"Seni Çılgın Seviyorum"

Canan'ın dudağı bardağın ağız kısmına değdi ve birden durdu. Bardağı yavaşça indirerek katı bakışlarını adama çevirdi. Gaye bir şeyler anlamaya çalışırken Canan, adamın kısılan gözlerindeki tedirgin ifadeyi süzerek:

"Necmi Bey diye birisi yok!" deyince adam, tokat yemişçesine irkildi. Gaye de irkilirken Canan, bardağı hızla yere vurdu. Beyaz parkenin üstüne gri bir leke bırakan suyu görünce Gaye, kısık bir sesle:

"Ama..." diye sayıkladı. Adam, önce bir afalladı; sonra yavaşça belindeki silahını sıyırdı ve önceden susturucuyla süslediği namluyu Canan'a doğrulttu.

"Ama artık Canan Öget diye biri de yok!"

"Peşin hüküm verme!" diye duyulan ses, adamı paniğe düşürünce arkasında peyda olan Kenan, aniden arkadan adamın dizine vurdu ve elindeki silahın namlusunu havaya doğrultup arkadan ensesine sert bir darbe indirdi. Afallayan adam, elindeki silahı düşürürken Kenan'a geriye doğru bir kafa atmayı da ihmal etmemişti. Sendeleyen Kenan, geriye doğru bir adım atarken Gaye ve Canan, korku ve endişeyle arkaya çekilmişti. Kenan, kendisine doğru hamle yapan adamın yumruğunu boşa çıkarıp sert bir kafa indirirken adam, dönerek bir tekme savurdu ve Kenan'ın karın boşluğuna sert bir masaj yaptı. Kenan yılmadı, gelen ikinci tekmeye yakın durup adamın bacağını kavrayıp diz kapağına sert bir yumruk indirince adam, acıyla böğürmek zorunda kaldı. Kenan durmadı, dirseğiyle onun suratına sert bir darbe indirip adamın ağzındaki kanı, balgamla birlikte dışarı püskürtmesine yardımcı oldu. İkinci darbeyle adamın görüş açısına karıncalanma gelirken üçüncü darbe, adamın bakış açısını yaşlı gösterdi. Hızla adamın boynunu kavrayıp şah damarına sertçe vurdu ve adam, damardaki kanın aldığı etkiye tepki olarak bilincine siyah bir perde indirdi. Boş bir çuval gibi yere düşen adamın tepesinde duran Kenan, adamın kulağına yapışmış küpe gibi cihaza baktı. Eğilip alırken küpeden yükselen ses, onun irkilmesine neden oldu.

"Ne yaptın lan?"

"Adamın pert oldu. Sıra sende!" diyen Kenan, küpeyi avuçlarının arasında kırıp parçalarını yere attı.

"İyi misiniz Canan Hanım?" diye soran Kenan, iri gözlerle ona bakmakta olan kadına yakın durmak istedi ama Gaye, onların arasında durup gülümsedi.

"Ben de iyiyim Kenan!"

Kenan, dişleri görünürcesine sırıtıp ona baktıktan sonra:

"Kim bu adamlar ya, benden ne istiyor?" diye soran Canan'a çevirdi bakışlarını ve sakin bir şekilde:

"Geçti Canan Hanım, emin olun size hiçbir şey olmayacak!" dedi.

"Anlamıyorum ya anlamıyorum! Ben ne yaptım onlara?"

Gaye araya girdi.

"Hiçbir şey... Sadece sizin üzerinizden bir amaca ulaşmak istediler. Başaramadılar."

"Başardılar!" diyen Canan, Kenan'ın irkilmesine vesile olurken Gaye, gözleri kısık bir şekilde ona bakıyordu. Devam etti Canan.

"Baksanıza, resmen sabote ettiler. İmza günü iptal edildi, onca yazar geri çevrildi. Yazık ya!"

"Onların da amacı buydu!" diye duyulan ses, onların bakışlarını kapı tarafına çevirdi. Kaytan, kapıda durup:

"Ölüm olsun ya da olmasın, bir saldırı yapıp bu güzel günü sabote etmek istediler. Yaptılar da, başardılar da! Ama onları bulacağız!" dedi. Canan, koltuğa otururken Kenan, Gaye'ye dönerek:

"Biz, arka kapıdan çıkıp gidelim! Canan Hanım, ortalık durulana kadar misafirimiz olsun!" deyince Canan, nemli gözlerini ona çevirdi. Gaye'nin soran gözleri, Canan'ın yüzünde gezinince Canan,

"Sanki başka şansım varmış gibi..." diye fısıldayıp ayağa kalktı. Kenan, kadınlarla birlikte kapıya yönelirken Kaytan, kenara çekilmiş ve gözlerini Kenan'a dikmişti. Bir iki polis memuru, deminki adamın baygın bedenini alıp gitmişlerdi. Kenan, Kaytan'ın yanından geçerken hafifçe başını salladı. Derin bir nefes alan Kaytan, odanın içini kontrol ederken kulağında yankılanan ses, onu kendine getirdi.

"Mekânın batı bölgesinde, şüpheli bir araç tespit edildi. Acil gelmelisin kaytan bıyıklı!"

Kaytan, Musa'nın verdiği talimatla hemen odadan çıktı.

Arka kapıdan çıktıklarında Kenan, onların önünde ilerlerken etrafı kolaçan ediyor, herhangi bir tehdit veya tehlike unsuru varsa önceden tespit etmeye çalışıyordu. Gaye, tedirgin bir şekilde Kenan'ı izleyen Canan'ın koluna girmişti. İki kadının korktukları, her hallerinden belli oluyordu. Kenan, bir eli belinde temkinli bir şekilde yürüyordu. Diğer yandan da kadınları ikide bir kontrol ediyor, arkasından gelmeleri için eliyle takip edin işareti yolluyordu.

"Canan Öget'ten imza alamadan, resmen günümüz mahvoldu!" diye mırıldanan Simay, sanki suçlusu Cem'miş gibi sinirli bir şekilde ona bakıp duruyordu. Dildar, daha sakin dururken Simay, öfkeden patlayacak gibiydi. Cem'in umurunda bile değildi; yanındaki kızlar sağdı, onlara bir şey olmamıştı ve bu yüzden de diğer olan biten şeylere dudak büküyordu.

"O, Canan Öget değil mi ya?" diye cırlayan Dildar, Cem'in de irkilmesine neden olurken Simay, sevinçli bir şekilde el çırptı. Cem, etrafına bakınırken arkadaki beyaz VİP aracı fark etti. İçinde kimlerin olduğunu bilmezken kapının açılmasıyla daha bir merak kesildi. Şahin, yanında Kürşat'la araçtan inerken Cem, Kenan güdümünde ilerlemekte olan Canan'a doğru hızla koşan kızları durdurmak istese de geç kalmıştı.

Gördüğü kişinin Dildar olmaması için, içten içe dualar etse de Nazım, gördüğü kişinin Dildar olması, onun pek de hoşuna gitmemişti. Şahin'e bilgi geçmek istese de nafileydi. Birden bir şok daha yaşadı. Musa ve Kaytan'ın, yanlarında birkaç polisle arkada belirmesi, onun suratına şamar gibi inmişti. Birden şoföre,

"Bas gaza, çabuk bas!" diye bağırınca şoför, önce bir afalladı. Ama Nazım,

"Bas lan yakalanacağız!" diye gürleyince hemen aracı çalıştırdı ve olanca gücüyle gaza bastı. Çünkü dikiz aynasından baktığında, polislerin onlara yaklaşmakta olduklarını görmüştü. Musa, biraz daha koşarken Kaytan, adeta depara kalkmış, hızla gitmekte olan araca yetişeceğini zannederek kendini yormuştu. Musa, hemen plakayı anons geçerken Kaytan, ilerlemekte olan Şahin ve Kürşat'ı görünce birden hızına hız kattı. Şahin ve Kürşat, Kenan'lara doğru ilerlerken Kenan, kadınları bir araca doğru çekiştiriyordu. Gaye, Canan'ın binmesi için beklerken gözleri Şahin'lere takıldı ve Kenan'a dönerek:

"Geliyorlar!" diye fısıldadı. Kenan, Şahin'i görür görmez irkildi. Ama onların önünde gelmekte olan Dildar ve Simay, Cem'in bağırmalarını umursamadan sırf Canan'dan bir imza alabilmek için acele ediyordu. Tablo çok acayipti; imza almak isteyen iki hayran, meşhur yazarın canına kast etmek isteyen teröristler, kendisine emanet edilmiş kızları korumak isteyen bir koruma, teröristleri yakalamak için uğraşan güvenlik güçleri ve hepsinin merkezi konumunda bir Kenan... Varın gerisini siz düşünün!

Dildar'a çarpıp geçen Şahin, hızla silahını çekip Kenan'a doğrulturken arkadan gelmekte olan polisleri görememişti. Simay, yere düşen arkadaşını kaldırırken Cem, onlara yetişmiş ve hızla kızların kollarından tutup çapraz sokağa kendilerini atmıştı. Kürşat, silahın namlusunu Kenan'a doğrultmuş bir şekilde dururken Kenan, gelen Kaytan'ları gördüğü için bir nevi onları oyalamak için yerinde sabit durmuştu.

"O yazar bozuntusunu bize veriyorsun!" diyen Şahin, Kenan'ın:

"Lafına dikkat et! Yazar bozuntusu değil, kalemi meşhur bir yazardır kendisi! Ayrıca siz ondan ne istiyorsunuz?" diye sormasıyla sert bir şekilde:

"Kes sesini!" diye çıkıştı.

"İndirin silahlarınızı, indirin! Teslim olun hemen!" diye bağıran Kaytan, Şahin'i resmen korkudan yerinden havaya sıçratmıştı. Kürşat, göz ucuyla Şahin'e baktı. Ne yapalım der gibi göz süzerken arkalarında duran polisler ve Kaytan, onları vurmamak için kendilerini zor tutuyordu. Gaye, korku dolu bakışlarını manzaradan alıp Canan'ın yüzüne diktiğinde Canan, nemli bakışlarını Kenan'a dikmiş bekliyordu. Nedense zoruna gitti Gaye'nin, Canan'ın Kenan'a bakması, onu biraz asabi yapmıştı.

"İyi misiniz Canan Hanım?" diye fısıldayarak sorunca Canan, derin bir nefes alarak bakışlarını ona çevirdi.

"Evet iyiyim, iyiyim!"

Kenan, yerinde dik durup önce Kaytan'a sonra da en arkada durmuş ve onları izlemekte olan Musa'ya baktı. Musa, içi rahat bir şekilde duruyordu. Biliyordu ki ya Kaytan ya da Kenan, bu işi hayli kıvırabilirdi. Kaytan'ın gür sesiyle, istemeden tebessüm etti.

"Teslim ol Şahin!"

"Davamızda teslim olmak yoktur, ölmek ve öldürmek vardır."

Kenan, öfkeden burnundan solurken Canan, nedense namlunun ucundaki Kenan için endişe etmişti. Gaye, onun endişeye bürünen yüz ifadesinden işkillense de misafir olduğu aklına gelmiş, kendini dizginlemişti.

"Davanın ne sana ne de uydurana bir faydası var. Boşuna kandırma kendini!" diyen Kenan, resmen tetiğe bas dercesine Şahin'e iyice yöneldi. Şahin'in parmağı tetiğe giderken Kaytan, gözlerinin önüne Mahir gelmiş gibi yutkundu ve nemli bakışlarını Kenan'ın suratında gezdirdi.

"Daha kaç can alacaksınız lan? Bitmedi mi bu kavga, yetmedi mi dökülen kanlar? Daha ne istiyorsunuz lan?"

Artık sesi, resmen bağırma olarak çıkıyordu Kenan'ın; bir adım attı Şahin'e doğru, her an patlayacakmış gibi hazırda duran namlulara aldırış etmeden bir adım daha atarak:

"Dil dediniz, diliniz serbest oldu; artık dilinizi, her yerde konuşabiliyorsunuz! Kültür dediniz, kültürünüz zaten bizim kültürümüz ve farkımız yok! Anadilde eğitim dediniz, okullarda verilmeye başlandı. Daha neyin peşindesiniz lan?" diye çıkıştı. Şahin, parmağı tetiğin üstünde:

"Özerk bir devlet, kendimize ait topraklar ve kendimize ait bir din... Bunları vermediniz!" deyince arkadan Kaytan'ın gür sesi duyuldu.

"Özerk devlet diyorsun da, kimin devleti olacak bu? Amerika'nın mı, Almanya'nın mı, Rusya'nın mı? Kimin? Kendimize ait topraklar diyorsun da Şahin Ağa, o toprakların sizin mi yoksa sizi kullanan devletlerin mi olacak? Kendimize ait din derken, Yezidilik ve Zerdüştlük mü istiyorsun? İlk ikisi asla olmaz da, kim neye inanıyorsa, inancında özgürdür Şahin Ağa! Bana safsata konuşma!"

İyice köşeye sıkışmıştı, nasıl sıyrılacağını hesap ederken Kenan'ın ona doğru bir adım daha atışı, yutkunmasına neden oldu. Tetiğe basmamak için kendisini zor tutuyordu Şahin, Nazım'ın ortada olmayışı canını sıkmıştı ve resmen satılmıştı. Kenan'ın attığı bir adım daha, onu iyice zora sokunca Şahin, öfkeyle burnundan soludu. Tam tetiğe basacakken sırtına saplanan mermi ve kulaklarına çarpan silah sesi, onu yerinde mıh gibi çakmıştı. Kürşat'ın da irkilerek iri gözlerini ona çevirmesi, duyulan bir silah sesi daha ve gördüklerinin birer karartıya dönmesi, Şahin'e saplanan kurşunların etkisiydi. Kaytan, hiç düşünmeden tetiğe basmıştı. Yanındaki polis de Kürşat'ı hedef almış ve Gaye'yle Canan'ın korkarak birbirlerine sokulup sıçraması arasında Şahin ve Kürşat, silahlarının tetiklerine basacak takatleri bile kalamadan yere düşmüştü. Kenan, yerinde dimdik bir şekilde dururken Şahin ve Kürşat, yere yüzükoyun uzanmış kalmıştı.

"Sizin de ifadenizi almamız lazım!" diyen Kaytan, Kenan'ın:

"Anlaşıldı!" demesiyle, geriye çekildi. Kenan, yanında duran Gaye'ye dönerek:

"Sen misafirimizi al, eve git Gaye! Ben bir ifade verip geleceğim!" dedi. Gaye, derin bir nefes aldı. Göz ucuyla olay yeri ekiplerine, onların çalışmalarına ve yerdeki üstü örtülü cesetlere bakıp:

"Ama sensiz olmaz ki! Ya yolda bize pusu falan kurmuşlarsa?" deyince Kenan, hafifçe başını sallayarak:

"Bir polis aracı da sizinle gelecek, merak etme!" dedi.

"Sen de kendine dikkat et Kenan! Az kalsın vuruluyordun ya, inanamıyorum! Resmen namlunun ucundaydın!"

"Ben çok namlu gördüm Gaye, ucu ardı kan kokan; beni vurmak isteyen çok teröristin hevesini kursağında bıraktım, onlara acıyorum Gaye, beni vuramadan öldüler."

"Dalga geçme ya!" diyen Gaye, ansızın Kenan'a sarıldı. Kenan, beklenmedik bu sarılmayla irkilirken araçta, onları izlemekte olan Canan, acımsı bir şekilde tebessüm etti. Sadece Canan bakmıyordu onlara, Musa da bir araçta oturmuş ve onları izliyordu. Suratında bir tebessüm vardı, hep görmek istediği manzaraya tanık oluyordu ve yeğeniyle Kenan'ın birbirlerine bu kadar çok yakışması, onun resmen hoşuna gitmişti.

"Herkes bize bakıyor, ne yapıyorsun ya?" diyerek Gaye'nin iki omzundan tutarak nazikçe kendinden ayıran Kenan, Gaye'nin gözlerinin içine bakarak:

"Ben de seni seviyorum ama böyle çılgınlıklar yapmıyorum!" deyince Gaye, gözlerinin içi gülercesine:

"Ben seni çılgın seviyorum!" der demez Kenan, göz kırparak:

"İspat isterim!" dedi ama demez olaydı. Aniden Gaye, Kenan'a sokuldu ve dudaklarına sert bir öpücük kondurdu. Hem de kendi dudaklarını onun dudaklarına mıh edercesine sert bir şekilde yapışık tutarak sımsıkı sarıldı. Musa'nın iri gözleri, sırıtan Kaytan'a kaydığında öfkesi burnundan solunum olarak fırladı. Canan, utancından alt dudağını ısırıp bakışlarını onlardan alırken Kenan, zor bela Gaye'yi kendinden ayırdı.

"Delirdin mi kızım, ne yapıyorsun?"

Gülümseyen Gaye,

"Al sana ispat!" deyince Kenan, arabayı işaret ederek:

"Git eve!" diye çıkıştı. Gaye, nispet ederek arabaya doğru yürürken Kenan, bir eliyle dudaklarını sanki temizler gibi ovalayıp etrafına bakındı.

Araca binen Gaye, yanakları allaşmış ve gördükleriyle afallamış bir Canan görünce gülümsedi.

"Nişanlım olur kendisi!" deyince sanki yaptığına bulduğu kılıf işe yararmış gibi nispet yaptı. Canan, şakağını kaşıyarak:

"Tebrik ederim de, bunu herkese böyle ilan etmeniz bir değişik oldu!" dedi. Kontağı çalıştıran Gaye, içinden:

"Özellikle sana ilan etmek istedim!" diye geçirdikten sonra:

"Biz böyleyiz işte, biraz değişiğiz!" dedi. Canan bir şey demezken Gaye, yavaşça aracı hareket ettirdi.

"Hayırlısıyla düğün ne zaman?" diye soran Kaytan, Kenan'ın omzuna hafifçe vururken Musa, dişlerinin arasından:

"Ne yaptığını sanıyorsun lan sen?" diyerek tısladı. Kaytan gülümserken Kenan, derin bir nefes alıp:

"Ben bir şey yapmadım reis, Gaye yaptı!" dedi.

"Ama iyi yaptı ha!" diyen Kaytan, Musa'nın:

"Kes lan!" demesiyle irkildi ve geriye çekildi. Sonra da Kenan'a dönerek:

"Ne o şovlar falan yapıyorsun? Herif sana sıkacaktı lan, bildiğin delecekti seni! Ama sen, vay efendim Kürt meselesini buraya yığdın!" dedi.

"Kürt meselesi yok reis, bunlar hepsi palavra!" diyen Kaytan, katı bakışları kendisine çevirince elini kaldırıp sanki teslim olmuş gibi tekrar geri çekildi. Musa, derin bir nefes alarak:

"Nazım'ın tek güvendiği dağ da yıkıldı. Artık paçası tutuşacaktır. Kendisine sığınacak liman arayacak ve..." dedi ama Kenan,

"Ve Hamdi'nin kucağına oturacak!" diyerek onun sözünü kesince, onaylar gibi başını salladı.

"İşte burada devreye sen giriyorsun! Biliyorsun ki Nazım seni gördü. Biliyor. Eğer Hamdi'nin yanında seni görürse, operasyon yerle bir olur. Onun için daha dikkatli olman lazım!"

"Anladım reis, anladım!" diyen Kenan, ellerini ceplerine yerleştirirken Musa'nın:

"Bok anladın! Bir daha da kızı herkesin içinde öpeyim deme!" diye çıkışmasıyla irkildi ve tekrar ellerini çıkardı. Kaytan'ın kıkırdayarak gülmesi, Kenan'ın da yüzünü gülümsetmişti. Ama Musa kızar diye Kenan, zor bela kendini tutuyordu.

***

Akşamın karanlığında İstanbul, bir başka renge bürünmüş gibiydi; hele de üstüne Nazım'ın öfkesi, kini ve intikam hırsı da eklenince, renginde acayip tonlar baş göstermişti. Şahin'i bıraktığına üzülmüş, pişman olmuş ama elinden bir şey gelmediği için de köşesine çekilerek yine kendisini viskiye vermişti. Sapanca'nın tenha bir mahallesine, köhne bir caddesinin izbe bir sokağına atmıştı kendisini ve yine burada, eskiden hücre evi olarak kullanılan bir meskene sığınmıştı. Şehir yapılanması kurayım derken tepetaklak olmuş; devrime yazılan nazımlar namıyla ün salayım derken, kendisine ağıtlar ve zılgıtlar çekilmişti. Ama yılmayacaktı, er geç bu yapıyı kuracak ve inandığı dava uğruna savaşacaktı. Ama öyle, ama böyle...

"Başkan!" diyen adamına, durgun bakışlarını dikti ve sarhoş kokan sesiyle:

"Söyle!" diye tısladı. Adamı, sanki kendi suçluymuş gibi mahcup bir tavra bürününce Nazım, dibinde birkaç damla viski kalan bardağını tepesine dikerek adamının konuşması için elini salladı. Yutkunan adamı, zor bela lafa girdi.

"Şahin Ağa ve Kürşat Heval ölmüştür."

Beklediği bir haberdi, sağ koyacak değillerdi ya, elbet kafalarına sıkıp bir köşeye atacaklardı ve beklediği de olmuştu. Şahin Ağa'nın direneceğini biliyordu, yakalanmayacaktı ve Kürşat'la birlikte savaşacaktı; savaşarak can vermek, onların davasında büyük bir kahramanlık vesilesiydi. Çık dercesine adamına elini sallaması, yalnız kalmak istediğinin göstergesiydi. Adamı çıkarken Nazım, şişeden bir bardak daha doldurdu. Bu gece sabaha dek içecekti, yaslıydı; önce adamı Reşat'ı kaybetmiş, Çekiç de gitmiş ve şimdi de Şahin'le Kürşat'ın da gitmesi, onu iyice yalnız ve kimsesiz bırakmıştı. Ama çaresiz değildi, asla kendisini çaresiz hissetmemişti bugüne kadar ve bugünden sonra da çaresiz olmayacaktı. Mutlaka bir çıkış yolu bulacak, bir gedik açacak ve oradan ışığa ulaşacaktı. Bardaktan koca bir yudum alırken gözlerinin parlaması, aklına bir şeylerin geldiğine işaretti. Hemen telefonuna uzandı, diğer koltuktaki telefonu alırken derin bir iç çekti. Birkaç yeri parmakladıktan sonra telefonu kulağına dayadı. Duyulan yorgun ses, kulaklarını tırmalayan narin nida, tebessüm etmesine neden olmuştu.

"Dildarım!" diye seslenince bir duraksama meydana gelmişti. Sonra bir derin nefes alış ve ardından aynı ses, bu sefer de hesap sormak için kulaklarını çınlatmıştı.

"Sen nerdesin ya kaç gün? Beni öyle bıraktın!"

"Haklısın ama işlerim vardı."

"Ne işi ya? Ya bana bahaneler üretme, ben senden gelen fısıltıya bile açken sen, sükutunla beni kahretmeye bayılıyorsun!"

"Telefonda denilmeyecek kadar mühim işlerim vardı güzelim!"

"Ben senin güzelinsem, bana bir güzellik daha yap!"

"Ne yapayım?"

"Beni senden mahrum etme!"

Bu sefer de Nazım derin bir nefes aldı. Girdiği çıkmazı anlatsa, düştüğü çukuru söylese, belki de Dildar tez biterdi yanında ama öyle yapmaz, yapamazdı.

"Güzelim bak, kavgamı biliyorsun, telaşıma şahitsin! Mecburen bir nebze uzak durmak zorundaydım! Ama şimdi sana ihtiyacım var."

İnilti gibi bir ses gelmişti Dildar'dan.

"Benim de sana..."

"İki çocuk göndereceğim sizin oraya, onlar seni bana getirecek!"

"Pekâla, bekliyorum!"

Biraz bekledi Nazım, ne diyeceğini bilemedi ve telefonu kapattı.

***

Şişli/Payidar'ın Malikânesi...

Elindeki dosyayı Rıfat'a uzatan Payidar, sırtını koltuğa yaslayıp ellerini de göğsünde bağlayarak karşısındaki koltukta oturan adamının jest ve mimiklerine yoklama çekti. Rıfat, dosyadaki fotoğraflara bakarken Payidar, açıklama yapma hissiyatı duydu.

"İlk sırada, Bebek'in Bebeği diye nam salmış güzeller güzeli Maksude var. Asıl ismi Reyhan Bilir, Adana doğumlu ve yıllardır bu işte maharet sahibi Rıfat! Onunla bir görüş! Eğer evlerimizden birini kabul ederse, pazarda yeni yüzümüz o olabilir."

Rıfat; kumral tenli, açık ela gözlü ve dolgun dudaklı ve kalem gibi kaşlara sahip kadından gözlerini alamadan:

"Kabul eder mi sizce?" diye sordu.

"Eder diye düşünüyorum! Çünkü çalıştığı yer, küçük ve ona az gelen bir yer Rıfat! Bizim ünümüz de malum!"

"Burada üç kadın var efendim!"

"Ortadaki sırada, henüz bu işlere yeni girmiş ve daha tutunacak bir dal bulamamış körpe bir kız, Aysima Çalı da bizimle olursa, yüzümüze renk gelir Rıfat!"

"Efendim, biz çömezlerle çalışmıyorduk, neden bu kadını seçtiniz ki?"

"Bazen sıfırı on etmek, büyük başarıların habercisi olur Rıfat!"

"Anladım efendim!"

"Son sırada da, bir Rus kadın var."

"Rus mu? Efendim bu sakıncalı olmaz mı? Hamdi Bey'in Ruslarla olan münasebeti malum, bu kadını seçmekle okları kendimize çevirmiş olamaz mıyız?"

"Sen yap dediğimi! Hamdi, bunu mazur görecektir. Daria, bizim ışığımız olacaktır."

"Peki efendim! Hemen gerekli irtibatı sağlıyorum!"

"Ben de aynı dosyadan bir tane alıp Hamdi'ye gidiyorum!"

İkisi ayağa kalkarken kapının ansızın açılması ve Simay'ın içeri girmesi, Rıfat'ta bir duraksama yaşatırken Payidar,

"Gel kızım!" diyerek tekrar koltuğuna oturdu. Her ne kadar ona kızım dediğinde içi cız etse de, bununla yaşamayı öğrenecekti. Mutlaka zamanı geldiğinde, ona her şeyi anlatacak ve onun bir tercih yapmasını isteyecekti. Simay, bir koltuğa otururken Rıfat'ın çıkarak kapıyı çekmesi, Payidar'ın lafa girmesini sağladı.

"İyi misin kızım?"

"Değilim baba! Bugün imza gününden neler oldu neler?"

"Haberim var kızım!"

Duraksadı Simay, babası her şeyi biliyordu ve onun için endişe mi etmemişti yoksa gizliden takip falan ettirdiği için mi böyle rahattı, kestiremedi. Yerinde doğrulup bunları ona sordu.

"Hayır kızım, seni takip falan ettirmedim ama endişe ettim, hem de çok endişelendim! Lakin sana güvendim kızım!"

Birden pat diye söyledi.

"Yanımızda Cem de vardı."

Tokat yemişçesine irkilen Payidar, gözleri kısılmış bir şekilde kızının suratını incelerken Simay, Cem'in Dildar'ın koruması olduğunu ve Dildar'la nasıl tanıştığını anlattıktan sonra:

"Kız için endişeleniyorum!" dedi. Payidar, derin bir nefes alarak:

"Bu Dildar'la Cem ne alaka?" diye sordu.

"Bilmiyorum! Ben de aralarındaki bağı çözmeye çalıştıkça, bir türlü başarılı olamıyorum. Bir şekilde orada işe alınmış işte!"

"Sen gene de uzak dur ondan!"

"Çocuk değilim baba!"

"Ama karşındaki, çocuk gibi masum biri değil kızım!"

"Merak etme, yanımda Dildar var. Dildar olduğu müddetçe, bu Cem bana fenalık falan edemez! Çok pişman da olmuş, sen ona bir şans verdin ya, belki ondan aklı başına gelmiştir."

"Sanmıyorum ama haydi öyle olsun!"

"Öyle olsun baba! Bir şey soracağım ama kızma!" diyen Simay, babasının tepkisini ölçmeye aldı. Payidar, kızının ne soracağını kendi içinde muhasebe ederek:

"Buyur!" dedi.

"Feray'la aranızdaki yakınlaşma, gözümden kaçmadı değil baba! Tamam, belki ona bir baba gibi yaklaşıyorsun ama yanlış anlamalara mahal verme derim!"

Bir gözünü kısan Payidar, geçen akşamki olayı anımsayınca başını salladı. Sonra da tebessüm etti.

"Merak etme kızım, onun senden farkı yok benim nazarımda!"

Başını salladı Simay.

"Güzel!"

***

Arnavutköy/Yazgan Site...

Çantası kolunda, hafif bir makyaj yapmış ve üstünde şık bir elbiseyle merdivenlerden inmekte olan Dildar, salonda oturmakta olan annesine çaktırmadan kapıya yönelmek istedi ama mutfaktan çıkmakta olan Cem, onun hayallerini suya düşürdü.

"Nereye Dildar Hanım?"

Nazan bunu duyunca, oturduğu yerden ayağa kalkarak kızına yöneldi. Giydiği kırmızı elbisenin bacak kısımları biraz yırtmaçlı, kar beyazı bacaklarının ışıkta parlamasıyla dikkatler otomatik onda toplanıyor ve hafif yaka kısmı geniş elbiseden ay gibi parlayan gerdanını gözlere meze ediyordu. Üstünde her ne kadar siyah bir bluz da olsa Dildar, hele de yaptığı makyajla bakışları kendisine davet edercesine bir imaja sahip olmuştu. Bir ton inciri berbat ettin dercesine Cem'e olan bakışları, dönerek annesine kaydı ve suratına sahte bir tebessüm yerleşti.

"Vildan'ın doğum günü partisi var anne! Beni de çağırdı, gerçi sabah mesaj atmıştı ama unutmuşum! Malum, bugün aksiyonlu şeyler yaşadım. Biraz stres atmak istiyorum!"

Nazan, tebessüm ederek:

"Olur, Cem de gelsin, beraber gidin! Hem senin koruman o!" deyince Dildar, kavislenen kaşlarını Cem'e dikti.

"Anne gelmesin bu!"

Cem, araya girdi.

"Gelmem lazım ama! Sizi yalnız bırakamam! Hele de bu halde..."

Birden ne dediğini fark eden Cem, Nazan'ın kısık gözlerine bakarak:

"Yani korumasız olmaz efendim!" diye düzeltti. Dildar göz devirirken Nazan, Cem'e hak verdiğini:

"Gelsin kızım!" diyerek belirtti. Dildar'ın öfkeyle burnundan soluması, Cem'i şaşırtmıştı. Hızla kapıya yönelen Dildar, peşinden gelen Cem'den nasıl kurtulacağını ve onu nasıl atlatacağını düşünüyordu. Dışarı çıktıklarında, birden Cem'e dönerek:

"Kararını değiştir bence!" der demez Cem, gözlerini kısarak:

"Neden?" diye sordu. Ona sokuldu Dildar, gözlerini onun gözlerinden ayırmadan tehditkâr bir endamla fısıldadı.

"Eğer benimle gelmekte ısrar edersen, anneme beni öptüğünü söylerim. Hatta zorla öptü, elinden zor kurtuldum derim. Seçim senin!"

Yutkundu Cem, ne diyeceğini bilemedi ve derin bir nefes alarak arkasına dönüp baktı. Nazan'ın hâlâ salonda olması, işini zorlaştırmıştı. Mecburen kabul edecekti. Abla dediği Nazan'la arası bozulsun istemezdi. Tekrar Dildar'a dönerek:

"Kabul ediyorum! Ama burada görünmemem gerek, ben dışarıda bir yerlere takılırım, sen de arkadaşına gidersin!" deyince Dildar, tebessüm ederek:

"Güzel, anlaştık!" dedi ve arabasına doğru yürüdü. Cem de arabaya yaklaştı. Dildar, şoför mahalline otururken Cem, onun yanındaki koltuğa kuruldu. Şaşırdı Dildar, sorar gibi gözlerini Cem'e dikerken Cem,

"Birlikte çıkmalıyız ki, ayrılacağımız anlaşılmasın!" deyince Dildar, hafifçe başını salladı.

***

Kavacık...

Bingazi, Tuğra'nın karşısında dimdik ayakta durmuştu. Sessizlik, Tuğra'nın oturduğu koltuğa yaslanmış gibiydi. Boğucu bir ortam, haddinden fazla sessiz bir atmosferin içinde duyulan tek ses, alınıp verilen nefeslerden yükseliyordu. Tayfun'un gönderdiği dosyayı incelemekte olan Tuğra, Kenan'ın üzerine parmağını basmış, bir aşağı bir yukarı götürüp getirirken aklındaki sorular, beynini mıncıklayıp duruyordu. En sonunda, bakışlarını adamına çevirdi ve sorularından birini, diline havale etti.

"Kim bu Kenan Karabey?"

"Eski bir özel harekâtçı efendim! Yıllar önce uyuşturucudan görevden azledilmiş, bir müddet hapiste yatmış ve orada da, namlı bir kabadayıyı bıçaklamış. Şu an Hamdi'nin yanında, hem koruması olarak hem de damadı olarak kendisinin yanında duruyor efendim!"

"Yani Kenan'la Gaye, mercimeği fırına vermiş, öyle mi?"

"Galiba öyle efendim!"

"Kenan, devletin bir maşası olmasın sakın?"

"Ben gerekli araştırmayı yaptım efendim! Devletle olan bağı, özel harekât dışında yok gibi!"

"Gibi... Bu gibi, mide bulandırır Bingazi! Gibiden kurtulalım!"

"Anlaşıldı efendim!"

Tuğra, tekrar Kenan'ın fotoğrafına baktı, parmağını biraz üstünde gezdirdikten sonra bu sefer de Gaye'ye çevirdi bakışlarını ve acımsı bir şekilde tebessüm etti.

***

"Tekrar geçmiş olsun, umarım iyisiniz, toparlandınız mı?" diye soran Hamdi, Canan'ın ürkek bakışlarında gezdirdi gözlerini; buraya getirilmesi, Canan'ı daha da tedirgin etmişti, Kenan'ın burada olması nedense ona güven veriyordu ve karşısındaki koltukta oturan Kenan'a dönerek cevabını Hamdi'ye sundu.

"Damadınız sağ olsun, beni koruyup kolladı Hamdi Bey!"

Gülümsedi Hamdi, Kenan'a bakarak:

"Sağ olsun!" diye fısıldadı. Gaye, her nedense Canan'a nispet eder gibi Kenan'ın dibinde oturmuş ve babasını umursamadan koluna girmişti. Kenan, her ne kadar kolundan çıkmak istese de Gaye, onu sımsıkı tutarak çıkmasını engelliyordu. Göz deviren Kenan, fısıldar gibi:

"Bırakır mısın Gaye?" deyince Gaye, bir gözü Canan'ın üstünde:

"Şikayet etme be!" diye tısladı. Canan bunları duyuyor, içten içe eğlense de duruma uygun düşmez diye istifini bozmuyordu. Hamdi, onların didişmesine alışmıştı ama misafirin yanında didişmeleri, hiç hoş olmaz düşüncesiyle kaşlarını çatarak ikisine baktı. Kenan toparlanırken Gaye, bu kaş çatmayı hale almadı ve Kenan'a daha da sokuldu. Başını sallayan Kenan, sevimli bir şekilde gülümseyerek:

"Baban bizi oyacak Gaye, bilgin olsun!" dedi. Gaye de fısıldayarak:

"Kabak mıyız biz?" deyince Kenan, sönen bir ampulün sönmesi gibi gülüşü sönerek Gaye'ye baktı ve diğer eliyle alnını ovaladı.

***

Cem'i bir yerde indirip hızla Nazım'a varmak için adeta deli gibi kullanıyordu arabayı; ne çok özlemişti onu, adeta burnunda tütüyordu ve bir an önce ona kavuşup hasretini gidermek istiyordu. Bir şekilde evden çıkmadan Nazım'ı aramış ve adamını geri çekmesini istemişti. Bir yer belirleyip adamla orada buluşacak ve oradan da Nazım'a gidecekti. İşte kararlaştırdıkları yere yaklaştıkça içindeki heyecan, kat be kat artıyordu. Aracı durdurduğunda, adamın sorgulayan bakışlarıyla karşılaştı.

"Binsene haydi!" deyince adamın kaşları kavislendi.

"Sen o musun?"

"Sensin o! Bu davranışını başkana söylerim bak!"

Adam tırsarak araca binerken Dildar, dikiz aynasından makyajını ve kendini kontrol etti. Hızla gaza bastığında, adamın sarsılmasına dudak ucuyla gülümsemekten kendini alamadı.

Bu kızın ne işler çevirdiğini öğrenecekti Cem, indirildiği yere yakın bir kiralık araç dükkanı olması, şansının ne kadar büyük olduğunu kanıtlıyordu. Hep kendini şanslı hissederdi zaten ve şimdi de öyleydi. Kiraladığı araçla Dildar'ın peşine düşmüş, aracın yabancı olmasından dolayı bazen iyice yakınlaşıyor, bazen arayı açıyor bazen de mesafeli duruyordu. Bir adamı aldığını görmüş, aracı deli gibi kullandığına şahit olmuştu. O mesafeli bir şekilde peşinden ilerlerken aklı, bu kızın ne yaptıklarıyla meşguldü.

***

Kenan'la Hamdi, nihayet odada yalnız kaldıklarında Hamdi, önce Viranşehir'deki işlerden bahsetti; gerekli hazırlıkların tamamlandığını, temel atmak için birkaç gün sonra oraya gitmesi gerektiğini ve yanında Kenan'ın da gideceğini söyledikten sonra:

"Bu yazar işi ne iş?" diye sordu. Kenan, derin bir nefes alarak:

"Yardımcı olmak zorunda kaldım Pars! Suikasta uğrayacaktı, engel oldum. İki defa hem de... Polisler de teröristleri kıskıvrak alana dek yanımızda kalsın deyince, hayır diyemedim işte! Zaten kızınızın ısrarları üzerine buraya getirdim. Kızınız, aşırı derecede hayranı çıktı Pars!" deyince Hamdi, sırtını koltuğa yaslayıp başını salladı.

"Başımızı ağrıtmasa iyi!"

"Neden Pars?"

"Örgüt, kadına yardım ettiğimizi anlarsa, kapımızı tekmeleyebilir."

"Kapımızı tekmeleyen itin kuyruğunu koparmak, boynumuzun borcu olur Pars!"

"İşte öyle bir şey yapamayız Kenan! Bazı stratejiler, bizi bunları yapmaktan alıkoyar."

"Nasıl yani? Bizim örgütle herhangi bir bağımız var mı?"

"Net olmasa da, var Kenan!"

Kenan'ın dişlerini sıkması, çenesinin titremesinden belli oluyordu. Bir öfke kasırgası, birden onu çepeçevre kuşatırken istifini bozmadan onu izleyen Hamdi, Kenan'ın ağzından neler dökülecek ve ne diyecek diye merak içerisinde bekliyordu. Derin bir nefes alan Kenan, şakağını ovdu, çenesini sıvazladı ve tekrar derin bir nefesle:

"Yani diyorsunuz ki örgüt, göz önünde değil de, perde arkasında yanımızda duruyor, öyle mi Pars?" diye sordu. Öyle dercesine kafasını hafifçe eğen Hamdi, Kenan'ın aniden:

"Bu ne rezalet?" diyerek çıkışmasını hiç beklemiyordu. Devam etti Kenan, hem de ses tonu en yüksek yerden çıkıyordu.

"Ben bunu kabul edemem Pars! Ne göz önünde ne de perde arkasında, yanımızda örgüt istemiyorum. Eğer görür, duyar ve rast gelirsem, hiç düşünmem, emin olun hiç düşünmem, hayatım pahasına olsa da gerekeni yaparım."

Hamdi, durgun bir şekilde sorusunu postaladı.

"Ne yaparsın Kenan?"

"Gerekeni..." diyen Kenan, yavaşça ayağa kalktığında, Hamdi de ayağa kalkıyordu.

"Gereken ne?"

"Gereken neyse..."

"Bu işler böyle Kenan! Bu işlerde herkes dost, herkes düşman; bunu ayırt edemez, ettiğinde de bazen gereğini yerine getiremezsin!"

"İçinde zerre vatan sevgisi olan, şehitlerine hürmet duyan ve onların bize bıraktığı mirasa sahip çıkan biri, işi her ne olursa olsun, bu çakallarla aynı karede poz veremez Pars! Verse vatan haini olur."

Hamdi, suratına şamar yemiş gibi irkildi. Yutkundu, ne diyordu Kenan ve dili ne söylüyordu. Ona vatan haini mi demişti? Fısıldayarak:

"Ne diyorsun lan sen?" diye sorunca Kenan, yumruklarını sıkmış bir şekilde:

"Ben diyeceğimi dedim Pars!" der demez Hamdi, birden hışımla ona yöneldi. Kenan, dibinde duran adamın onun yakasına yapışmasına aldırmadan gözlerini onun gözlerine dikti. Hamdi, öfkeyle burnundan solurken:

"Bana vatan haini mi diyorsun lan?" diye sordu.

"Size vatan haini demedim Pars; vatan hainleriyle aynı karede poz verme dedim!"

Yakayı tutan eller gevşerken Kenan, gözlerini ondan almadan devam etti.

"Stratejilerinizi tekrar gözden geçirin!"

Hamdi, Kenan'ın yakasını bırakarak:

"Her şeyi gözden geçireceğim Kenan, seni bile!" deyince Kenan, bir şey demeden öylece Hamdi'nin suratını inceledi.

***

Sapanca...

Dildar'ın kullandığı arabanın bir evin önünde durması, Cem'i şaşkına çevirmişti. O da kendi arabasını tenhaya çekerek Dildar'ı izlemeye alırken Dildar ve yanındaki adam, araçtan inerek eve doğru ilerlemeye başladı.

"Ne işi var bu kızın burada?" diye fısıldayan Cem, meseleyi anlamak istercesine eve girmekte olan Dildar'ı izliyordu.

Nazım'a uzun uzadıya sarılan Dildar, adeta kopmak istemezcesine onu sımsıkı sararken Nazım, gözleri nemli bir şekilde kapıya bakarak kıza ayak uyduruyordu.

"Seni çok özledim!"

"Ben de seni..." diye sayıklayan Nazım, alkol kokusunu kızın ensesine üflerken Dildar, yutkunduktan sonra:

"Neden arayıp sormadın hiç?" diye sordu.

"İşler..."

Ayrıldı Nazım'dan, gözlerinin içine bakarken acımsı bir tebessüm yolladı.

"İçtin mi sen?"

Onaylar bir baş sallama gelince Nazım'dan, daha da gülümsedi Dildar ve ona iyice sokularak bir eliyle sakalını okşadı ve diğer eliyle de onun elini sımsıkı tutarak:

"Viski... Bir bana aşıksın bir de viskiye!" dedi. Sarhoş bakan gözlerden bir gülüş peyda oldu.

"İkiniz de beni sarhoş ediyorsunuz!"

Tekrar sarıldı Nazım'a, ona adeta kenetlenircesine sımsıkı sararken kapının çalması, hayra alamet değil gibiydi. İkisi birbirinden ayrılırken içeri giren adam,

"Başkanım, biri dolanır evin etrafında!" deyince Nazım, gözlerini Dildar'a çevirdi.

"Takip edilmişsin, aklın nerde senin?"

"Sende aklım, fikrim de sende!" diye sayıkladı Dildar, Cem olduğunu tahmin edebiliyordu. Eğer Cem yakalanırsa, annesinden çekeceği vardı. Durumu Nazım'a anlatmalıydı.

"Cem o! Benim korumam, beni takip etmiş olmalı! Annemi atlatalım diye beraber çıktık, bir yerde beni bekleyecekti ama sanırım takip etmiş! Eğer ona bir şey olursa, annem beni yaşatmaz, çok seviyor onu!"

Derin bir nefes aldı Nazım, adamına bakıp çık dercesine işaret verince Dildar, rahat bir nefes almak için gözlerini yumdu. Ama Nazım'ın sesi, onun gözlerini tekrar açtı.

"Senden bir isteğim olacak!"

"Söyle! Emret öleyim, yoluna kul olmuşum zaten!" diyen Dildar, Nazım'ın elini izledi ve o el, gelip onun yanağında gezindi.

"Para lazım, eylem koymak için para lazım!"

Dildar, gözlerini kısarak onun suratını incelerken Nazım, bir koltuğa çökerek devam etti.

"Ama senden para isteyemem! Baban, yılların silah satıcısı! Mühimmat vardır mutlaka onda! İstesem, vermez bana biliyorum! Bana yardım et!"

Yutkundu Dildar, konu baya tehlikeliydi; babasının ünlü bir silah tüccarı, bir silah kaçakçısı olması, Nazım için büyük bir avantajdı ama babası, asla örgüte silah vermezdi. Prensip meselesi değil, vatan meselesi diyerek örgütten uzak dururdu ama gel gör ki kızı, örgütün en kıdemli üyelerinden biri olmuştu. İşte bunu başaramamıştı Mestan Yazgan; kızını onlardan koparamamış, her ne yaptıysa kızı, örgüt demiş devrim demiş, bu yollara düşmüştü. Şimdi de Nazım, mühimmat arıyordu. Mutlaka çetin bir eylem peşindeydi. Onun için silah lazımdı ve aklına da Mestan gelmişti. Saçlarını kulaklarının arasına yerleştiren Dildar, ne yapacağını düşünürken Nazım, gözleri onda:

"Bir şekilde mühimmat bulmak lazım! Bana yardım etmelisin Dildar!" deyince Dildar, derin bir nefes çekerek:

"Ederim etmesine de, babamın deposunun yerini bilmiyorum! Kemik var, o mutlaka bilir ama!" dedi.

"Beni etle kemikle uğraştırma gülüm!"

"Dur ya, bu sabah konuşurlarken duydum! Yeni parti mal gelecekmiş ve Kemik, onları Şile'deki depoya yerleştirecekmiş. Şimdi hatırladım!"

Ayağa fırladı Nazım, sevinçli bir şekilde kıza yaklaşıp onu kollarının arasına aldı ve alnına öpücükler kondurup:

"Bir tanesin sen, devrim seni unutmayacak!" dedi. Dildar, başını onun göğsüne yaslarken Nazım, onun çenesini tutup başını yukarı kaldırdı ve bu sefer de dudaklarına sert bir öpücük kondurdu. Dildar, gözlerini yumarak hazza bulanırken Nazım, öptükçe o kendinden geçiyordu. Bir eliyle kızın saçlarını okşarken diğer eliyle kızın belinden tutarak iyice kendine yapıştırmış ve dudaklarını öpücüklere boğmuştu.

Bir türlü eve yaklaşamıyordu; fırsatını kolluyor, bir arkadan bir önden dolanıyor ama bir türlü yanaşamıyordu. Dildar'ın yanındaki adamın tekin olmadığını anlamıştı. Dildar'ın ne işi olur bu tip adamla diye düşünürken evin kapısının açılmasıyla irkildi. Dildar, yanında aynı adamla çıkarken Cem, hızla kendini bir avluya attı. Duvarın hafif yüksek olmasını hesaba katmamıştı. Yüz üstü yere düştüğünde siper olsun diye kullandığı elleri acımış ama Cem, bağırmamak için kendisini zor tutuyordu. Dildar'ın arabası, gelip avlunun hizasından geçerken Cem, her iki elini kontrol ederek ayağa kalktı. Hızla kendi arabasına doğru koşmaya başladı.

Nazım, kulağına dayadığı telefonun açılması için sabırsızca beklerken yüzünde oluşan tebessüm, az önce yaşadıklarının etkisinde olduğu anlamına geliyordu. Duyduğu sesle kendine geldi.

"Alo!"

"Ben Nazım! Senin selefin..."

Hamdi'nin katı sesi, onun yüzünü daha da gülümsetmişti.

"Benim selefim yok, konuşmuştuk hatırlarsan?"

"Doğrudur konuştuk ama belki fikrin..."

"Değişmedi, değişmeyecek de! Elindekileri bana güzellikle vermen, senin yararına olur. Zarar etmek istemezsin, değil mi?"

"Ben de kâr peşindeyim! Eğer makul bir karşılık verirsen, emanetini sana verebilirim!"

"Ne istiyorsun?"

"Babamın bütün her şeyini..."

"Unut onu! Hepsi pay edildi bile, geri toplamak bana zor gelir şimdi! Varsa başka isteğin söyle, yoksa da kapat!"

"Bir milyon Türk lirası istiyorum, muhakkak cömertsindir Hamdi Çeliker!"

"Ben çok cömerdim ama sen namertsin! İstediğini alacaksın!"

"Bir şartım olacak ama!"

"Onu da söyle!"

Gülümsedi Nazım, dudaklarında biriken tebessümle sesini süsledi ve şartını sundu.

"Kurul'un önünde, ben sana emanetini vereceğim, sen de bana paramı!"

Bir sessizlik oldu, Nazım bekledi; Hamdi'nin alıp verdiği nefesinin sesleri, telefonun ahizesinden duyuluyordu ve en sonunda Hamdi, sesini piyasaya sürdü.

"Anlaştık, kabul!"

"Güzel!"

"Ne zaman peki?"

"Benden haber bekle!"

Nazım, telefonu kapatıp bakışlarını önüne dikerken suratındaki tebessüm, giderek solmaya başladı.

"Bekle Hamdi Çeliker bekle! Babamı alan Kurul'u, seni ve herkesi tarihe gömmeye geliyorum!"

***

Balkondaydı Kenan, öfkesi hâlâ dinmemiş, üstüne daha da artmıştı. Resmen sinirden kuduracak gibiydi. Balkon pervazına yaslanmış ve gözlerini geceye dikerek derin nefesler alıp veriyordu. Kapıda duran Canan'ı fark etmeyecek kadar derin düşüncelerde, çetin bir öfkedeydi.

"İçimize attığımız müddetçe, dışımız pas tutar Kenan Bey!"

Duyduğu sesle, mecburen düşüncelerinden sıyrıldı. Yanında durup pervaza yaslanan ve onun gibi gözlerini geceye diken Canan'a bakarak:

"Dışımız toz toprak olmuş Canan Hanım, paslanmak da ne?" deyince Canan, bir kaşını yukarı kaldırıp ona baktı.

"Toz toprak, pastan bin kat iyidir."

Kenan, Canan'ın kahverengi gözlerindeki derin manayla uğraşmak istemezmiş gibi bakışlarını kaçırıp:

"Pastan sonraki toz toprak..." diye fısıldadı. Gülümsedi Canan.

"İnsanlar, topraktan vücuda geldi Kenan Bey; toprak onun özü, onun mayası ve yapıtaşıdır. Toprakta her şey var. Her vitamin mevcut! Hatta soyut şeyler bile var bu toprakta! Acı var, mutluluk var, hüsran ve hicran var. Kısacası hayat var. Pastan sonraki toprak da, önceki toprak da aynıdır bu yüzden. Yaratan, bu toprağa her şeyi ekmiş; her şeyden bir tutam ekmiş ki, tam dengini bulmuş Kenan Bey! Gez dolaş, eğlen dur; sonun gene, baştaki topraktır."

"Topraktan geldik, toprağa gideceğiz yani?"

"Hayır, bu deyim çok yanlış mesela! Allah'tan geldik, yine O'na döneceğiz, doğrusu bu!"

Gülümsedi Kenan, Canan'ın her kelimesi hayat doluydu ve ona bir aşı, merhem gibi gelmişti. Yerinde doğrulurken Canan'ın da doğrulmasıyla aşırı yakın durdular. İşte o sırada Gaye de balkona çıktı ve gördüğü manzara, onu yerinde mıh etti.

"Kenan?" diye sayıklarken Kenan, kendini toparlamaya başladı. Canan da kendini toparlayıp bakışlarını Gaye'ye çevirdiğinde Gaye, yutkunarak önce Kenan'a, sonra da Canan'a bakıp durdu.

⭐⭐⭐

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top