"Köşe Kapmaca"
Beykoz'daki Cafe'de hava, hâlâ gergin vaziyetini koruyordu; Cem, yavaşça ayağa kalkarken Dildar, gözlerini kısarak bir ona bir de Simay'a bakıp duruyordu. Simay, Feray'ın yaşadığına mı inansın yahut burada olduğuna mı yansın bilemiyordu ama bildiği tek şey, Cem'e inanmamak ve ona güvenmemekti.
"Biriniz bir açıklama yapsın!" diyen Dildar, Simay'ın ayağa kalkarken:
"Ne açıklaması istiyorsun sen? Bugüne kadar çektiğim ezayı mı açıklayayım yoksa senin sürdüğün sefanı mı?" diye sorunca Dildar, gözlerini Cem'e çevirdi.
"Önce genelev..." diyen Dildar'ın lafıyla Cem, neye uğradığını şaşırdı. Genelev lafıyla Simay, gözleri iri bir şekilde Cem'e baktı. Cem, Dildar'ın onu takip ettiğini ve bugünkü halinin bundan dolayı olduğunu anlasa da sesini etmedi.
"Sonra da burası!" diyen Dildar, Simay'a dönerek:
"Bak böyle davranmayı kes! Bir şeyler oluyor ve bu olanlar, bizim ihtiyarımızla gerçekleşmiyor. Buna bir dur demek lazım!" dedikten sonra Cem'e döndü.
"Evet Cem, senin o genelevde ne işin vardı?"
Cem, sandalyeleri işaret ederken çantasını toparlamakta olan Simay, dişlerinin arasında sıkıştırdığı küfrü fısıltıyla masaya yerleştirip:
"Ben gidiyorum!" diye tıslayınca Cem, onun durması için:
"Feray'ı buldum. Oradaydı, gittim ve gördüm Simay!" deyince Simay'ın elindeki çanta, kayarak masayla tekrar buluştu.
"Hâlâ bu saçmalığa devam mı ediyorsun?"
Derin bir nefes alan Cem,
"Doğru söylüyorum!" derken Dildar, duyduğu şeylerle resmen beyninden vurulmuştu. Bir gözü Simay'dayken, diğer gözü Cem'in ciddi halini yokluyordu.
"İnan bana Simay, doğru söylüyorum! Feray yaşıyor. Ve o genelevde bir hayat kadını olarak..." deyip lafını yuttu. Gözleri yeşeren Simay, nemli gözlerle Cem'in suratını incelerken Dildar, kendini koltuğa bıraktı. Cem'i yanlış anlaması şöyle dursun, Feray için yaptıklarını da öğrenince kendinden utanması gerektiğini anlamıştı. Simay, çantasını alırken:
"Bu yalanlara inanacak halim yok!" diye fısıldadı ve Dildar'ın katı bakışları arasında onların yanından ayrıldı. Cem kendini koltuğa bırakırken derin bir nefes aldı. Dildar, kaçamak gözlerle onu yoklayıp dururken Cem, saçlarını karıştırıp önündeki boşluğa bakıyor ve bu işten sıyrılmanın çaresini düşünüyordu.
***
Başı Kenan'ın omzundaydı Gaye'nin, 'Rüzgârın Şarkısı' filmine adapte olmuş ve pürdikkat bir şekilde filme yoğunlaşmıştı. Aşk filminin her sahnesi, Kenan'ın gözlerinden Gaye'nin yüreğine damlıyor, hayal ürünü olan filmin her kadrajı, onların nazarlarına etki ederek yüreklerine vasıl oluyordu. Gaye'nin arada bir başını kaldırıp Kenan'ın yüzüne bakması, Kenan'ın filmden bakışlarını kaçırmadan tebessüm ederek bana bakıyorsun der gibi ima yollaması, salonun karanlığında aydınlık fırlatan karelerden birkaçıydı.
Ara verilen filmde, salonda yalnız kalmışlardı; herkes çıkmış, Gaye ve Kenan kalmışlardı yerlerinde, derin bir sessizlik ve büyük bir suskunluk kol geziyordu. Bir ara başını kaldırıp Kenan'a bakan Gaye, onun yüzündeki her noktayı inceledikten sonra tebessüm ederek:
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu. Başını koltuğun baş kısmına yaslayan Kenan, gözleri perdedeki dondurulmuş sahnedeyken:
"Kaçmayı..." deyince Gaye, gözlerini kısarak:
"Nereye?" diye sordu.
"Kendimden uzak bir yere..."
"Neden?"
"Kendimden bunaldım."
"Ya ben?"
"Sen bana hayat öpücüğüsün Gaye, senden bunalmam! Bunaldığım zaman sana gelir, hayat bahşeden öpücüğümü alır, ferahlanırım."
"Bu bir teklif mi?"
Başını kaldırıp Gaye'ye baktı Kenan.
"Ne teklifi?"
"Öpücük..."
"Evlenmeden olmaz Gaye!" diyen Kenan, göz kırparken Gaye, yerinde doğruldu ve etrafına bakındı.
"Bak hazır da kimse yok!"
"Saçmalama! Birazdan film başlar."
"Bir de biz film çevirsek, olmaz mı?"
"Baban, bizi o filmin şeritlerine gömer."
"Babamdan korkuyor musun?"
"Babandan değil, seni kaybetmekten korkuyorum! Baban beni öldürürse, otomatik olarak seni kaybetmiş oluyorum."
"Güldürme beni!" diyen Gaye, göz devirirken:
"Bal gibi de korkuyorsun babamdan!" deyince Kenan, onu kollarının arasına aldı ve alnının orta yerine bir öpücük kondurup:
"Bu, baban için!" dedi ve kaşlarının arasındaki boşluğa bir buse daha kondurdu.
"Bu, senin için!"
Sonra da Gaye'nin burnunun çatısına bir öpücük kondurduktan sonra:
"Bu da bizim için!" dedi. Gaye, gözleri ışıldayarak Kenan'ın yüzüne bakarken salonun kapısı açıldı ve insanlar, yarım bıraktıkları seansı tamamlamak için birer ikişer salona giriş yapmaya başladı.
***
Şişli/Payidar'ın Malikânesi...
"Efendim, ufak bir sıkıntımız var!" diyen Rıfat, Payidar'ın karşısında durduğunda Payidar, sabahtan beri içinde bulunduğu gerginlikle odada volta atarken yerinde durdu ve ona dönerek:
"Ne?" diye tıslarcasına sordu.
"Tonguç kayıp!"
"Nasıl kayıp lan? O ibne bir yerlerdedir. Çıkar ortaya!"
"Dün biri aramış, kadın istemiş ve o da kadını alarak gitmiş! Ama yok, ondan sonra kayıplara karışmış!"
"Götürdüğü kadın?"
"O geri dönmüş, zaten o söyledi. Tonguç'un kayıp olduğunu o bildirdi."
"Araştır Rıfat, o kadın nereye götürülmüş, kime götürülmüş?"
"Anlaşıldı!" diyen Rıfat, odadan çıkmak için kapıya doğru yürürken ansızın içeri giren Simay, resmen bir bomba gibi babasına doğru ilerlerken:
"Sen ne iş yapıyorsun baba?" diye gürleyerek sordu. Rıfat, benle alakası yok dercesine çıkarken Payidar, hafif sinirli gözlerle Simay'a baktı. Kendini koltuğa bırakan kıza:
"Şu an bir iş yapmıyorum, ne oldu?" diyerek sordu.
"Genelde ne iş yapıyorsun? Hangi işin adamısın?"
Payidar, ona yakınlaşmak için adımlarını atarken:
"Neyin var senin kızım? Nerden icap etti bu sorular?" diye sorunca Simay, aniden bağırdı.
"Bana ne iş yaptığını söyle!"
Resmen buz kesti bedeni, gözlerindeki bütün ifadeler buzdan kalıplar giyindi ve Payidar, Simay'ın yüzüne bakarak:
"Ticaret..." diye tısladı.
"Bana öyle söylenmedi, baba!" diyerek yerinde doğrulan Simay, karşısındaki koltuğa yönelen Payidar'a baktı. Simay gene aynı telden çalacak diye düşünen Payidar, koltuğa çöktüğünde sıkıntıyla derin bir nefes aldı.
"Birileri bir şey diyecek, sen gelip soracaksın! Ben cevap vereceğim, sen olur diyeceksin! Sıkıldım bundan kızım! Gene ne söylendi sana?"
Derin bir nefes alan Simay,
"Kadın ticareti... Payidar Candaroğlu'nun emrinde çalışan bir sürü genelev ve fahişe varmış, doğru mu baba?" diye sorar sormaz Payidar, irkilerek yerinde sıçradı. İri bir çift nazar, bilye kadar büyümüş bir halde kızın suratında gezinirken Simay, gözlerini kırpmadan onun yüzüne bakıyordu.
"Bunu kim söyledi?"
Payidar'ın fısıltıyla sorduğu soru, Simay'ın kaşlarının çatılmasına neden oldu.
"Yani doğru, öyle mi?"
"Ben doğru demedim."
"Yalan da demedin baba! Doğru, doğru değil mi?"
"Öyle bir şey yok! Evvelde dediğim gibi, şimdi de diyorum. Ben ticaretle uğraşıyorum. İthalat ve ihracat..."
"Dışarıdan kadın ithal ediyorsun, içerdeki adamlara sunuyorsun! İhracat ne oluyor baba? İşe yaramayan kadınları öldürmek mi?"
Birden parladı Payidar, yerinden ayağa fırlayıp:
"Öyle bir şey yok! Kim demişse, bizi bize düşürmek için dedi. Kendine gel kızım! Babanım ben senin, babanım ben!" diye bağırınca Simay, sakince ayağa kalktı. Payidar'ın öfkeyle dönen göz bebeklerinin içine bakarak:
"Öyle bir hayatın içindeyim ki, kendim hariç, her şey yalan!" diye fısıldadı ve Payidar'ın tokat yemiş gibi irkilmesini umursamadan kapıya doğru yürüdü. Payidar, onun arkasından bakarken yutkundu, derin bir nefes aldı ve ellerini saçlarının arasına karıştırıp yolarcasına geriye çekip durdu.
***
Eminönü/Balıkçılar Pasajı...
Bir siyah doblo, pasajın çaprazındaki ufak sokakta durdu. İçinde dört adam vardı, siyah takım elbiseli adamların gözleri, pasajın giriş kapısındayken şoför mahallinde oturan adam, boğazı sıkılmış gibi çıkan sesiyle:
"De haydi gidin, alın herifi!" dedi. Diğer üçü inerken şoför mahallindeki adam, etrafı kolaçan eden bakışlarıyla onların arkasından bakıyordu.
Güneş giderek batmak için son hazırlıklarını yaparken adamların adımları, pasajın girişine doğru hızla ilerliyordu; hava giderek bozmaya başlıyordu, kışın cilvelerinden biri olan hava, bir güneşli bir kapalı olarak insanlarla eğlenir gibi değişip duruyordu.
Balıklarını satmakla uğraşan Hozan, yalnız başına elindeki tasın içindeki suyu, balıkların üstlerine serperken gelenler, her nedense onun moralini bozmuştu. Rengini belli etmeden balıklarıyla uğraşırken adamlar, iyice ona yaklaşıyordu.
"Kolay gelsin heval!" diyen adamlardan biri, Hozan'ın:
"Gene mi siz?" diye sormasıyla:
"Mamoste selam eder. Bekler seni heval!" deyince Hozan, elindeki tası bıraktı.
"Gelmek istemiyorum, ben o işleri bıraktım. Neden anlamak istemiyorsunuz?"
Adamlardan bir diğeri, hafifçe ceketini yana kaydırdı. Silahını gözleriyle işaret ederek:
"Sen de bizi anla heval! Seni almaya geldik! Almazsak, başkası gelip alacak! Ama cenazeni..." der demez Hozan, burnundan soludu.
"Sizden kurtuluş yok, he mi?"
Silahını gösteren adam, yok dercesine başını sallayınca Hozan, ellerini kurularken:
"Gidelim o vakit!" deyince adamlar, tebessüm ederek bakıştı.
Pasajdan birlikte çıkarlarken Hozan, gayet rahat ve sakin davranıyordu. Adamlar, kaç gündür onlara zorluk çeken bu adamın nasıl olur da böyle yola geldiğini merak ediyorlardı. İçlerinden biri, Hozan'a yakın dururken:
"Ne oldu la? Neye fikrin değişti?" diye sordu.
"Fikrim değişmedi. Sadece Mamoste'yle konuşmak için gelirim. Konuşmak ve bu işi bitirmek için..."
"Hangi işi la?"
"Gelip diyeceğim ki, ben bu işte yoğum, beni azat et! Laftan anlar herhal?"
Adam bir şey demezken diğeri, aracın kapısını açarken:
"Lafına bağlıdır heval! Lafını bilirsen, lafını edersin!" deyince Hozan, başını sallayarak araca bindi.
Salih, kulaklığını çıkarırken şoför mahallinde olan Musa, dikiz aynasından ona baktı. Kaytan'ın meraklı bakışları da Salih'in üstündeydi.
"Dinleme cihazı çalışıyor. İzleme cihazı da aktif!"
"Bana bak Salih! Hozan'ı zora düşürecek yere yerleştirmedin cihazları, değil mi?" diye soran Kaytan, Salih'in:
"Etten bir parça gibi kulağına ve göbek deliğine yerleştirdik efendim, sıkıntı olmaz!" demesiyle:
"İnşallah!" diyerek Musa'ya baktı ve:
"Sen ne dersin reis? Bu sefer olur mu?" diye sordu.
"İnşallah!" diye mırıldanan Musa, yavaşça aracı çalıştırdı.
Akşam oldu, yıldızlar bulutlara yem oldu; ay sırra kadem bastı, ortalık rüzgâr ve fırtınaya kaldı. Çetin bir fırtına baş gösterdi, aldı götürdü ne varsa; önüne katıp sürdü öteye beriye, daldan damdan elini çekmedi, sillesini vurarak uğultular yarattı ve kışın tasvirine uyan bir havayla kara, tipiye, doluya ve yağmura davetiye yolladı. Bazen sağanak halinde yağmur yağdı, bazen karın ufak taneleri döküldü, bazen dolular taş gibi yeri dövdü ve bazen de sadece sert bir rüzgâr eserek yağanları alıp silip süpürdü.
Şile'nin yakınlarına kadar gelmişlerdi; takılmışlardı Hozan'ın alan adamların peşlerine, buralara kadar sürüklenmişler ve uzakta bir kışlık olarak kullanılan eve yakın bir yerde durmuşlardı. Evin etrafı duvarlarla örülü, avlu kapısı kocaman demirden ve arkası sürgülüydü. İki katlı bir villa tipi vardı evin, arka bahçesinde havuzu mevcut ama suyu çekilmiş ve kış yağışlarına kucak açmış bir haldeydi. Evin ön bahçesinde yığınla adam geziniyordu, hepsi de Hozan'ı alan adamlarla aynı kıyafet giyinmişlerdi. Güvenlikle uğraşan adamların bellerinde silahları, gözleri faldır fıldır dönüyor ve arada bir oraya buraya geziniyorlardı.
Evin ikinci katında, bir şöminenin başında oturmuş olan Mamoste, elindeki kitaba bakarak derin düşünceler içerisinde okuyordu. Karşısında dimdik duran Hozan, onun konuşmasını bekliyordu. Ama Mamoste, bir sayfayı bitirdi mi, hemen direk diğer sayfayı açıyor ve sessizce okumaya devam ediyordu. Kitabın kapağında, 'Kavgam Sensin' ismi yazıyordu; yazarının adı, Mamoste'nin parmakları tarafından okumaya sansürlenmişti. Hozan, yanındaki adama baktıktan sonra sıkkın bakışlarını tekrar Mamoste'ye çevirdi. Adamlar da susuyordu.
"Kitapta şöyle bir şey geçiyor Hozan!" diyen Mamoste, kitabın kapağını kapatarak gözlerini Hozan'a dikerek lafına devam etti.
"Çobansız sürünün kurdu çok olur, o sürü zamanla yok olur ve geriye kalan da koca bir yokluktur."
Hozan, ellerini önünde bağlayarak lafa girdi.
"Bakın beyim! Sizi tanımam etmem, bilmem sormam! Eski libasımı çıkardım, yeni hırkamı giydim. Hırkam eskise de, temizdir çok şükür! Kitap okuyan, mürekkebe göz değdiren birisiniz, saygım sonsuz! Eski taraklarımı da kırdım, oraya yeni bezlerimi de asacak değilim! Demem o ki, ben sizi bilmem, siz de beni bilmeyin!"
Mamoste, kitabı sehpaya bırakırken tebessüm etti. Karşısında böyle biri beklemiyordu; lafını esirgemeden, lafına halel değdirmeden ve karşısındakini incitmeden derdini anlatmıştı. Hem büyük cesaret gördü, hem münasip bir lisanla karşılaştı Mamoste. Bu yüzden memnun olmuştu. Yüzündeki tebessümü sönmeden:
"Güzel dedin, iyi dedin, hoş ettin! Lafına süs verdin, ince dokudun, incitmedin! Saygıyı hak ettin Hozan! Eski libasını da bilirim, yeni hırkanı da görürüm. Lakin eski, her zaman değerli, kıymetlidir. Değerinden, kıymetinden ve ederinden paha düşmez! O yüzden seni istedim, arz ettim, arzu ettim. Hoş geldin, hoşlar getirdin! İsteğimiz odur ki Hozan; yeni hırkanla, eski libasını yama edip yamacımızda durasın! Bizimle olasın!" deyince Hozan, derin bir nefes aldı.
"Beyim! Ben diyeceğimi dedim, dediğimi duyurdum! Gayri daha diyecek lafım yoktur. Sizden istirhamım, beni azat etmenizdir."
Tekrar kitabına eğildi Mamoste, kitabı alırken:
"Bana Mamoste derler!" deyince onun lafı, Hozan'ın kulak memesine yapıştırılmış dinleme cihazından Salih'in kulaklarına taktığı kulaklıklara aks oldu. Salih, duyduğu ismi fısıldadı. Kaytan ve Musa, birbirlerine bakıp başlarını sallarken Salih, konuşmalara kulak misafiri oldu.
"Ben istediğimi alır, alamadığımı sır ederim. Bunu bil!"
Hozan, burnundan solurken:
"Beni tehdit mi edersin?" diye tıslayarak sordu. Gülümsedi Mamoste.
"Aynen öyle ederim!"
İri bir hal alan göz bebekleri, Mamoste'nin mütebessim suratında gezinirken Mamoste, ondan bakışlarını alıp kitabın sayfasına çevirdi ve sayfadaki yazıları okuyarak beynine nakletmeye çalıştı.
"Ne yapıyoruz reis?" diye soran Kaytan, dışarıdaki yağmuru umursamadan silahını belinden sıyırdı. Musa, ön camdaki ıslaklığı silmek için silecekleri göreve çağırdı.
"Salih'in şu zımbırtısı bir uçsun, tepeden onlara bir baksın hele! Sonrasına bakarız!"
Salih, hemen Musa'nın dediğini yapmaya koyuldu. Yandaki kumandayı alarak aracın tepesine yerleşmiş olan dronu havalandırdı. Bir kuş gibi süzülen siyah dron, gecenin karanlığına ayak uydurarak hızla eve doğru intikal haline geçti. Yağan yağmurlardan etkilenmiyor, çakan şimşekler arada bir onu görünür kılsa da dron, hızla belirlenen noktaya doğru hareket ediyordu.
Tepeden avluya şöyle bir göz değdiren dron, adamların kaç kişi olduklarını görsele sunarken ikinci katın balkonunda olan adam, arada bir yanıp sönen kırmızı ışığın gözlerine çarpmasıyla irkildi. Silahını sıyırdı. Tam drona ateş edecekken dron onu fark etti ve gövdesine bağlı minik silahtan fırlayan mermi, adamın göğsüne isabet etti. Silahtaki susturucu, ne olup bittiğini göstermemişti. Adam, olduğu yerde yere düşerken sessizce can vermişti.
"Aferin Salih! İyi iş çıkardın koçum!" diyen Musa, eldivenlerini sağlamlaştıran Kaytan'a dönerek:
"Yaklaşık on beş adam... Sessiz olmalı ve sessizce halletmeliyiz! İçerde Hozan var, onu riske atmayalım!" dedi. Kaytan başını salladı.
"Merak etme reis, beni sessiz adamımdır."
Musa, Salih'e dönerek:
"Dron da gezsin, gizli saklı yerlerdeki adamları bulup indirsin Salih! Biz sahaya iniyoruz, kontrol sende koçum!" dedi.
"Anlaşıldı reis!" diyen Salih, hemen bilgisayara dönerek ekrandan dronu izlemeye aldı. Kumandayla onu yönlendiriyor ve gerekli komutları yolluyordu.
***
"Neler oldu bugün Pars?" diye soran Kenan, kahvesinden bir yudum alan Hamdi'ye gözlerini dikerek ondan cevap bekledi. Kahve fincanını sehpaya bırakan Hamdi, beklediği cevabı sundu.
"Gerginlik vardı. Mestan ve Payidar, dişlerini bilediler. Az kalsın birbirlerini ısıracaklardı."
"Siz ne yaptınız?"
"Dişçi taktiği... Her zaman işe yaramıştır evlat!"
"Nasıl yani?"
"Kerpeten gösterdim, uslu çocuk oldular."
Gülümsedi Kenan.
"Marazları neymiş peki?"
"Payidar, kendi işinin dışında bir işe el attı. İş elinde patladı tabi! Silah işine dalmak istedi. Ama yanlış adamla iş yaptı. Ya da mahsus öyle yaptı. İş yapmak istediği adam, Mestan'ın iş yaptığı adamdı. Mestan, adamı kendisine ihanet etti diyerek öldürdü. Payidar'ın satın aldığı silahlar için ödediği parayı alıp Kurul'a hibe etti. Payidar da aldığı silahları, artık ne yapacak merak ediyorum."
"O silahlar, bir şekilde can yakacak Pars! Onu biliyorum da, Payidar neden böyle bir hamle yaptı?"
"Sular durulmaz evlat, asla da durulmadı. Masadan biri gidecek, orası kesin! Ya Payidar gidecek ya da Mestan gidecek! Önemli olan, birini elde tutmak, evlat!"
"Taraf mı tutacaksınız?"
"Pars, masada kavga oldu mu taraf tutmaz; tarafsız bir şekilde o kavgayı bertaraf eder, yahut etmeye çalışır. Ben de öyle yapacağım!"
Kenan, derin bir nefes alırken sorusunu yolladı.
"Ya sizin tarafsızlığınız, kavgadaki birilerine göre taraf olarak görünürse?"
"İşte öyle gören, masadan ayrılacak olandır."
"Peki masadan ayrılanın durumu nasıldır? Ölü mü, diri mi?"
"Kurul'a giren, kefenini giymiş demektir evlat! Çıkışı, kabrin dibidir."
Başını sallayan Kenan, Hamdi'nin katı suratını görmezden gelmeye çalışarak derin bir nefes aldı.
***
Arnavutköy/Yazgan Site...
"Ben yanlış anladım, hak veriyorum sana!" diye cılız bir sesle lafa giren Dildar, Cem'in alaylı suratından bakışlarını kaçırdı. Yanaklarında beliren kızarma, her nedense Cem'in hoşuna gidiyordu. Sabahtan beri susan, odasından dışarı çıkmayan Dildar, en sonunda mutfağa gelerek Cem'in karşısına oturmuştu. Uzun süren bir sessizlikten sonra da lafa girmiş, halini beyan etmişti. Cem, çayından bir yudum alırken hafifçe başını salladı. Dildar, zor bela onun yüzüne bakarken:
"Ne? Yanlış anladım işte! Ne bileyim, seni öyle oraya girerken görünce..." deyip sustu.
"Yüzüme tükürmen, lavabolara kusman... Bunun için miydi?"
"İğrendiğim için... Sen öyle biri değilsin!"
"Ama öyle sandın, değil mi?"
"Gözümle gördüm."
Yerinde doğrulan Cem, bir gözü kapıda hafifçe Dildar'a sokularak fısıldarcasına:
"Her gördüğüne inanma, her gördüğünü görme!" deyince Dildar, kaşlarını çatarak:
"O ne demek be?" diye sordu.
"Güzel gören, güzel düşünür; güzel düşünen, hayatından lezzet alır."
"Oldu, bir de kalk hutbe ver molla efendi!" diyen Dildar, alay edercesine bir kahkaha savurunca Cem, kaşlarını çatarak onu izledi. Kahkahası giderek dindi, kaybolunca kaşları kavisli bir hal aldı.
"Ne var be? Şaka yaptım."
"Bunlarla şaka yapılmaz, Allah korusun çarpılırsın!"
"Bırak örümcek beyinliler gibi konuşmayı da, cidden Feray yaşıyor mu?"
"Yaşıyor. Ama Simay bana inanmıyor."
"İnanmaz tabi! O da Feray'ın öldüğünü, kendi gözleriyle görmüş!"
Gülümseyen Cem, çayından bir yudum almak için bardağını kaldırırken:
"O da yanlış görmüş!" deyince Dildar, gözlerini devirerek başını salladı.
***
Şile'de sessizlik hâlâ sürüyordu; yağan yağmurun damlaları yerleri döverken çıkardığı sesler, sessizliğe gölge düşürse de; arada bir çakan şimşeklerin gürültüsü sessizliği bölse de, yine sessizlik hakim oluyor ve yerini koruyordu. Bir adamın arkasında aniden beliren Musa, hızla adamın boynunu tuttuğu gibi çevirdi ve çıkan çıt sesiyle adamın gövdesinden sımsıkı tutarak yere düşüp gürültü çıkarmasını engelledi. Adamı kenara çekerken etrafına bakınarak kontrol etmeyi de ihmal etmemişti.
Duvara sırtını dayamıştı Kaytan, bir eliyle bıyıklarını burarken köşeyi dönen adamı görür görmez hızla atıldı ve daha adam ne olduğunu anlayamadan, hızla boynundan tutup çevirdi. Onun da kırılan boynu, vücudundan el çektirmişti. Adamın düşmesini ve gürültü çıkarmasını engelleyen Kaytan, bıyıklarıyla oynamaktan vazgeçerek adamı kenara çekti.
Tepede gezen dronun kırmızı ışığı, çakan şimşeklerin ışıklarına karışıyor ve aldığı yolu ayan ediyordu. Evin arka bahçesine gelen dron, silahını sıyırıp namluyu havaya doğrultan adamdan evvel davrandı ve gövdesinden silahından fırlayan mermi, adamın kafasına yer edinip adamı elden ayaktan düşürdü.
Elindeki çakıyı, karşıdan gelmekte olan adama fırlatıp boğazına saplayan Musa, koşarak daha adam yere düşmeden yetişti ve adamı tuttuğu gibi yavaşça yere bıraktı. Yandaki çalılara doğru koşan Musa, arkadaşının neden yerde olduğunu merak eden adamın merakını gidermek için sabırsızca bekledi. Arkadaşının başına gelen adam, yere damlayan kanları görür görmez irkildi ama Musa, onun haber falan vermesine, arkasından hızla yetişerek ve elindeki çakıyı onun boğazına sürterek mani oldu. Adamın şahdamarı kesilince kanlar, fıskiye gibi dört bir yana savrulurken Musa, hızla onun boynunu da kırarak can çekişmesini istemedi. Adamın cansız bedenini yere bırakıp hızla eve doğru koştu.
Kaytan, sırtını evin duvarına dayayıp etrafı gözlerken yandan giren Musa'ya bakıp kafasını salladı. Ama arkasında biten adam, onun sevincini kursağında bırakmıştı. Silahın namlusunu Kaytan'ın sırtına dayayan adam,
"Kımıldama, gebertirim!" deyince Kaytan, olduğu yerde kalakalmıştı. Neyse ki adam, balkona giren Musa'yı görememişti. Tebessüm eden Kaytan, kulağında yankılanan sesle daha da gülümsedi.
"Dron tepenizde!"
Salih'in sesini duyan Kaytan, adamın dürtmelerini umursamadan:
"Üç vakte kadar öleceksin!" deyince adam, silahın namlusunu sallayarak:
"Kes lan sesini!" diye fısıldadı. Adamın neden fısıldadığını merak bile etmeyen Kaytan, aslında işine yarayan bu fısıldamayı kulak arkası etti.
"Bir..." diyen Kaytan,
"Yürü!" diye tıslayan adamı umursamadan:
"İki..." deyince adam, parmağını tetiğe götürmeye başladı.
"Geber lan!" diyen adam, daha tetiğe basamadan ve Kaytan daha üç bile demeden Salih'in emriyle dronun silahı ateşlendi ve mermi, arkadan adamın kafatasına saplandı. Cansız bir şekilde yere yığılan adama bakan Kaytan, gülümseyerek:
"Ben sana ne dedim? Üç vakte kadar, dedim. Üç vakti bulmadı. Cehennemde bol yanmalar!" dedikten sonra hızla köşeyi döndü.
Balkon kapısına sırtını yaslayan Musa, yavaşça seğirtip içeriye göz gezdirdi. Mamoste ve karşısında duran Hozan'ı görünce gülümsedi. Tekrar sırtını duvara yasladı.
"Herif içerde!" diye Salih'e bilgi geçen Musa, Kaytan'ın:
"Sen içerde misin?" diye sormasıyla:
"O dizi bitmedi mi lan?" diyerek gülümsedi.
"Hangi dizi?"
"Neyse kaytan bıyıklı! Dışarıdaki adamlar bitti mi?"
Salih'in sesi duyuldu.
"Maşallah efendim, gürültü etmeden hepsini temizlediniz!"
"Güzel!" diyen Musa, silahının şarjörlerini kontrol etti. Mermilerini hazırda tutarak derin bir nefes aldı.
"Nerdesin kaytan bıyıklı?"
"Arkadan girdim eve!"
"Ben de önden giriyorum, başlıyoruz!" diyen Musa, hızla balkon camına tekmesini geçirdi.
Elindeki kitabın havaya fırlamasını umursamayan Mamoste, korku ve panikle ayağa fırlarken mutfak tarafından içeri giren Kaytan'ı da görünce iri gözlerle etrafına bakındı. Mamoste'nin adamı, hemen silahına sarılsa da Kaytan, ondan evvel davranıp tetiğe bastı ve adamı kafasından vurdu. Hozan, çekingen bir şekilde geri çekilirken Mamoste, iri göz bebeklerini ona dikerek:
"Lan!" diye tısladı. Musa, Mamoste'nin karşısında durdu. Silahın namlusunu salladı.
"Bir hoş geldin demek yok mu? Ne biçim öğretmensin sen?"
"Nasıl lan nasıl?" diye bağırarak soran Mamoste, tebessüm eden Musa'nın suratını incelerken Kaytan, diğer yanında durduğunda:
"Bitti bu film, the end! Buraya kadar Mamoste!" diye fısıldadı. Etrafına bakındı Mamoste, Hozan'dan aldı bakışlarını ve Musa'nın yüzünde gezdirdi; Kaytan'a dönüp baktı, yerdeki adamının kafasından akan kanlara iğrenerek baktıktan sonra derin bir nefes aldı.
"Daha hiçbir şey bitmedi beyler!" diyen Mamoste, rahat bir şekilde koltuğuna tekrar oturdu. Yerdeki kitabına eğildiğinde, ensesinden tutan Kaytan'ın damarlarını sıkmasıyla acıdan inledi. Ama kafası eğikken:
"Ben başlattım, ben bitiririm!" diye tısladı. Kaytan, silahın namlusunu onun ensesine yapıştırarak:
"Tek sıkımlık canın var Mamoste, buraya kadar!" diye gürledi.
"Bakın hata yapıyorsunuz! Kafama sıkarsanız, kendi topuğunuza sıkmış olursunuz lan!" diye bağıran Mamoste, elini kaldırıp Kaytan'ı durduran Musa'nın:
"O ne demek lan?" diye sormasıyla:
"Ben itirafçı oldum. Birazdan beni almaya gelecekler. Eğer kafama sıkarsanız, örgüte ve partiye ait bildiğim ne kadar mühim bilgi ve belge varsa, benimle birlikte ölür. Haydi sıkın!" deyince Kaytan, alaylı bir şekilde sırıttı.
"Yalan söylüyor bu adam, reis! Zaman kazanmaya çalışıyor. Sıkalım, işimizi bitirelim!"
Dışarıda duyulan araba sesleri, Musa'nın hemen elini kulağına götürmesine sebep oldu.
"Neler oluyor Salih?"
"Efendim, Mit arabaları geldi!"
"Ne?"
Gülerek debelenen ve doğrulmaya çalışan Mamoste'yi sımsıkı tutmuştu Kaytan.
"Ben bu adamı bırakmam reis, ölsem bile bırakmam!"
İçeri giren adamlar, silahlarını Musa ve Kaytan'a doğrulturken Hozan, endişeyle etrafına bakınıyordu. Adamlardan biri, Musa'ya hitaben bağırdı.
"Musa Uzun! Mamoste kod adlı Cemşit Küçük'ü almakla görevlendirildik. Bize zorluk çıkartmayın!"
"Kimlik gösterin, kimlik görmeden onu size vermem!" diye bağıran Kaytan, adamların yakalarındaki MİT amblemini görmezden geliyordu. Bir parmağı tetikte, bir gözü Mamoste'de ve öfkeden titrer bir vaziyette adamlara bakıyordu. Adamlardan biri, MİT amblemiyle süslü kimliğini ve rozetini gösterirken Kaytan, nemli gözlerle Musa'ya baktı. Musa, silahını indirirken:
"Alın, sizindir! Ama işiniz bittiğinde, onu bize vermelisiniz!" dedi. Adamlardan iki kişi, Mamoste'yi almak için Kaytan'a yaklaştığında Kaytan, silahını mecburi indirdi. Mamoste'yi alan adamlar, kollarına kelepçeler geçirirken Kaytan, Mamoste'nin burnunun dibinde durdu.
"Sevinme, ecelin ertelendi sadece!"
Gülümsedi Mamoste.
"Benim mi, senin mi?"
Başını sallayan Kaytan, dişlerinin arasından:
"Göreceğiz, göreceğiz!" diye fısıldadı. Adamlar Mamoste'yi götüürken Musa, öfkeyle karışık bir yüzle Kaytan'a bakarak derin bir nefes aldı.
Arabaya bindirilen Mamoste, kollarındaki kelepçelerin çözülüşünü keyifle izlerken karşısındaki koltukta oturan Çömez, yüzünde alaylı bir ifadeyle:
"Başkanım, geçmiş olsun!" dedi.
"Aferin Çömez, iyi iş başardın!" diyen Mamoste, camları filmli arabanın camından eve bakıp tebessüm etti. Aracın hızla yola koyulmasıyla Mamoste, sırtını koltuğa yaslayıp suratında ince bir tebessümle gözlerini Çömez'in suratında gezindirdi.
"Efendim, efendim!" diye telaşla duyulan Salih'in sesi, silahını beline iliştirip dışarı çıkmakta olan Musa'yı yerinde durdurmuştu.
"Ne oldu Salih?"
"Efendim, durdurun adamları! O arabaları durdurun!"
"Ne oluyor lan? Neden?"
"Ben plakaları araştırdım, oyuna geldik efendim!"
Musa'nın beynine hücum eden kanlar, suratına al bir renk çalarken Kaytan, olduğu yerde duvara tutundu ve düşmemek için sırtını duvara dayadı. Kısık sesi, sadece kendisine ve kulağındaki mikrofonla Salih'e ulaşabildi.
"Ne oyunu lan?"
"Plakalar sahte, bu araçlar MİT araçları değil!"
Musa'nın nemlenen gözleri, dolaşarak Kaytan'ı buldu.
"Plakalar sahteyse, kimlik ve rozetler de sahtedir lan!"
Hızla silahını sıyıran Kaytan, namluyu şakağına dayadı. Avazı çıktığı kadar bağırarak:
"Allah beni kahretsin!" dedi ve tam tetiğe basacakken Musa'nın mani olmasıyla silahın namlusu havaya kalktı. Üst üste hiç düşünmeden tetiğe basan Kaytan, sinir krizleri geçirirken Hozan, korku dolu gözlerle ikisine bakıyordu.
"Efendim, efendim!"
Salih'in zor bela duyulan sesi, Kaytan'ın silahındaki mermiler tükenince net duyuldu. Musa, nefes nefese kalmış bir şekilde:
"Söyle lan söyle!" diye bağırdı.
"Aracı izleyebiliyorum! Onlar içerdeyken, aracın tepesine dronla takip cihazı taktım. İşi sağlama aldım."
"Az kalsın bok yere ölüyordum ha!" diyerek gülen Kaytan,
"Lan daha önce niye söylemiyorsun?" diye Salih'e kızdı.
"Ben bu kadar delireceğinizi tahmin etmemiştim efendim!"
Başını sallayan Kaytan, kapıya doğru yürürken birden durdu. Sanki aklına bir şey gelmiş gibi yavaşça Hozan'a dönerken gözlerini kıstı. Musa ona bakarken Kaytan, adımlarını usulca Hozan'a doğru attı. Hozan, Kaytan'ın gözlerine bakarken hafif bir ürktü. Karşısında duran adamın neden böyle derin ve onu öldürecekmiş gibi baktığını anlayamadı.
"Söyle bakalım Hozan! Şifreli konuşurken ne dediniz birbirinize?"
Yutkunan Hozan, büyük pot kırmıştı. Aslında Mamoste'nin onu bırakacağını düşünmemişti. Şimdi bir yalan bulmalıydı. Yüzünde beliren terler, onu iyice ele veriyordu. Musa da gelip Kaytan'ın diğer yanında durdu.
"Sen bizi sattın he mi? Bizi sattın, devletini sattın! Sana kol kanat geren devletini, bizi sattın!" diye dişlerinin arasından tıslayan Kaytan, bakışlarını kaçıran Hozan'ın aniden çenesinden kavrayıp silahını sıyırdı ve namluyu onun alnına yapıştırdı.
"Şimdi konuş lan!"
Birden alayla gülümsedi Hozan.
"Ben lafımı ettim, anlasaydınız!"
Musa, iri gözlerle onun suratını incelerken:
"Aslında Mamoste, en başından beri bizi biliyordu, değil mi Hozan?" diye sordu. Derin bir nefes almaya çalışan Hozan, birden ağzına giren namluyla irkildi. Kaytan, silahın tetiğine parmağını götürdü.
"Konuş!"
"Eski libastan kastım, itirafçı olduğum zamandan bahsettim. Yeni hırka da, yeniden onların arasına girmek anlamına geliyordu. Eski taraklarımı da kırdım, oraya yeni bezlerimi de asacak değilim derken de bir daha itirafçı olmayacağım, sizi satmayacağım anlamına geliyordu."
"Peki Mamoste, bizim burada olduğumuzu nasıl anladı?" diye soran Musa, korku dolu gözlerle onlara bakan Hozan'ın hafif sırıtmasıyla gözlerini kıstı. Konuşurken parmağıyla kulağını işaret etmişti Hozan, göz süzerek Mamoste'ye işareti çakmıştı; bunu anımsayıp gülümsediğinde, boğazının en derinliklerine saplanan kurşunla, neye uğradığına şaşıramayacak bir şekilde yere yığıldı. Kaytan, derin bir nefes alarak Musa'ya döndü.
"Şimdi ne yapıyoruz?"
"Umarım Mamoste olacak herif, aracın tepesine yerleşmiş takip cihazından haberdar değildir. Çıkıyoruz!" diyerek kapıya yönelen Musa, arkasından gelen Kaytan'ın:
"Ben böyle işi..." diye fısıldamasıyla burnundan soludu.
Arabaya bindiklerinde, Salih'in:
"Aracı izleyebiliyorum!" demesiyle Musa, kontağı çevirerek:
"Gözün orada olsun Salih!" diye talimatını verdi. Kaytan, dikiz aynasından arkasına bakarak derin bir iç çekerken Musa, hızla gaza basarak adeta aracı şaha kaldırdı.
***
Şişli/Payidar'ın Malikânesi...
Odanın kapısını hafif tıkırdattı Payidar, içerden gel komutunu beklerken:
"Git baba, beni rahat bırak!" diye cırlayan Simay'ın sesini duyunca:
"Kızım, senle bir konuşalım!" diye seslendi.
"Ben konuşmak istemiyorum."
"Ama bana haksızlık ediyorsun Simay, yalan yanlış şeyler duyup babanı üzme!"
"Git dedim git! Bak kötü şeyler olacak!"
"Ama kızım..."
"Git!" diye bağıran Simay'ın sesinin ağlamaya dönüşmesiyle Payidar, daha fazla uzatmak istemedi. Derin bir nefes alarak kapıdan ayrılırken içine sinmeyen bu şeyler, nedense midesini bulandırıyordu. Belli ki gerçekten kötü şeyler olmuş ve daha da olacaktı. Aklına mukayyet olmak istedi, adımlarını atıp merdivenlerden inerken göğsüne inen sıkıntıyla baş edemeyeceğini anladığı için derin bir nefes aldı.
Odasına geldiğinde, Rıfat'ın odada onu beklediğini görünce:
"Söyle, ne oldu? Buldun mu Tonguç'u?" diye sordu. Rıfat, başı öne eğik ve mahzun bir şekilde:
"Buldum efendim!" deyince Payidar, onun bu hal ve tavrından bir şey anlamadı. Gözlerini kısarak:
"Nerdeymiş?" diye sordu.
"Öldürülmüş, efendim!" diyen Rıfat, irkilerek ayağa fırlayan patronundan bakışlarını kaçırdı ve yutkunarak ondan gelecek lafı bekledi.
"Kim yapmış lan?"
Patronundan fısıltıyla gelen soruya,
"Bilmiyoruz efendim ama araştırıyoruz!" deyince Payidar, burnundan soludu.
"Ben biliyorum. Mestan..."
Rıfat, kaçamak gözlerle Payidar'ın yüzüne bakıp dururken Payidar öfkeyle masaya bir yumruk geçirdi. Eli acısa da öldürmez diyerek öfkeyle parlayan gözlerini kapıya dikti.
***
İlerdeki adadan dönen arabayı işaret etti Salih, dönel kavşağa yaklaşan Musa, hızla el frenini çekerek aracın drift yapmasını sağladı. Kaytan, sıkıca tutunurken:
"Bu yaptığın çok yanlış reis! Kötü örnek oluyorsun, şimdi seni görenler de aynısını yapacak ve trafiği allak bullak edecek!" deyince Musa, burnundan soluyarak yandan ona baktı.
"Merak etme, bu görüntünün altında yazı yazarız, olur biter."
Musa'ya dönerek:
"Ne yazısı?" diye soran Kaytan,
"Sakın kendi başınıza denemeyin!" diyen Musa'nın lafıyla:
"Olur, başkasının başıyla denesinler! Tövbe ya!" diye fısıldadı. Olanca gücüyle gaza basan Musa, diğer aracın peşine düşerken Salih, elindeki tabletten gözlerini almadan:
"Muhtemelen Mamoste, bu aracın içinde hâlâ! Çünkü sinyal hiç durmadı. Hep devam etti reis!" deyince Musa, direksiyona adapte olarak:
"Şimdi yaktım çıranı Mamoste!" diye fısıldadı.
Büyük bir kovalamaca başlamıştı; diğer araç, peşindeki Musa'ları fark etmiş ve kovalamaca baş göstermişti. Yol çizgileri, iki aracın hızıyla zikzaklar çizerek yer değiştirirken arabaların farları, uzaktan bile göz kamaştırıyordu. Birden önündeki adam, hızını düşürerek sağdaki tali yola girdi. Musa, ansızın frene basınca Kaytan, cama yapışmamak için iyice kemere tutundu.
"Ne oluyor lan?" diye fısıldayan Musa, tali yola girerken aracın bir noktada durduğunu görünce irkildi. Kaytan, hızla silahını sıyırıp sürgüsünü çekerken Salih, tabletin ekranına bakıp:
"Tamam, araba bu!" dedi. Musa, aracı durdurduğunda diğer araçtan inen adamın hızla arka kapıyı açtığını görünce işkillendi. Musa, aracın kapısını açıp kendini dışarı attığında Kaytan, diğer taraftan inerek silahını ileriye doğrulttu. Diğer aracın arka kapısından inen adam, ellerini havaya kaldırdı. Şoför de ellerini kaldırıp onlara bakıyordu. Salih, elinde tabletle araçtan inerken diğer aracın plakasına çarptı gözleri ve irkilerek yerinde sıçradı.
"Ama..."
"Ne oldu lan?" diyerek seslenen Kaytan, Musa'nın adamlara doğru yürümesiyle o da adımlarını attı. Salih, derin bir nefes alarak kafasını kaşıdı.
"Ne oldu Salih?" diye bağıran Musa, Salih'in:
"Şey..." diye kekelemesiyle yerinde durdu. Adamına dönerek:
"Konuşsana lan!" diye gürledi.
"Bu araba, o araba değil!"
Kaytan, yerinde mıhlanmış bir şekilde kalırken Musa, gözlerini adamların suratlarında gezdirdikten sonra Salih'e döndü.
"Ne?"
Salih yutkunarak bakışlarını onlardan kaçırırken Kaytan ve Musa, hem adamlara hem de birbirlerine bakıp duruyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top