"Bermuda Şeytan Dörtgeni"

Aralık'ın yirmisinden bir gün geçmiş, yirmi birin öğle zamanından birkaç adım ilerlemiş ve ikindiye göz kırpan bir zaman diliminde hava, kışın verdiği yetkiye dayanarak soğuk bir ahvalle insanlara kucak açmıştı. Koyu bulutların grinin en koyu tonuna büründüğü bir zamanda yağmurlar, her an bastıracakmış gibi eli tetikte beklerken sanki birine öfkelenmiş de sinirini ve öfkesini kusarcasına esen sert rüzgârlar, kışın davetine boyun eğen zaman diliminin emrine amade olmuştu.

Onca zaman geçmişti aradan; kaosun ve kargaşanın yerini bir türlü sükunet bulmamıştı, Hamdi'lerin cephesinde işler diken üstündeydi. Öldürülen Oscar'ın sahiplerinden ses seda gelmezken Viladimir'in ansızın Rusya'ya gitmesi, akıllara soru işareti yağdırıyordu. Öte yandan Mestan'ın Kurul'a katılmasıyla Payidar'ın sanki büyüklük gösterir gibi hoş geldin kardeşim demesi, Hamdi'nin aklını kurcalayan başka bir konuydu. Bir başka konu da, Kenan cephesinden Hamdi'nin kafasını kurcalıyordu. Kurtarıldıktan bir hafta sonra yara izleri içerisinde gelmesi ve Hamdi'ye kaçırıldığını, bir şekilde kurtulduğunu söylemesi, Hamdi'nin içine bir kurt düşürmüştü. Ya o kurtla yaşayacak ve Kenan'a karşı mesafeli olmaya başlayacaktı ya da kurdu bir şekilde öldürecek ve Kenan'la arasını düzeltecekti. Şimdi karşısındaki koltukta oturan Kenan'ın yüz hatlarını süzüyor, onun her jest mimiğini yokluyor ve bir şeyler anlamaya çalışıyordu.

"Öyle susarak bir şeyleri öğrenemezsin Pars! Varsa aklını kurcalayan, şüpheye sevk eden bir sorun, buyurun deyiverin de, ortada şek şüphe kalmasın!" diyen Kenan'ın lafıyla, yavaşça yerinde doğruldu Hamdi.

"Kim kaçırmıştı seni? Bize sadece kaçırıldım dedin, kimin kaçırdığını ve neden kaçırdığını söylemedin!"

"Örgüt kaçırdı Pars, o gece galayı sabote eden örgütün hedefine takıldım. Zaten eski özel harekâtçı olduğumu da çözmüşler ve ortadan kaldırmak istediler."

"Niye bunu bize söylemiyorsun Kenan?"

Kenan'ın yüzüne kinaye dolu bir tebessüm yerleşti, ses tonunda da yansıdı.

"Kurul, dolaylı da olsa örgütle iş yapıyor ya, moralini bozmak istemedim Pars!"

Hamdi, derin bir nefes aldı.

"Öyle olsa bile, dolaylı ya da doğrudan iş yapsak bile, senin bunu gizlememen lazım! Damadımı ortadan kaldırıyorlar ve benim ruhun duymuyor. Bu ne demektir biliyor musun?"

"Biliyorum Pars! Ben de bir şekilde sizinle irtibata geçmeye çalıştım. Ama götürüldüğüm hücre evinde baya işkence ettiler. Neyse ki gala gecesini sabote eden militanlardan biri, yanlışlıkla kameraya takılmış ve polisler de hücre evini buldu. Ondan sonra baskın verdiler. Kızacağını biliyorum ama polisle hâlâ aramızda bir şeyler var. Eski bir hukuk diyelim! Polis benim sizinle çalıştığımı, sizin damadınız olduğumu bilmiyor. Bilmesine de gerek yok! Kurtarılır kurtarılmaz, soluğu sizin yanınızda almam, size olan bağlılığım ve kızına olan sevgimden ötürüdür Pars!"

"Bundan şüphem olsaydı, karşıma alıp konuşturmazdım Kenan, kafana bir mermi sıkar, leşini paket halinde emniyete yollardım."

"Buna sevindim Pars, hiç değilse cesedimiz emniyette olur."

Sırtını koltuğa yaslayan Hamdi, şakağını kaşıdıktan sonra:

"Her neyse Kenan! Viranşehir'deki inşaat işi, son hızla devam ediyor. Vedat, daima bize veri aktarımı sağlıyor. Ama bir sorun var. Sen yokken bir toplantı oldu. Baya şeyler kaçırdın Kenan!" deyince Kenan, ince bir tebessümle:

"Size bir zarar dokunmasın da, varsın havadis kaçırayım, nasılsa telafi olur onlar!" dedikten sonra:

"Ne kaçırdım ben?" diye sordu. Hamdi; Viladimir'in yediği haltı anlattıktan sonra Oscar'ın ölümüne değindi, Mestan'ın toplantıya gelişini dillendirip Payidar'ın hal ve davranışlarını nakletti ve alınan kararlardan bahsederek lafı Kenan'a bıraktı.

"Mestan ve Payidar, kaşıklarını birbirilerine sürtecekler gibi Pars! Viladimir'in Rusya'ya gidişi, benim de midemi bulandırdı. Yine ortalık karışacak gibi!"

"Ne zaman duruldu ki?" diye soran Hamdi, eline aldığı kalemle oyalanırken:

"Şimdi önümüzde zor bir süreç var. Bir yandan Tuğra, diğer yandan Ruslar, öbür yandan Oscar'ın kalıntısı işlere çomak sokacak gibi! Mestan ve Payidar'ı da unutmamak lazım! Bu kaşık sürtmenin sonu, hayra alamet değil! Ya Mestan geldiği gibi gidecek, ya Payidar'ın devri kapanacak ya da Kurul, ikisinin arasından çekilip birbirlerini yemelerini izleyecek! Ama neticede zarar gören, yine Kurul olacak Kenan!" diye ekledi.

"Bermuda Şeytan Üçgeni dedikleri bu olsa gerek Pars! Tuğra, Ruslar, Oscar'ın kalıntısı, Mestan ve Payidar sıkıntısı derken üçgen, dörtgene döndü. Bermuda Şeytan Dörtgeni desek yeridir."

"Aynen öyle evlat!"

Çalan kapı, Hamdi'yi susturmuştu. İçeri giren Afra, elinde bir tepsiyle onlara yaklaşırken Hamdi'nin yüz hatlarında bir yumuşama peyda oldu. Kadına bakarken gözlerine şeffaf bir ifade düştü, sert yüzüne yumuşaklık sindi ve bakışlarında bir naiflik belirdi. Kenan bunu fark etse de, Hamdi'ye çaktırmak istemedi. Sırtını koltuğa yaslayıp yan gözlerle kahveleri dağıtmakta olan Afra'yı izledi. Kahveleri dağıtan Afra, başı öne eğik bir şekilde kapıya yöneldi. Kenan, uzanıp kahvesini alırken Hamdi'nin bakışlarını fark etti. Kapanan kapıya bakıyor, bin bir duyguya gebe bakışlarla kapıyı izliyordu.

"Önceliğimiz ne olacak Pars?" diye sorarak Hamdi'nin kendine gelmesini sağlayan Kenan, kafasını kaşıyan Hamdi'nin:

"Tuğra'ya bir görünmek lazım! Oscar'ın ölümünden sonra kabuğumuza çekildik, onun da sesi sedası çıkmadı Kenan!" demesiyle:

"Bu Tuğra, bel altı oynuyor Pars! Kadınlara saldırmak, onun meşrebi olmamalı!" deyince Hamdi, alaylı bir şekilde gülümsedi.

"Kurul'da bir pezevenk var. Kadınlar konusunda mahir olmuş biri! Kadın işi dendi mi, insanlar onu parmakla gösteriyor. Kim bu? Payidar Candaroğlu... Tayfun'un işi eroin ve benzeri bağımlılık yapan maddeler, Kenan! Bu maddelerden kadınlar da kullanıyor. Körpecik kızlar, yirmisine yeni basmış güzelim kızlarımız da kullanıyor. Hatta liseli kızlarımız bile var. Kumarhanelerimizde kadınlar masaya kurulmuş, belki kaç işkadını haraç veriyor bize! Sadece silah işinde kadınlara değmiyoruz Kenan! Onların da işi silahla olmuyor. Şimdi sen söyle bana! Bu Tuğra denilen kişi, kadınlara dokunmamayı meşrep edinebilir mi? Edinemez!"

Kenan'ın gözleri açık kalmıştı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Ağzını açıp bir kelime etse, belki de sövecek ve dikkat çekecekti. O yüzden kahvesinden bir yudum alarak sessiz kalmayı tercih etti.

***

Milli Haberalma Servisi'nde Emin'in yokluğu, onun şehit olması göz önünden gitmiyordu. Aradan onca zaman geçmesine rağmen yokluğu hissediliyor, yerine geçen Salih bile onun yokluğunu dolduramıyordu.

Masasına bıraktığı fotoğrafa bakıp iç çekiyordu Musa; Nisa'nın ölümünden sonra perişan olmuş, kendini salmış ve içten bitap düşmüştü. Yaşayamadığı senelere yanıyordu Musa, kadının her defasında ona ettiği tekliflere hayır demiş, kadının aşkını görmezden gelmişti ama son zamanlarda yakın durmayı seçse de, bu sefer de bu olay onların ayrılığına sebep olmuştu. Neyse ki içkiye bulaşmamıştı, kendini çaya kahveye kaptırmış, yemeklere nadiren ihtiyaç duyarak midesini çayla kahveyle doldurmuştu.

İçeri giren Kaytan da çökmüş bir vaziyetteydi; adamı Mahir'den sonra Emin'i de kaybetmek, onu içten yıpratmıştı. Gelip Musa'nın karşısındaki koltuğa oturduğunda, Musa'dan fısıltı şeklinde bir ses çıkmıştı.

"Bilmeniz lazım!"

Kaytan, gözlerini kısarak:

"Neyi reis?" diye sordu. Yerinde doğruldu Musa.

"Bazı şeyleri..."

"Nedir onlar?"

"Kenan da bilmeli!" dedikten sonra Musa, kolundaki saatin düğmelerine basarak Kenan'la irtibatı sağlamaya çalıştı. Kaytan, meraklı gözlerini ondan almadan bakarken Musa, irtibatı sağladıktan sonra kahvesinden bir yudum aldı.

***

Tarabya'daki mekânlarındaydı Mamoste; ekibine yeni elemanlar tedarik etmiş, kel kafalı bir adamı karşısına dikerek ona bazı şeyler anlatıyordu. Kel kafalı adamın kulağındaki küpeler, dazlak kafasının patates görünümünde olmasıyla pek de gözlere hitap edecek bir tipi olmadığı anlaşılıyordu. Ama görenler ondan çekiniyor, pek de semtine yaklaşmak istemiyorlardı. Adını zikrederek kel kafalının ismini ifşa eden Mamoste:

"Cevaz! Güzel bir program isterim. Bu yılbaşı, herkesin eğlenceden öleceği bir yılbaşı olmalı!" diyerek gözlerini büyüttü. Cevaz denilen kel kafalı ve küpeli adam,

"Merak etme başkanım, her şey hazırlanıyor!" derken Mamoste'nin suratına bir tebessüm kondu.

"Geçen yılki gibi olsun!"

"Aynısını kaleme aldık başkanım, hiç merak etme sen!"

"Güzel! Sen o işle ilgilen, ben de Kenan işini halledeyim!" diyen Mamoste, adamına git dercesine kapıyı işaret edince Cevaz'a düşen gitmek oldu.

***

Şişli'deki Payidar'ın Malikânesi'nde koyu bulutlar, daha bir yoğundu; geçen onca zamanda Payidar, hırsını kontrol altına almayı başarıyor, bazen taşıyor, burnundan soluyor ama gene de dizginleri ele alabiliyordu. Ama Mestan'ı bir türlü unutamıyordu. Onun kafasına sıkmalıydı, zamanında onu kendi eliyle öldürmeliydi diye düşünürken deliriyor, onun bakışları aklına geldikçe de kuduruyor ama gene de sakin olmaya çalışıyordu.

Odasında çalışırken, yeni gelen sermayelerin listesini düzenlerken içeri giren kızını fark etmemiş olacak ki duyduğu ayak sesleriyle hafif bir irkildi. Tırsmış bir şekilde yarı ayağa kalkarken kızıyla göz göze geldi. Saçlarını hafif kızıla boyatan, birazcık uzatan kızının güzelliğine diyecek yoktu. Zaten güzeldi diye düşündü Payidar, daha bir güzelleşmiş diye içinden geçirip masasına kuruldu.

"Sen miydin kızım, gel!" diyerek karşısındaki koltuğu işaret etti. Simay, içinde biriken sıkıntıyla kendini koltuğa bırakırken Payidar, kızının somurtan çehresine bakarak:

"Hayırdır, bir şey mi oldu?" diye sordu.

"Feray'ın intihar edebileceği, aklımın ucundan bile geçmez baba! Ya o kız intihar edecek birine benzemiyordu ki!" diyen Simay, bir an o güne gitti.

Bir arama gelmişti, açmış ve polisin sesiyle irkilmişti Simay.

"Feray Düzgiden'in arkadaşım diye kaydettiği Simay Candaroğlu siz misiniz?"

Kekelemişti Simay.

"Benim, evet!"

"Kendisinin cesedini bulduk, teşhis etmek için adli tıpa gelmeniz gerek!"

Kendini kaybetmişti Simay, gözyaşları içerisinde feryat figan etmiş, adli tıpa giderek teşhis için morga girmişti. Ama tanınacak halde değildi. Bütün bedeni kömüre dönmüş gibiydi. Kapkara bir beden, tamamen yanmış kül olmuş bir cesetle karşılaşınca kendini tutamamış ve kendini dışarı atmıştı. Morgun koridorunda öğürerek istifra edince polisler, onun iyi olması için dışarı çıkarmışlardı. Bedenen Feray'ı andıran cesetten küle dönmüş bir iskelet yığını kalması, Simay'ı allak bullak etmişti.

"Zor kendine geldin kızım, lütfen yapma yine!" diyen Payidar, dolan bir çift gözün tesiriyle ıslanan pembeleşmiş yanakları görünce yerinden kalktı. Kızına yaklaşarak saçlarını okşadı.

"Bak, insanlar kapalı birer kutu gibidir. İçlerini bilemezsin, bildiğini sanırsın ama bilmediğini anlayınca da yanılırsın! Feray da demek ki içi dışı bir değildi. Dışı saray, içi harabeydi belki de! O yüzden kendini paralama!"

Babasına çevirdi yaşlı bakışlarını.

"Ya baba, bir insan kendini yakarak intihar edebilir mi?"

Duruldu Payidar, ne diyecekti şimdi? Derin bir nefes alarak:

"Bunu bilemezsin işte! Belki de kendini değil, bir yeri yakmaya çalışırken kendi de yanmış! İlla intihar diyemeyiz, değil mi? Polisler intihar dedi diye, bizim de intihar dememiz saçma! Ya da şöyle düşün! Polisler işin iç kısmını araştırıyorlardır belki de! Bize intihar diyerek bizi meseleden uzak tutuyorlardır mutlaka!" deyince Simay, gözlerindeki ıslaklığı silmeye çalışarak:

"Yani her şey olabilir diyorsun, değil mi baba?" diye sordu.

"Aynen kızım, her şey olmuş olabilir."

Başını salladı Simay, gözleri bir noktaya odaklanırken Payidar'ın suratındaki anlamsız ifade, yerini korumaya devam ediyordu.

***

Arnavutköy'deki Yazgan Sitesi'nde de moraller sıfırı boylamış bir derecedeydi; Mestan'ın Kurul'a gönüllü olmayıp zorla girmesi, midesinde yanmalar yaratmış gibiydi, karısının her ne kadar iyi oldu demesine rağmen o, nedense Payidar'ı görmeyi hazzetmediği için bu işe pek de sıcak bakmıyordu. Ama yine de kalması gerekiyordu. Karısı Nazan'ın odaya girişini duyamayacak kadar dalmış, düşünceli bir şekilde önündeki boşluğa bakıyordu.

"İyi misin canım?" diye sıcak ve şefkatli bir sesle soran karısına gözlerini çevirdi. Onun sıcak tebessümlerle nakşolan çehresine aşk dolu gözlerle baktı. Aradan geçen onca seneler, onun içindeki aşkı köreltmemiş, aksine daha da bilemişti. Yavaşça ayağa kalkarak gülümsedi.

"Gel hayatım!" diyerek ona doğru yürüdü. Karşısında durduğunda, kollarını şefkatle ve aşkla açtı, Nazan'ı bağrına basarken saçlarına aşk dolu bir buse kondurdu.

"Neyin var Mestan?"

Yan yana sağdaki kızıl kanepeye oturduklarında sormuştu Nazan, kocasının yanağında gezinen elinin tesiriyle içine dolan sıcak bir şeyle gülümseyerek onun yüzüne bakarken sorusunu göndermiş ve kocasının nemlenen bakışlarında bir anlam aramıştı.

"Payidar var olduğu müddetçe, içimdeki bu sıkıntı geçmeyecek canım!" diye sayıklayan Mestan, bakışlarını ondan kaçıran kadının bakışlarına hasret kalmış gibi çenesinden tutup tekrar yüzünü kendisine çevirdi. Sayıkladı Nazan.

"Bitsin artık her şey! Payidar da bitsin, çektiklerimiz bitsin!"

"Bırakmıyorsun ki Payidar'ı sır edeyim karıcım, bir izin versen, bir tamam desen, her şey tamam olacak ama sen, sırf Simay üzülmesin diye kaç senedir hayır diyorsun! Simay zaten çok çekti, senin yokluğuna göğüs geriyor. Annesiz büyüdü o! Bırak da ikinize bu zulmü reva gören adamın biletini keseyim!"

"Şimdi değil, zamanı var. Bekle lütfen!"

Derin bir nefes aldı Mestan, karısını kırmak istemiyordu. Başını sallarken sayıkladı.

"Peki, bekleyeceğim canım, senin için bekleyeceğim!"

Gülümsedi Nazan, eğildi ve kadının dudaklarına bir buse konduran Mestan, yüzünde bir tebessümle ve mest olmuş bir ifadeyle ondan ayrıldı. Nazan da mest olmuş gibi onun suratını inceliyordu.

Odadan çıktığında, salondaki kanepeye uzanmış ve elinde telefonla oynayan kızını gördü Nazan. Kızına yaklaşırken kızının suratında oluşan tebessümü hayra yormak istedi. Yanına yaklaştığında Dildar'ın,

"Anne korkma, sevgilim falan yok!" demesiyle gülümsedi.

"Sevgilinin olması, bir sevdiğinin olması, korkulacak bir şey değil ki kızım! Elbet biri olacak, hayatına biri girecek senin!"

Dildar, toparlanıp annesinin karşısına oturuşunu izledi.

"Onun ölümünden sonra, hayatıma kimse giremez anne!"

Derin bir nefes alan Nazan, kızının saçlarına elini sürerken suratına sıcak bir tebessüm kondurarak lafa girdi.

"O ilk olabilir ama son olamaz kızım! İlklerimiz, sonlarımız olacak diye bir kaide yok!"

Birden Dildar,

"Senin ilkin kimdi anne?" diye sorunca Nazan, beyninden vurulmuş gibi kalakaldı. Yutkunurken boğazından çıkan ses, kızının kaşlarının kavisli bir hal almasına neden oldu.

"Boş ver kızım!" diyen Nazan, yerinde doğrulurken kızından gözlerini kaçırdı. Dildar'a gelen mesaj, onların bu septik konuşmalarını sekteye uğratmıştı. Ekrana bakıp gülümseyen Dildar, annesinin:

"Kimden geldi mesaj?" diye sormasıyla:

"Simay'dan, anne!" diyerek gelen mesaja cevap yazmaya çalıştı. Nazan, bir kaşı havada:

"Bu Simay'ı çok seviyor olmalısın kızım!" derken aslında başka bir soruyu sormuştu. Yani seviyor musun falan der gibi sormuştu içinden ama diline farklı yansımıştı. Dildar, cevap yazdıktan sonra bakışlarını annesine çevirdi.

"Hem de çok... Sanki kardeşim gibi!"

Yutkundu Nazan, gözleri nemlendi ve göğsüne bir ağırlık çöktü; o senin kardeşin, siz kardeşsiniz demek geldi içinden, dili dönmedi, gözlerine yaşlar çökse de bakışlarını kızından kaçırarak onun dediklerine kulak kabarttı.

"Yani ancak bir kardeş bu kadar sevilir. Candan öte... Can gibi işte anne!" diyerek duraksayan Dildar, annesinin değişen hal ve tavırlarına gözlerini kısarak yoğunlaştı.

"İyi misin anne, ne oldu?"

"Yok bir şeyim kızım, iyiyim!" diye sayıklayan Nazan, derin bir nefes aldıktan sonra:

"Buna sevindim! Birini sevmen, onunla kardeş gibi geçinmen ve arkadaş olman, beni sevindirdi kızım!" dedi.

"Ama aslında Simay'ı tanısan, sen de seversin anne!"

"Mutlaka!" diyen Nazan, yavaşça ayağa kalktı. Uzanıp kızının saçlarına bir buse kondurdu ve suratında ılık bir tebessümle onun yanından ayrıldı. Dildar, annesinin neden böyle değiştiğini merak ederken gelen mesaj, onun kafasını dağıttı.

***

Beykoz sırtlarında bir parka gelmişti Musa, yanında Kaytan'la bir banka otururken Kenan'ın parkın girişinde görünmesiyle yerlerinde doğruldular. Kaytan, elini kulağına götürüp:

"Gözcü, etrafa bak!" diye seslendi.

Parkın hemen çaprazındaki yüksek binanın tepesinde, elinde dürbünle etrafı yoklayan Salih, Kenan'ın geldiği yöne iyice baktı. Etrafı taradı, her yeri yokladı ve kimsenin olmadığına kanaat getirince rapor geçti.

"Hava durgun, esecek bir şey yok!"

"Gözlemde kal!"

"Alındı anlaşıldı!"

Kenan, elleri ceplerinde Musa'lara yaklaşırken dilinde kısık bir ıslık yerleştirip onların karşısındaki banka geçip oturdu. Önce kaçamak gözlerle bakıştılar, Musa onu inceledi, Kaytan onu süzdü ve Kenan da onları yokladı.

"Neden çağırdın reis?" diye soran Kenan, etrafa göz gezdirdi. Musa, sırtını iyice banka yasladı.

"Bilmen gereken şeyler var."

"Mesaj atsaydın, zahmete soktun!"

Kaytan araya girdi.

"Belki de tekniğe sızmaması gereken şeylerdir Kenan! Dinle önce!"

Başını salladı Kenan, ellerini ceplerinden çıkarıp önünde bağladı. Havanın giderek bozulmaya yüz tutması, onlara kalın giyinin talimatını vermiş, onlar da bu talimata uymuşlardı.

"Bilmeniz gereken konu, Gaye Çeliker'dir arkadaşlar!"

Söze giren Musa, Kenan'ın kısılan gözlerine ve Kaytan'ın meraka bürünen ifadesine baktıktan sonra devam etti.

"Gaye Çeliker'i doğuran kadın, yani annesi Nezaket Çeliker, benim öz ve öz kardeşimdi."

Yerinde sıçrayan Kenan, dikelmiş bir şekilde Musa'ya bakarken Kaytan, suratında ince bir tebessümle Musa'nın yüzünü inceledi. Nedense Kaytan hiç şaşırmamıştı. Ama Kenan, hayatını şokunu yaşamıştı. Suratında bembeyaz bir ifadeyle Musa'ya bakarken Musa, derin bir nefesle:

"Yanlış duymadınız, Gaye benim yeğenim, kardeşimin kızı!" deyince Kenan, çenesini sıvazlayarak bakışlarını önüne çevirdi.

"Ben biliyordum!" diyen Kaytan, bu sefer Musa'yı şaşkına çevirdi. İrkilen Musa, gözlerini kısarak ona bakarken Kaytan, suratında alaylı bir ifadeyle:

"Hastanede Gaye'ye kan vermiştin, benim aklımı kurcaladı. Bir bağ var mı yoksa sadece kan grupları mı uydu diye kafamı kurcalayan bir şeyler peyda oldu. Bilirsin, kafama bir şey düşse, onu araştırmadan duramam! Senin geçmişini araştırdım, Gaye'nin geçmişine odaklandım ve ölen annesine rast geldim. Nezaket Çeliker aslında Nezaket Uzun'muş, onu öğrendim. Ama öğrendiğim gibi unuttum da! Sen anlatırsın diye bekledim reis!" deyince Musa, yavaşça ayağa kalktı.

"Ben de istemem yeğenimin dünyası kararsın, ölümüne bağlandığı bir aşkın proje çıkması ve onu tepetaklak etmesi... Bunları ben de istemem Kenan! Ama olması gerek evlat, olması gerek!"

Kenan ayağa kalkıp ona doğru birkaç adım attı. Kaytan etrafa bakınırken Kenan, ellerini ceplerine yerleştirip gözlerini Musa'ya dikerek sorusunu yöneltti.

"Gaye bunu bilmeli!"

"Bilmemeli! Kaç kez karşılaştık, bunu bilirse senden de şüphe eder."

"Pekala dayı, sen nasıl istersen?" diyen Kenan, suratında ince bir tebessümle:

"Başka öğrenmem gereken bir şey var mı? Mesela benim babam kim? Ailem var mı?" diye sordu. Musa, kaşlarını çatarak:

"Kendine gel ecnebi!" diye tısladı. Başını salladı Kenan, tekrar diline bir ıslık yerleştirip parktan çıkmak için kapıya doğru ilerledi.

"Keşke ıslık çalmanın şeytanlara davetiye olduğunu söyleseydik reis, bunu da öğrenmesi gerekiyordu Kenan'ın!" diyen Kaytan, dişleri görünürcesine sırıttığında Musa,

"Sen buradasın zaten!" deyince Kaytan, aldığı cevapla irkildi.

"Haydi gidelim!" diyen Musa, Kaytan'ı o halde bırakıp adımlarını attı. Kaytan, elini kulağına dayayıp:

"Gözcü etraf taraması yap! Biz buradan ayrılıyoruz!" dedi.

"Alındı anlaşıldı!" diye verilen cevaptan sonra Kaytan, Musa'nın peşine takıldı.

***

Marmara'ya inen koyu karanlık, bulutların fokurdayıp arada bir göz kamaştıran şimşekler yollaması, birazdan yağmur ya da karın yağacağına delalet ediyordu. Rüzgârın ölüm marşı çalarcasına ıslık dillendirmesi, damlarda ve kuru ağaç dallarında uğultular yaratıyor, göz korkutan ve kulak çınlatan yankılar yolluyordu.

"Nihayet beyefendiler teşrif etti, hoş geldiniz Kenan Bey, sizi gören hacı oluyor." diyen Gaye, yanından geçen ve Hamdi'ye doğru yürüyen Kenan'ın:

"Seni görenin de içinden şeytan taşlaması geçiyor Gaye Hanım!" demesiyle Gaye, olduğu yerde kalakaldı; göz bebekleri irileşirken dudakları kıvrıldı, bir gözü küçülürken diğer gözünde nem belirdi ve ağzı açık bir şekilde nefesini dışarı verdi.

"Nerdeydin evlat?" diye soran Hamdi, Kenan'ın bir koltuğa oturmasını izlerken Gaye, hâlâ eski yerinde yüzünü onlara çevirmiş ve Kenan'ın cevap vermesini bekliyordu.

"Bu beni kaçıranların izini sürüyorum Pars!"

Gaye, onlara yaklaşırken sorusunu önden buyur etti.

"Nasıl bulmayı düşünüyorsun peki?"

Kenan, Hamdi'den bakışlarını ayırmadan Gaye'ye ve dolaylı da olsa Hamdi'ye cevabını sundu.

"Sokaktan başladım. Sokağın nabzını tutarsam, onlara bir şekilde değeceğimi düşünüyorum."

Hamdi, bir gözünü kısarak:

"Sokak derken, uyuşturucu pazarından mı bahsediyorsun?" diye sordu. Gaye, derin bir nefes alarak Kenan'ın yanına otururken Kenan, onun varlığını hisseder hissetmez kendisini toparlayarak ve sanki kendini ondan korumaya çalışarak:

"Uyuşturucu, kapkaç, fuhuş ve diğer bütün pisliklerin izlerini sürersem, mutlaka onlara değebilirim Pars! Ya da dikkatlerini çekerim. Bir şekilde bu hıncımı almam lazım!" deyince Gaye, dudağı kıvrılarak:

"Yoksa boyun kısalır tabi!" der demez Kenan, katı bakışlarını ona çevirdi.

"Ben havamda değilim Gaye, sonra kavga etsek olur mu?"

"Bana göre hava hoş!" diye tıslayan Gaye, kollarını önünde bağlayarak ve oflayıp puflayarak sırtını kanepeye yasladı.

"Bulduğunda ne yapacaksın peki?"

Hamdi'nin sorusu, Gaye'yi yeniden yerinde dikmişti.

"Nişan takacağım Pars, aralarında güzel bir kız da vardı."

"Domuz!" diye fısıldayan Gaye, Kenan'ın sert bakışlarıyla karşılaşınca irkildi. Kenan, ilk defa böyle bakıyordu. Dişlerinin arasından, laflarını ezercesine çıkıştı Kenan.

"Domuz, İslam dininde haramdır. Lafını bil!"

Yutkundu Gaye, gözleri iri bir şekilde bir şey demek istedi ama sanki dili tutulmuş gibi sustu. Yavaşça ayağa kalkıp onların yanından ayrılırken Hamdi, kızının arkasından bir müddet baktıktan sonra tekrar Kenan'a dönerek:

"Bingazi'yi aradım bugün! Telefonuna ulaşılmıyor. Bizim çocuklardan birini, kaldıkları yere baksın diye yolladım. Terk edildiğini söyledi. Bu işte bir iş var Kenan!" dedi.

"Oscar'ın ölümü, teraziyi devirdi. Ne ağırlık belli ne hacim belli ne de kefeler meydanda! Viladimir Rusya'da, Tuğra denilen kişi de kayıp, Pars! İster istemez insan şüpheye düşüyor."

"Ne yapalım sence?"

"Beklemekten başka çare yok gibi! Payidar'la Mestan da sessiz, değil mi?"

"Onların durumu da mide bulandırıcı!"

"Keşke Mestan'ı Kurul'a davet etmeseydin Pars! Ya da mecburen Payidar'ın biletini keseceğiz! İkisinden biri..."

"Ama aslında ikisini de tutmak lazım! Bir şekilde ikisini de elde tutarsak, Kurul daha güçlü olur."

Yüzüne inen tebessümle Hamdi'nin suratını inceleyen Kenan, yerinde doğrulurken Hamdi'nin kısık bakışları arasında ellerini ovdu.

"Hatırlarsan Pars, bu Payidar zamanında beni alıkoymuştu. Seninle pazarlık yapmak için..."

"Geçen de sana bahsettim zaten!"

Başını salladı Kenan.

"Sen bana söylemiştin Pars! Payidar kuzu gibi olmuş, sen ne istersen kabul demişti."

Kenan'ın ne demek istediğini anlayan Hamdi, gözleri gülerek onun yüzünü incelerken:

"Sanırım seni anladım!" deyince Kenan, başını salladı.

"Bence de anladın Pars!"

Telefonunu sehpadan alan Hamdi, Kenan'ın katı bakışları arasında Payidar'ın numarasını parmakladı.

***

Milli Haberalma Servisi...

Elinde tabletle Musa'nın odasının kapısını çaldıktan sonra içerden gelen komutla kapıyı açıp içeri giren Salih, pencereden dışarıyı izlemekte olan Musa'ya yaklaşırken onun camdaki yansımadan bakışlarını görmüştü. Salih'e dönen Musa,

"Ne oldu Salih?" diye sordu. Salih, elindeki tablete bakarak:

"Emin'in..." dedi ve yutkundu. Musa da yutkunmuş ve gözlerini yummuştu. Devam etti Salih.

"...Nazım için açılan sayfadan biriyle görüştüğünü biliyorduk reis! O sayfanın IP adresini tarattım."

Gözlerinde bir kıvılcımlanma beliren Musa, ona doğru bir adım atarak:

"Bana elle tutulur bir şey söyle!" diye sayıkladı.

"IP adresinin sinyal verdiği cihazı izleyebiliyoruz!"

"Nerde?"

Salih, tableti uzatarak ekrandaki noktalardan kırmızı bir şekilde yanıp sönen yeri işaret etti.

"Tarabya..."

Burnundan soluyan Musa, tableti ona uzatıp:

"Gidiyoruz o halde!" diye tısladı. Başını sallayan Salih, hızla kapıya doğru yürürken Musa da onun arkasından adımlarını attı. Tam çıkacaklarken kapıda Kaytan'la karşılaştılar.

"Haydi kaytan bıyıklı, gidiyoruz!"

Kaytan durdu, durakladı.

"Nereye?"

Kapıdan çıkacakken, Kaytan'a dönerek dişlerinin arasından öfkeyle tısladı.

"Ana avrat düz gitmeye..."

Kaytan bir şey anlamadı, başını anlamsız bir şekilde sallayarak onun peşinden yürüdü.

***

Şişli/Payidar'ın Malikânesi...

"Efendim, Hamdi Bey ne istiyormuş?" diye soran Rıfat, onun karşısında elleri önünde bağlı ve hürmetten kırılacakmış gibi dururken Payidar, telefonu masaya bırakarak:

"Evine davet etti, yarın sabah bir kahvaltı yapalım dedi. Bir tahminim var ama..." deyip sustu.

"Muhtemelen Mestan konusunda konuşacaktır efendim!"

"Ben de o fikirdeyim!"

"Ne yapmayı düşünüyorsunuz efendim?"

"Bakalım Hamdi ne diyecek Rıfat, ona göre var bir lafımız!"

Rıfat başını sallarken Payidar, bir gözü kapıda yerinde doğruldu.

"Simay iyi değil Rıfat, arkadaşının ölümü baya yıprattı onu!"

"Efendim, kızınız bu işin peşini bırakmayacaktır."

"Bir noktadan sonra pes edecektir Rıfat, merak etme!"

Derin bir nefes alan Rıfat, patronunun tebessüme bürünen yüzüne baktıktan sonra bakışlarını ondan kaçırdı.

***

Balkondaydı Kenan, pervaza yaslanmış ve soğuğa aldırmadan, esen rüzgârı umursamadan gözlerini yağan yağmurlara dikmiş, gürleyen gökyüzüne kulak kesilmiş ve düşen her damlaya içindeki sıkıntıyı emanet etmişti. Aklında dönüp dolaşan şey, nişandan başka bir şey değildi; Gaye'yle nişanlanacağı gün, nedense onun için bayram değil de yas günü olacak hisler uyandırıyordu ve Kenan, bu akşam da sırf bu his yüzünden Gaye'ye çıkışmıştı. Bir de Mamoste belası vardı; onun sırrını bilen, yaptığı operasyonu bilen, bunu her an Hamdi'ye anlatacak ve onu ifşa edecekti. İşte bu da çok zordu.

"Neyin var evlat?"

Duyduğu sesle, derin düşüncelerinden sıyrıldı. Elinde kahve kupasıyla balkon kapısında duran Hamdi'ye dönmeden:

"Gaye'yi kırdım galiba!" diye sayıkladı.

"Biraz öyle oldu, evet! Ama telafi etmek mümkün!"

Hamdi'ye dönen Kenan:

"Nasıl?" diye sorarken gözlerini kıstı. Hamdi, ona doğru bir adım attığında dışarıdaki rüzgârı yiyince geri çekildi.

"Soğukmuş baya! Her neyse! Gönül kıran, almasını bilmeli!"

"Bir şekilde alacağız işte!"

"Sen yaparsın Kenan, yaparsın!" diyen Hamdi, elinde kahve kupasıyla içeri girerken Kenan, onun ardından bakarken fısıldadı.

"Haklısın! Bugüne kadar neler yapmadım da, bir kızın gönlünü mü alamayacağım?"

"Git kapımdan Kenan! Def ol, seni görmek istemiyorum!" diye bağıran Gaye, herhalde kapıya bir şey fırlatmış olacak ki duyulan gürültü, Kenan'ın geri sıçramasına neden oldu. Elleri havada:

"Ya bir kendine gel!" diye seslense de Gaye, bir şey daha fırlattı. Yine kopan gürültü, Kenan'ın tekrar geri çekilmesini sağladı.

"Defol diyorum defol, git buradan!"

"Ya ben özür dilemeye geldim, seni üzdüm, tamam haklısın kabalık ettim!"

Bir durulma belirdi, Kenan'ın kapıya iyice yanaşmasıyla aniden kopan gürültü, Kenan'ın bir adım geri atarken az kalsın düşürüyordu.

"Allah belanı..." diye tıslayan Kenan, derin bir nefes alıp:

"Kızım kendine gel!" diye bağırdı. Aniden açılan kapı ve üstüne atılan bir Gaye, gerisi berbat bir durumdu; sırtüstü yere düştü Kenan, Gaye de onun üstündeydi ve Kenan'ın saçlarını kavrayıp suratına tokatlar atmaya çalışıyor, bağırdıkça bağırıyor, arada bir:

"Pislik!" diye küfürler savuruyordu. Kenan, yanaklarına inen her darbeyle afallıyor ve nereden geldiği bilinmeyen bu saldırı karşısında zayıflığını yenemiyordu. Aniden Gaye'nin her iki bileğinden tutup hızla yana düşürdü ve bu sefer de Kenan, Gaye'yi yere yapıştırdı. Sımsıkı kavradı onu, ne kadar debelense de iyice zayıflatacak şekilde tutup onu sabit hale getirmişti. Gaye, Kenan'ın suratına baktığında sinirle bezenmiş bir çift göz gördü. O da aynı şekilde sinirlenmişti.

"Senin derdin ne Gaye?"

"Pisliksin sen, aşağılık bir pislik!"

"Bir pislikle mi evlenmeyi düşünüyorsun?"

Kaşları çatıldı Gaye'nin.

"Bu da nerden çıktı be?"

Ayağa kalktı Kenan, kadının da kalkması için elini uzatsa da Gaye, onun uzanan elini geri iterek kendi ayağa kalktı.

"Madem ben bir pisliğim, sana layık değilim, neden benimle evleniyorsun ki?"

Kenan'ın burnunun dibinde durdu. Dişlerini sıkarken sarf ettiği laflar, Kenan'ın suratını yalıyor ve kulaklarına çarpıyordu.

"Sen bir pisliksin ama benimsin! Sözde pislik, özde benim için bir cevhersin!"

Gülümsedi Kenan.

"Dolandırıcısın Gaye!"

"Ne? Ne dolandırıcısı be?"

"Lafı dolandırıyorsun, dolandırıcısın işte!"

Aniden Kenan'ın boynuna sarıldı Gaye, onun kokusunu genzine çekerken sımsıkı tuttu ve hiç bırakmayacak gibi kavradı.

"Seni seviyorum!"

Kenan'ın elleri uzandı, onun belini kavramak istedi ama elleri titredi, geri çekildi ve sadece kadın ona sarılırken gözlerini bir noktaya dikerek yutkundu.

***

Tarabya...

Arabanın durmasıyla Musa, kapıyı yarım açıp aşağı atladı ve minibüsün durmaya yakın bir yerde silahını ateşleyip kapıdaki adamlardan birini göğsünden vurdu; diğeri, daha silahını ateşleyemeden kendisini yerde buldu ve Kaytan'ın da ateşiyle Salih'in de iştirak etmesiyle dışarıdaki adamların sayısında bir eksilme meydana geldi. Silah sesleri, her tarafta çınlıyor ve rüzgârın sesine karışıp gök gürültülerine ayak uyduruyordu.

"Başkanım basıldık!" diyen adam, hızla kapıyı açıp içeri girdiğinde Mamoste, pencereden dışarıya bakıyordu. Suratında ince bir tebessümle adamına döndü.

"Görüyorum Çömez!"

Durakladı.

"Neden sana Çömez diyorlar?"

"Adım odur başkanım!"

"Güzel! Çok güzel!" diyen Mamoste, adamına yaklaştı.

"Bakalım bu gelenler, çömezleri nasıl hedefleyecek?"

Çömez denilen adamı anlamazken Mamoste, benimle gel dercesine kafasını salladı. Mecburen de peşine takıldı.

Musa'nın attığı mermiler, hedeflerini şaşırmadan isabet alırken Kaytan, nedense bu gece pek formunda değil gibiydi, hızla yerinden çıkan Salih'in de attığını vurması, Kaytan'ı baya bozmuştu. Derin bir nefes alan Kaytan, şarjör değiştirirken Musa'nın:

"Gel Salih benle!" diye seslenmesiyle:

"Parti sizin anasını satayım, bensiz eğlenin!" deyince Musa, ona bakıp tebessüm etti. Salih, hemen Musa'nın peşine düştü.

Bir iki militan, Mamoste'nin dediği roketatarı kucaklarken Mamoste, camdan dışarıyı kolaçan etti ve Musa'yla Salih'in bir noktaya doğru hızla gittiklerini gördü.

"Gelin bakalım, mangal zamanı!" diye fısıldayarak adamlarına döndü.

"İlerdeki kalabalığın tam ortasını nişan alın!"

"Anlaşıldı başkanım!"

Mamoste, Çömez dediği adamına baktı.

"Gel biz arkadan bir yol bulalım!"

Çömez başını sallarken Mamoste, silahını belinden sıyırdı ve şarjördeki mermilere baktıktan sonra tekrar taktı ve sürgüyü çekti.

Salih'in birden:

"Efendim!" diye seslenmesi, Musa'yı yerinde durdurdu. Köşede beliren adamı indiren Musa,

"Ne oldu?" diye sorarken Salih, balkona yakın bir yerde durup ilerdeki Kaytan'ları nişan alan roketçiyi işaret etti.

"Bakın!"

Musa dönüp ona bakar bakmaz roketi tutan elin sahibi, parmağını tetiğe mıhladı. Roketin namlusundan fırlayan koca mermi, ileriye doğru hızla hareket etti. Yutkunan Musa, Salih'in donuk yüzüne bakıp tekrar mermiye odaklandı. Mermi, hızla Kaytan'lara doğru ilerliyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top