"Sözde Kızı"

Bölüm Şarkısı: Adile Kurt Karatepe - Anlatmam Derdimi Dertsiz İnsana

📢 LÜTFEN KİTABIMIZIN DUYULMASI VE OKUNMASI İÇİN OY VERİP TAVSİYEDE BULUNALIM. UNUTMAYIN Kİ EMEKLER KUTSALDIR...

📚 KEYİFLİ OKUMALAR ✍️👇

...

Odasındaydı Hamdi; sağ elinin işaret parmağını şakağına dayamış, dirseğini masaya yaslamış ve kafasının ağırlığını o dirseğine yüklemiş bir şekilde derin düşünceler içerisinde bocalarken demin arayan Rıfat’ın söyledikleri, kafasının içinde hâlâ yankılanıyordu.

“Efendim, Payidar Bey’i kaybettik!”

“Nasıl?” diye sormuştu Hamdi, Rıfat’tan gelen:

“İçkiyi fazla kaçırınca kriz geçirdi,” cevabıyla kafası karışmış, soru işaretleri başına üşüşmüştü.

“Derhal buraya gel!” demişti Rıfat’a ve yaklaşık bir saattir de onu bekliyordu. Kapısının çalmasıyla yerinde doğruldu. İçeri giren Kenan, Hamdi’nin bu durgun halini görünce gözlerini kıstı ve ne olduğunu öğrenmeye çalışırcasına bir yüz ifadesiyle ona doğru adımlarını sürdü. Hamdi, karşısında duran Kenan’ın:

“Kötü bir şey mi oldu Pars?” diye sormasıyla Hamdi, karşısındaki koltuğu işaret ederek:

“Ben de Rıfat’ı bekliyorum evlat! Geldiğinde öğreneceğim, neler olduğunu!” deyince Kenan, gösterilen yere kurulurken sorusunu önden gönderdi.

“Payidar ve Mestan meselesi mi?”

“Sanırım öyle!”

O sırada kapı çaldı ve bir adam içeri girdi. Hamdi, gelsin dercesine elini sallayıp adamının konuşmasına bile izin vermeden geri çıkmasına neden oldu. Adamın çıkmasıyla Rıfat’ın içeri girmesi bir oldu. Endişeli ve telaşlı bir şekilde ve haliyle üzgün bir durumda gelip Hamdi’nin huzurunda durdu.

“Anlat bakalım Rıfat, neler oldu?”

Derin bir nefesle lafa giren Rıfat; Payidar’la Simay meselesinden girip Mestan’la alakalı bölümleri dile getirdikten sonra yüzeysel olarak Nazan’a değinerek Payidar’ın son hatası olan, Feray’ı öldürme işini de diline dökerek mevzuu Simay’ın çektiği tetiğe getirdi ve lafını bitirdi.

“Bana kısmet değilmiş!” diye fısıldayan Kenan’ın sesi, az buçuk Hamdi’ye iştirak etse de bozuntuya vermedi Hamdi ve Rıfat’ın endişeli haline bakarak:

“Kızı sandığı ve yıllarca büyüttüğü, haliyle kızı yerine koyduğu biri tarafından öldürüldü. Mestan gayet ballı adammış, takdir etmemek elde değil! Kendi kızına bakan adamı, yine kendi kızının eliyle yok etti. Siyaset buna denir. Ne tas devrildi ne de içindeki zehirden kimse nasibini aldı. Mestan’ın istediği oldu. Payidar öldü, Mestan Kurul’da kalmaya devam edecek. Peki kafamı kurcalayan mesele şu! Simay’ı Mestan mı kışkırttı yoksa kız, kendi isteğiyle mi Payidar’ı vurdu?” deyince Rıfat, endişeli halinden ödün vermeden:

“Simay, Feray’ın ölümüyle raydan çıktı efendim! Payidar’a gelip sadece hesap sordu. Bu hesapta öldürme yoktu. Ama Payidar, silahını çekip Mestan’ı hedef alınca Simay da silah çekip Payidar’ı vurdu,” der demez Kenan, ayağa kalkarak:

“Peki Simay’da silah ne arıyor? Silahı nerden getirmiş, onun silahı var mıydı?” diye sorup doğru noktaya parmak basınca Rıfat, adeta suratında ünlem işareti varmış gibi bir yüz ifadesiyle Kenan’a baktı. Hamdi devreye girdi.

“Olan olmuş beyler! Payidar Candaroğlu öldü. Hem de kızı tarafından… Nitekim âlem, Simay’ı onun kızı biliyor. Her ne kadar Simay, Mestan’ın kızı olsa da biz, yıllarca onu Payidar’ın kızı bildik. Âleme iştirak edeceğiz çocuklar, bilineni tasdik edip kabul edeceğiz ki sular bulanmasın! Gazetelere kalp krizi olarak düşecek, âleme de kızı tarafından vuruldu diye yayılacak ve biz de konuyu kapatmış olacağız. Bu kadar!”

Kenan tekrar yerine otururken:

“Peki ya onun işi, masadaki yeri?” diye sorunca Hamdi, çenesini sıvazlayarak:

“Şimdi karar vermek için erken, Kenan! Bekleyip hep beraber ne olacağına bakalım!” dedi. Kenan başını sallarken Rıfat, cılız çıkan sesiyle:

“Ben ne yapayım efendim?” diye sordu.

“Payidar’ın evlerini gez Rıfat, çakallar üşüşmesin!”

Rıfat emri aldığı gibi kapıya yönelirken masadaki telefon, ahenkli bir şekilde çalmaya başladı. Hamdi, kendi telefonunun ekranına bakarken gözleri, tanımadığı numarayla kısılmıştı. Açtı.

“Efendim!”

“Neler oluyor Hamdi’m?” diye duyulan sesle Hamdi, hızla ayağa fırlayıp önünü ilikledi. Diğer eliyle de kulağındaki telefona sahip çıkıyordu.

“Efendim! Neyden bahsettiğinizi anlasam, ona göre…”

Kenan gözlerini kısarken Hamdi, kulağında çınlayan İstemihan’ın sesiyle ona adapte oldu.

“Payidar’ın öldüğünü duydum. Doğru mu?”

İçinden:

“Ne çabuk duydunuz?” diye geçiren Hamdi, titreyen sesine hakim olmaya çalışarak:

“Doğrudur, efendim! Kızı vurdu,” diye yanıt verdi.

“Kızı mı? Sözde kızı, yani?”

“Öyle de denebilir, efendim!”

“Etrafında dönen siyasete, oynanan oyunlara sessiz kalmanı istemedik Hamdi! Her şeye göz yumamazsın, buna biz izin vermeyiz, veremeyiz!”

“Efendim! Âlem, Simay’ı onun kızı biliyor. Gerçekleri, siz ve bizden başka kimse bilmiyor.”

“O zaman âlemin bildiğine göre hareket etmelisin! Biz, Payidar’ın etkin olduğu daldan memnunduk. Kurul ve haliyle bizim gelirimizin tamamı, malum daldan sağlanıyordu. Öyle de devam etmesini isterim.”

“Emriniz nedir efendim?”

“Yarın akşam bir gel Hamdi, hasret giderelim.”

“Emredersiniz efendim!” diyen Hamdi, kapanan telefonun ekranına bakarak derin bir nefes aldı ve koltuğuna çökercesine oturdu.

“İstemihan Bey miydi?”

Durgun bir sesle sorulan soruyla, durgun bakışlarını Kenan’a çeviren Hamdi, baş sallamayla karşılık verince Kenan’ın:

“Anlaşılan, bu Payidar meselesi baya baş ağrıtacak gibi!” demesiyle bir şey demedi ve sırtını koltuğa yasladı.

***

Sabahın serin havasına uyandı İstanbul; Marmara’nın donuk suratına çarpan güneş ışıkları, az da olsa bünyelerindeki soğukluğu gidermeye çalışır gibi bir azimle parıldıyor, dünkü yağmurun üstüne alay edercesine tebessüm ediyordu. Az buçuk ısıtsa da insanları, aslında kışın cilvesine göz kırpıyordu güneş ve belli ki akşama gene bir sürpriz yapacak ve bir yağışla insanlara dudak bükecekti.

Arnavutköy/Yazgan Site…

Gözlerindeki yaşlar bent bilmiyor, yanaklarını mesken tutan yaşlar, bir müddet biriktikten sonra aşağıya atlayarak intihara teşebbüs ediyordu ve bu müteşebbis gözyaşları, kendi hür iradenin ihya ettiği icraatın bir dışavurumuydu. Simay, odasında üstüne kapıyı kilitlemiş, yatağına gömülmüş ve hayrat işletir gibi çeşmelerini damıtıyordu. Babası bilip yıllarca baba diye hitap ettiği Payidar’ın cansız suratı, gözlerinin önüne gelip hesap sorarcasına yakasına yapışıyor; nefessiz ve cansız bedeni, yüreğine resmen tekmeler sallıyordu. Geceden ağlamış durmuş, pişmanlıklar içerisinde kıvranmış ama ne zamanı geri döndürmeyi başarmıştı ne de Payidar’ın o görüntüsünü hafızasından silmişti.

Tıklanan kapıya cevap vermedi; hıçkırıklar düğümlenmiş boğazında, vicdanı azaplar içerisinde kıvranıyor ama onun gıkı bile çıkmıyordu. Tekrar çalan kapıyı umursamadı, bu sefer de kapı açıldı. Nazan’ın içeri girişine yaşlı gözlerle baktı. Geldi Nazan, kızına doğru yürüdü ve gelip yatağına oturarak uzandı, onun saçlarını okşadı.

“Sen olmasını gerekeni yaptın kızım, yoksa o adam babanı vuracaktı.”

Annesinin cılız bir sesle, teselli için sarf ettiği sözlerle Simay, hıçkırıklar içerisinde:

“Ben yıllarca onu baba bildim, baba diye boynuna sarıldım. Bana kimsesiz günlerimde kol kanat gerdi, beni büyüttü ve bugünlere getirdi anne! Sen yokken annem, babam oydu! En mahrem hallerimden bile haberdardı, benim her şeyimi biliyordu. Ben onun kızıydım, o benim her şeyimdi anne! Ama ben, ama ben onu vurdum. Öldürdüm. Vurdum onu anne!” deyince Nazan’ın gözleri de yeşerdi.

“Seni benden, beni senden mahrum eden biriydi o! Yanında oluşu, sana böyle davranışı bile sırf vicdanını rahat etmek içindi.”

“Bütün o yaptıkları, bana kol kanat germesi ve beni kimsesiz bırakmaması, günahlarına kefaret olmaz mı sence?”

“Hiçbir hayır, anneyle evladını birbirinden ayırmanın günahını silemez kızım!”

Simay, gene gözlerinden yaşlarını damıtırken Nazan, onun kalkması için sırtını sıvazlayıp doğrulmasına yardımcı oldu. Sonra da kızını bağrına basarak birlikte ağlamaya başladılar.

Mestan’ın karşısında dikilmişti Cem, daha doğrusu Mestan, aldığı kararı ona da söylemek ve zorla onatmak için karşısına dikmiş ve onun mahcup yüzüne bakarak kaç dakikadır kadraja almıştı. Aslında elinde olsa kafasına sıkar, leşini bir köşeye atar ve konuyu kapatırdı ama Mestan, kızı rezil olmasın diye mecburen bu işe evet demişti. İşte şimdi de şartlarını söylemek için Cem’i karşısına almış ve kaç dakikadır kendi kafasında artı eksi hesaplamalarını yapıyordu.

“Yediniz bir halt, sineye çekmek zorundayız Cem! Kafana sıkmak vardı ama kızım rezil olmasın, perişan olmasın diye bu işe oluru verdim. Ama benim bazı şartlarım olacak, onları kabul etmek zorundasın!”

Cem, Mestan’ın ‘zorundasın’ kısmına vurgu yaptığını görünce bakışını önüne eğdi. Mestan devam etti.

“Kızımla evleneceksin ve onu alıp Almanya’ya gideceksin Cem! Orada sana uygun bir iş verilecek ve geçinip gideceksiniz, bu kadar!”

Cem, konuşmak istediğini mimikleriyle belli edince Mestan, konuş dercesine başını salladı. Lafa girdi Cem.

“Ben buna karşı çıkmıyorum efendim, aslında şeref verirsiniz! Ama şart sunmanıza gerek yok! Ben zaten kızınızla evlenmeyi kabul etmiştim.”

“Bana layık biri olacaksın Cem! Mestan’ın damadı kim diye sorsalar, parmakla gösterileceksin! Âlemde şeklin, cemiyette şimalin olacak. Unutma ki sen, Mestan Yazgan’ın damadı olacaksın! Ona göre kendine çekidüzen ver!”

“Sizi mahcup etmeyeceğime emin olabilirsiniz efendim!”

Mestan başını sallarken Cem, ifadesiz gözlerle onun yüzüne bakıyordu.

***

Yanağına inen tokadın tesiriyle yalpalanan Bahri, sallanıp yana doğru düştüğünde kafasında kar maskesi olan biri, onun düzelmesi için harekete geçti. Diğeri de onun düzelmesini bekleyerek soluklandı. Yüzü gözü mosmor olmuş, ağzı yüzü kan revan içinde kalmıştı Bahri’nin; şık takım elbisesinden eser kalmamıştı, pahalı gömleğinin düğmeleri kopmuş, kaybolmuştu. Bitkin bir halde:

“Kimsiniz siz?” diye sorunca suratına inen diğer tokadı göğüsleyemedi ve tekrar aynı yere düştü.

Şehir dışında, metruk bir deponun önünde duran siyah minibüsün içindeydi Musa ve Kaytan; içerdeki dayak merasimini izliyordu ve ikisinin suratında müstehzi bir ifade vardı. Duyulan araba sesiyle Kaytan, yan camdaki siyah perdeyi araladı ve gelen araca baktı. Şoför mahallindeki Kenan’la göz göze geldi, Kenan aracı hemen minibüsün yanına park ederken. Araçtan inen Kenan, minibüsün orta kapısının cızıldayarak açılmasıyla kapıya doğru yürüdü. Yürürken de etrafına bakmayı ihmal etmedi.

“Hoş geldin ecnebi!” diyen Musa, gözlerini bilgisayarın monitöründen ayırmadan:

“Ne havadisler var?” diye sordu. Kenan, adamların tokat manyağı ettikleri Bahri’nin tanınmaz halin göz ucuyla baktıktan sonra:

“Havadisler sizde reis, daha konuşmadı mı bu denyo?” diye sorunca Kaytan, tebessüm ederek:

“Çocuklar denyo işte!” der demez Musa, ifadesiz gözlerini ona çevirdi. Kaytan sırıtırken Kenan, eliyle alnına hafifçe vurup:

“Allah’ım, bıyıklarından utanmıyor da böyle espriler yapıyor,” dedi. Kaytan bir şey demeyip önüne döndü. Musa, Kenan’a bakarak:

“Bırak bu denyoyu da, neler olduğunu anlat!” dedi. Kenan, Rıfat’ın onlara anlattıklarını özet geçerken Kaytan, bıyıklarıyla oynayarak onu dinliyordu. Musa da ifadesiz gözlerini Kenan’a dikmiş ve adapte olmuştu.

“Payidar önemli biriydi. Ölmesi ve masada onun koltuğunun boş kalması, ortalığın karışacağına alamettir evlat!” diyen Musa, çenesini sıvazlayarak:

“Büyük sesler çıkacak gibi!” dedi. Kenan, bir gözüyle Bahri’ye yapılan işkenceye bakıp:

“Siz bunu da aldınız, artık iyice ortalık duman altı olur. Vaziyet almak lazım reis!” dedi.

“Benim amacım,” diyerek lafa giren Musa,

“Özel Name’ye ya da onu alanlara ulaşmak, evlat! Bunun için aldım ben bu herifi!” deyince Kenan, derin bir nefes alarak:

“Hamdi, İstemihan ile bu akşam görüşecek! Payidar mevzusu için aradı. Ama sanırım ikinci bir mevzu da bu herif olacak, onu salacak mısınız?” diye sordu. Musa, yan gözlerle Kaytan’a baktıktan sonra:

“Salmayı düşünmüyorum, imha etmekten yanayım,” deyince Kenan, Kaytan’ın da:

“Ben de ölmesinden yanayım!” demesiyle derin bir iç çekerek:

“Eğer buna bir şey olursa, iyice oklar bana çevrilir reis!” der demez Musa, irkilerek:

“Nasıl?” diye sordu.

“Bu herifle Hamdi konuşurken duydum. Beni ve seni araştırıyorlardı. Eğer seninle en ufak bir bağım bile ortaya çıksa, Hamdi bütün bağları ateşe vereceğini söyledi. Ben tesadüfen duydum. Onun için bunun ortadan kalkması demek, benim enselenmem demek!”

Musa çenesini sıvazlarken Kaytan da bıyıklarını buruyordu. Kenan da durgun gözlerle ikisine bakıyordu.

***

Kulağına dayadığı telefonu indiren Hamdi, neden Bahri’ye ulaşamadığını anlayamıyordu. Korumaların telefonu da yoktu ki arayıp sorsun. Kenan’ın numarasını çevirdi. Birkaç çalıştan sonra Kenan’ın sesi duyuldu.

“Efendim Pars!”

“Nerdesin Kenan?”

“Dışarıdayım Pars, hayırdır bir şey mi oldu?”

“Bahri’ye ulaşamıyorum. Mekânını biliyorsun, bir gidip bakar mısın?”

“Peki Pars! Haber vereceğim!”

Hamdi telefonu kapatırken içeri giren Gaye, babasının durgun yüzüne bakarak yaklaştı ve önden sorusunu yolcu etti.

“Hayırdır baba, kötü bir şey mi var?”

“Yok kızım, Bahri’ye ulaşamıyorum, Kenan’a bakmasını söyledim.”

Babasının karşısına oturan Gaye,

“Nişan için bir şey demedin baba?” diye sorunca Hamdi, derin bir nefes aldıktan sonra:

“Haftaya nasıl?” der demez Gaye, aniden irkilerek yerinde sıçradı.

“Güzel olur. Ama Kenan ne der?”

“Hayırlısı olsun der kızım!” diyerek gülümseyen Hamdi, kızının da tebessüm etmesiyle:

“Benim ufak kızım büyümüş de evleniyor, ne mutlu bana!” dedi.

“Deme öyle baba ya!” diyen Gaye’nin gözleri yeşerince Hamdi, kollarını her iki yana açarak:

“Gel bir kokunu içime çekeyim de ciğerlerim bayram etsin!” dedi. Gaye de yerinden fırlayıp babasına sımsıkı sarıldı.

***

“Kendiniz duydunuz işte!” diyen Kenan, telefonunu işaret ederek:

“Hamdi Bey kıllanmaya başladı bile!” deyince Kaytan, bıyığıyla oynayarak:

“Onun kendisi kıl zaten!” der demez Kenan, göz ucuyla ona baktı. Musa da kısık gözlerle onu süzerek:

“Peki ya sen nesin?” diye sordu.

“Ben Kaytan’ım!” diyen Kaytan, hafif bir tebessüm sunarken Kenan, Musa’ya dönerek:

“Ne yapacağız reis?” diye sordu.

“Hamdi, bu akşam mı İstemihan’la görüşecek demiştin?” diye soran Musa, Kenan’ın başını sallamasıyla ikinci soruyu da sordu.

“Sen de onunla gidecek misin?”

“Bilmiyorum!” diyen Kenan, Musa’nın:

“Eğer sen de onunla gideceksen, ben bu adamı salarım. Basit bir dava mevzusu diye lanse ederim. Zaten olası bir aksiliğe karşı bir planımız vardı. Ne yap et, sen de akşam Hamdi’yle beraber git!” demesiyle Kenan, derin bir nefes alarak:

“Eğer götürmezse, zorla gidecek halim yok reis! Takip de edemem, bu daha riskli! Ama bir bahane olur, onunla gitmeye çalışırım. Garanti veremem ama!” dedi. Başını sallayan Musa, elini kulağına yaslayarak içerdekilere talimat verdi.

“Emrah, B planına geç oğlum!”

İçerdeki maskelilerden biri Emrah’tı ve sabahtan beri Bahri’yi tokatlayan kişiydi. Eğilip Bahri’nin yakasından tutarak:

“O arsa bizimdi pezevenk! Zorla bizden aldın, aha biz de seni bu hale koruz işte! Aldın mı dersini?” diye çıkıştı. Bahri bir şey demezken Emrah, arkadaşına dönerek:

“Çöz bu iti! Götürüp mekânına atıyoruz! Bu da ona ders olsun!” dedi. Arkadaşı, sert bir sesle:

“Kafasına sıkaydık ağabey?” diye sorunca Emrah, onu azarlar bir tavırla:

“Saçma konuşma oğlum! Biz adam öldürmeyiz, rezil ederiz böyle!” dedi ve ikisi, Bahri’yi çözmekle uğraştı.

***

Akşamüstü hava, güneşin sahte yüzünü ortaya çıkarır gibi bir tavır takındı; bulutlar toplandı, güneş müsaade isteyip arkaya çekildi ve grinin kış tonu, yeryüzüne rengini hediye edip rüzgârı, uğultusuyla birlikte kendine dost bildi. Öyle bir uğulduyordu ki rüzgâr, birazdan yağacak yağmurun veya karın yahut da dolunun habercisi gibi mırın kırın ediyordu.

Arnavutköy/Yazgan Site…

Pencerenin karşısında durmuş, dışarıdaki havaya anlamsız gözlerle bakıyordu Simay; hâlâ kendine gelememişti, kendini toparlayamamıştı ve belli ki uzun bir süre de kendisini toparlayacak takati yoktu. Salonda olduğu için, arkasındaki merdivenden inen kardeşinin yansımasını camdan görebiliyordu. Dildar geldi ve birkaç saniye ona bakarken Simay,

“İyiyim ben Dildar!” deyince Dildar, ayn yansımadan onun da yüzünü görüp adımlarını ona doğru sürükledi.

“Canım ablam, sen iyi ol dünya batsın!” diyerek onun yanında duran Dildar, ilk kez Simay’a abla deyince Simay, yutkunarak birkaç saniye gözlerini yumdu. Kolunda hissettiği elle dönüp kardeşine baktı. Nemli gözler buluştu, sıcak bakışlar konuştu. Başını ablasının omzuna yaslayan Dildar, onun gibi bakışlarını dışarıya sabitleyerek:

“Toparlan artık benim ablam! Sen böyle olursan, biz nasıl nefes alırız?” diye sordu. Simay, kardeşinin samimi sözlerine içten bir tebessümle:

“Ben kimsesizliğe boğulmuştum, kulaçlar atıp düzlüğe çıktım güzelim! Ama çıkarken yakıp yıktım, ezip geçtim ve vurdum kırdım. Ama en sonunda çıktım. Yanımda annem, kardeşim ve babam var. Lakin beni büyüten, bana kol kanat geren adam yok!” dedi ve tebessümü soldu.

“Feda etmeden kazanamayız abla! Cefa çekmeden, sefa süremeyiz!”

Aynı histerik sesle Simay,

“Sefa sürerken de birden cefalara tosluyoruz kardeşim!” deyince Dildar, kafasını kaldırıp onun kolunu sıvazladı.

“Kanun böyleymiş abla! Ben bir yaratıcıya kolay inanmam ama bu yaşadıklarımız, senin bu yaşadıkların ve yerine oturan bu adalet, bana mutlak birinin var olduğunu fısıldıyor. Çünkü bu yaşananlar, öyle basit ve tesadüfi şeyler değil! Bütün bunları bir yazan çizen var, bu nizamı kuran ve dizayn eden biri var ve adaleti tesis eden bir güç var. Ben bunu çıplak gözle müşahede ettim, bir yaratıcıya inancım yoktu ama artık var. İster tanrı diyelim, ister sizin dediğiniz gibi Allah diyelim; lakin bir kâğıt kalem varsa, o kâğıt kalemi mürekkeple şekillendiren bir bilek de var ve adı ne olursa olsun, adaleti daima yerini buluyor. Baksana! Babama ve anneme yıllarca zulmeden adam, kızını annesinden ayıran bir adam, en sonunda büyüttüğü kızın eliyle ölümü tadıyor. Bu mutlak adalet değil de nedir? Bu adaletin mimarı, Allah değil de kimdir?”

Simay, nemli gözlerle Dildar’a bakarken arkalarında durmuş olan Nazan’ı son anda fark ettiler. İkisi de tebessüm ederek Nazan’a bakarken Nazan, kollarını her iki yana açtı.

“Gelin benim güzellerim!” diyerek ikisinin de ona sarılmasıyla gözlerini mesut bir şekilde yumdu.

***

Kenan’ın aracı avluda durduğunda dışarıdaki korumalar, Kenan’ın camdan el etmesiyle hemen harekete geçtiler. Kenan araçtan inerken adamlar, Kenan’ın açtığı arka kapıdan Bahri’nin yaralı bedeniyle karşılaştılar. Kenan, kenara çekilip adamlara, onu çıkarmaları için talimat verdikten sonra önden evin kapısına doğru yürüdü.

Hamdi odasında, kulağına dayadığı telefonla konuşuyordu. Telefonun diğer ucunda Vedat vardı ve Viranşehir’deki inşaat işlerinin detaylarını sunuyordu. Kenan’ın içeri girmesine paralel Vedat da laflarını bitirmişti. Hamdi, bir gözü Kenan’ın üstündeyken:

“Tamam Vedat, gelişmelerden haberdar et!” dedikten sonra telefonu kapatıp gözlerini Kenan’a çevirdi.

“Avukatı buldum Pars! Öylece bürosunun önünde yerdeydi. Ben gittiğimde, yerde bir seksen yatıyordu.”

Kenan’ın sakin bir şekilde söylediği sözlerle Hamdi, ansızın ayağa fırladı ve gözleri iri bir şekilde:

“Ne dedin sen?” diye sordu. Kenan, bunun bir soru olmadığını ve aslında dediklerini duyan Hamdi’nin refleks olarak böyle tepki verdiğini bildiği için hafifçe başını salladı.

“Nerde Bahri?”

“Salonda, çocuklara oraya yerleştirmelerini söyledim.”

Hamdi, Kenan’ı es geçerek kapıdan çıkarken Kenan, derin bir nefes aldıktan sonra peşinden çıktı.

Kendinden geçmiş bir halde, sadece sayıklıyordu Bahri; tepesinde duran Hamdi, üstüne eğilerek onun nabzını yokladı, nabzının normal attığını görünce Kenan’a dönerek:

“Bir doktor çağırın!” dedi. Kenan başını sallayıp yanındaki adama aynı talimatı verirken Hamdi, hayıflı gözlerle Bahri’ye bakıp derin bir nefes aldı.

***

Akşamın karanlığına, çakan şimşeklerin sesleri ve görüntüsü eşlik etti; göğün bağrında yanan alevler, gür bir nidayla kendisini hissettirirken koyu bir karanlık, arada bir çakan şimşeklerin öfkesini kusar gibi bir tavır takınıyordu.

Milli Haberalma Servisi…

Bardağındaki kahvenin kafein tadını genzine havale ediyor, boğazını ısıtan bir sıcaklıkla soğukluğunu gidermeye çalışıyor ve kulaklarına çarpan şimşek seslerine, içten içe besmeleler çekerek mukabilde bulunuyordu Musa; karşısındaki koltukta oturan Kaytan da aynı şekilde ısınmaya çalışırken sağ ve sol duvarda asılı olan ufo dedikleri ısıtıcılarla odanın ısınmasına şükürler savuruyorlardı.

“Keşke Kenan’ın aklına uymasaydık!” diye sızlanan Kaytan, Musa’nın:

“Ben de Bahri’nin ölmesinden yanaydım ama çocuğu da duydun! Eğer Bahri ölürse, Hamdi direkt Kenan’dan bilecek ve iş sarpa saracaktı. Onun için olmaz öyle!” demesiyle derin bir iç çekti.

“Bir pislik daha temizlenirdi hiç değilse!”

“Temizleriz, sen merak etme!”

Kaytan gülümserken kapının çalmasıyla Musa, gel komutunu yollayıp Emrah’ın içeri girmesine sebep oldu. Emrah, Bahri’yi nasıl bıraktıklarını ve Kenan’ın onlardan sonra Bahri’yi nasıl alıp götürdüğünü anlatırken Musa ve Kaytan, kahvelerini yudumlayarak onu dinliyorlardı.

***

Arnavutköy/Yazgan Site…

“Yarın akşam, kuru bir nikahla evlenecek ve ertesi günde direkt Almanya’ya gideceksiniz!” diyen Mestan, karşısındaki koltukta, yan yana oturan Dildar ve Cem’den bakışlarını almıyor, daha katı ve sert bir şekilde onları göz hapsinde tutuyordu. İkisi de mahcup bir şekilde önüne bakıyor, Mestan’ın dediklerini sessiz bir şekilde dinliyordu.

“Cem, Almanya’daki işlerle ilgilenecek ve Mestan Yazgan’ın damadı olarak orada, adımı ve sanımı yerde bırakmayacak, anlaştık mı?”

Sondaki soru, Cem’in cılız ve mahcup bir sesle:

“Anlaşıldı efendim!” demesine neden oldu. Nazan da hemen Mestan’ın yanında oturduğu için Cem, kaçamak bir gözle Nazan’a baktı ve tekrar bakışlarını eğdi.

Telefonuna gelen mesajla Simay, komodinin üstündeki telefonun titremesi sebebiyle irkildi ve derin bir nefes aldıktan sonra telefonu eline aldı. Rıfat’tan gelmişti mesaj; ‘Babanı gömdük,’ diye gelen mesaja, buruk bir göz devirmeyle karşılık verdi. Sonra da klavyeye parmaklarını değdirip cevap yolladı. ‘O benim babam değildi!’

Telefonu eski yerine bırakıp başını pencerenin soğuk kenarına dayayıp gözlerini dışarıya sabitledi. Tekrar titreyen telefon, onun istifinin bozulmasına neden olmuştu. Gelen mesaja baktı. ‘Seni arayabilir miyim?’

Acımsı bir tebessümle cevap yazdı. ‘Baş sağlığı için mi?’

Bir müddet bekledi ve cevap beklerken, telefonun uzun uzadıya titremesiyle cevapla ikonunu sağa kaydırıp açtı.

“Nasılsın Simay?” diye duyulan durgun sesle, derin bir iç çekerek:

“Sence nasıl olabilirim?” diye cevap sundu.

“Bitkin, perişan…”

“Neden soruyorsun peki?”

“İyi olman için…”

“İyi olmamı mı istiyorsun Rıfat?”

“Hem de çok… İyi ol, sen iyi ol Simay; bırak dünya, kendi kötülüğünde boğulsun ama sen hep iyi ol!”

Yutkunarak gözlerini yumdu Simay, buruk bir nefes alışla:

“Geçmişimden kurtulmak istiyorum Rıfat, bırak peşimi!” deyince karşı tarafta uzun bir sessizlik peyda oldu. Simay, Rıfat’ın hıçkırığa benzer derin nefes alışıyla gözlerini yumdu.

“Ben senin geçmişin miyim Simay?”

Bu soru, Simay’ın beyninde yankılanmıştı. Ne cevap vereceğini bilemiyordu Simay, bir yandan onu kırmak istemiyor, diğer yanda yıpranmamak için düşünüyor, ne cevap vereceğini hesaplıyordu.

“Anlaşılan…” diyerek lafa giren Rıfat’ın sesiyle kendine geldi.

“…ben de senin geçmişinim ve benden de kurtulmak istiyorsun Simay, peki ne diyelim, öyle olsun!”

“Ben sana baktıkça, o adamı hatırlayacağım Rıfat! Yüzüne her baktıkça, o adamın yüzü belirecek karşımda; sesini her duydukça, o adamın da sesi çınlayacak kulaklarımda ve senin gölgene, daima o adamın da gölgeleri sinecek. Ben unutmak istiyorum, her şeyi unutmak ve her şeye sil baştan başlamak istiyorum! Lütfen anla beni!”

Derin bir nefes alan Rıfat, sesine mahzun bir ton serpiştirerek:

“İyi kötü bir geçmişimiz var Simay, yaşanmış günler, zamanlar var. Sen bende Payidar’ı bulacaksın belki ama ben sende, en güzel hatıraları ve en güzel anları anımsayacağım. Sen belki bana baktıkça kahrolacaksın ama ben sana baktıkça, içerim huzurla dolacak. Beni senden mahrum etme, seni benden esirgeme! Ben sırf sen varsın diye bu hayata razı geldim, o adama sabrettim. Ama sen yoksan, Rıfat da yok demektir. Bana sensizliği reva görme!” deyince Simay, yutkunarak histerik bir nefes aldı.

“Bana biraz mühlet tanı!”

“Bekleyeceğim. Kararın ne olursa olsun, seni bekleyeceğim Simay!”

Simay, telefonu kapatıp gözlerini tekrar camdan dışarıya çevirdi ve akşamın karanlığına sesini ve nefesini hediye etti.

“Ah keşke karar verebilsem!”

***

“Babam nereye gitti?” diye soran Gaye,  kanepede uzanmış ve kendinden geçmiş halde uyuyan avukatın karşısındaki koltuğa oturmuş ve gözlerini kırpmadan avukata bakmakta olan Kenan’ın yanında durdu. Kenan, durgun bir sesle:

“Beni dikti bu herifin başına, kendisi de İstemihan’la görüşmeye gitti,” deyince Gaye, Kenan’ın sağına düşen gri renkli koltuğa kuruldu.

“Bunun nesi var?”

“Ne bileyim ben?” diye mırıldanan Kenan, yavaşça kendisine gelmekte olan Bahri’yi işaret ederek:

“Bak ayılıyor, kendisine sorarsın Gayecim!” deyince Gaye, gözlerini açıp tavana meraklı gözlerle bakmakta olan Bahri’ye:

“Günaydın Bahri Abi! Uyan sabah oldu, gerçi akşam daha ama!” diye seslenirken Kenan, gözlerini devirip yandan ona baktı. Gaye somurtarak yüzünü buruşturdu. Bahri, kulağına çarpan Gaye’nin sesiyle:

“Nerdeyim ben?” diye inlercesine sordu.

“Bizim evdesin avukat!” diyen Kenan, Gaye’nin parlayan gözlerini es geçip yerinde doğruldu ve sorusunu önden yolladı.

“Ne oldu sana?”

Bahri, onları net bir şekilde göremiyordu, çünkü onlar hafif arkasına düşüyordu. Sadece gelen seslere cevap vermek için:

“Bir arsa davası vardı. Haksız olan tarafın avukatlığını yapıyordum. Haklı tarafın gençleri kaçırmış beni, nasıl böyle bir oyuna kandım, anlayamıyorum,” diye zor bela söylenirken Kenan, meraklı bir şekilde iyice yerinde dikleşti.

“Nasıl bir oyunmuş ki bu, avukat? Ne yaptılar sana?”

Gaye de merakını yenemeyip yerinde dik dururken Bahri, sızlanan bedeninin acısıyla inler gibi:

“Anlatması uzun, Pars nerde?” diye sordu.

“Sen dinlen avukat, Pars gelince konuşursun!” diyen Kenan, ayağa kalkarken:

“Bir şey istersen, çocuklar sana yardımcı olur. Ben odamdayım!” dedi. Gaye de Kenan’ın peşinden yürürken Bahri, onların arkasından bakmakla yetindi.

Odasına gelen Kenan, yanında duran Gaye’ye dönmeden:

“Sen de odana çık Gaye!” deyince Gaye, gözlerini kısarak:

“Neden bana soğuk davranıyorsun?” diye sordu. Kenan, ona dönerek:

“Sana soğuk davranmıyorum. Aramıza bir mesafe koymaya çalışıyorum. Geçen gün ne oldu, gördün işte! Sınırı aşmak üzereydik ve bu bana yakışmaz! Tamam, seni seviyorum ve senle olduğum için mutluyum! Ama aramızdaki ilişkinin bir sınırı olmalı, en azından nikaha kadar!” deyince Gaye, başını öne eğerek:

“Benden hoşlanmıyor musun?” diye sorar sormaz Kenan, derin bir nefes alarak:

“Elbette hoşlanıyorum ve seninle olmak, benim çok hoşuma gidiyor. Ama dediğim gibi; bu ilişkinin, şimdilik bir sınırı olmalı!” dedi.

“Aramıza bir mesafe, bir sınır koymaya ne gerek var? Biz zaten evlenmeyecek miyiz?”

“Ya evlenmeden, Allah korusun, ikimizden birine bir şey olsa Gaye? Attığımız adım pişmanlık kokmaz mı o zaman? Ne gerek var geleceğimizi yıpratmaya? Her şey zamanında güzel!”

Yutkundu Gaye, o Kenan gibi böyle ince düşünmemişti; sadece çok sevdiği için biraz sabırsız davranmış ve hemen onun olmak istemişti. Ama Kenan, ince düşünerek aralarına mesafe koymuş ve geçen günkü yakınlaşmadan kıl payı döndüğü gibi şimdi de kızı kendisinden uzak tutuyordu.

Zor bela toparlanmıştı o gün Kenan; Gaye’nin meraklı ve terli suratından bakışlarını kaçırıp yataktan çıkmış ve titreyen sesiyle onun gitmesini söylemişti. Gaye ne kadar sorsa da sebebini, Kenan ona kapıyı göstermiş, o gidince de Kenan, kendini banyoya atarak elbiseleriyle birlikte ılık suyun altına bırakmıştı kendisini; o zaman sağlam düşünmüş, eğri doğru hesaplamasını yapmış ve gereken mutedil yolu kendi zihninde çizmişti.

“Haydi şimdi git odana Gaye!” diyen Kenan’ın sesiyle, daldığı düşüncelerden sıyrıldı Gaye; buğulanan gözlerini Kenan’a çevirip hafif bir tebessümle başını salladı ve bir şey demeden dönüp odasına doğru ilerledi.

***

“Bazen sana hayran kalıyoruz, bazen de sana hayret ediyoruz Hamdi’m!” diyen İstemihan, karşısındaki sandalyede oturan Hamdi’nin mahcup bakışlarını süzerek:

“Bazen iyi bir yönetici, bazen de çömez bir acemi gibisin!” diye ekledi. Hamdi, derin bir nefes aldıktan sonra:

“Efendim! Siz de takdir edersiniz ki, bazen olaylar istemediğiniz ve tasvip etmediğiniz gibi yol alır ve neticelenir. Evime yapılan baskından sonra kendimi toparlayamadım efendim! Ben İran’dayken de olaylar zaten içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Payidar ve Mestan kavgası, Kurul’a ve haliyle size zarar getirmişti. Ben tam olaylara müdahil olacakken Payidar, kızı tarafından vuruldu. Benim yapabileceğim bir şey yoktu efendim!” dedi. Yerinde doğruldu İstemihan, işaret parmağını ona doğru uzatarak:

“Sözde kızı…” dedikten sonra:

“Ama biz, bu sözde kısmını kendi lehimize çevireceğiz. Payidar Candaroğlu’nun yasal varisi kim? Kimlikte kızı olan Simay Candaroğlu… Bu miras taksim işini hallet! Simay, sözde babasının işlerini devralsın ve masadaki yerini doldursun!” deyince Hamdi, irkilerek birkaç saniye İstemihan’ın suratına baktı. Sonra da kendisini toparlayarak:

“Ama efendim, o kız daha neyin ne olduğunu bilmiyor ki! İşleri nasıl halletsin, masada nasıl yer alsın?” diye sordu. Kaşlarını çatan İstemihan, hafif sert çıkan sesiyle:

“Sen beni mi sorguluyorsun Hamdi’m? Zamanında senin kızın da Pars varisi olarak masada toz kopardı. Biz onu da gördük. Bu dediğimi yapacaksın Hamdi! Simay Candaroğlu, Kurul’un kadın işlerinden mesul olacak! Başka laf işitmek istemiyorum!” deyince Hamdi, hangi birine şaşıracağını bilemedi. Simay’ın Kurul’da yer alacak olmasına mı şaşırsın, kızının bir zamanlar Pars varisi olarak toz kopardığına mı şaşırsın, bilemedi. Bunu ayrıca Gaye’ye veya Kenan’a sorarım diye içinden not aldıktan sonra İstemihan’a dönerek:

“Peki ya Simay bu teklifi kabul etmezse?” diye sordu. Derin bir nefes alan İstemihan,

“O zaman olacak belli! Payidar’ın bütün mal varlığı, her şeyi Kurul’a kalır. Ama dileğim, kızının kabul etmesinden yana; şayet etmezse de her şeyi Kurul’un zimmetine geçirmekten başka yapacak bir şey yok!” deyince Hamdi, hafifçe başını salladı. Kısa bir sessizlik, İstemihan’ın:

“Senden hâlâ bir haber bekliyorum Hamdi!” demesiyle bozuldu ve Hamdi, gözlerini kısarak adamın neyden bahsettiğini anlamaya çalıştı. İstemihan, herhangi bir cevap gelmediğini görünce:

“Mushaf ve mühür, hâlâ bana sunulmadı. Yoksa onları kayıp mı ettin?” diye sorar sormaz Hamdi, yüzü yumuşayarak:

“Hayır efendim, yanımda! Ama daha halefimi belirleyemedim. Onu belirledikten sonra Mushaf ile Mühür’ü size takdim ederim,” dedi. Başını sallayan İstemihan:

“Sana bir hafta mühlet!” dedi. Hamdi başını sallarken İstemihan, gidebilirsin dercesine kapıyı işaret etti. Hamdi ayağa kalktı ve önünü iliklerken hafifçe başını sallayarak selam verdi. İstemihan da mukabilde bulununca Hamdi, kapıya doğru yürümeye başladı.

Sabahın ışıkları, kışın cilvesine nispet tohumları eker gibi yeryüzüne damlarken güneşin bu sıcak tavırları, kışın yalancı bir mevsim olduğunu alenen gözler önüne seriyordu. Marmara’nın suları ısınıyor, akşam tekrar buz tutuyor ve denizdeki balıkların da feleği şaşıyordu. İşte 2019 takviminin ilk sayfalarındaki kış manzaraları, hükmünü böyle icra ediyordu.

“Ne tası kırdın, ne zehirden zarar gördün ne de içindeki suyu döktün Mestan! Her tarafı ateşler aldı ama sen, kıvılcım bile değmeden aradan sıyrıldın!” diyen Hamdi, karşısındaki koltukta oturmakta olan Mestan’dan gözlerini almıyor, aksine daha dik bakıyordu.

“Çünkü kader, talih, benim zarar görmemi istemedi. Geçmişte çektiğim zorluklar…” diyerek lafında es veren Mestan, yan gözlerle Kenan’a baktıktan sonra:

“…bugün kolaylık sundu. Ben Payidar’ı öldürmek istiyordum, doğru! Ama bunu, Simay’ın yani kızımın gözleri önünde yapmak, istediğim en son şey! Çünkü böyle yaparsam, Simay’ın bana düşman olacağını biliyordum. Bir baba, kızının kendisine düşman olmasını asla istemez; bunu siz de çok iyi biliyorsunuz!” diye lafını bitirdi. Hamdi başını salladıktan sonra:

“Payidar’ın cesedine ne oldu?” diye sordu. Bilmiyorum dercesine dudak büken Mestan,

“Onunla Rıfat ilgilenecekti, ne olduğundan haberim yok!” deyince Hamdi, sırtını koltuğa yasladı.

“Şimdi Mestan, Payidar öldü ve bütün mal varlığı, geride bıraktığı her şey, işi gücü dahil bütün her şey, yasal varisine kaldı. Bu yasal varis, kimlik üzerinde kızı olan Simay’dan başkası değil, biliyorsun! Kurul, şöyle bir karar aldı. Biz, Payidar’ın yerinin boş kalmasını istemeyiz. Elbette Payidar’ın mal varlığının ve işinin heba olmasını da istemeyiz! Onun için benim bir teklifim var. Simay, sözde Payidar’ın kızı olarak yani yasal varisi olarak masada, Kurul’da olmasını teklif ediyorum. Bu teklifi, bizzat kendisine de ileteceğim ama öncesinde sen, ağzını yoklamak ve fikrini almak için kendisine soracaksın, seni bu yüzden çağırdım.”

Mestan, çenesini sıvazlarken Kenan, onun ne cevap vereceğini merakla bekliyordu. En sonunda Mestan, Kenan’ı fazla merakta bırakmadan:

“Simay’ın böyle bir şeyi kabul edeceğini beklemiyorum, ben de kabul etmesini istemiyorum açıkçası! Ama gene de soracağım,” deyince Kenan, kendisini tutamadan:

“Neden öyle düşünüyorsunuz?” diye sordu. Acımsı bir tebessümle Kenan’a bakan Mestan, Hamdi’nin bile etkileneceği bir cevap sundu.

“Bak delikanlı! Ben bugüne kadar bu pis işlerle uğraştım. Hatta yeri geldi, ölümle burun buruna geldim. Ama asla ailemi, özellikle de kızımı, bu işlerden korudum. Benim Simay dışında da bir kızım var. Hatta bu akşam, kendisini evlendiriyorum. Dildar… Onu ve karımı, işlerimden uzak tutmasını bildim, becerdim. Onun için Simay’ın da masada olmasını tasvip etmiyorum. Hakeza Payidar’ın malında da mülkünde de gözüm yok, kızımın da olacağını sanmam. Ben gene de kendisini bir yoklarım.”

“Ben de akşamki düğüne davetliysem, o zaman teklifi sunarım,” diyen Hamdi, Mestan’ın tebessüm ederek:

“Düğün yok ama nikâha gelmenizi, bize şeref etmenizi isterim Pars!” demesiyle hafifçe başını salladı.

“Günaydın, afiyet olsun avukat!” diyen Gaye, önündeki kahvaltısını yapmakta olan Bahri’nin karşısındaki koltuğa kurulurken Bahri’nin, ağzı doluyken:

“Sağ ol!” demesiyle gülümsedi. Çünkü birkaç ekmek kırıntısı dışarı taşmış ve düşmüştü.

“Avukat olmuşsun ama ağzın doluyken konuşulmayacağını hâlâ bilmiyorsun!” diyen Gaye, babasının odasının kapısında duran Kemik’e yan gözlerle bakıp Bahri’ye:

“Kim bu iskelet?” diye sordu. Bahri, çayından bir yudum alırken güldüğü için boğazında kalmış, üst üste öksürerek zor da olsa yudumunu yutmuştu. Ağzını yüzünü silerek:

“Allah cezanı vermesin Gaye, iskelet değil, Kemik onun adı!” deyince Gaye, gülerken ağzını kapattı ve onlara dik bir şekilde bakan Kemik’e çaktırmamaya çalıştı. Ama Kemik anlamıştı, duruşunu bozmadan onlara bakıyor, anlamazlıktan geliyordu.

“İsmiyle müsemma…” diye fısıldayan Gaye, Bahri’nin:

“Mestan Yazgan’ın adamı…” demesiyle Gaye, gözlerini kısarak:

“O kim?” diye sordu. Bahri, çayından bir yudum daha aldıktan sonra:

“Kurul’a yeni giren biri… İzam Ağa’nın yerine oturuyor. Silah işi…” deyince Gaye, hafifçe başını salladı.

“Umarım o da İzam Ağa gibi dönek çıkmaz!”

Kapının açılmasıyla Kemik, duruşunu dikleştirip patronunun çıkmasını bekledi; Mestan, arkasında Hamdi ve Kenan’la birlikte odadan çıkarken yan gözlerle Gaye’ye bakıp başıyla selam verdi ve Hamdi’nin:

“Akşam görüşmek üzere, Mestan!” demesiyle ona dönerek:

“Memnun olurum Pars!” dedi ve Kenan’a bakıp başıyla selamını sunduktan sonra Kemik’le birlikte kapıya doğru yürüdü.

***

Dışarıda, lüks bir pastanenin ikinci katında buluşmuşlardı; önlerinde sımsıcak salepler, dumanları göğe yükselirken sundukları kokuyla ikisini de mest ediyordu. Rıfat’ın üzgün ve perişan hali, Simay’ın gözlerinden kaçmıyordu. Simay da perişandı ama daha soğukkanlı ve rengini belli etmeyen bir duruşu vardı.

“Biraz daha iyi misin Simay?” diye soran Rıfat, Simay’ın durgun bir sesle:

“İyiyim, iyi olmaktan başka çarem yok, biliyorsun! İyi olmalıyım Rıfat, çok çektim, çok badireler atlattım ama iyi olmam lazım!” demesiyle derin bir iç çekti ve:

“Herkes hak ettiğini yaşıyor, kim ne yapsa bir karşılığını buluyor elbet! Babanın…” dedi, durakladı, tekrar lafına devam etti.

“Yani Payidar Bey’in masum olduğunu söyleyemem, suçsuz yere öldü diyemem ama onun senin elinden ölmesi, canımı acıtan da işte bu!”

“Ben de onu vurmak istemezdim Rıfat! Ama gel gör ki bardağı taşıran damla, ondan geldi. Benim gerçek babama, yıllardır kokusunu bile duymadığım, sesini bile işitmediğim ve yüzünü bile görmediğim ama biyolojik olarak babam olan birine silah çekmiş, onu vuracaktı. Ben buna dayanamam Rıfat, kahrolurum ben!”

“Silahın sende ne işi vardı?”

“Biliyor musun?” diye sorup gülümseyen Simay,

“O silah, Cem’in silahıydı!” deyince Rıfat, irkilerek yerinden sıçradı. Cem’in silahıyla vurulmuştu Payidar ve daha önceleri Cem, onların bir numaralı düşmanıydı. Resmen olması gereken, bir şekilde yerini buluyordu. Salebinden bir yudum alan Simay, genzini yakan sıcaklıkla gözleri yeşererek devam etti.

“O gece ben, hesap sormak için oraya geleceğim sırada Cem, daha evdeyken bana yaklaştı ve silahını çıkarıp verdi. Payidar rahat durmaz dedi, ya seni ya da Mestan’ı vurur dedi. Hatta Nazan’ı bile vurabilir deyince ben de silahı almak zorunda kaldım. Cem haklı çıktı Rıfat, Payidar benim babamı vuracaktı. Mecbur kaldım. Ama keşke ölmeseydi diyorum.”

“O ölmedi,” diye birden lafı ağzından salan Rıfat, irkilerek az kalsın salep bardağını devirecek olan Simay’ın yüzüne baktı. Çenesi titreyen Simay, Rıfat’ın derin bir iç çekerek:

“Ölmedi o!” demesiyle titreyen sesiyle:

“Ne?” diye sayıkladı. Rıfat, ona cevap vereceğine bardağından bir yudum salep alıp sırtını sandalyesine yasladı.

“Sen ciddi misin?” diye soran Simay, kaşlarını çatarken Rıfat, gözleri buğulu bir şekilde onun yüzünü inceleyerek:

“Evet, ölmedi o! Ama ölmekten beter bir halde! Bitkisel hayatta, bugün yarın ölecek zaten!” dedi.

“Beni ona götür!”

Rıfat gözlerini kısarken Simay, elleriyle salep bardağını kavrayıp soğuk bir sesle:

“Ölmeden önce, son bir kez de olsa onu görmek istiyorum. Beni bu yaşa kadar getiren, beni yetiştiren biri olarak son anında yanında olmak istiyorum. Bu benim hakkım!” deyince Rıfat, durgun halini bozmadan:

“Kızı olarak, değil mi?” diye sordu.

“Hayır!” diyen Simay, katı bakışlarını Rıfat’ın yüzünde gezdirerek lafını dile getirdi.

“Sözde kızı olarak…”

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top