"Senden midir Benden midir?"

Bostancılar'daki toplantı yerinde buzlar çözülmemiş, sinirler yatışmamış ve gerginlik dinmemişti; her ne kadar Hamdi, olaya el atsa da Payidar, içinde biriken öfke, sinir ve gerginlikle yerine oturmuştu. Buna mukabil Mestan, gayet rahat ve morali yerinde bir şekilde sandalyesindeydi. Hamdi vardı aralarında, sağında Payidar, solunda Mestan oturuyordu.

"Silah işi için kullandığım adamım, bana ihanet ederek ölümü hak etmişti. Onu öldürdüm, yenisini bulmak zor değil!" diyen Mestan, Payidar'ın kızgın suratına bakarak duvar gibi kaskatı gözleriyle onu süzdü. Hamdi bir şey demezken Tayfun, şakağını kaşıyarak:

"Benim işlere de bir haller olmuş Pars!" diye lafa girdi. Hamdi ona bakınca, lafına devam etti.

"Narkotik, bize nefes aldırmıyor. Dışarıdan mal alamıyoruz, içerideki malı satamıyoruz, depolarda yığınla mal var. Bir enselenirsek, battığımızın resmidir. Eldeki malı okutmalı, meblağ halinde sehem için tedarik etmeliyiz!"

"Doğru diyorsun Tayfun, bir hal çare bulmak lazım! Aklında var mı bir şey?" diye soran Hamdi, daha geçen gün boğazına takılan iple az kalsın nalları dikecek olan Tayfun'un suratına hiçbir şey olmamış gibi baktı.

"Kıllı Tores var. Bu işlerin adamıdır, bilirsin!"

Başını salladı Hamdi.

"Her tarafı kıl yumağı olan bu adam, işimize yarar gibi! Sen ne dersin Jargon, aranız düzeldi mi bu yürüyen kıl tüyle?"

Jargon sırıttı.

"Dede yadigarı kılıcım paslanmıştı Pars!"

"Kınından çıkmasın şimdilik!" diyen Hamdi, göz kırpınca Jargon, tebessüm ederek başını salladı. Kelpeten'in ağzında var olan ama ne olduğu bilinmeyen şey, onun dudaklarını hareketlendirmişti. Hamdi, onun da bir lafının olduğunu anladığı için sordu.

"Ağzındaki baklaya eziyet etme Kelpeten, söyle ne söyleyeceksen!"

"Kıllı Tores, zamanında Rusların adamıydı. Onların tenekesini kendine bağlar, sokaklarında zil zurna oynardı. Eğer şimdi onunla iş yaparsak, Ruslara yeşil ışık yakmış olursun Pars! Bunu hatırlatmak, benim görevim!"

Başını salladı Hamdi, ona hak vermişti.

"Doğru dersin! Beyler, size bir izahatta bulunmak istiyorum! Dün sabah vakti, Yediler'den biriyle görüştüm!"

Hamdi'nin lafıyla masadakiler, irkilerek bakıştı. Bahri'yle Samet'in bakışmasına yansıyan Kelpeten, Jargon'un katı bakışları arasında Tayfun'la göz göze geldi. Mestan bir şeyleri anlamaya çalışırken Payidar, onun gibi anlamak istercesine Hamdi'ye bakıyordu. Hamdi, ellerini masaya yerleştirdi.

"İstemihan, beni çağırdı, gittim. Yanımda damadım Kenan vardı."

Olanları bir çırpıda anlatan Hamdi, en son:

"Rusların yeni adamı, atacağımız ekmeğe gıkını çıkarmayan biri olacakmış; ensesine vurup ekmeğini alsak bile, ses seda etmeyecek biriymiş! Tuğra da gitti, Viladimir de gitti! Şu an Kurul, bağımsız bir halde işlerine devam edecek!" deyince Payidar, nihayet sessizliğini bozdu.

"Bu serbestlik iyi değil, fazla serbestlik zarar getirir."

Hamdi, onun neyi ima ettiğini anlamıştı. Yan gözlerle ona bakarak:

"Kurul, kârda da zararda da ortaklık müessesine dayanır Payidar!" deyince yerinde doğruldu Payidar.

"Eldeki malları satabilmek için, serbest piyasaya bakalım! Şu an piyasada gezen fiyatla bizim satacağımız fiyatın karşılaştırmasını yapalım! Kıllı Tores, bizim zor durumumuzdan nemalanacaktır. Bunu göz ardı etmeyelim!"

"Haklısın Payidar, bunu göz ardı etmeyelim ve hatta şöyle bir şey de var. Herkes, kendi alanıyla meşgul olsa, zarar olmaz!" diyen Hamdi, ufaktan nota göndermişti. Payidar, gözleri iri bir şekilde Hamdi'nin suratına bakarken Mestan'ın tebessüm eden yüzünü görmezden gelemedi. Bir elini masaya dayarken gözleri, usulca kayıp Hamdi'yle birleşti.

"Ben sadece fikrimi zikrettim!" diye kısık çıkan sesi, Mestan'ı daha da gülümsetmişti. Hamdi, sanki Mestan'ı görmüş gibi ona dönünce onun sırıtık çehresini yakaladı. Kaşlarını çatarak:

"Burası nispet sahası değil, kendinize gelin!" diye tısladı. Mestan'ın gülüşü soldu, bakışları sertleşti ve Hamdi'nin suratında biraz oyalandıktan sonra önüne döndü.

***

"Baban nerde?" diye soran Kenan, odasından çıkar çıkmaz Gaye'yi salonda bulmuştu. Ayağa kalkıp gülümseyerek kollarını iki yana açan Gaye:

"Toplantıya gitti!" deyince Kenan, ona doğru yürüdü.

"Neden beni uyandırmadınız? Beni niye götürmedi?"

"Çünkü..." diyerek Kenan'ın ceketini düzelten Gaye, ona biraz sokularak:

"...ben öyle istedim!" diye lafını bitirdi ve Kenan'ın dibine girdi.

"Ben öyle istedim de ne demek be?" diyerek Gaye'nin her iki omzundan tutarak onu biraz öteye itti. Kaşlarını çatan Gaye:

"Bugün bana lazımsın!" der demez Kenan, gözlerini kısarak:

"O ne demek ya?" diye sordu.

"Bugün benimsin!"

Başını sallayan Kenan, derin bir nefes alarak Gaye'nin gülümseyen yüzüne baktı. Gaye, gözlerini kırparak Kenan'ın şaşkın suratını inceledi.

***

Bostancılar/Toplantı Yeri...

"Kadın işinde ne durumdayız?" diye soran Hamdi, Payidar'ın bozulmuş yüzüne baktı. Önündeki dosyayı açan Payidar; yeni sermayelerden, yeni binalardan, yeni eğlence merkezlerinden ve otellerden bahsettikten sonra gelmesi muhtemel yeni sermayelere de değindi ve dosyayı kapatıp Hamdi'ye doğru itekledi. Hamdi, dosyayı alıp arkasında duran adamına uzatırken:

"Nakit akışında sıkıntı olursa, gerekli yerlerden transferi sağlarsın Payidar!" dedi. Başını sallayan Payidar, onayı sadece bu hareketiyle vermiş, başka bir şey söylememişti.

"Tayfun'un derdini dinledik, evet Jargon sendeyiz!" diyen Hamdi, sırtını koltuğa yaslayıp kumarhanelerden sorumlu adamına gözlerini çiviledi. Jargon da gelen yeni oyuncaklardan, açtıkları yeni mekanlara ve gizli yerlere değindi. Hasılatın kayıtlı olduğu dosyayı da ayağa kalkıp Hamdi'ye uzattı. Hamdi, onun da dosyasını alarak gülümsedi ve dosyayı, arkasındaki aynı adama verdi.

"Kelpeten?" diye soran Hamdi,

"Bizde işler kesat Pars!" diyen adamın suratına adapte oldu. Kimsenin eskisi gibi haraç vermediğini, güvence laflarının para etmediğini anlatan Kelpeten; sivil polislerin her yerde hazır olduğunu, öyle eskisi gibi at koşturamadıklarını, hangi mekâna gönderdiği adamlarının dayak yemeden o mekândan ayrılmadığını dillendirmiş, eldeki ufak meblağların kayıtlı olduğu dosyayı, yerinden kalkıp Hamdi'ye doğru yürüyerek uzatmıştı.

"Desene işler, harbiden kesat Kelpeten?" diye soran Hamdi, dosyayı adamına uzattı.

"Senin bundan sonraki hamlelerin ne olacak Mestan?" diye sorarak yanındaki adama dönen Hamdi, Mestan'ın aldığı derin nefesin altındaki esrarlı imaları sezmiş olacak ki gözlerini kısarak ona odaklanmıştı.

"Gazi var. Silah işinden iyi anlıyor. Kuzey Irak'taydı, dönüp Diyarbakır'a gitti. Suriye sınırından Irak'a sokularak bize silah tedarik edebilir."

"Bu adama güvenebilir miyiz?"

"Ben güvenirim, siz de bana güvenin, adama güvenme ihtiyacımız olmasın!"

Hamdi, onun verdiği cevaptan hoşlanmış olacak ki gülümsedi. Başını sallayarak:

"Tamam o zaman arkadaşlar, toplantı bitmiştir!" dedi ve ayağa kalktı. Her iki elini masaya dayayıp yavaşça ve birer ikişer ayağa kalkan arkadaşlarına:

"Bizler kardeşiz, kavga da olur, barış da olur. Kin, bu masaya ve masadakilere zarar verir. Kindar olanın aramızda yeri yok, bunu herkes bilsin!" dedikten sonra gözlerini Payidar'a, sonra da Mestan'a çevirerek başını salladı. Derin bir nefes alan Payidar, Hamdi'nin suratına birkaç saniye baktıktan sonra Mestan'a baktı. Mestan'la olan bakışı, Ağrı Dağı'nın tepesindeki buzları bile kıskandıracak derecedeydi.

***

Şişli/Payidar'ın Malikânesi...

Havanın günlük gülistanlık olduğunu fırsat bilen Simay, pikesini de alarak içi boş havuzun başındaki şezlonga oturmuş ve gözlerini boş havuzun çatlak betonlarına kilitlemiş bir şekilde derin düşüncelere yelken açmıştı. Dün olanlar, aklından çıkmak bilmiyordu. Öldü sandığı annesinin yaşadığını öğrenmiş, onun anlattıklarını dinlemiş ve babasının nasıl bir canavar olduğunu öğrenmişti. Ama annesine inanmıyordu. Belki de o babasını kandırmış, aldatmış ve çekip gitmişti. Bunu babasına soramazdı, annesinin dediğine göre babası, onun yaşadığını bilmiyordu. Eğer ona sorarsa yahut onunla bu konu hakkında konuşursa, annesini riske atabilirdi. İki ara bir derede kalmıştı Simay.

Güneşin okşadığı tenindeki soğuk yanı ısınıyor, güneşin pırıltısına kucak açıyor ve onu bir nebze ısıtıyordu. Ama içi soğuktu Simay'ın, dünden beri bumbuz kesilmişti; içindeki güneş sönmüş, fener kaybolmuş ve buzdan bir kalıp peyda olmuştu. Gece yaktığı ateşte ısınmak istemişti, annesine ait her ne varsa yakmak ve seyrine bakmak istemiş ama ruhu daha da donarak onun buzdan kalesine bir kat daha örmüştü.

Acılar ne yüzsüz? Kapıyı çalmadan, izin destur almadan geliyor, yer ediniyor, yer buluyordu. Hayatın mayasında acı vardı, her acı bir hayatın cilvesini fısıldardı. Simay'a düşen acı, yaşadığı pırıltılı hayatın aslında sadece bir tos pembeden ibaret olduğunu göstermişti. Pembesi gidip tozuna toslayan Simay, kir pas içinde olduğunu o an anlamış, idrakine varmış ama iş işten geçmişti. Şimdi kendisine düşen, bu acıdan yepyeni bir Simay ortaya çıkarmaktı. Ya Nazan'ın gölgesinde yeşeren bir Simay olacak, ya Payidar'ın eteğine yapışmış bir Simay olacaktı ama üçüncü bir şık aradı. Ne Nazan olmalı ne de Payidar olmalıydı. Tek başına, dimdik ayakta duran bir Simay var etmek, hiç de zor olmasa gerekti.

Bu düşüncelerden, çalan telefon onu sıyırıp almış ve kendine getirmişti. Ekranda bir numara görünce, meraktan açtı.

"Efendim?"

"Ben Cem, seninle buluşmamız lazım!"

"Hiç konuşacak, buluşacak hava...." diyen Simay,

"Feray'la ilgili..." diyen Cem'in sesiyle duraksadı.

"Ne?"

"Konum atacağım, oraya gel!"

"Bak eğer beni kandırıyorsan..."

"Bu sefer güven bana lütfen!"

Kapanan telefonun ekranına baktı ve onun göndereceği konumu merakla beklemeye koyuldu.

***

Arnavutköy/Yazgan Site...

Mutfağa gelen Dildar, masaya oturmuş ve kahvaltı yapmakta olan Cem'i görünce midesi tepesine bindi. Ağzını tutarak hızla oradan çıkınca Cem, merakla arkasından baktı.

Lavaboya kusan Dildar, aklından silemediği o anları keşke görmeseydim dercesine aynadan suratını inceledi. İster istemez kendi yüzüne bakarken tekrar dün geceki ana gitti.

Yaklaşık yarım saat beklemişti Cem'i, kendi arabasında camları buğulanmış bir halde apartmana gözlerini dikmişti Dildar. Cem'in apartmandan çıkmasıyla yerinde doğrulmuştu. Aklı, git ve ona haddini bildir dese de mantığı, sana ne diyerek onu uyarıyordu. Aklı ve mantığına sığmayan bu ahval, Cem'in kendi arabasına binmesiyle gözlerinde nem olup belirmişti.

Takip etmiş ve onunla birlikte eve gelmişti. İkisi de aynı anda otoparka giriş yapmış, araçları farklı yerlere park etmişlerdi. Dildar onu görmek istemediği için hızla asansöre gidip daha o gelmeden binmiş ve yukarı çıkmıştı.

"Pislik!" diye fısıldayan Dildar, aynadaki yansımasına bakarak gözlerini yumdu. Gözlerinden yanaklarına süzülen yaşlar, tutunamayarak yerlere damlarken canının ne denli yandığını ondan ve aynadaki yansımasından başka kimse bilmemişti.

Banyodan çıktığında, onu bekleyen bir Cem'le muhatap olunca tekrar midesindeki asitler horona durdu. Ama elini ağzına götürüp kendisini durdurmayı başarmıştı. Kızgın gözlerle Cem'in suratına bakarken Cem, ona doğru bir adım atıp:

"Neyin var?" diye sordu.

"Sana ne? Sen işine baksana!"

Cem, onun neden böyle parladığını anlamak istercesine gözlerini kıstı.

"Ne oldu ya?"

"Elinin körü oldu. Git gözüm görmesin seni! Midemi bulandırıyorsun!"

Nazan'ın,

"Ne oluyor burada?" diye sorarak yanlarında bitmesiyle Cem, üstüne çekidüzen vererek:

"Bilmiyorum efendim!" deyince Dildar, ağız dolusu tükürüğü Cem'e doğru fırlattı.

"Aşağılık pislik seni!"

Hızla merdivenlere yönelen Dildar'ın peşinden yürüyen Nazan, yüzüne çarpan tükürüğü silen Cem'i ardında bırakmıştı.

***

Sahilde kol kola yürüyorlardı; güneşli havadan istifade etmek isteyen insanlar, kendilerini sahillere atmışlardı, onlar da bu fırsatı değerlendirmiş, biraz da Gaye'nin diretmesiyle sahile gelmişlerdi.

"Bugün hava güzel!" diyen Gaye, demin Kenan'ın ona aldığı pamuk şekerden bir ısırık aldı. Kenan, onun saçlarına bulaşan şekeri toplayarak:

"Ağzınla ye şunu!" diye fısıldadı.

"Saçlarımda yesin, sonra sen öptüğünde ağzın tatlanır."

"Bak hele, neler de biliyor?"

Birden duyulan:

"Gaye?" diye cırtlak bir sesle Kenan, irkilerek sesin geldiği yöne döndü. Gaye de dönünce olanlar oldu. Zenan, hızla onlara doğru geliyordu. Kenan'ı unutan Gaye, arkadaşına öyle bir sarıldı ki resmen kızın kemikleri kırılacak gibi oldu. Uzun uzadıya sarılırlarken Kenan, uzaktan sadece onlara bakıyordu.

***

Milli Haberalma Servisi...

"Bu Hozan, eski itirafçılardan biri! Şırnak'ta sınırda yakalandı. İtirafçı olunca devlet ona sahip çıktı. Örgütle herhangi bir teması yok, temiz bir sayfa açarak hayatına farklı bir yön biçti."

Kaytan'ın naklettiği bilgiler, Musa'nın kulaklarına iştirak ederken Salih, elinde kalem ve mini bir defterle not alıyordu. Kaytan, bir gözü Musa'dayken:

"İçişleri Bakanlığı müsteşarı, bizim bu adamla temasa geçip veri elde etmemizi istedi. Amenna, kabul ediyorum da arkadaş, eski bir itirafçının bize vereceği ne bilgisi olur ki?" deyince Musa, derin bir nefes aldı.

"Geçmiş, her zaman tarih kokar, tarih de tekerrürden ibaret! Öyle küçümsememek lazım, bir yoklayalım!"

Kaytan, Salih'e baktı.

"Sen söyle şimdi! Nerde bu herif?"

Ayağa kalkan Salih,

"Van'ın Edremit ilçesinde, amcasının oğlunun yanındaydı. Birlikte Van kahvaltısı işine girmişlerdi. Ama beceremeyen Hozan, evlendiği karısı Dilan'la İstanbul'daki ağabeysinin yanına geldi. Eminönü'nde balıkçılık yapıyorlar. Ağabeysinin malum cemaat işlerinden dolayı sabıkası var. Birkaç gün gözaltında kalmış diye biliyorum!" deyince Musa, saçlarını karıştırırken:

"Ağabeysi serbest olduğuna göre, o da akıllanmış olmalı!" dedi.

"Ne yapıyoruz reis?"

Ayağa kalkan Musa, üstüne başına çekidüzen verdikten sonra:

"Bir balık ekmek iyi gider, ne dersiniz?" diye sordu. Kaytan gülümserken Salih, ikisinin suratındaki derin manayı anlamaya çalışıyordu.

***

Bir cafeye oturmuşlardı, önlerindeki kahvelerin dumanları, birbirleriyle yarış edercesine havaya savrulurken Gaye'yle Zenan'ın haşır neşir konuşmaları, Kenan'ın canını sıkıyor ama o, bunu belli etmemek için azami çaba sarf ediyordu.

"Sen anlat bakalım enişte, bu deli kızla aranız nasıl?" diye soran Zenan, duyduğu hitapla irkildi. Enişte demişti ona, nedense içine bir ürperti çökmüş ve kaşları kavislenmişti. Birkaç saniye kaldı öyle. Sonra da toparlanarak:

"İyi, idare ediyoruz işte!" deyince Gaye, gözlerini belertirce:

"Ne dedin sen?" diye tıslayarak sordu. Kenan gülümserken Zenan, gülerek sırtını koltuğa yasladı. Sonra da Gaye başladı, Kenan'la olan muhabbetlerinden yakında yapılacak olan nişandan, vurulmasından falan derken Gaye,

"Sen nerelerdeydin bunca zaman?" diye sordu. Zenan, derin bir nefes alarak:

"Almanya'ya gitmiştim, biliyorsun! İşler baya iyi gitti. Kalmaya karar verdim. Geçici olarak geldim, birkaç işim var, onları halledip döneceğim!" dedi.

"Hani beraber büro açacaktık, birlikte iş yapacaktık seninle? Beni sattın hemen ya!"

Gülümsedi Zenan, göz kırparak:

"Burada aç kalırız kızım, sen de gel bence!" dedi ve Kenan'a dönerek:

"Al enişteyi, kaçın yanıma!" dedi. Kenan sadece gülümsedi, Gaye başını salladı.

"Babamı bırakamam, onun özel avukatı olmak için okudum."

"İyi, sana babanla mutluluklar o zaman!" diyerek kahvesinden bir yudum alan Zenan, gözleri Kenan'dayken Gaye'nin ona olan katı bakışlarını fark edemedi.

***

Bostancılar'daki toplantı yerinde kalabalık dağılmıştı; özellikle Payidar ve Mestan'la konuşmak isteyen Hamdi, onların kalmasını istemiş, diğerlerini göndermiş ve kahveler eşliğinde ikisini karşısına dikmişti. Payidar'ın öfkesinden gram eksilmezken Mestan, rahatlığını bozmadan gözlerini Hamdi'ye dikmiş ve onun konuşmasını bekliyordu. Hamdi de onların yüzlerini inceleyerek, hal ve tavırlarını kontrol ederek lafa nerden başlayacağını kendi içinde tahlil ediyordu.

"Geçmişte ne oldu, ne yaşandı bilmem; beni pek alakadar da etmez, sorgulamam, buna hakkım da yok! Ama geçmişi bahane ederek şimdi çatışırsanız, masamıza ve bize zarar verirseniz, bize zararınız dokunursa, işte o zaman üslubum değişir. Hal ve davranışım değişir, size karşı tutumum da değişir beyler!"

Derin bir nefes alan Mestan,

"Ben geçmişi unutan biri olamam, geleceğe zeval verecek davranışlarda da bulunamam! Geçmişteki hasmımla, şimdi hısım olacak halim de yok! Ben Kurul'la kardeş oldum, hasmımla değil!" deyince Hamdi, kaşları kalkık bir şekilde onun suratını inceledi. Payidar, çenesini sıvazlarken lafa girdi.

"Bu kişi, elimin altında çalışan ve kapımın önünde titreyen bir adamımdı Pars! Karıma göz dikti. Onu ayarttı. Ben de cezasını kestim. Ama eksik kesmişim ki, hâlâ karşımda salyalar damlatıyor."

Mestan, burun kıvırdı.

"Karısına zulmediyordu. Birkaç kez komalık etti. Kadına acıdım."

Su bardağını sıkıca kavramıştı Payidar, dibinde kalan suyu umursamadan sert bir şekilde tuttuğu gibi Mestan'a doğru fırlatınca Hamdi, hızla kendisini geri çekti. Mestan da onun üzerine atıldı. Su bardağını havada yakalayıp ona fırlatırken Payidar çoktan ayağa fırlamış ve Mestan'a doğru atılmıştı. Hamdi, oturduğu yerden onlara bakıyordu. Payidar'ın suratına sert bir yumruk atan Mestan, gelen kafa darbesine karşı koyamayınca afalladı. Mestan'ın attığı tekmenin etkisiyle böğüren Payidar, okkalı bir tokatla Mestan'ı öteye savurmuştu. Duyulan silah sesi, ikisini yaka paça durdurmuştu.

"Eğer yerinize oturmazsanız, ikinci kurşunu üzerinize sıkarım. Yerinize!" diye bağıran Hamdi, içeri giren adamlara çıkın dercesine kapıyı işaret etti. Mestan, zor bela sakin olmaya çalışırken Payidar, dişlerinin arasından tıslayarak bir küfür savurdu ve yerine oturdu.

"Biriniz ateş, diğeriniz barut... Aynı yerde olamıyor, aynı ortamda yan yana gelemiyorsunuz, anladım! Ama Kurul, birliktelik emreder. Birlikte olmayı emreder. Sizi ayıramam da, buradan da kovamam! Bir kere çıktık bu yola, dönüşü yok! Ama bir hal çare bulmak lazım!"

Payidar, dişlerinin arasından:

"Hata sende Pars, hatanın büyüğü sende!" diye tısladı. Gülümsedi Hamdi.

"Doğru, önceden sana danışmam lazımdı, değil mi Payidar?"

"Yalnız bana değil..." diyen Payidar, Mestan'ın katı bakışları arasında:

"...Kurul'a da danışman lazımdı. Ben de fikrimi beyan eder, durumu bildirirdim. O zaman bu gürültü kopmazdı Pars!" deyince Hamdi, kaşları çatık bir şekilde:

"Gürültüyü dindiren silah..." dedi ve silahını salladı.

"...benim elimde! Baktım gürültü dinmiyor, kökten halletmek vacip olur. Tasa etme!"

Payidar, öfkeyle bezenmiş bakışlarını Mestan'dan alıp Hamdi'ye çevirdiğinde bir çift sinirli göz hareleri bulmuştu. Mestan da sinirli bir şekilde ikisine bakıp duruyordu.

***

Eminönü, balıkçılar pasajı...

"Gel, gel hamsinin iyisi burada!"

"Balığın kalitelisi burada, vatandaş kanma gel!"

Satıcıların sesleri, dört bir yanda çınlarken Musa ve Kaytan, pasaj kapısından içeri girmişti. Arkalarında onlara yetişmeye çalışan Salih, nedense yorulmuş bir şekilde nefes nefese kalmış ve zor bela yetişmişti. Bu eski kurtların hızlarına yetişmek şöyle dursun, resmen Salih'in iflahını kesmişlerdi. Ne de olsa iki eski kurt, dağ görmüş ve çakal kovalamıştı; Salih bu düşüncelerdeyken Musa, elindeki telefondan Hozan'ın fotoğrafına baktı ve gülümseyerek etrafına bakındı. Pasajın arka çıkışına yakın bir yerde, kahverengi suntadan yapılma bir tezgâhın önünde durmuş ve bağırarak satış yapmaya çalışan adamı fark etmek için gözlerini kısmış ve aradığını bulmuş olacak ki Kaytan'a bakıp göz kırpmıştı. O sırada yanlarından geçen kadını fark eden Kaytan,

"Dilan bu!" der demez esmer tenli ve balıketli kadın, onu duymuş olacak ki dönüp baktı. O sırada Hozan da onlara bakıyordu ve onları fark etmişti. Birden koşmaya başlayan Hozan, arka çıkıştan çıkarken Musa, Salih'in:

"Has..." demesini umursamadan:

"Kadın sende!" dedikten sonra Kaytan'a dönerek ön çıkışı işaret etti. Kaytan o tarafa yönelirken Musa, hızla arka çıkışa doğru koşmaya başladı.

En önde Hozan koşuyordu, resmen tazıdan ders almış, dersini çalışmış ve türlü imtihanlardan geçerek tazıyı bile kıskandıracak şekilde öğrenmişti; peşindeki Musa'nın nefes nefese tıkanmasını umursamadan adımlarını geniş atarak depara kalkıyor, Musa'ya görmek için arada bir arkasına baksa da türlü sokaklara girerek kendisini kaybettirmeye çalışıyordu.

"Lan!" diyerek bağıran Musa, nefesini tüketmeden hızını arttırarak onun saptığı sokağa saptı, bir kadına çarpan Hozan'ın arkasından:

"Lan dur!" diye bağırırken kadına çarpmamak için hızla manevra yaptı. Ya direğe çarpacak, ya kadına çarpacak derken direğe sarılarak yanından geçip kadının meraklı bakışlarını ardında bıraktı.

Bir köşe başından dönen Hozan, aniden yakasından tutan elle neye uğradığını şaşırdı. Sımsıkı tutarak onun sırtını duvara yaslayan Kaytan, dişleri görünürcesine sırıtarak:

"Baban yaşında adamı peşinden koşturmaya..." dedi ve Musa'nın gelip onları görür görmez durmasıyla:

"...utanmıyor musun?" deyince Musa, nefes nefese kalmış bir şekilde:

"Ne varmış yaşımda lan?" diye tısladı. Hozan, ikisine bakarak endişe dolu sesiyle:

"Ne istiyorsunuz benden? Kaç kere dedim, benim artık sizle işim olmaz!" derken Kaytan, Musa'nın yorulmuş gözleri arasında:

"Niye kaçıyorsun lan bizden?" diye sordu.

"Benim örgütle alakam yok, ben artık sizden değilim!" diyen Hozan, gülümseyen Kaytan'ın:

"Örgüt ne lan? Bizim örgütle alakamız yok! Polisiz biz!" demesiyle irkildi.

"Ne? Polis mi?"

"Örgütten mi sandın bizi?" diye soran Kaytan, Musa'nın ayağa kalkarak:

"Senin ben gelmişini geçmişini..." diyerek elini kolunu sallamasıyla gülümsedi.

Pasaja gelmişlerdi. Musa, Salih'in verdiği sudan kanarcasına içtikten sonra Hozan'a dikti bakışlarını. Hozan, mahcup bir tavırla lafa girmişti.

"Örgütle bağım kopunca, her yeni açılan hücre evinin lideri benimle irtibat kurdu. Adamlarını yolladı. Beni tekrar istediler. Ama ben her geleni geri gönderdim. Son yeni peyda olan biri var. Mamoste... Onun itleri de geldi. Dün tezgâhımı dağıttılar. Ağabeyim polise gitmişti. Ama polis falan gelmedi. Ben devlete yardım ettim, devlet bana yardım etmedi. Sizi de onlardan sandım. Korktum."

Musa, nefesini kontrol etmeye çalışarak:

"Önce bir dinleseydin!" dedikten sonra:

"Her neyse! Bu Mamoste ve örgüt, neden seni tekrar istiyorlar?" diye sordu.

"Ben onların içindeyken, baya işlerine yarıyordum."

Kaytan, gözleri kısık bir şekilde etrafa adapte olan Salih'i izlerken:

"Ne işi?" diye sordu.

"Keskin nişancıyım ben! Kuru yaprak dalını ötelerden vurabilen biriyim! Nice karakol baskınlarında beni en öne sürmüşlerdi zamanında. Ama itirafçı oldum, cezamı da çektim kurtuldum."

"Güzel!" diyen Musa, ayağa kalkıp onlara yaklaştı.

"Nerdeymiş bu Mamoste?"

"Bilmiyorum, yerini söylemediler. Sadece kabul edersem, beni ona götüreceklermiş!"

"Kabul et sen de!" diyen Kaytan, irkilen Musa'nın sorgulayan bakışları arasında Hozan'a bakıp göz kırptı.

***

İkindiye tekabül eden zaman diliminde hava, hararetini yitirmiş ve yavaşça ayaza doğru meylediyordu. Bulutların yoğunluk kazanması, havanın daha da bozulacağı anlamına geliyordu. Gökyüzünün mavilikten griliğe doğru renk değiştirmesi de, havanın bozulacağını tasdik ediyordu.

Beykoz'un kalabalık bir semtine gelmişti Cem, bir cafenin sakin bir köşesindeki tekli koltuğa oturmuş ve karşısındaki boş koltuğa bakıp derin düşüncelere dalmıştı. Dünkü gördüklerini tasarlıyordu, nasıl dile getireceğini düşünüyor ve bunları Simay'a nasıl aktaracağını planlıyordu.

"Beni tuzağa düşürdüler!" demişti Feray, gözyaşlarını salmış ve Cem'e derdini dökmüştü.

"Payidar Bey'den hoşlandım, ben seviyeli bir ilişki istedim ama o beni istemedi. Ben de Simay'la ilgili bildiğim gerçekleri açıklayacağımı söyledim. Bir gece evimden kaldırdılar beni! Ben hata yaptım. O aşağılık adama bulaşmayacaktım. Lütfen kurtar beni!"

Kızın çaresiz gözlerine bakmıştı Cem, gerçekten de çaresiz bir haldeydi ve Cem, yavaşça ayağa kalkarak lafını sunmuştu.

"Ben size o adamın katil olduğunu söyledim, beni dinlemediniz ve beni kötü bildiniz! Pamir'i de o öldürdü! Seni de öldü gösterdi. Nasıl öldü gösterdi seni?"

"Bundan önce götürüldüğüm evde yangın çıktı. Silva diye bir kadın yanarak öldü. Onunla olan benzerliğimden faydalandılar işte! Kadınla kimliklerimizi değiştirdiler."

"Sen kafamda şişe kırdın, hatırlıyor musun?"

"Benim sana yaptığımı, sen de bana mı yapacaksın Cem?" diye sorarak gözyaşlarını salmıştı Feray. Gülümsemişti Cem.

"Elbette ki hayır! Şimdi seni buradan çıkaramam ama Simay'la konuşurum, o seni kurtaracaktır."

Yutkunmuştu Feray ve nemli gözlerle Cem'den medet istercesine bakmıştı.

Simay'ın geldiğini fark edemeyecek kadar derin düşüncelere dalmıştı Cem, karşıdaki koltukta oturan Simay'ın varlığını fark eder etmez irkildi.

"Sen ne ara geldin?"

"Öyle derine dalacak kadar dalgın mısın?"

"Kusura bakma, hoş geldin!"

"Ne söyleyeceksen söyle, bana bak! Eğer o kadınla ilgili..."

"Feray'la ilgili..." diyerek onun lafını kesen Cem, yerinde doğrulurken:

"Hem anne kızdan bana ne? Sizin sorununuz o!" dedi. Simay, çantalarını yerleştirerek:

"Evet, nedir mesele?" diye sordu.

"Sen, Feray'ın cesedini gördün mü?"

"Yanmış bir ceset işte, gördüm!"

"O olduğuna emin misin?"

"Polisler, o olduğunu söyledi."

Cem, yüzüne alaylı bir tebessüm yerleştirdikten sonra:

"Peki babanın ne iş yaptığını biliyor musun?" diye sordu.

"Ticaret..."

"Ne ticareti?"

"Ne bileyim Cem, ticaret işte! Bana bak, ne geveliyorsun sen?"

Derin bir nefes alan Cem,

"Feray yaşıyor. Babanın bir evinde, bir kadın tarafından hayat kadını olarak çalıştırılıyor. Baban, hayat kadınlarının büyük işletmeni!" deyince Simay, duyduklarıyla neye uğradığını şaşırdı. Dili lal bir şekilde yutkundu, çeperlerini zorlayan göz bebeklerini Cem'e kitlemişti, beti benzi soluk bir şekilde eliyle dudaklarını örttü ve yavaşça ayağa kalktı. Kısık çıkan sesi, buzdan kalıntılar eşliğinde Cem'e vasıl oldu.

"Sen ne saçmalıyorsun?"

"Saçmalamıyorum, doğru söylüyorum!"

Ortama bomba gibi düşen:

"Ne oluyor burada?" sorusu, ortamdaki soğuk ve gergin havayı bölmek yerine daha da germişti. Dildar, onların karşısında durduğunda Cem, katı bakışlarını ona çevirdi.

***

Bovling topunun deliklerine parmaklarını yerleştirirken Gaye'nin,

"Bu son şansın!" demesiyle Kenan, tebessüm ederek:

"Her son şans, bir şansı daha hak eder!" deyince Gaye, başını salladı.

"Konuşma da at bakalım!"

Kenan, topu hızla sürükledi. İlerdeki lobutlara doğru sürüklenen mavi top, Kenan'ın meraklı bakışlarına aldırış etmeden çarpık haldeki dört lobutlardan ikisini devirdikten sonra düştü. Eliyle saçlarını karıştıran Kenan, Gaye'ye dönerek:

"Oyun bitti, sen kazandın!" dedi. Kenan'a yaklaşarak:

"Ve kazanan, kaybedenden bir şey ister, değil mi?" diye soran Gaye,

"Buyur bakalım!" diyen Kenan'a sokularak:

"Karaoke..." diye fısıldadı.

"Yok artık!" diyen Kenan, etrafına bakınarak:

"Benim sesim kötü be!" diye tısladı.

"Gel ya sana dublaj yaparız!" diyen Gaye, onun elini tutup çekiştirirken Kenan, bıkkın bir şekilde:

"Yapma, burası boşalır ben sana söyleyeyim!" dedi. Kıkırdayan Gaye, Kenan'ın elini bırakmadan diğer eliyle gel işareti yaptı.

Karaoke için sırada bekliyorlardı. Masaya oturmuşlardı. Platformdaki çiftlerin okuduğu şarkı, Mustafa Ceceli'nin Bedel şarkısını okuyordu. Sarışın kadının mavi gözleri, esmer adamın kahverengi gözlerindeyken adam,

"Yine yangınlar yine ben,
Yine kalsan bu bir neden,
Yine sarsan kollarına
Başkasını dilemem." dedikten sonra kadın, hemen diğer kısma geçti.

"Yine duysan söylemeden,
Bir düşün bir sen bir de ben,
Yarına kalma yanıma kal
Ben öderim bir bedel."

Şarkının bitmesiyle oradakiler, çiftin birbirlerine sarılmasıyla koca bir alkış patlatırken Kenan, sıraları geldiği için az biraz huzursuz oldu ama Gaye, onun elinden sımsıkı tutarak moral verme hasebiyle sımsıcak tebessüm etti. Onlar ayağa kalkarken moral alkışları, salonu tıka basa doldurmuştu. Kenan'ın ürkek adımları, Gaye'yi mutlu ederken platforma her yaklaştıkça Kenan, bir an önce kaçmak için fırsat kolluyordu ama Gaye, sanki o gerçekten kaçacakmış gibi onun elini sımsıkı tutuyordu. Mikrofonun karşısında durduklarında Gaye,

"Hangisini seçelim?" diye sordu. Karşıki bilgisayarda şarkı listesi vardı. gözlerini kısarak bakan Kenan, birden yüzüne inen kocaman bir tebessümle Gaye'ye baktı. Bulmuştu şarkıyı, Gaye'ye sokularak listedeki şarkıyı işaretledi. Gaye, gözlerini kısarak:

"Seyfi Yerlikaya mı?" diye sordu. Göz kırpan Kenan, başını salladıktan sonra:

"Senden midir benden midir?" deyince Gaye, bana uyar dercesine başını hafif eğdi. Playa basılmasıyla şarkı başlamıştı. Gaye, Kenan'ın dibinde durarak gözlerini ekrana kilitlemişti. Kenan, sanki türküyü biliyormuş gibi gözlerini Gaye'ye dikerek sözlerin girmesini beklemeye koyuldu. Sözlerin girmesiyle Kenan, su gibi akıp giden ve insanın hayallerine süs olan sesiyle Gaye'ye mırıldanırcasına şarkıya girdi.

"Yandıklarım şah-ı seher
Senden midir benden midir?
Başımdaki aşktan eser,
Senden midir benden midir?"

Gaye, nakarattan girince Kenan durdu ve onun sesiyle hayran dolu bakışlarını onun yüzünde gezdirdi. Şarkının müzikleri, bağlama ve gitarla hemhal olmuş ritimler, Kenan ve Gaye'nin birbirine daha yakın olmasını sağlamıştı. Adeta etleri yapışmış gibi yapışıktı ikisi de ve gözleri, birbirlerine kenetlenmişti. Bu sefer de Gaye, ikinci kısma giriş yapmıştı.

"Feryadım çıktı göklere,
Düşlerim oldu yollara,
Eriştiğim bu çağlara,
Senden midir benden midir?"

Nakaratı okuyan Kenan, nemli gözlerini Gaye'den kaçırınca Gaye, onun bir sıkıntısının olduğunu anlamıştı. Şarkı bitince alkışlar, onlar için salonu doldurmuştu. Gaye, Kenan'a sarılırken Kenan, gözlerini yumarak şarkının sözlerini vicdanının en derinlerinde hissetti. İkisi platformdan inerken Gaye, yeşeren bakışların sebebini öğrenmek için an sayıyordu.

"İyi misin sen?" diye soran Gaye, büfedeki bir masaya yerleşmişti. Kenan da bir koltuğa oturup nemli bakışlarını ondan kaçırarak:

"İyiyim ben, şarkı dokundu!" deyince Gaye, kaşlarını çatarak:

"Bir şarkı mı getirdi seni bu hale ya?" diye sordu.

"Şarkı deyip geçme, güzel bir şarkıydı!"

"Güzeldi güzel olmasına da, bir şarkıyla bu hale gelecek adam değilsin sen! Anlat bakalım, ne oldu?"

Gülümsedi Kenan, derin bir nefes alırken:

"Mutluluktan Gaye, mutluluktan... Dinmez sandığım acılarım vardı. Sen çıktın karşıma ve acılarım kayboldu. Sayende yani!" der demez Gaye, gülümseyerek sırtını koltuğa yasladı.

"Yemedim ama haydi öyle olsun!"

Uzanıp kızın elini tutan Kenan, irkilerek elini tutan ele bakan Gaye'yi umursamadı ve masanın üstünden ona erişmek istercesine uzanıp:

"İyi ki varsın!" diye fısıldadı. Gaye de gülümseyerek:

"Sen de..." derken bir çift göz, onları bir fotoğraf makinesinin kadrajına almış ve o anı, ölümsüz bir esermiş gibi çekerek kayda çekmişti.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top