"Pars Pençesi Operasyonu" (Final)

Bölüm Şarkısı: Adile Kurt Karatepe - Bülbül Yuvan Yıkıldı mı?

📢 LÜTFEN KİTABIMIZIN DUYULMASI VE OKUNMASI İÇİN OY VERİP TAVSİYEDE BULUNALIM. UNUTMAYIN Kİ EMEKLER KUTSALDIR...

📚 KEYİFLİ OKUMALAR ✍️👇

...

Sanki yazdan kalma bir güne merhaba dedi koca şehir; bulutlar dağıldı, rüzgârın çanları dindi, ılık bir hava dört bir yana serildi ve günlük güneşlik bir gün, yeryüzüne kollarını açtı. İnsanlara da yaradı bu durum; kimisi parklara kafelere koştu, kimisi kendisini sahillere attı ve kimileri de sokaktaki işlerine koştu. İnsanlar için büyük bir fırsattı bu güzel gün ve Gaye için de bir fırsat gibiydi. Çünkü bugün nişanı vardı; Kenan’la nişanlanacak ve dünyadaki en mutlu kadınlardan biri olacaktı. Ama…

“Günay-“ dedi odaya girerken ama yatakta Kenan’ı göremeyince:

“…dın!” diyerek önce lafını bitirdi, sonra da lavabo tarafına kulak kesildi. Belki de uyanmış ve hazırlanıyordur diye lavabo kapısına yaklaşarak:

“Kenan, uyandın mı canım?” diye seslendi. Hiçbir yanıt alamadığı gibi içerden herhangi bir ses de gelmiyordu. Kapıyı tıkladı, ses gelmedi, tekrar tıkladı, gene ses gelmeyince açtı. İçeriye baktı, kimse yoktu.

“Allah Allah, nerde bu adam?” diye mırıldandı ve yatağa yaklaştı. Komodindeki telefonu görür görmez irkildi.

“Telefonu da burada!” diyerek telefonu eline aldı. Ekranı açtı ve şöyle bir baktı. Herhangi bir şey yoktu, sadece onunla birlikte çektikleri fotoğraf karesi vardı ekranı süsleyen. Gaye, telefonu yerine bırakıp belki babasının yanındadır diye kapıya doğru yürüdü.

“Baba!” diyerek çalışma odasına giren Gaye, Bahri’yle Hamdi’nin karşılıklı oturmuş olduklarını görünce duraksadı.

“Günaydın kızım, ne oldu?” diye soran Hamdi, önce Bahri’ye sonra da ona bakan kızının:

“Kenan’ı bir yere mi yolladın?” diye sormasıyla:

“Hayır kızım! Daha uyanmamıştır herhalde, ben de onu bekliyorum!” deyince Gaye, birkaç saniye duraksadı.

“Yok baba!” diye sayıkladı Gaye, gözlerini kısan Hamdi, anlamaya çalışırken Gaye, titreyen sesine mani olmaya çalışarak:

“Odasında da yok, hiçbir yerde yok!” deyince Hamdi, düşünceli bir şekilde çenesini sıvazladı. Sonra da:

“Hava almaya çıkmıştır kızım, gelir!” dedi. Gaye’nin içine bir kurt düşmüştü; gittikçe durgunlaşıyor, sesi ve bedeni titriyor ve dik durmaya çalışıyordu. Bahri, cılız sesiyle yangına körükle gider gibi:

“Akşama nişanı var bu adamın, kaçacak değil ya!” deyince Gaye, nemlenen bakışlarını ona çevirdi. Sonra da bir şey demeden kapıya döndü. Hamdi’nin katı bakışları, Bahri’nin yüzünde gezinirken Gaye çoktan dışarı çıkmış, koridorda kırgın adımlarla ilerliyordu. İlerlerken de kendi kendine:

“Yapma bunu bana Kenan, yapma sakın!” diye fısıldıyordu.

“Yani Rıfat’ı öldürenler, seni kaçıranlarla aynı kişiler, öyle mi?” diye soran Hamdi, Bahri’nin:

“Bizzat kendisi söyledi,” demesiyle çenesini sıvazlayarak:

“Bu işi Kenan halleder, merak etme sen!” dedi. Bahri, sırtını koltuğa yaslayarak:

“Nereye gitti acaba?” diye sordu.

“Nişan stresidir, hava falan almaya çıkmıştır, gelir.”

Bahri, inanmak ister gözlerle Hamdi’ye bakarken Hamdi, sırtını koltuğa yaslayarak derin düşüncelere yelken açtı.

***

Arnavutköy/Yazgan Site…

“Herkesi kaybediyorum anne!” diye sayıkladı Simay; yastığını kucağına almış, sırtını yatağın baş bölgesine dayamış ve nemli gözlerle önüne bakarak yüreğine dolanan lafları, diline naklediyordu.

“Baba bildiğim ve öyle büyüdüğüm adamı vurdum, öldü; Feray öldü ve şimdi de Rıfat… Onu da benden aldılar anne! Kimsem kalmadı benim, bir başıma kaldım ben! Sevdiklerimi, güvendiklerimi ve bağlandıklarımı kaybettim.”

Nazan, uzanıp onun elini sımsıkı tuttu ve onun yaşlı gözlerine bakarak hıçkırıkla süslenmiş bir sesle:

“Ben varım kızım, baban var. Kardeşin var. Bizi unuttun mu kızım? Biz seni yalnız bırakır mıyız hiç? Senden vazgeçer miyiz hiç? Üzülme, yıpratma kendini lütfen! Bak vakıfını düşün, toparlan! Sen güçlü bir kadın olmalısın ki ezilmiş ve hor görülmüş kadınlara örnek olasın! Sen böyle yıkık dökük gezersen, kime umut olursun? Kim senin umut elini kavrar? Güçlü ol kızım!” deyince Simay, dolu gözlerle ona bakarak:

“Gücüm kalmadı artık! Yıllarca sensiz büyüdüm, kader seni bana verdi ama benden her şeyimi aldı. Baba bilerek sığındığım adamı aldı, kardeş bilerek sevdiğim Feray’ı aldı ve gönlüme taht kuran adamı, Rıfat’ı aldı benden!” der demez Nazan, irkilerek kızına baktı. Rıfat’a karşı bir şeyler mi hissetmişti kızı? Onu sevmişti, gönül vermişti. Duyduklarına inanamıyordu, nemli gözlerle kızının ıslak yüzünü incelerken Simay devam etti.

“Sana kavuştum, anneme kavuştum ama karşılığında her şeyimi yitirdim anne!”

“Talihsiz kızım!” diye sayıklayan Nazan,

“Bil ki ben senin yaralarına merhem çalacağım, bu yüzen yaraların katmer olmuş, bu yüzden acıların çekinilmez olmuş kızım!” diyerek Simay’ı kendine doğru çekti ve sımsıkı sarıldı. Simay ağlarken annesi de gözlerinden onun için yaşlar damıtıyordu.

***

Silivri açıklarında, gözlerden ırak ve tenha bir yerde, etrafı çitlerle çevrili iki katlı, beyaz boyalı ve villayı andıran bir evin avlusunda gezen tek tük adam, resmen dikkat çekmemek için sanki oranın yerlisiymiş gibi hareket ediyorlardı. Evin çatısında, gizli bir yerde pozisyon alan ve elinde uzun namlulu tüfeğiyle boy gösteren bir adam, temkinli gözlerle etrafı yokluyor ve olası bir tehlikeye karşı tetikte bekliyordu.

Evin arkasındaki havuzun suları çekilmiş, dibindeki birikintiler de soğuğa karşı donuk bir vaziyet almışlardı; havuzun çaprazındaki minik kulübede iki adam, güvenlik kameralarından yansıyan görüntüleri nakleden bilgisayarın başında durmuş ve kendi aralarında sohbet ediyordu.

Evin ikinci katında, çalışma olduğu anlaşılan bir odanın ortasındaki yuvarlak masanın ortasına yerleştirdiği Mushaf’a tepeden bakan İstemihan, karşısında duran adamı Olcay’ın katı bakışları arasında sayfasını çevirirken:

“Hamdi’nin bu huyunu seviyorum Olcay! Her şeyi en ince detayına kadar kaleme almış, yaptığı iy kötü her şeyi geçirmiş ve hiçbir şeyden, hiç kimseden de çekinmemiş. Takdiri hak etti bence!” dedi. Olcay, başını sallayarak:

“Kurul, Hamdi Çeliker kadar dirayetli, asaletli ve mahir bir Pars görmemiştir bugüne kadar, efendim!” deyince İstemihan, tebessüm ederek:

“Bunun, senin de dikkatini çekmiş olması güzel! O yüzden Yediler, Hamdi Çeliker konusunda hâlâ tutumlu davranıyor. Seçimi benim yapmış olmam, gurur verici, değil mi?” diye sordu.

“Siz her zaman en iyisini seçersiniz efendim!”

İşaret parmağını ona doğru uzatan İstemihan, Olcay’ın lafına:

“Seni seçtiğim gibi…” diye karşılık verdikten sonra ve Olcay’ın mahcup bir şekilde başını öne eğişini gördükten sonra bu sefer de o işaret parmağını Mushaf’taki açık sayfaya bastırarak:

“Ama Hamdi’nin bu seçimi, benim kafamı karıştırdı Olcay!” deyince Olcay, anlamak ister gibi gözlerini kıstı.

“Pars, neden halefi diye Kurul’a yeni giren birini tayin eder ki? Mestan Yazgan’ın halefi kabul edilmeyeceğini bilmiyor mu? Kurul’da yıllarını geçirmiş Jargon Feramus varken ya da Kelpeten Cevat varken neden Mestan Yazgan? Haydi o ikisini geçtim, belki yöneticilik vasıfları yok, peki neden Samet Yördem ya da Tayfun Sipahi değil? Hamdi bu ritüeli biliyor olmalı!”

Tam Olcay bir şey diyecekti ki dışarıdan içeri destursuz bir şekilde giren bir adam,

“Polisler geldi efendim! Baskın var,” deyince İstemihan, hafif bir tebessümle Olcay’a baktı. Olcay silahını sıyırıp:

“Sizi malum yerden çıkaralım efendim, çocuklar onlarla ilgilensin!” dedi. İstemihan, Mushaf’ı kucakladı ve Mühür’ü de Olcay’ın alması için işaret verdi. Olcay Mühür’ü alırken adama:

“Kanınız bitinceye kadar savaşın! Ölseniz bile savaşın, haydi!” diye talimat verdikten sonra İstemihan’ın peşinden gitti.

İki beyaz minibüsün durmasıyla, kafalarında kar maskeleriyle iki grup tim, hızla inerek silahlarını ateşledi; üzerlerindeki simsiyah kıyafetlere uyan siyah uzun namlulu silahlardan fırlayan mermiler yabana gitmiyor, her bedene saplanıp sahibini yere çalıyordu.

Demin dışarıda az adam varken evin içinden çıkan adamlar, aslında kamufle olduklarını gösteriyor ve sayının giderek kalabalık olması, İstemihan’ın tedbirsiz olmadığı anlamına geliyordu. Avlu etrafını ören kar maskeli timin açtığı her ateşe karşılık veren adamlardan kimileri vurulup yere düşüyor, kimileri de yer değiştirirken kurşunlardan kıl payı sıyrılıyordu. Öndeki kar maskelinin elindeki silahtan art arda fırlayan mermiler, iki kişiyi birden yere sererken bir kar maskeli adam, arka cebinden çıkardığı el bombasının pimini çekerek avluya fırlattı ve kendini korumaya aldı. Üç kişinin yakınına düşen bombanın infilak etmesiyle toz dumana karıştı, gürültü patırtı oldu ve bu hengameye adamların bağırışları da eşlik etti.

Avlu kapısını açıp ateş eden kar maskelinin göğsüne saplanan kurşun, onun sarsılarak geri adım atmasına neden oldu ama geri adım atarken de silahını ateşledi ve kendisine ateş eden adamı yere yığdı. Sırtını çöp konteynırına dayayan kar maskeli adam, göğsündeki çelik yelek kısmına saplanan kurşunu çıkarıp yere atarak atağa kalktı.

Atılan ikinci bombanın etkisi şiddetli oldu; dört kişiye kısmet olan bomba, patlayarak onların kısmetine ateşli bir geçiş sağladı ve adamlardan geriye tuzla buz kalırken tozlar dumanlara, dumanlar gürültüye ve gürültüler de patırtılara karıştı.

Deminki kalabalık adam sayısını beşe düşüren üçüncü bomba, tam avlu orta kısmına denk gelecek şekilde düştü ve patlamasıyla giriş kapısının camlarının da çınlayarak kırılmasına neden oldu; iki kişiyi de beraberinde patlatan bomba, kulaklara sağır imajı sunarken adam sayısının hızla düşmesini de sağlamış ve kar maskeli ekibin elini güçlendirmişti.

Evin kapısından çıkan bir adam, alnına saplanan mermiyle yere düşerken çaprazındaki adamın ateş etmek için hamleye kalkmasıyla vurulması bir oldu ve onun solundaki adamın korku dolu bakışları, yerdeki arkadaşlarının üzerinde gezinirken şakağından isabet etmesiyle yere düştü. Kalan iki kişinin komik mücadelesi, bağıran kar maskeli adamın sesine yansıdı.

“Teslim olun, ölmek istiyorsanız silahlarınızı atın!”

Birbirlerine bakarken solda olanın vurulmasıyla diğeri, korkudan silahını atarak bağırdı.

“Teslim oluyorum, ateş etmeyin!”

Kar maskeli adamların avluya doluşmasıyla teslim olan adam, elleri kalkık bir şekilde saklandığı yerden çıktı. İki kişi ona yönelirken, korkudan titreyen bir sesiyle yalvarma evresine geçti. Ama o daha yalvarmadan maskeli adamlar, onu kıskıvrak tutup yere yatırdı. Arkadan ellerine kelepçeler geçirilen adam,

“Yapmayın, öldürmeyin beni! Onların nerden kaçtığını söyleyeceğim, lütfen yapmayın!” diye yalvarıyordu. Karşısında duran maskeli biri, sert sesiyle bağırdı.

“Nerden kaçtılar? Kaç kişiydiler?”

İstemihan ve Olcay, evin dibindeki gizli geçitten kaçmış ve geçidin çıkış kısmına yetişmişlerdi. Olcay, tedbir olsun diye önden çıkış kapağını çevirirken İstemihan, iki de bir arkasına bakıp gelen var mı diye kontrol ediyordu. Koca kapağı açıp kenara sürükleyen Olcay, yavaşça kafasını dışarıya sarkıtıp etrafa bakarken burnuna dayanan namluyla irkildi. Maskeli birinin çık dercesine kafasını sallamasıyla yutkundu. İstemihan’ın,

“Ne oldu Olcay?” diye sormasıyla dışarıdan bir ses:

“Teslim ol İstemihan!” diye duyuldu. İstemihan irkilirken Olcay, bir el tarafından yukarı çekildi. İstemihan arkasına dönüp baktı. Geri dönmeyi aklından geçirse de dışarıdan gelen ses, onun hevesini kursağında bıraktı.

“İstersen geri dön İstemihan, orada da seni bekleyenler var!”

Derin bir nefes alan İstemihan,

“Teslim oluyorum,” diye seslendi. İçeri giren iki kişiye bakarken o iki kişiden sağda olanı:

“Elindekileri indir ve ellerini kaldır İstemihan, sakın ters bir hareket yapma! Yoksa beynin dağılır,” deyince İstemihan, denilenleri yaptı. Önce elindeki Mushaf ve Mühür’ü indirdi, sonra da ellerini kaldırıp yerinde dimdik durdu.

***

Arnavutköy/Yazgan Site…

“Emin misin kızım? Yani daha yeni sana kavuştuk, bizi bırakıp Dildar’ın yanına mı gideceksin?” diye soran Nazan’ın hıçkırık dolu sesleri, Simay’ın içini burkmuştu ama o kararını vermiş ve uygulamak istiyordu.

“Burada yaşadıklarım, çektiklerim beni yerle bir etti anne! Türkiye bana göre değilmiş, onu anladım. Ya da ne bileyim, çizilen kaderimin suçunu bu ülkeye de atmayayım ama ben buralardan gitmek istiyorum. Belki Almanya’da şansım yaver gider de toparlarım kendimi!”

Mestan, karısıyla kızının konuşmalarına karışmak istemiyordu ama aklına gelen şey, onun asık suratını yumuşatmıştı.

“İyi olur kızım aslında! Hem vakıf merkezini Almanya yaparsın, Cem de sana yardımcı olur. Biz de arada bir yanınıza geliriz.”

Nazan, kocasının lafıyla daha bir huzursuz oldu; o, daha yeni kavuştuğu kızından ayrılmak istemiyordu, zaten bir kızı kendisinden uzaktaydı, diğerini de gönderip buralarda yalnız kalmak istemiyordu. İçine bir sıkıntıdır çökmüştü; kabul etmese ne yapacaktı sanki? Kızı gitmek istiyor, kendisine zorluklar çektiren bu ülkeden ayrılmak ve yeni bir hayat kurmak istiyordu ama işte annelik yüreği, buna el vermiyordu.

“Ben de geleyim madem!” diye lafa girince bu sefer kocası Mestan’ın yüzü asıldı.

“Bu nerden çıktı hayatım?”

Kocasına dönerek Simay’ın durgun bakışları arasında:

“Hem Dildar’la Cem’i de yoklarım. Birkaç gün kalır, tekrar dönerim. Şimdi Simay yalnız gitmesin!” deyince Mestan, içi el vermese de derin bir nefes alarak başını salladı. Nazan, kızına dönerek:

“Hazırlıklarını yap kızım, yarın gidelim!” dedi. Acımsı bir tebessümle annesine bakan Simay, yavaşça kalkıp onların yanından ayrılırken Mestan, karısına yaklaşarak:

“Beni burada yalnız mı bırakacaksın canım?” diye sordu. Gülümsedi Nazan, kocasına sokularak:

“Birkaç günlük… Sonra tekrar geleceğim zaten!” dedi. Mestan mecburen kabul edecekti, ne kızını ne de karısını kırmak istemiyordu. Nazan’ı kollarının arasına alarak alnına bir öpücük kondurdu ve fısıltısıyla adeta onun saçlarını okşadı.

“Sensiz bu ev viran olacak ama baharlar yakınsa, kışın nazı çekilir karıcığım!”

***

İkindi ezanları dört bir yanda çınlarken Gaye’nin yüreğine korkular sinmiş, içine sıkıntılar üşüşmüş ve boğazına hıçkırıklar düğümlenmişti; odasının ortasında dört dönerken giydiği nişan elbisesinin nedense onu sımsıkı sarıp işkence eder gibi doladığını hissediyor, gerdanı her ne kadar açık olsa da görünmez bir el tarafından boğazı sıkılmış gibi nefessiz kalıyordu. Akşama nişanı vardı ve damat bey ortalıkta yoktu; babasına her ne kadar söylese, babası ona geleceğini söylemiş, Kenan’ın onları yalnız bırakmayacağını emin bir şekilde dile getirmişti. Ama nedense Gaye buna inanmıyor, inanmak istediği halde tatmin olamıyordu. Gelip pencerenin önünde durdu, camdan dışarıya bakarken Bahri’nin arabasının geldiğini gördü. Belki Kenan’la ilgili bir haber getirmiştir umuduyla Gaye, hızlı adımlarla kapıya doğru yürüdü.

“Hoş geldin avukat!” diyen Hamdi, Bahri’nin bu telaşlı haline bakarak gözlerini kıstı ve sorusunu yöneltti.

“Hayırdır, ters bir durum yoktur umarım?”

“Arsa meselesiyle alakası yokmuş Pars, beni kaçıranların kim olduğunu bilmiyorum ama arsa meselesini araştırdım. Bahsi geçen adamların İstanbul dışında olduklarını ve bir aydan fazladır da ortalıkta olmadıklarını öğrendim. Bu iş midemi bulandırmaya başladı.”

O sırada içeri giren Gaye, onun son lafına yetişmişti ve bekletmeden sorusunu peşkeş çekti.

“Hangi iş Bahri Abi?”

Bahri, durgun bakışlarını Gaye’nin yüzünden Hamdi’nin suratına çevirdi. Bir şey demedi, Hamdi devreye girdi.

“Başka bir konu bu, kızım!”

“Kenan’dan bir haber yok mu baba?” diye nemli gözlerine yakışan titrek sesiyle soran Gaye, Hamdi’nin:

“Yok kızım!” demesiyle yutkundu. Sonra da hıçkırıklı bir derin nefes alışıyla Bahri’nin karşısındaki koltuğa çöktü.

“Ya nereye gider bu adam? Neden kaçtı bu adam? Madem beni sevmiyordu, neden bana ümit verdi ki?”

“Kızım hemen yasa bağlama!” diye çıkışan Hamdi, kızının yaşlı gözlerini görünce duraksadı ve yumuşadı.

“Hemen de kötüye yoruyorsun kızım!”

Gaye birden patavatsızca:

“Ben dayıma sorayım, o bilir!” deyince Hamdi irkildi, Bahri de gözlerini kısarak mevzuu anlamaya çalıştı. Alt dudağını ısıran Gaye, pot kırdığını anlamıştı; Hamdi, yerinde doğrularak iyice kızına yoğunlaştı ve:

“Ne dedin sen?” diye sorunca Gaye, derin bir iç çekerek bakışlarını ondan kaçırmaya çalıştı ama Hamdi, sert bir sesle:

“Bana bak! Ne dedin sen?” diye sordu.

“Şey, baba! Iıı… Şey, ya aslında…”

“Kem küm etme, konuş!” diye çıkışan Hamdi, Bahri’nin varlığını umursamadan işaret parmağını ona doğrultup:

“Musa’yı tanıyor musun sen? Onunla konuşuyor musun sen? Her şeyi anlat hemen!” dedi. Gaye yutkundu ve derin bir nefes daha aldı.

“Tanıyorum baba! Annemin mezarına gitmiştim, o da oradaydı. Bana kendisini tanıttı. O günden sonra da konuşuyoruz, aslında sana söyleyecektim ama sen kızarsın diye…”

“Allah kahretsin!” diye gürleyen Hamdi’nin ayağa fırlaması, Bahri’nin de korkarak yerinde sıçramasına neden oldu. Gaye, dolu gözleriyle babasına bakarken Hamdi, elleriyle saçlarını karıştırarak:

“Bu adam, içimize kadar girmeyi başarmış ve hatta kızımı da almış benden, haberim yokmuş Bahri!” deyince Bahri, tedirgin bir tavırla:

“Kenan’la bir alakası var mıdır dersin Pars?” diye sorar sormaz Gaye irkildi ve gözlerinden yaşlar akarken ona baktı. Hamdi, Bahri’ye dönerek:

“Sence?” diye sordu. Bahri, derin bir nefes aldıktan sonra:

“Aslında kaç zamandır sana söylemek istediğim bir şey vardı Pars! Ama emin değildim. Kenan’ın kolundaki saat…” dedi, durakladı. Bu sırada Gaye’nin de gözlerinde bazı canlandırmalar oluşuyordu. Kenan’ın hep o saati taktığını, arada bir saatten bip diye bir ses yükseldiğini ve Kenan’ın o saatten hiç ayrılmadığını anımsadı. Bahri devam ederken kendine gelip ona yoğunlaştı.

“O saatten bir ara bir ses yükseldi, bana alarm diyerek geçiştirdi ama o saatten iyice işkillenmiştim. Ayrıca Musa Uzun ve Kenan Karabey’in geçmişte aynı özel harekât timinde görev yaptığı saptandı. Hatta Kenan’ın da verdiği bilgilerle uyuştu ama bir kurt düştü mü içimize, kemirir de kemirir Pars! Bir de şüphelendiğim bir diğer husus…”

Durdu, Gaye’nin hıçkırarak ona bakışına göz ucuyla bakıp tekrar bakışlarını Hamdi’ye çevirdi ve devam etti.

“Ben Kenan’la ilgili bilgiler ararken ya da Musa Uzun’la ilgili araştırmalar yaparken kaçırıldım. Bunların bir tesadüf olma ihtimali var mı sence?”

Tekrar koltuğuna oturdu Hamdi, hafifçe başını sallayarak ellerini masaya yasladı. Tam lafa girecekti ki masadaki cep telefonunun sesi, onun lafını kesmişti. Ekrana baktığında, tanımadığı bir numarayla yüzgöz oldu. Açmak istemedi ama merakına yenilip açtı ve o anki ruh haliyle hafif sert bir şekilde:

“Alo!” diye seslendi. Karşıdan tanımadığı bir ses duyuldu.

“Bu ne sinir? Az sakin olun Hamdi Bey!”

“Sen kimsin?”

“Bana Çömez diyorlar. Bende seni şaşırtacak ve hayrete düşürecek kadar ilginç bir film var, izlemek istersen sevgili kızınla, vereceğim adrese gel! İstersen müstakbel damadın Kenan’ı da getir! Çünkü filmin başrol aktörlerinden birisi de o!”

“Ne diyorsun lan sen?”

“Duymadın mı Pars? Vizyonda güzel bir film var. Filmin adı, Kenan’ın Kurtları; emin ol seveceksin!”

“Geleceğiz, ver adresi!” diyen Hamdi, Çömez’in verdiği adresi önündeki not kâğıdına yazarken Gaye ve Bahri’nin meraklı bakışları, onun üstünden eksik olmuyordu.

“Bu akşam bekliyorum, istersen nişanı da iptal et!” diyen Çömez’e,

“Geleceğiz,” diyen Hamdi, telefonu kapatıp meraklı bakışların sahiplerine çevirdi bakışlarını ve Çömez’in söylediklerini nakletmeye başladı.

***

Akşamın karanlığı, şehrin dışındaki bu metruk yapının üstüne de çökmüş; her yeri koca bir karanlık kuşatmış ve kışın tesiriyle soğuk bir ayaz da etrafa sinmişti. Musa’nın teşkilatındaki adamlar, ellerinde uzun namlulu silahlarıyla, üstlerindeki gece koyusu libaslarıyla ve kafalarında kar maskeleriyle bu metruk yapının etrafına dağılmış ve güvenlik için tetikte geziyorlardı. Hava soğukmuş, rüzgâr varmış, kışmış kıyametmiş umurlarında değildi; onlar, verilen emre amade olmuş, güvenlik için adeta bu kara gecede kuş bile uçurtmuyorlardı. Çünkü ellerindeki adam, hiç kimseye benzemiyordu; öyle basit biri değildi, sıradan biri değildi bu adam, hafife alınacak biri hiç değildi.

Sandalyeye oturtulmuş, elleri arkadan kelepçelenmiş ve daha el bile sürülmemiş bir halde beklemeye alınmıştı İstemihan; Musa, onun karşısına bir sandalye çekmiş, kafasındaki maskeyi çıkarıp bizzat gözlerinin içine bakarak konuşmak istiyordu. İkisinin arasındaki bu bakışmalar, etraftaki birkaç kişinin nazarından kaçmıyor; kibrit çaksa patlayacak bir bakışma evresi sürerken İstemihan, yapılan bu operasyonun kim tarafından ve niçin yapıldığını merak ederek sessizliğini koruyordu.

“Sen Yediler denen oluşumun yedinci adamısın, değil mi İstemihan?” diye soran Musa’ya, gözlerini kısarak sözde haberi yokmuş gibi:

“Neyden bahsettiğinizi bilmiyorum, neden burada olduğumu da bilmiyorum. Neden buradayım?” diye soruyla karşılık verince Musa, tebessüm ederek:

“Mala yatmayı kes istersen! İkimiz de neyin ne olduğunu ve neden burada olduğunu biliyoruz İstemihan, bizi uğraştırma!” dedi.

“Madem biliyorsun, konuşmayacağımı da biliyor olman lazım!”

“Onu da biliyorum ama konuşacaksın, hem de biz sana el sürmeden, sana ufak bir fiske dahi vurmadan konuşacak ve her şeyi itiraf edeceksin!”

“Nasıl olacakmış o?”

O sırada Kaytan, elinde siyah bir çantayla içeri girdiğinde, sorulan soruya kendisi cevap verdi.

“Ben seni bülbül edeceğim ihtiyar adam!”

“Hoş geldin kaytan bıyıklı, seni görmeyeli özledim, ne yalan söyleyeyim? Bıyıklarınla oynamanı bile özledim.”

“Ben de seni özledim reis! Sonunda kedi olalı bir hamster yakaladık, bize afiyet olsun!” diyen Kaytan, gözlerini İstemihan’a dikerken Musa, katı bir sesle:

“Midemize yazık!” dedikten sonra:

“Gel şöyle geçelim!” dedi ve önden yürüdü. Kaytan da peşinden giderken İstemihan, bir müddet onların arkasından baktı ve belki elimi kurtarırım umuduyla bileklerini oynattı.

“Neler yaptın?” diye soran Musa, Kaytan’ın masaya bıraktığı çantaya şöyle göz ucuyla bir bakış atıp onun sesiyle bakışlarını ona çevirdi.

“Gerekli temaslarda bulundum. Kenan’ın verdiği bilgileri, harfi harfine onlara ilettim. Yediler denen oluşumdan, Kurul denen yapıya; Yediler’in diğer kollarından ve yaptıkları bütün işlere, her şeyi paylaştım. Onlar benden delil istediler, sen de burada bu büyükbaşı ele geçirdin. Bu sefer direkt Aselsan’a gittim. Orada bir tanıdık var, belki sen de tanıyorsundur. Gürkan Tuğrul… Yeni bir proje üstünde çalışıyorlardı ve projelerini bitirmişler. Yapılan deneylere olumlu sonuçlar vermiş, ben de kullanmak istedim. İşte, bu çantada!”

Çantanın fermuarını açan Kaytan, Musa’nın meraklı bir şekilde ona yaklaşmasına tebessüm ederek bir baret çıkardı. Tepe bölümü telli, etrafı çelikten bu baretin kulak hizalarında birer kablo vardı ve kabloların uçları baretin içine doğru uzanıyordu.

“Bu ne lan? Amele bareti bu!” diyen Musa, gülümseyen Kaytan’ın yüzüne bakarak:

“Ne işe yarıyor bu? Amele sümüğünü otomatik mi temizliyor?” diye sorunca Kaytan, dişleri görünürcesine sırıttı ve:

“Dalga geçme reis!” dedikten sonra:

“Bu icat, istihbarat ve sorgulama için yüzyılın icadı!” dedi.

“Nasıl çalışıyor bu?”

“Şimdi öğrenirsin, Kenan olsaydı iyiydi!”

“Onun nişanı var şimdi, gelemez!”

Gülümsedi Kaytan,

“Tüh, keşke bizi de davet etseydi! Alındım şimdi bak!” diyerek Musa’nın uzattığı bareti aldığında Musa,

“Sen de ceviz kırdığında onu davet etmezsin, olur biter!” deyince Kaytan, bareti çantaya yerleştirirken:

“Ben ceviz sevmem reis, alerjim var,” dedi. Musa da tebessüm ederek başını salladı.

“Haydi şunu deneyelim kaytan bıyıklı!”

Kapıya doğru yürüdüklerinde Musa’nın telefonu çaldı, ekrandaki tanımadığı numaraya bakarak gözlerini kıstı.

“Bu da kim şimdi?”

Kaytan cevap vermeden onun yanından geçerken Musa, telefonu açarak:

“Efendim!” dedi.

“Başkanım demişti, bir gün herkes sana efendim diyecek demişti bana!”

Gözlerini kısan Musa,

“Kiminle görüşüyorum ben?” diye sorunca karşı taraftan duyulan gülme sesine bir anlam veremedi. Sonunda gülme durduğunda Musa, sabırla onun konuşmasını bekledi.

“Ben Çömez! Mamoste’nin Çömez’i… Siz ustalar bir plan kurdunuz ama bir Çömez, gelip planınıza baltayı indirdi. Ne diyorsun bu işe reis?”

“Ne zırvalıyorsun sen?”

“Hamdi ve Gaye yolda, birazdan burada olur. İstersen sen de gel ama yetişir misin bilemem. Zira geç kalsan, çok fena şeyler olacak, benden söylemesi!”

“Neyden bahsediyorsun lan?” diye soran Musa, hâlâ bir şey anlamamıştı. Çünkü telefondaki adam, iyice lafı eveleyip geveliyor ve onun vakit kaybetmesini sağlıyordu.

“Sanırım geç kaldın Musa Uzun! Çünkü dışarıda bir takım sesler var. Hamdi’yle kızı geldi. Umarım Kenan da gelmiştir. Hamdi burada onun kafasına sıkar. Çünkü damadı bildiği adamın bir devlet görevlisi olduğu ortaya çıkarsa, hele ki ona yol gösteren adamın da kızının dayısı olduğu ortaya çıkarsa, baya bir yazık olur. Hamdi, Kenan’ın kafasına sıkar. O sıkmasa Gaye sıkar. Böylelikle Mamoste’nin de intikamı alınmış olur. Gördün mü planı? Bu iş örgüte kalmadan hallolacak, işte plan bu!”

Musa, kapanan telefonun ekranına bakarken içeri giren Emrah’a telefonu uzatıp:

“Son arayan numaranın yerini acilen tespit et! Eğer ondan sinyal alamıyorsan, Hamdi ya da Gaye’nin numaralarına bak! Derhal!” dedi. Emrah, hemen telefonu alıp oradan çıkarken Musa, burnundan derin bir soluk alarak:

“Ulan Kenan! Neden haber vermiyorsun lan?” diye fısıldadı ve İstemihan’ın sorgusu için kapıdan çıktı.

***

Emirgân civarında bir apartmanın beşinci katında bir dairede saklanıyordu Çömez; yanında bir arkadaşı da vardı, ortamda sessiz bir bekleyiş sürüyordu. Hamdi, Çömez’in yüzüne bakarken Gaye, bir umut onun yüzünü inceliyordu. Bu adamı Mamoste’nin yanında görmüştü Gaye; az buçuk hatırlıyordu onu, Çömez de kadının ona olan bakışlarını sezmiş olacak ki gülümsedi ve gülümseyen bakışlarını tekrar Hamdi’ye çevirdi.

“Mamoste Başkan, ölmeden önce bana iki görev verdi. Elinde bir sandık vardı, onu sahibine vermem için emanet etti. Bir de Nazım’dan aldığı doküman ve CD’yi sana vermem için, emanet etti. Burada!”

Hamdi, Çömez’in işaret ettiği sehpaya baktı; sarı br zarf vardı üstünde, uzandı ve zarfı aldı. Üstünde herhangi bir yazı falan yoktu. Sorar gibi Çömez’e baktı. İzah etti Çömez.

“İstihbaratın ve emniyetin içinde hâlâ kripto kişiler var. Bunlar hem bize hem de paralel yapıya destek veriyor. O kripto kişilerden birine rica edilmiş. Kendisi de ricayı kırmamış ve sinir merkezlerine ufak bir dokunuş yapmış. Bu belgeler ve CD, o sinir merkezlerinden itinayla alındı. Herhangi bir montaj yahut asparagas söz konusu değil! Bizzat gerçek bilgiler ve görüntüler var. Mamoste başkanım şehit olmadan bunları sana iletmem için verdi. Amacı da belli! Kızınızı kaçırdığı için örgütle münasebetinizi kesmemek ve bunları bir özür gibi kabul etmek. Bu kadar!”

Dili zor döndü Hamdi’nin, yutkunduktan sonra:

“Ne var bunlarda?” diye sordu. Gülümsedi Çömez,

“Kendiniz bakın!” derken Gaye’ye bir bakış attı ve tekrar Hamdi’ye dönerek:

“Keşke Kenan’ı da getirseydiniz de, burada beraber izlerdik!” deyince Hamdi, göz ucuyla ağlamaklı bir halde bekleyen kızına baktı ve ayağa kalktı. Gaye, gözlerini Çömez’den alamıyordu. Babasının ayağa kalkışını umursamadan:

“Kenan nerde?” diye sorunca Çömez, anlamadığı için gözlerini kıstı. Gaye tekrar sordu. Çömez başını sallayarak:

“Ben ne bileyim nerde? Sizinle gelir sandım, yoksa gitti mi?” der demez Gaye, gözlerinden süzülen yaşlarla bakışlarını ondan kaçırdı.

“Gidelim kızım!” diyen babasına bakıp başını salladı ve zor bela ayağa kalktı. Hamdi kızının koluna girerek yürümesine yardımcı oldu. Onlar kapıya doğru yürürken Çömez’in arkadaşı, arkalarından kapıyı kapattı. Çömez, ellerini birbirine sürerek:

“Vasiyetin yerine getirildi başkanım!” diye mırıldandı. İçeri giren arkadaşı,

“Şimdi ne olacak?” diye sorunca Çömez, derin bir nefes alarak:

“Ben Kandil’e gideceğim, sen de gel istersen!” dedi. Arkadaşı bir şey demeden sırtını duvara yaslayıp bakışlarını ona sabitledi.

***

Şehrin dışındaki metruk yapıda İstemihan, kafasına geçirilmiş baretin kafasını sıkıştırmasını hissedemiyordu; kulak hizalarındaki kabloların kulak memelerine tutuşturulmasını fark edemez bir durumdaydı ve tepeden kafasına enjekte edilen sıvının beynine ulaşması için verilen zamanın dolmasıyla adeta robota bağlamış, kendinden geçmiş bir şekilde karşı tarafa dümdüz bakıyordu. Bilinci yitmiş gibiydi.

“Beni duyuyor musun?” diye soran Kaytan’ın sesiyle gözlerini bir kez kırpıp açtı. Sonra da boğuk çıkan sesiyle yanıt verdi.

“Duyuyorum.”

Musa yoktu yanlarında, Kaytan ve bir adam durmuştu karşısında; adam, elindeki kamerayla sorgu anını çekiyor, Kaytan da sorularıyla İstemihan’ı çözmeye çalışıyordu.

“Adın ve soyadın?”

“İstemihan Büyüktunç…”

“Memleketin?”

“Antalya…”

“Görevin ne? Ne iş yapıyorsun?”

“Emekli bir ataşeyim!”

“Yediler denen oluşumun içinde misin?”

“İçindeyim.”

“Anlat!”

“Yedi kişiden oluşuyor. Adını da oradan alıyor. 80 darbesinin hemen ardından teşekküle başlayan bu oluşum, yıllar içinde geniş bir çevreye ulaştı. Tepedeki isim, yani ilk adamın kim olduğunu ancak ikinci adam bilir; ikinci adamın kim olduğunu da ancak üçüncü, üçüncü adamın kim olduğunu ancak dördüncü, dördüncünün kim olduğunu beşinci, beşincinin kim olduğunu altıncı ve altıncının kim olduğunu da ancak yedinci, yani ben bilirim. Ama son altı kişiyi, emirlerindeki alt dalların hepsi bilir, tanır. Bu silsile böyle devam eder. Alt dalları var: Şebeke, Kurul ve Çete… Kurul’un başında Hamdi Çeliker var; namı diğer Pars, mafya ve yeraltı işlerinden mesul, her yerde sözü geçerli, eli her yere uzanır. Sokaktaki hapçıdan, silah tüccarlarına, kumar işlerine, uyuşturucu işlerine ve kara para işlerine, kısacası her yere o bakıyor. Şebeke; devlet içinde kümelenmiş gizli ve gizemli bir yapılanmadır. Bunların işi, sadece devletin hazine kolunda yer almaktır. Hazineye giren meblağın cüzi bir miktarı bize aktarılır. Siyasetten akademiye, temizlikçiden çaycıya kadar mutlaka Şebeke’nin bir elemanı vardır. Şebeke’nin lideri, Ayaz Ayazoğlu diye eski kurmaylardan biridir. Şu an kamufle olmuş durumda ve ne yerini ne de inini kimse bilir, ben hariç tabi! Çete’nin görevi de sokaklara ayar vermektir. Onlar da eski kabadayılara özenen bir gruptur. Lideri Paşa lakaplı bu adam, gaddar ve acımasızın önde gidenidir. Bu yüzden sokaklardaki kaldırımlar bile ondan çekinir.”

“Bize her şeyi anlat İstemihan! Diğer beşinci kişiyi bize ver, biz de birinci kişiye ulaşana kadar ilerleyelim!” diyen Kaytan, İstemihan’a bakarken kamera, bu sahneleri an be an kaydediyordu.

***

Eve geldiklerinde Gaye, hemen babasının verdiği CD’yi televizyona takmış ve elinde kumandayla babasının yanına oturmuştu. Hamdi’nin ifadesiz suratı, televizyonun ekranına odaklanmıştı. Gaye, televizyonu açtı ve görüntüler akmaya başladı.

Kenan İngiltere’den döner dönmez Musa’yla birlikte Milli Haberalma Servisi’ne gittiği zaman, orada yapılan ilk toplantı kayda alınmıştı. Arka cepheden çekilen görüntüler, onları ve karşı duvardaki yansıtma görüntülerini kayda çekmiş ve net bir şekilde gözler önüne almıştı. Konuşma sesleri salonda yankılanıyordu.

“Kim bu adamlar?”

Hamdi, görüntülere takılan resimleri görmüştü. Bizzat onun emriyle suikastla öldürülen üç işadamının fotoğrafları asılıydı. Konuşmalar devam etti Gaye’nin durgun bakışları arasında.

“Kahve ister misin?”

“Zahmet olmazsa…”

“Haberleri duymadın mı?”

“Kaç gündür sokaklardayım reis, bir şey duymadım!”

Musa’nın üç işadamının suikasta uğrayışlarını anlatması, Hamdi’nin soğuk bir şekilde yutkunmasına neden oldu. Gaye bunu fark etti ama üstünde durmadı. Musa’nın televizyondan yükselen sesiyle iyice adapte oldu.

“Ve bize bir görev verildi evlat!”

“Ben sürgündeyim reis! Bana ne görevinden bahsediyorsun?”

“Sürgün bitti evlat, bitti! Yaptığın hata, affedilmezdi! Hatta meslekten ihraç dahi edilebilirdin! Ama sayemde ucuz yırttın!”

“Ama İngiltere’deki görevim daha bitmedi! Max’in izini bulmuştum, onu kaldırmanın fırsatını kollarken apar topar buraya çağırıldım!”

“Max Lucer, (Meks Luser) tahmin ettiğimizden daha kurnaz çıktı evlat! Senin İngiltere’ye gittiğin gün, o Hindistan’a, Bombay’a gitti!”

“Adamın uyuşturucu imalathanesini bulamadım!”

“Çünkü Hindistan’da… Max Lucer, sonraki işimiz…”

“Evet, saadete gelelim!”,

“Bir proje aşk çizdim! Aşık olacaksın evlat, hem de öyle böyle değil! Ama proje bir aşk...”

Burada Gaye’nin gözleri doldu, Proje lafını duyunca yutkundu; yaşadıkları her şey, basit bir projeymiş, hıçkırdı ve duyduklarını hazmetmek için dişlerini sıktı. Musa’nın dediği laf, beyninde yankılandı. Hamdi burnundan derin bir soluk alırken Gaye’nin gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Kenan’ın televizyondan yükselen sesi, Gaye’nin hıçkırmasına neden oldu.

“Cümleye şaibeli girdin reis! Aşık olacaksın deyince, ağzım kulaklarıma vardı! Yaşlı kurt, torun özlemini gidermek için beni everiyor diye sevindim!”

Musa düğmeye basmış ve karşıdaki duvara Gaye’nin resmi yansımıştı. Hamdi ve Gaye, yansıyan resme bakıp Kenan’ın ne tepki vereceğine odaklanırken Musa, Gaye’yi tanıtmıştı.

“Ünlü işadamı Hamdi Çeliker’in kızı Gaye Çeliker…”

“Bu ne saçmalık reis? Böyle operasyon mu olur? Bir genç kızın duygularıyla nasıl oynarım?”

Kenan’ın vermiş olduğu tepki, Gaye’nin gözlerinin büyümesini sağlarken Hamdi, aldığı derin nefesiyle neler hissettiğini az buçuk belli etmişti.

“Ben bu operasyonda yoğum reis!”

Kenan’ın sert çıkışına buruk bir tebessüm sunmuştu Gaye, Musa’nın sesiyle yüzündeki tebessüm solmuştu.

“Olmak zorundasın evlat! İçişleri Bakanı’nın bizzat talimatıdır! Eğer olmazsan, seni bu sefer ben bile kurtaramam!”

“Bunun vebali büyüktür reis! Ben yüklenemem!”

Gaye derin bir iç çekti; bir yanda dayısının baskısı, diğer yanda emrindeki adamın karşı çıkması, onun duygularının birdenbire değişmelerine neden oluyordu. Musa’nın suikasta uğramış üç işadamının resimlerini işaret edip çıkışmasına odaklanan Gaye, dayısının bunları neden yaptığını anlamaya çalışıyordu. Aslında az buçuk anlıyordu. Ama işte aldatılmak, kandırılmak zoruna gidiyordu.

“Onlar kim, biliyor musun? Onlar, Türkiye ekonomisine en büyük katkı sağlayan işadamlarıydı! Ve şu an yoklar! Üçü de suikasta uğradı! Hamdi Çeliker’in bir suç örgütü kurduğundan şüpheleniyoruz! Ona ulaşmanın yolu…”

“…kızından geçiyor, öyle mi?”

“Aynen öyle evlat!”

“Madem böyle bir şüpheniz var, neden direkt gözaltına almıyoruz? Neden kafa yoruyoruz?”

“Eğer direkt onu alıkoyarsak, arkasındaki güçleri çözemeyiz! Aralarına girmek zorundasın! Hatta senden torun bile istiyorum! Ya Hamdi’nin damadı olarak aralarına girersin ya da onun bir koruması olarak…”

“Koruması olsam..?”

“Yine kızına değmek zorundasın!”

Kenan’ın nasıl bir çıkmazda olduğunu görüyordu Gaye, Hamdi de kandırılmanın sancısını içten içe çekiyordu. Demek bu yüzden ortalıktan kaybolmuştu Kenan, taşlar yerine oturuyordu. Kenan’ın mecburi çıkan ses tonu, Gaye’nin gözlerinden birkaç damla daha düşmesine sebep oldu.

“Peki, ne yapalım, kabul ediyorum!”

Sonra da Gaye’nin acımsı bir tebessüm etmesine neden olan Kenan’ın sorusu, Hamdi’yi de etkilemişe benziyordu.

“Ya gerçekten kızına aşık olursam reis, bunu hesaba kattın mı?”

Musa’nın cevabı da Gaye’nin yutkunmasına davetiye çıkarmıştı.

“Ol evlat, sana olma diyen mi var? Ama kendini kaptırma!”

Görüntünün donmasıyla Gaye, yaşlı gözlerini babasına çevirdi. Hamdi, hiçbir tepki vermeden gözlerini kararan televizyonun ekranına dikmişti.

“Baba?” diye sayıklarcasına seslenen kızına, nemli bakışlarla baktı Hamdi,

“Efendim kızım!” derken sesi titriyordu.

“Ben bilmiyordum baba!” diyen Gaye’nin gözyaşlarına boğulması, hıçkırıklar içerisinde ağlayarak:

“Haberim yoktu baba!” demesi, Hamdi’nin yüreğini parçalıyordu. Kızını kendisine doğru çekerek bağrına basan Hamdi, bir şey demeden gözlerini yumarken Gaye’nin hıçkıran sesi, salonda ahenkli bir ritimle çınlıyordu. Hıçkırıkları içerisinde Gaye, babasının göğsüne fısıldarcasına içini döktü.

“Tam her şey düzeldi, hayatım güzel oldu ve artık mutluyum derken, aslında her şeyin koca bir yalandan ibaret olduğunu öğrendim baba! İnandığım aşk, aşık olduğum adam ve sığındığım limanın basit bir aldatmaca olduğu, yüzüme bir şamar gibi indi. Aman Allah’ım! O inandığım, güvendiğim ve bağlandığım adam, benimle sadece bir proje için birlikte olmuş, beni bir proje ürünü olarak görmüş. İnanamıyorum, söyleyemiyorum, konuşamıyorum. Ben…”

Daha fazla konuşamadı ve gözyaşları sel olurken hıçkırıkları, bir balyoz gibi babasının yüreğine iniyordu. Hamdi gözlerini yummuş ve bunları hazmetmeye çalışıyordu.

***

Emirgan’da Çömez ve arkadaşı, apartmandan yeni çıkıp ilerde park ettikleri araca doğru yürürken cadde başında beliren arabanın farları, onların karanlıktan aydınlığa çıkartmıştı; Çömez, gelen arabanın öyle alelade bir araba olmadığını tahmin etmişti, zaten kendisi de son görevini yapmış, başkanının vasiyetini yerine getirmiş, artık ölse de gam yemem havasında silahına sarıldı ve arkadaşının kolundan tutup kenara çekti. Gelen araba daha durmadan Musa’nın camdan açtığı ateşle Çömez’in önündeki arkadaşı vuruldu, arkadaşı yere düşen Çömez, kaçmak için hamle yaptı ama Musa, ateş ederek onu bacağından vurdu. O sırada balkonda durmuş olan bir vatandaş, duyduğu silah sesleri ve vurulan adamları görünce telaşla içeri koştu. Silahını şakağına dayayan Çömez, tam ateş edecekti ki Musa’nın açtığı ateşle omzundan vuruldu ve elindeki silah düştü. Musa, aracı onun yanında durdurup inerken Emrah da inerek diğer adamı kontrol etmeye gitti.

“Çömez sen misin lan?” diye soran Musa, onun tepesinde dikildiğinde Çömez, tebessüm ederek:

“Geç kaldın Musa Efendi! Hamdi ve kızı her şeyi öğrendi. Ama yazık, Kenan yoktu yanlarında! Kenan’ı önceden ayakaltından çekmekle akıllılık etmişsin, bravo!” deyince Musa, onun üstüne eğilerek silahın namlusunu onun alnına dayadı.

“Başkanının yanına git, hasret giderirsin!”

Çömez gülümsedi ve Musa’nın blöfüne, aniden onun eline sarılıp silahın tetiğine kendi basarak karşılık verdi. Emrah geldiğinde Musa, ayağa kalkarak etrafına bakındı. O sırada apartmandan çıkan demin balkondaki adamı gören Musa, bir gözü o adamın üstündeyken:

“Kenan ve plan deşifre oldu Emrah! Zaten İstemihan da elimizde! Kaytan onu konuşturmuştur. Derhal operasyona başlıyoruz! Acil kod adıyla düğmeye basalım Emrah! Kenan’a da ulaş!” dedi.

“Efendim! Size söylemeye fırsat bulamadım ama Kenan’ın saatinden, dün geceden beri sinyal alınamıyor. Telefonu da Hamdi’nin evini gösteriyor.”

Musa derin bir nefes alırken yanlarına gelen adam,

“Ne oluyor birader burada, hayırdır?” diye sorunca Musa, ona dönerek:

“Gir evine kardeşim! Biz polisiz ve bunlar da terörist, tamam mı?” diye çıkıştı. Adam geldiği gibi giderken Musa, derin bir nefes alarak yerdeki Çömez’in cesedine baktı. Sonra da Emrah’a hitaben:

“Eşzamanlı operasyon olacak Emrah! Benle sen Hamdi’yi almaya gidelim! Elimizi çabuk tutalım da, Hamdi ve Kurul sırra karışmadan ele geçirelim,” deyince Emrah, hemen telsizini çıkarıp onun yanından ayrıldı.

***

Hamdi çalışma odasında, bitkin ve çaresiz bir halde koltuğuna oturmuş ve derin düşünceler içerisinde bocalıyordu. Kendi kendine durgun bir sesle:

“Kurduğum krallık, dizayn ettiğim ihtişam, basit bir projeyle yerle bir olamaz. Damat bildiğim, ondan öte evlat bildiğim bir adam, tertemiz kızımı kullanarak bu krallığı yıkamaz, buna izin veremem!” derken bir adamı, destur almadan içeri girdi ve felaket haberini verdi.

“Efendim polisler geldi, avluda bekliyorlar.”

Ayağa kalktı Hamdi, başını sallayarak kapıya doğru yürürken adam ondan evvel dışarı çıkıp polisleri içeri almak için harekete geçti. Salona gelen Hamdi, merdivenlerden inen Gaye’yi gördüğünde derin bir nefes aldı. O sırada önde Musa ve Emrah, arkada polisler gelirken Gaye, cılız bir sesle:

“Dayı?” diye sayıkladı. Musa, Gaye’yi umursamadan Hamdi’nin karşısına dikildi.

“Hamdi Çeliker; yasadışı faaliyetlerde bulunan Kurul isminde bir yapılanma kurup yönetmek ve lideri olmak suçlarından seni tutukluyorum. Susma hakkına sahipsin, konuşacakların aleyhine delil sayılabilir.”

“Kes bu zırvalıkları Musa!” diye tıslayan Hamdi,

“Elinde herhangi bir delil yok! Beni alamazsın!” deyince Musa, tebessüm ederek ona doğru bir adım attı.

“Aldım karşıma adamımı, ona yol verdim, yordam gösterdim Hamdi! Dedim ki ona; ‘Kız kardeşim Nezaket’in yadigârı, çiçeği yeğenim Gaye…’”

Bu sırada Gaye, merdivenleri inmiş ve gelip Musa’yla Hamdi’ye paralel bir noktada durmuştu. Musa, yan gözlerle ona bakarak devam etti.

“’…babasının nasıl bir cani olduğunu öğrenmeliydi. İşte bu yüzden evlat, yeğenimle evlenmek ve krallığın başına geçip zamanı geldiğinde tek bir fiskeyle yerle bir etmek zorundasın. Her şey vatan için…’ O da kabul etti Hamdi, işte şimdi de operasyonun sonundayız! Bütün deliller bizde! Hatta delilden büyük bir şey var elimizde!”

Gözlerini kısan Hamdi, Gaye’nin yeşeren bakışları arasında:

“Ne?” diye sorunca Musa, tebessüm ederek:

“İstemihan Büyüktunç… Yani Yediler denen oluşumun yedinci adamı… Sence de bu, fazla büyük bir delil değil mi?” diye sordu. Resmen beyninden vurulmuştu Hamdi, kanadı kolu kırılmış, etrafı sarılmıştı. Nemli gözlerini kızına çevirdi. Musa’ya döndü, derin bir iç çekerek başını salladı.

“Siz kazandınız, ben kaybettim!”

“Sadece sen değil, bütün Kurul, Çete ve Şebeke denilen yapılanmalar, hepiniz derdest edildiniz!” diyen Musa,

“Tayfun Sipahi ve ekibi…” der demez kadraj değişti ve polis ekiplerince Tayfun ve adamlarının teslim alınışı gösterildi. Musa devam etti.

“Kelpeten Cevat…”

Kelpeten Cevat ve adamlarının araçlara alınışı, birkaç saniye gözlerinin önüne geldi. Ekledi Musa.

“Feramus Dostane…”

Jargon Feramus’un alınışı ve teslim olmak için el kaldırılışına tebessüm etti Musa, ekledi.

“Samet Yördem de alındı Hamdi!”

Samet’in kaçma teşebbüsünün sonuçsuz kalınışına dudak büktü Musa, diğer ismi zikretti.

“Avukatın da gitti, Bahri Düzgün olan…”

Bahri’nin başını sallayarak ayağa kalkışı ve polislerce alınışı takıldı Musa’nın gözlerine, ekledi.

“Ve tabi ki masanın yeni gözdesi, Mestan da alındı!”

Nazan ve Simay’ın telaşlı bakışları arasında teslim olan Mestan’ın görüntüsü de naklolduktan sonra Musa, Emrah’a dönmeden:

“Pars’ı alalım arkadaşlar!” diye talimat verdi. Emrah ve bir polis, Hamdi’ye doğru yürürken Musa, Gaye’ye dönerek:

“Ben seni çok seviyorum Gaye, kız kardeşimin yadigârısın ama devlet için, millet için bile olsa, babanı almak zorundayım! Ben devlet için, bayrak için ve millet için her şeyimi feda ettim. Sevdiklerimi, ailemi bile karşıma aldım. Benim davam, milletimin bekası, halkımın sulh ve selametidir. Ben bu yola çıkarken, her şeyi arkamda bıraktım. Sadece senin baban değil Gaye, benim babam bile bu vatana, bu vatanın bir ferdine bile zarar verirse, onu bile alırım. Gözümü kırpmadan adalete teslim ederim. Çünkü biz, bu vatana fedai olanlardanız! Kusura bakma kızım!” dedi. Gaye bir şey demeden gözlerinden yaşları damıtırken Musa, onu öylece bırakarak kapıya doğru yürüdü. Gaye, polislerce alınan babasına ve çekip giden dayısına yaşlı gözlerle bakarken aklındaki tek soru, gelip diline bir fısıltı olarak yansıdı.

“Kenan nerde?”

***

Bir Ay Sonra…

***

Milli Haberalma Servisi…

‘Sayın seyirciler! Geçtiğimiz ay başlayan ve hâlen de sürmekte olan Pars Pençesi Operasyonu’nda inanılmaz gelişmeler var. Bürokratlardan siyasetçilere, üst düzey güvenlik görevlilerinden emekli askerlere kadar her kesimden insanların barındığı koca yapılanmanın izleri hâlen mevcut. İçişleri Bakanlığı’na bağlı Milli Haberalma Servisi’nin başlattıkları operasyonun detayları, her gün biraz daha ortaya çıkıyor. Yediler denen oluşumun bir numarası, Emekli Albay G. Ö. Çıkarıldığı mahkemede her şeyi itiraf ederken ünlü işadamı H. Ç. de mahkemeden cezaevine nakledildi. Çok sayıda mensubu bulunan Yediler denen oluşumun alt dalları olarak belirtilen Şebeke ve Çete gruplarının da ele geçirilmesi, operasyonun ne kadar büyük ve geniş olduğunu gösteriyor. İçişleri Bakanı Sayın S. S. verdiği bir demeçte; “Türkiye'de terörden daha zararlı oluşumların belini kırmak, bizim asli hedefimizdir,” dedi. Cumhurbaşkanı R. T. E. de dünkü parti konuşmasında; “Bu operasyonlarda görev alan güvenlik güçlerimizin her birini, şahsım ve milletim adına kutluyor ve bu gibi oluşumların her zaman tepelerinde bitmelerini bekliyorum,” diyerek güvenlik güçlerine ve özellikle de Milli Haberalma Servisi’ne telkinlerde bulundu.’

Musa, televizyonu kapatıp sırtını koltuğa yaslarken karşısındaki koltukta oturan Kaytan, çayına uzanırken:

“Bu kadar kolay olacağını düşünmemiştim reis!” dedi. Musa, derin bir nefes alarak:

“Ne yalan söyleyeyim, ben de düşünmemiştim! Hamdi kolay teslim oldu, ona şaşırdım ben! Belki de yanımızda kızı vardı ve ona zarar gelmesini istemediği için teslim oldu, bilmiyorum. Kenan yok, bir ay geçti hâlâ ortalıklarda yok bu adam!” dedi.

“Sence nereye gitmiş olabilir?”

“Bilmiyorum anasını satayım! Kafamda hiçbir fikir de yok! Kendi ortaya çıkmadığı müddetçe de onu bulamayız!”

“Çıkar mı dersin?”

“Bilmiyorum ama çıkması gerek!”

“Bence Gaye’nin korkusundan çıkamaz reis!” diyen Kaytan gülümserken Musa, derin bir iç çekip başını salladı. O sırada kapı çaldı,

“Gel!” diyen Musa’nın sesiyle Emrah, yanında Gaye’yle içeri girdi. Musa yerinde doğrulurken Kaytan, Emrah’a bakarak ayaklandı ve sehpadaki çayını da alarak:

“Gelsene sen, böyle çay mı yapılır, hesabını sorayım gel!” dedi ve Emrah’ın kolundan tutup kapıya doğru yürüdü. Musa ayağa kalkarak:

“Gel kızım, hoş geldin!” dedi. Yutkunan Gaye, nemli gözlerini Musa’dan kaçırarak:

“Dayanamadım dayı, sana geldim mecbur!” deyince Musa, ona doğru yürürken şefkatli bir şekilde:

“Bana gelmeyeceksin de kime gideceksin kızım? Gel tabi!” dedi ve onu kendisine doğru çekerek sarıldı. Gaye, dayısına sarılı halde hıçkırarak:

“Yapamıyorum dayı, kabullenemiyorum! Kullanıldım, bir planın ufak bir parçası oldum. İşim bitti, köşeye atıldım dayı!” derken Musa, onun saçlarına elini sürerek:

“Öyle deme kızım! Kenan seni çok sevdi. Hem de canından çok… Kaç sefer her şeyden, bütün operasyondan vazgeçmek istedi, ona ben mani oldum. Vatan dedim, millet dedim; onu bunlara ben zorladım kızım, öylece çekip gitmesi bile seni nasıl sevdiğinin kanıtı! Buna daha fazla dayanamadı, vicdanına yenildi ve operasyonu, vatanı, seni ve hiçbir şeyi düşünmeden çekip gitti. Sevmeseydi, seni basit bir proje icabı oyalasaydı, sonuna kadar giderdi; işini bitirir, görevini tamamlar ve sonra giderdi kızım! Ama o seni sevdi, çok sevdi ve sevmesine rağmen gitti!” dedi. Gaye ondan ayrılırken yaşlı gözlerle onun yüzüne baktı. Musa yer gösterdi, Gaye otururken Musa da kendi masasına geçti, eğilip çekmeceyi açarken:

“Kaç zamandır sana ulaşmaya çalışıyordum kızım! Bende bir emanetin var, Kenan verdi. Eğer bana bir şey olursa yahut başıma bir şey gelirse, bunu Gaye’ye verirsin, dedi. Ben de…” dedi ve Kenan’ın ona vermiş olduğu zarfı çıkarıp yürüdü, geldi ve demin Kaytan’ın oturduğu yere geçerken zarfı da ona uzattı. Gaye zarfı aldı ve HG yazılan yere göz gezdirip Musa’ya baktı.

“Bu ne?”

“Açmadım, söz vermeseydim merakıma yenilip açardım ama söz vermiştim kızım! Sen aç da merakımı gider bakalım!” diyen Musa’nın yüzüne birkaç saniye baktıktan sonra zarfın kapalı kısmını kesmek için Musa’nın masasındaki bıçağı aldı. Zarfın kenarını keserken Musa’nın meraklı nazarları arasında zarfı açtı. İçinden bir kâğıt ve bir alyans çıkınca şaşırdı, alyansa baktı; altın sarısı yüzüğün iç kısmında yazan yazı dikkatini çekince gözlerini kısarak yoğunlaştı. ‘Hayatımın Gayesi’ yazısını içi burkularak okudu ve yüzüğü sımsıkı tutarak nemli gözlerini Musa’ya çevirdi. Musa bir şey demedi, yüzüğü önündeki sehpaya bırakıp kâğıdı düzeltti. Boğazını sıkan hıçkırığı bastırmak için yutkundu ve düzelttiği kâğıdı içinden okumaya başladı.

“Gaye’m, seni böyle bırakıp gitmek zoruma gidiyor. Kalıp savaşmak, seni kazanmak varken çekip gitmek, bir korkağın yapabileceği bir şey ama mecbur kaldım, dayanamadım. Gözlerinin içine bakıp bir aşığı oynamak, seven bir insan rolü yapmak, benim zoruma gitti. Yüreğim el vermedi, seni kandırmak ve aldatmak içime sinmedi Gaye! Ben bu yola çıkarken basit bir proje olarak gördüm seni, sana böylesine sevdalanmak, delicesine sevmek yoktu hesabımda ama aşk, her zaman olduğu gibi kendi hesabını uyguladı. Bu benim itirafımdır Gaye! Ben bir devlet görevlisiyim, Milli Haberalma Servisi adına babanın yanına yerleşmek için seni aracı kullandım. Daha sonra dayın olduğunu öğrendiğim Musa’yla bu yola girdik ama yolun sonu çetin oldu, aşka tutuldum hem de bambaşka tutuldum. Seni çok sevdim; deli dolu hallerini, laubali tavırlarını ve her şeyini çok sevdim. Basit bir proje nazarıyla bakarken benim sistemlerimi altüst eden bu aşk, şimdi de çekip gitmeme neden oldu. Sana bunları söyleseydim, muhtemelen beynime sıkar, leşimi çöpe atardın. Ben senden korktuğum için gitmedim, bu aşkın vicdanında boğulduğum için gittim. Beni affet demiyorum, zira sen beni affetsen bile ben kendimi asla affedemem. Genç bir kızın duygularıyla oynamanın hiçbir geçerli nedeni yok, hiçbir mazeret kabul etmez ve hiçbir eyvallahı yok! Seni çok sevdim ve hep de seveceğim. Kenan…”

Kâğıdı katlarken Musa’nın meraklı bakışlarını umursamadı ve kâğıtla yüzüğü çantasına yerleştirmeye çalıştı.

“Peki nereye gitti dayı? Bir haber yok mu? Bir iz yok mu kendisinden?” diye soran Gaye, bir umutla Musa’nın yüzüne bakarken Musa, derin bir nefes alarak:

“Yok maalesef! Hiçbir iz yok, haber yok, bilgi yok! Her yeri aradım, herkese sordum ama yok işte! Kenan bu! Eğer kendi istemezse, biz onu asla bulamayız kızım!” deyince Gaye’nin son umut kırıntısı da soldu.

“Delireceğim ya delireceğim! Ben de onu çok sevdim dayı, evlenecektik biz! Gitti o!” diye sayıklayan Gaye,

“Sedef onu nasıl terk ettiyse, o da beni öylece bırakıp gitti!” deyince irkildi Musa, yerinde dikeldi ve gözleri parlarcasına Gaye’ye bakarak o ana kısa bir dalış yaptı.

Uyuşturucu tedavisi gördüğü GATA hastanesinden kaçmıştı Kenan; günlerce ve hatta aylarca ortalıkta yoktu. En son Musa’yı aramış ve yerini söylemişti.

“Nerde olduğunu buldum kızım!” diyen Musa, Gaye’nin gözleri parlarcasına:

“Nerde?” diye sormasıyla:

“Gel benimle!” dedi. Gaye ikiletmeden peşine takıldı.

***

Erzincan/Kemah…

Bir ağacın dalına asılan radyodan yükselen ses, odunlara inen baltanın sesine karışıyor ve birlikte bir ahenk oluşturarak bağ evinin çevresine yayılıyordu. Adile Kurt Karatepe’nin dilinden dökülen ‘Bülbül Evin Yıkıldı Mı?’ türküsünün notaları, Kenan’ın baltayı tutan ellerine güç kuvvet verircesine çınlıyordu.

“Bülbül yuvan yıkıldı mı?” diye türküye giriş yapan sanatçının sesine hafif kulak kesilip baltayı kaldırdı ve:

“Yavruların döküldü mü?” deyişiyle baltayı hızla oduna indirdi. İki parçaya bölünen odunu baltayla itekleyerek eğildi,

“Dönüver bana küçük hanım a kız!” diyen sanatçının sesi eşliğinde yeni bir odun bırakıp doğruldu.

“Senin dilin tutuldu mu?

Yar dillerin tutuldu mu?” diyen sanatçının sesi kulaklarına çarparken baltayı kaldırıp hızla indirdi ve o odunu da iki parçaya böldü. Nakaratların eşliğinde odun yerleştirip notalar girerken doğruldu ve tekrar baltayı hızla indirdi. Duyduğu araba sesine kulak kabarttı. Eğilmiş ve odun yerleştirirken kafasını yana çevirip gelmekte olan araca baktı. Musa’nın arabasının gelmekte olduğunu görünce doğruldu ve alaka kurmayıp baltayı kaldırdı. Araç durduğunda baltayı hızla indirdi ve odunu ikiye bölüp tekrar eğildi. O sırada Musa araçtan inmişti. Gaye arabadaydı.

Kaç zamandır canından öte seviyordu Kenan’ı; hatta canını verircesine seviyor, onsuz geçen bir saniye bile düşünemiyordu. Ama görev icabı aralarına girmesi ve hatta onu bile kullanması, Gaye’nin zoruna gidiyordu. Bunu kabul edemiyordu, hiçbir geçerli nedeni yoktu Kenan’ın bu yaptıklarının, yani Gaye öyle düşünüyordu. Eli çantasına gitti, Kenan’ın bıraktığı kâğıdın hemen yanındaki yüzüğü çıkarıp parmağına taktıktan sonra silahın kabzasını sımsıkı tutarak çıkardı. Musa, Kenan’ın yanına gitmiş ve ona bakarken Gaye, silahını onlara çaktırmadan çıkardı ve cebine koydu.

“Ne yapıyorsun lan burada sen?” diye soran Musa,

“Odun kırıyorum,” diyen Kenan’a, dişlerinin arasından:

“Kafanı da kırsana, o da odun çünkü!” diye tıslayınca Kenan, derin bir nefes alarak:

“Niye geldin reis? Bitti işte operasyon, istediğin oldu işte! Daha ne istiyorsun?” diye sordu. Musa, radyodan yükselen müziğe kulak kabarttı. Sanatçının,

“Şu dağların başindeyim!” diyen sesiyle etrafına bakındı, gerçekten de Kenan bu dağların başındaydı. Etrafına bakınırken Gaye’nin araçtan indiğini gördü. Kenan’ın daha Gaye’den haberi yoktu, arabadan inenin Kaytan olduğunu sanıyordu. Sanatçının sesi, Gaye’nin adımlarına karışıyordu.

“Yüzüğünün kaşindeyim!” diyen sanatçının sesine kulak kabartan Gaye, Kenan’ın arkasında dururken sanatçının nakaratları sürüyordu. Musa’yla göz göze geldi Gaye, ne olacaksa olsun der gibi silahını sıyırıp namluyu Kenan’a doğrulttu. Musa şaşırırken Gaye, yutkunarak sanatçının:

“Bana idamlık diyorlar a kız!

Daha on dört yaşindeyim,

Ölene dek peşindeyim!” diyen sesi arasında:

“Ben de sana idamlık diyorum Kenan!” diye seslendi. İrkildi Kenan, kaç zamandır hasret olduğu ses, o nida çarptı kulaklarına ve yutkunurken elindeki balta düştü, odunların arasında yer buldu. Yavaşça Gaye’ye dönerken Musa’nın:

“Sakın yapma Gaye, sakın!” diyen sesine aldırmadan Gaye’ye baktı. Gülümsedi, bir şey demedi. Gaye, parmağı tetikteyken bir adım atarak:

“Helal olsun be sana, helal olsun! Her şey vatan için deyip bir genç kızın, benim duygularımla oynadın, helal olsun! Proje bir aşk he? Nasılsa Gaye yer, ben onu keklerim he? Hiçbir mazeret, buna bahane olamaz, olmamalı! Ya sen ne biçim adamsın? Bunca zaman gözlerimin içine bakarak aşık rolü oynadın, sevdiğini söyledin her zaman! Ne için? Vatan için, millet için… Ben de bu vatanın bir mensubu değil miydim ya? Bana nasıl kıydın Kenan? Nasıl oynadın duygularımla? Hiç mi vicdanın sızlamadı be? Hiç mi yazık demedin, günah demedin?” deyince Kenan, derin bir nefes aldı.

“Sana olan aşkım, sevgim, tamamen bir projeden ibaret! Sen benim proje sevdamsın Gaye ama hayatımın gayesisin!”

Silahın namlusunu sallayan Gaye,

“O zaman hayatına mal olacağım Kenan!” deyince Musa araya girdi.

“Dur Gaye, sakın yapma! Kenan seni çok sevdi, canını bile verecek kadar çok sevdi seni! Pişman olacağın bir şey yapma! İndir o silahı kızım!”

Gaye, yan gözlerle dayısına baktıktan sonra öfke dolu bakışlarını Kenan’a çevirdi. Parmağı tetiği zorlarken dişlerinin arasından:

“Seni çok sevdim ben, her şeyden çok sevdim. Ben seni kayıplarımın yerine koydum, eksikliğimi tamamlayan en büyük varlıktın sen! Ama sen ne yaptın? Benim hislerimle oynadın Kenan, duygularımla oynadın!” diye tısladı. Musa yutkunurken Kenan, yüzünde hafif bir tebessümle Gaye’ye bakıyor ve tek bir laf bile etmiyordu. Gaye, burnundan derin bir soluk alırken:

“Sen öl ki içimdeki yangın dinsin; sen öl ki bağrımdaki ateş sönsün Kenan! Öl sen, öl ki benim kalbim rahat etsin!” dedi ve parmağını bastırdı. Musa bağırdı.

“Kes Gaye! Yapma sakın!”

Gaye’nin bedeni titrerken Kenan, Gaye’nin parmağındaki yüzüğü görür görmez aniden ona doğru hamle yaptı ve daha Gaye tetiğe basmadan onu çekip sımsıkı sarıldı. Gaye’nin elindeki silah düşerken Musa, derin bir nefes alıp rahatladı.

“Sen benim hayatımsın, Hayatımın Gayesi’sin sen! Ben seni çok seviyorum, o kadar çok seviyorum ki, sevmeme rağmen senden kaçtım, senin hayallerinle avunurken nefes alamadım, aldığım nefesler haram oldu. Sen benim nefesimsin Gaye, sensiz ben bir hiçim! Lütfen beni senden mahrum etme, seni benden eksik etme!”

Kenan’ın fısıltıları Gaye’nin kulaklarında yankılanırken Gaye, hıçkırıkları içerisinde:

“Sakın bir daha gitme, benden gitme Kenan!” diye fısıldıyordu. İkisi öyle sımsıkı sarılırken Musa, yerdeki baltayı alarak Kenan’ın yerleştirdiği oduna sert bir darbe indirdi. Odun iki parçaya bölünüp dağılırken Musa, baltayı omzuna asarak Kenan’la Gaye’ye döndü.

“Haydi gidelim çocuklar!”

“Biz gelmeyeceğiz reis!” diyen Kenan, Gaye’nin elini sımsıkı tutup:

“Biz burada kalıyoruz, sen git!” dedi. Musa gözlerini kısarken Gaye,

“Evet dayı, sen git devletimize sahip çık! Biz de burada millet olarak kalalım!” deyince Musa, baltayı indirdi ve başını salladı.

“Siz bilirsiniz, bari nikah kıymayı unutmayın!” diyen Musa, Kenan’ın tebessümü ve Gaye’nin utanan bakışları arasında arabasına yöneldi. Gaye, başını Kenan’ın koluna yaslarken Musa aracına binmişti. Araç çalışınca Kenan, cebinden telefon çıkardı.

“Kimi arıyorsun?” diye soran Gaye’ye bakarken uzaklaşmakta olan Musa’nın aracı da gözlerine takıldı ve:

“Muhtarı…” diyerek cevap verdi.

“Neden?”

“Nikah için…” diyen Kenan’ın kolunu mıncıklayan Gaye, gözlerini ondan kaçırırken Kenan, kahkahalar arasında gülüyor ve onun kahkahaları, uzaklaşmakta olan Musa’nın arabasının peşinden koşuyor ama maalesef yetişemiyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top