiğe basacakken Musa'nın ayaklanmasıyla hedefi boşta kaldı ama parmağı, mecburen tetiği zorlamış ve silahı ateş almıştı. Merminin mezar taşına isabet etmesiyle mezarlığın içinde yankılanan silah sesi, telaş ve endişeyi de beraberinde getirmişti. Hızla silahını sıyıran Kenan, Musa'nın önüne geçerek namludan mermiyi serbest bıraktı. Adamın göğsüne saplanıp hedef şaşmayan mermi, Kaytan'ın da teyakkuza geçmesiyle resmen çatışma baş göstermişti. Silahını sıyıran Musa:

"Gelin lan gelin! Topla gelin, tüfekle gelin, tankla gelin lan!" diye bağırdı. Nidasındaki dehşet edici ahenk, mezarlıkta yankılanırken Kaytan, silahını ateşleyerek bir mezarın arkasına geçti. Kenan, bir çukurun üstünden atlayarak silahını ateşledi ve birini daha indirdi. Musa, mevzi tutma gereği duymadan koşuyor, ateş ediyor ve gördüğünü indiriyordu. İki kişiyi aynı anda vuran Musa, şarjörün boşalmasıyla mecburen kendini korumaya aldı. Bu sefer de Kenan atağa kalktı. Bir mermer lahitin arkasında durup silahını ateşledi, başka bir mezarın arkasından ateş eden adamın kafasına mermiyi mimlemişti. Kaytan, zikzaklar çizerek ateş ediyor ve hedefe düşenleri affetmiyordu.

"Gidelim başkanım?" diye soran Seydo, her nedense ürkek bir şekilde Mamoste'nin suratına baktı. Gülümsedi Mamoste.

"Daha değil!"

Nerdeyse on kişi falan kalmıştı. Kenan'ın hedefine yem olan biri, arkasındaki adamın da yere düşmesiyle yalnız olmadığına sevinmiş gibi canından olurken Kaytan, Musa'nın çaprazında durup birini indirerek Musa'nın da indirdiği adama yoldaş etmişti. Kenan, hemen ters yönden koştu. Bir ağacın arkasına geçerek arkadan gelmekte olan üç kişiyi hedef seçti. Nasıl geldi aklına, bunu nasıl düşündü bilinmez ama Musa, onun bu yaptıklarını görünce acımsı bir şekilde gülümsedi. Kenan koştu, önündeki son adamı da indirerek mezarlığın arka kapısına doğru hızlandı.

Son kalan birkaç kişi, Musa ve Kaytan'la baş edemeyeceklerini anladıkları için hem ateş ediyor hem de gerisin geri kaçıyorlardı. Kaytan, bir tuğladan duvarın üstüne çıkarak üst üste tetiğe bastı. Öndeki bir kişiyi indirirken arkadaki iki kişi, kendilerini bir çukura atıp mevzi tuttular. Musa'nın ateşiyle kafasından vurulan adam, yanındaki adamın kendini mevzie alınışını son defa görmüştü. Yılmadı Musa, yanından yöresinden gelip geçen mermilerden korkmadan çekinmeden hızla ilerledi ve bir kayaya sırtını dayayıp boşa sıkan şarjörünü değiştirmeye çalıştı.

Tam yola çıktığında, panelvanın hızla hareket ettiğini gördü Kenan; onun aksi yönünde harekete geçmişti, Kenan koştu, başka bir yerden saparak önünü kesmek için hızla topraklı yolda adımlarını konuşturdu.

"Merak etme başkanım, bize yetişmeyecek!" diyen Seydo, adeta gazı kökledi. Her ne kadar Kenan'ın uzaktan simasını net göremese de polis üniforması içindeki bu adamın hızla depara kalkmasını hayra yormadı. Adamına dönerek:

"Bas gaza!" diye tısladı. Seydo, resmen gazla aracın zeminini bir edercesine hızla bastı. Aracın fokurdayan bir kazan gibi sesler çıkararak yolda ilerlemesi, Mamoste'nin endişeli bakışları arasında cereyan ediyordu.

Silahını atan son adam, ellerini kaldırıp Musa'nın gelişini izlerken Kaytan, ona çaprazdan yaklaşarak herhangi bir numara çekmesine karşı tetikte duruyordu.

"Kimin köpeğisiniz lan siz?" diye soran Musa, onun karşısında durduğunda adam, yutkunarak bir gözüyle Kaytan'a baktı ve cevabını sundu.

"Mamoste..."

"Burada mı lan o?" diye soran Kaytan,

"Burada!" diyen adamın suratına tükürüp hızla mezarlığın çıkışına doğru koştu.

"Sevdiğim kadını öldürdünüz, en sevdiğim adamımı katlettiniz, size ne yapayım ben, söyle lan!"

"Ben bir şey etmedim."

"Burada bize parfüm mü sıkıyordun lan?"

"Emir kuluyum, affet!"

"İte köpeğe kul olan zavallıların sonu, cehennem narında zebanilere yar olmaktır."

Lafının bitmesiyle tetiğe basması bir oldu. Alnından vurulan adam, sırtüstü yere düşerken Musa, gözleri seğirerek öfkeden burnundan soludu.

Yolun ortasında durdu Kenan, namlusunu gelen panelvana doğrulttu ve hiç düşünmeden üst üste tetiğe bastı. Namludan fırlayan her mermi, panelvanın ön camına saplanıyordu. Cam delindi ve camın üstüne kızıl bir leke bulaştı. Kendini kenara çeken Kenan, yanından geçip arkadaki ağaca çarpan panelvanın çıkardığı gürültüye kulak bile asmadı. Hızla şoför mahalline doğru koştu. Temkinli bir şekilde tedbiri elden bırakmadan kapının önünde durduğunda, nedense içini kaplayan sıkıntıyla derin bir nefes aldı. Hızla kapıyı çekip açtı. Göğsünden vurulmuştu, kafasını direksiyona çarpmış ve kendinden geçmişti Seydo; şah damarına parmağını yaslayan Kenan, adamın yaşadığını görünce etrafına bakındı. Şoför yanı boştu. Eliyle kafasını kaşıyan Kenan, birden ensesine değen soğuk bir şeyle irkildi.

"Ben Mamoste, sana ölmeyi öğretmek için geldim!" diye duyulan ses, Kenan'ın kanını dondurmuştu. Silahın horozunun kalkma sesi, Kenan'ın boğazının kurumasına neden oldu.

"At o silahını!" diye duyulan sert ses, Kenan'ın tebessüm etmesine neden oldu. Birden arkadan Kenan'ı kavrayan Mamoste, namluyu onun şakağına değdirip oldukça yakınına yaslandı, kendini iyice Kenan'a yapıştırdı ve adeta onunla bir bütün oldu.

"Bence sen at! Bu güzel delikanlının ölmesini istemiyorsan, silahını at!"

Kaytan, bir Kenan'a bir de Mamoste'ye bakarken:

"Demek Mamoste denilen it sensin, ha?" diye çıkışarak sordu.

"Ben ilim adamıyım, o yüzden Mamoste diyorlar! Bir ilim adamına it demek, senin gibi bir cahile yakışır ancak!"

Kenan gülümsedi.

"İstersen kafama sık, tereddüt bile etme! Buradan çıkışın yok!"

"Sen benim biletimsin, buradan beraber çıkacağız!"

"Bu bilet, sana ölümden başka bir kazanç sağlamayacak, bunu bil! Şanslı talihli olarak, ölüm yakana yapışacak!"

"Edebiyatı severim ama şimdi ne yeri ne de zamanı!"

Musa da gelip Kaytan'ın arkasında durdu. Silahını Mamoste'ye doğrultmuştu.

"Ne haber reis? Sonunda seninle de tanıştık, ha?" diye seslenerek soran Mamoste, Musa'nın:

"Buna memnun olamayacak kadar yaşamana izin vermeyeceğim!" demesiyle:

"Kesin bu içi boş tehditlerinizi, sıkarım bunun kafasına, ölsem bile sıkarım!" diye bağırdı.

"Onu bırak, gitmene izin verelim!" diyen Kaytan, ne kadar inandırıcı olduğunu görsele sunmak için silahın namlusunu aşağıya indirdi.

"Ben her halükarda buradan çıkarım! Ama bu yakışıklı da benle gelecek, onunla az işim var."

Duyulan araba sesi, Mamoste'nin yüzünü gülümsetmişti. Musa hemen mevzi alırken Mamoste, Kenan'ı da kendisiyle sürükleyerek arkada duran arabaya doğru yürüdü. Kaytan, Mamoste'yi indirmek için fırsat kolluyordu ama Kenan'a yapışan Mamoste, ona bu fırsatı vermiyordu.

"Öleceksin Mamoste, ölümün benim elimden olacak!" diyen Kenan, arabadan inen adamların onların önüne geçmesini umursamadan öndeki adamlardan birinin sırtına sert bir tekme indirdi. Adam düşerken Kenan, arkasına doğru kafa atmak istedi ama ensesine inen darbe, görüşüne bir perde çekti. Kendinden geçerek Mamoste'nin kollarının arasına yığılan Kenan, Mamoste ve bir adamın çabasıyla araca alınırken silah sesleri, tekrar ortamda çınladı. Kaytan, önüne düşen adamlardan birini indirirken hareket eden arabaya ateş etmek isteyen Musa, bir adamın aniden önüne atılmasıyla aracı bırakıp ona ateş etti. Araç hızla uzaklaşırken Kaytan, sağdan gelen adamı vurup Musa'ya:

"Kenan'ı aldılar reis!" diye bağırdı.

"Gördüm!" diye bağıran Musa, yerinden çıkıp birini daha indirdi. Son kalan iki kişiden biri, Kaytan'ın kurşununa meze olurken diğeri, geri kaçarken Musa'nın mermisine sarılmak zorunda kaldı. Bacağından aldığı isabetle yere düşen adam, kendisine doğru gelmekte olan Musa'dan evvel kendi kafasına sıktı. Yetişemeyen Musa, cansız bir şekilde yere yığılan adamın bedenine tükürmekten başka bir şey yapamadı.

"Allah kahretsin, Allah kahretsin, Allah kahretsin!" diye bağıran Musa'nın sesi, Seydo'nun nabzını kontrol eden Kaytan'ın:

"Bu yaşıyor!" demesiyle duruldu. Hızla ona yaklaştı Musa.

"Tek çaremiz bu adam!"

***

"Arıyorum açmıyordu, şimdi de ulaşılamıyor baba!" diyen Gaye, babasının karşısında durduğunda Hamdi, kahvesinden bir yudum alırken:

"Bu işte bir iş var kızım!" deyince Gaye, gözlerini kısarak:

"Ya ne işi baba?" diye sordu.

"Dünden beri ortalıkta yok! Bir işler çeviriyor olmalı!"

"Kenan'dan bahsediyoruz baba! Ne işler karıştırabilir ki?"

Bir şey diyemedi Hamdi. Ne diyebilirdi ki? Kahve fincanındaki son yudumu da aldıktan sonra:

"Bilmiyorum ama yakında çıkar kokusu!" diye fısıldadı. Gaye'yi de şüpheler basmıştı, git gide babası gibi kuruntular kurmaya başlıyordu. Ama babası bir noktada haklıydı. Öyle bir şey demeden aniden ortalıktan kaybolmuştu Kenan; en az bir haber verebilirdi, bir şey söyleyebilirdi ama yok, birden bire ortalıktan kaybolmuş, telefonlara cevap vermez olmuş ve resmen sır olmuştu.

Koltuğuna oturan Hamdi, çalan telefonun ekranına baktı. Arayanın Viladimir olması, suratının asılmasına neden oldu. Mecburi bir şekilde açtı.

"Efendim!"

"Oyuncakları getirdim. Jargon'a teslim ettim."

"Sağ ol!"

"Mestan Yazgan ne cevap verdi?"

"Yarınki toplantıda öğrenirsin Viladimir!"

"Anlaşıldı!"

Telefonu kapatan Hamdi, meraklı gözlerle bakan kızına yan gözlerle bakarak:

"Kurul'a yeni giren Rus eleman..." deyince Gaye, başını sallayarak sırtını koltuğa yasladı.

***

Şişli/Payidar'ın Malikânesi...

Elindeki tableti Simay'a uzatan Rıfat, kızın nemli yüzünü inceleyerek:

"Feray gitmiş, memleketine dönmüş Simay!" deyince Simay, tableti alarak ekrana baktı. Bir video vardı. Play ikonuna parmağını değdiren Simay, ekranda beliren görüntüye adapte oldu.

"Ben gidiyorum Simay, buralar bana göre değil! Ne yaptıysam tutunamadım. En iyisi memleketime döneyim, Bursa'nın Alacahöyük buradan daha iyi!"

Birden irkildi Simay, iri gözlerle Rıfat'a bakarak:

"Ne Alacahöyük'ü ya? Bu kız merkezde oturuyor ama!" deyince Rıfat, tokat yemiş gibi yerinde sıçradı.

"Nasıl yani?"

"Bu görüntüyü nerde buldun?"

"Evinde... Öylece masaya bırakılmıştı."

"Kızın başına bir iş gelmiş Rıfat, Alacahöyük diyerek mesaj verdi. Aman Allah'ım, bu çok kötü ya!" diye sayıklayarak elinde tabletle babasının odasına doğru yürüyen Simay, burnundan soluyan bir Rıfat bırakmıştı arkasında. Yanakları şişercesine derin bir nefes alan Rıfat,

"Ulan Feray, kafana sıkmak var ama!" diye fısıldadıktan sonra Simay'ın peşinden yürüdü.

"Baba, Feray'ın başına bir iş gelmiş olmalı!" diyen Simay, tableti babasına uzatarak:

"Bursa merkezde oturmasına rağmen, Alacahöyük diyerek bize mesaj vermiş gibi! Hem Bursa'da Alacahöyük diye bir yer yok!" deyince Payidar, ayağa kalkarken göz ucuyla içeri giren Rıfat'a baktı. Rıfat, mahcup bir şekilde Simay'ın yanında durdu.

"Nerde buldun bunu Rıfat?" diye soran Payidar, Rıfat'ın:

"Feray'ın evinde, efendim!" demesiyle kızına dönerek:

"Kızın başı dertte olabilir kızım, Rıfat ilgilenir, sen merak etme!" dedi. Simay başını sallarken Rıfat, Payidar'ın uzattığı tableti aldı.

"Bence Cem ona bir fenalık yaptı baba! Çünkü Feray, onun kafasında şişe kırmıştı."

Payidar, yan gözlerle Rıfat'a bakarken kızına hak verdiğini:

"Olabilir bak, Rıfat ilgilen!" diyerek belirtince Rıfat,

"Emredersiniz efendim!" diyerek kapıya yöneldi. Koltuğa oturan Simay, endişeli bir şekilde saçlarını karıştırırken Payidar, onun karşısındaki koltuğa oturdu.

"Bir sakin ol hele! Rıfat halleder, merak etme!"

"Biliyorum baba! Ama Feray için endişe ediyorum işte!"

"Hiçbir şey olmaz, takma kafanı!"

Simay, derin bir nefes alarak babasının acımsı bir şekilde gülümseyen suratına baktı.

***

Arnavutköy/Yazgan Site...

"Hamdi Çeliker'in teklifini neden reddettin?" diye soran Nazan, kocasına uzatılan kahveye yan gözlerle baktı. Hizmetçi, onun da kahvesini servis ettikten sonra yanlarından ayrılırken Mestan, kahvesinden höpürdeterek bir yudum aldıktan sonra:

"Payidar'la aynı havayı solumak istemiyorum da ondan!" deyince Nazan, suratına yerleşen tebessümle:

"Bence iyi bir şey bu! Onun gözlerinin içine bakarak konuşmak, fikir beyan etmek ve iş yapmak, zevklerin en büyüğü bence!" der demez Mestan, kaşlarını çatarak:

"Ben onu bir kaşık suda gebertmek derdindeyim, sen bana zevkten bahsediyorsun!" dedi. Nazan yerinde doğruldu.

"Gebertince eline ne geçecek Mestan, hiçbir şey! Ama gözünün önünde, onun gözünün içine bakarak türlü işler başardığında ve onun kudurup köpürdüğünü gördüğünde, o zaman için ferahlanır. O zaman rahat edersin."

"Sana yaptıklarını, bana yaptıklarını düşündükçe hırsım kabarıyor Nazan! Öfkem katlanıyor. Sırf onunla yüzgöz olmamak için uzak durmaya çalışıyorum. Ondan korkmuyorum, zerre çekinmiyorum da! Ama sadece uzak durmak istiyorum."

"Bence yakın dur! Onun kahrolduğunu görmek, öfkene reçel sürecektir, emin ol!"

Mestan bir şey demeden dudak bükerken Nazan, kahvesinden bir yudum aldı.

"Simay meselesi ne oldu?"

"Duruyor öyle! Artık tekrar cesaret alana dek, böyle durması lazım!"

Mestan gülümsedi. Başını sallarken:

"Bana diyorsunuz da Nazan Hanım, sizin de pek bir şey yaptığınız yok!" deyince Nazan, burnundan soluyarak bakışlarını kaçırdı. Mestan, müstehzi gözlerini ondan ayırmadan bakmaya devam etti.

Telefonu ısrarla çalıyordu. Tepeden ekrana bakan Dildar, arayanın sadece bir numara olduğunu görünce irkildi. Tedirgin bir şekilde telefonu açarak kulağına dayadı.

"Buyurun?" diye sorarken sesi tedirgin ve endişeli bir tonla çıkmıştı. Karşıdan duyulan ses, onun biraz rahatlamasını sağladı.

"Ben Mamoste!"

"Dinliyorum!"

"Babanla görüşmenin zamanı geldi."

"Tamam, ben kendisiyle konuşur, seni ararım!"

"Acil olduğunu unutma, çok acil hem de!"

"Anladım, tamam!" diyen Dildar, telefonu kapattığında nedense elinin titrediğini fark etti. İçinde beliren sıkıntı, burnundan derin bir soluk olarak dışarı yansıyordu. Hemen babasıyla konuşmak için kapıya doğru adımlarını hızlandı.

"Baba!" diyerek odasına girdiğinde, annesiyle babasının endişeli gözleriyle muhatap oldu. Çünkü Dildar'ın ses tonu, baya tedirgin bir şekilde çıkmış ve annesiyle babasını endişelendirmişti. Yavaşça ayağa kalkan Nazan,

"Ne oldu kızım?" diye sorarken Mestan, bir şeyleri anlamaya çalışırcasına kızının suratına bakıyordu.

"Baba, o seninle görüşmek istiyor."

Mestan ayağa kalkarken:

"O da kim?" diye sordu.

"Mamoste..."

İrkildi Mestan, duyduğu isimle yutkundu, karısına baktı ve tekrar koltuğuna çökerken:

"Ama..." diye sayıkladı. Dildar, babasının bu tavrıyla onu tanıdığını anlamış ve iri gözlerle onu gözleme almıştı. Nazan, kocasına dönerek:

"Kim bu Mamoste?" diye sorunca Mestan, derin bir nefes alarak gözlerini karısına çevirdi.

"Belanın âlâsı..."

Nazan, önce kızının suratına baktı sonra da kocasına dönerek meseleyi anlamaya çalıştı. Ama pek de anlamıyordu. Kocası kimden bahsediyordu? Bu Mamoste'yle kızı arasındaki bağlantı neydi? Bunları düşünerek baba kız arasında gözleriyle mekik dokuyordu.

***

Marmara'ya inen koyu karanlık, rüzgârın bastırmasıyla kışın çanlarını çalar gibi pozisyon takınırken dalgaların fokurtusu, kıyıyı kırbaçlayan gelgitlerin de şiddetle homurdanması, olası bir fırtınanın bastıracağı sinyalini veriyordu. Şehrin trafiği dinmek bilmiyordu, köprüde araç ışıklarından oluşan parlak bir zincir gözlere çarpıyor, sığ duran trafiğin karınca edasıyla milimlik adımlarla ilerlemesi gözlere hitap ediyordu. Plazalarda parlayan aydınlatmaların gözleri ağrıtırcasına yansıması, bazı binaların çatısında arada bir yanıp sönen baz istasyonlarına ait sinyallerin de kendi çabasıyla aydınlığa hizmet etmesi, şehrin ana tablolarından sadece birkaçıydı. Bazı araçların tekerlekleri dönerken farların gözlere çarpması, uzak yakın demeden farların yanıp sönmesi ve trafik ışıklarının da yanıp sönerek parlak ışıklar sunması, şehrin aydınlığına katkı sağlıyordu.

Poyraz köydeki eski bir un fabrikası, yıllarca hizmet verdikten sonra belki de bir iflasla kimsesizliğe mahkum edilmesiyle bu çeşit işlere hizmet vermeye başlamıştı. Kapıda duran birkaç adam, tedbir için oraya buraya adımlarken içerdeki yoğun kalabalık, adeta Kenan'ı merak edenler varmış dedirten cinsten etrafa dağılmıştı. Her iki koltukaltından sırtına bağlanmış bir şekilde tavana doğru yükseltilmiş koca kalasla ayakta durdurulmaya çalışılıyordu. Ağzı yüzü kan revan içindeydi Kenan'ın, yediği dayaklarla resmen şekli şimali değişmişti. Kaşları patlamış, dudakları çatlamış ve yanakları kızarmış bir haldeyken ağzından damlayan kanlar, burnundan akan kanlarla el sıkışıp üzerindeki kıyafetlere damlıyor ve kıyafetlerin rengini ala çalıyordu.

"Kenan Karabey! Demek o benimle konuşan, sendin ha?" diye sorup karşısında duran Mamoste, bitkin ve halden düşmüş bir sesle:

"Bendim!" diyen Kenan'ın tam dibinde durdu.

"Şimdi öğrendin mi Mamoste'nin kim olduğunu?"

"Anlamadım öğretmenim, tekrar eder misiniz?" diyen Kenan, ansızın suratına inen yumrukla afalladı.

"Öleceksin Kenan Karabey, bundan kaçarın yok! Ama merak ettiğim, hem de çok merak ettiğim bir şey var."

"Google'a sor, o sana cevap verir."

Derin bir nefes alan Mamoste, vurmak için yumruğunu kaldıran adamını kaş göz işaretleriyle durdurdu.

"Sana sormak istiyorum, henüz internet bağlatmadık, burada çekmez de!" diyen Mamoste, ellerini ceplerine yerleştirip:

"Bizim bir arkadaş vardı, senden iyi olmasın, o bize çıtlattı bu durumu!" dedi. Kenan, gözlerini kısmış bir şekilde ona bakıyordu. Devam etti Mamoste.

"Nazım..."

Kenan irkildi, Nazım'ın ismini duyar duymaz içine bir ukde düştü. Yutkunduğu, boğazındaki hareketlenmeyle ortaya çıktı. Gülümseyen Mamoste, doğru yolda olduğunu anlamış bir şekilde yerinde dikildi.

"Nazım'la, senin hakkında epey konuştuk!"

"Onu siz öldürdünüz, aslında o yaşıyordu, değil mi?"

Alaylı bir sırıtışla Mamoste,

"Yaşayan bir ölüden farkı yoktu onun, mecburen fişi çekildi. Her neyse!" dedikten sonra devam etti.

"Konumuz onun ölümü değil, bana ölmeden önce anlattıklarıdır."

"Ne yumurtladı?"

"Altın..." deyip sırıtan Mamoste, burnundan derin bir soluk aldıktan sonra:

"Her nasıl olduysa, seni güzelce araştırmış Kenan Karabey! Bilirsin, biz devrimcilerin eli kolu uzundur. TC içinde de adamlarımız var. Bize veri aktaranlar mesela!" deyince Kenan, yutkunarak kendini birazdan duyacakları için hazırladı. Demek Nazım, ölmeden önce büyük bir araştırma yapmış olmalı, zira Kenan'ın aklına gelen şeyler, hiç iç açıcı değildi.

"Kenan Karabey; Milli Haberalma Servisi adı altında istihbarat ve operasyonlar düzenleyen bir kurumun mensubuymuş, dedi. Hatta şu anki görevi, Hamdi Çeliker ve Kurul denen oluşumun içinde yer alıp bu oluşumu bir şekilde ifşa ederek yok etmekmiş, dedi. Proje bir aşkla, proje bir izdivaçla Hamdi Çeliker'in dünyalar güzeli kızı Gaye'yle bir yuva kurup Kurul'un bir şekilde Pars'ı olmak için muhtemel aday konumuna gelmekmiş, dedi. Doğru mu acaba?"

Kenan bir şey diyemedi; dili tutulmuş, rengi sararmış ve benzi solmuş bir şekilde Mamoste'ye bakarken Mamoste, ona biraz daha sokuldu.

"Doğru, doğru!" diyen Mamoste, yüzünde müstehzi bir ifadeyle:

"Satıldın Kenan, seni sattılar, çok pis sattılar hem de!" deyince Kenan, derin bir iç geçirdi.

"Sattılar beni!"

Mamoste başını sallarken Kenan, tekrar yutkunarak onun suratına baktı.

"Peki şimdi ne olacak?"

Kenan'ın sorusu, havada asılı kaldı onun gibi; bir muhatap bulamadı, elini boşta sallayan Mamoste, gerisin geri kapıya doğru giderken Kenan, arkasından bağırdı.

"Gel buraya Allah'ın cezası, gel!"

"Şu anlık..." diyerek ona dönen Mamoste, suratında pis bir sırıtışla:

"...sırrın benimle güvende!" dedikten sonra kapıya yöneldi. Kenan, şakağından kan damlarken yorgun gözlerle onun arkasından bakmaktan başka bir şey yapamadı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top