"Bana Emanetsin"

Sonbahara doğru ilerleyen mevsim, hafif kendini hissettirmeye başlıyordu; hem serin, hem ferah bir hava vardı Marmara’yı kuşatan ve denizden taşan serin yosun kokusu, insanların dimağlarını okşayıp muhteşem bir etki yaratıyordu. Akşamın karanlığında dahi trafik, hafif sık bir şekilde akıp duruyor; araçların farları, köprülerde muazzam bir görüntünün oluşmasını sağlıyordu.

Taksim’in işlek bir gece kulübünde oturmuş, yanındaki arkadaşıyla muhabbet ederek gecenin tadını ve bu sabah yaşadığı olayı atlatmanın çaresini kovalayan Gaye; uzun siyah saçları omuzlarına düşmüş beyaz tenli, onunla yaşıt olan ve ela gözleriyle muhatabında hoş bir etki bırakan arkadaşıyla eğlenmeye çalışıyordu.

“Kendine geldin mi biraz?”

Gaye, arkadaşının sorusuyla daldığı düşüncelerden sıyrıldı; sabahki adamın, Kenan’ın gözleri aklına takılmıştı, bakışları gitmiyordu beyin hücrelerinden ve Gaye, mecburi bir şekilde arkadaşına dönerek:

“Evet Zenan, geldim biraz!” diye yanıt verdi. Zenan, ela gözleriyle arkadaşının yorguna bulanmış suratını inceledi.

“Bence gelmemişsin!”

“Sağ ol Zenan! Sen olmasaydın, babam izin vermeyecekti!”

“Ben ne yaptım canım? Hem Hamdi Amca iyi biri, senin iyiliğini istiyor! Başına bir şey gelmesin diye çabalayıp duruyor!”

“Biliyorum ama bu beni sıkıyor!”

“Yine de peşimize iki adam takmasına mı takıldın? Dert etme, baksana adamlar bir köşede oturmuş ve bizi rahatsız etmiyorlar!”

Gaye, sağ köşede oturmuş ve bir şeyler içmekte olan adamlara baktı; adamların da gözleri, onların üstündeydi, çoban köpeklerinin sürüye göz kulak olması gibi ikisi de gözlerini irileştirerek onlara bakıyordu. Gaye, bardağındaki meyve suyunu yudumlarken Kenan’ın silueti belirdi ve sanki ona tebessüm ediyormuş gibi geldi.

“İyi misin?”

Sırıttığından habersiz Gaye, sinek ısırmış gibi sıçrayarak:

“Ne, ne oldu?” diye sordu.

“Sırıtıyorsun kızım, hayırdır?”

“Bu sabahki adam…”

“Kapkaççı mı?”

Gaye, kaşlarını çatarak:

“Hayır kızım ya, şu kapkaççıyı paket eden adam…” deyince Zenan, gözlerini kısarak:

“Paket eden mi? Ne biçim konuşuyorsun Avukat Hanım?” diye sordu. Gaye, tebessüm ederek:

“Sokak jargonunu iyi bilmek lazım!” dedi. Zenan, onun taklidini yaptı.

“Sokak jargonunu iyi bilmek lazım-mış! Kızım avukat olacaksın sen, mafya mısın ya? Birini savunurken hakime, müvekkilim adamı paket etmiş mi diyeceksin?”

“Bana mafya falan deme! Midem horon tepiyor duyduğumda!” diyen Gaye, gözlerini büyüttü. Zenan, bardağındaki meşrubattan bir yudum aldıktan sonra:

“Neyse, ben lavaboya kadar gidiyorum!” dedi ve ayağa kalktı.

“Tamam!” diye fısıldayan Gaye, giden arkadaşının arkasından baktı bir müddet ve sonra da kendini Kenan’ın hayaline kaptırdı.

Üç iri yarı adam, kapıdan içeri girdi ve etraflarına baktı; sanki aradıklarını bulmuş gibi Gaye’ye yöneldiler, Hamdi’nin adamları da ayağa kalkıp gelenlere adapte olunca Gaye, bir şeylerin ters gittiğini hemen anladı ve çantasına uzandı. Hamdi’nin adamları, diğer adamların önlerini kestiğinde biri, silahını sıyırıp hiç düşünmeden onlara kurşun yağdırdı. Mekana doluşan silah sesleri, kalabalığın çığlık ve bağırışlarına karıştı; herkes bir yere dağılırken Gaye, korkuyla çantasını kapıp kaçmaya çalıştı ama adamlardan biri, Gaye’yi arkadan sıkı bir şekilde yakaladı.

“Bırak beni!” diye bağıran Gaye, çantasındaki biber gazını çevik bir şekilde adamın suratına sıktı. Adam, gözlerinin yamasıyla bağırıp Gaye’yi bırakınca Gaye, kendini kapıya doğru attı. O sırada biriyle çarpıştı. Sarsılarak:

“Ah…” dedi ve kime çarptığına baktı. Kenan, tebessüm edince Gaye, şaşkın bir tavırla:

“Sen…” dedi.

“Ahsen değil, Kenan ben!”

“Ne?”

Kenan, Gaye’nin sorusunu havada bıraktı ve hızla kendilerine doğru gelmekte olan iri yarı adama doğru bir hamle yaptı. Yerinde sıçrayıp adamın tam göğsüne bir tekme savurdu. Adam geriye yalpalayarak diğer arkadaşının üstüne düşünce Kenan, Gaye’nin elinden tutup:

“Gel, koş!” dedi.

“Nereye götürüyorsun beni?”

“Bana güven! Hem kim bu adamlar?”

Koşarken cevapladı Gaye.

“Ne bileyim ben?”

“Kızım senin de başın beladan kurtulmuyor!”

Gaye, aniden durup onu da durdurdu. Tehditkar bir tavırla ve elindeki biber gazını da sallayarak:

“Bana bir daha kızım deme!” dedi.

“Tamam!” diyen Kenan, arkalarından koşmakta olan adamları işaret ederek:

“Artık gidelim mi?” diye sordu. Gaye, mecburen Kenan’ın dediğini yaptı ve onunla birlikte koşmaya başladı.

Kulübün karşısındaki caddede siyah renkli bir transit duruyordu; içindeki adamlar, kaçmakta olan Kenan’la Gaye’yi görünce araçtan indiler. Takriben sekiz kişiydiler ve ellerindeki silahlarla bekliyorlardı.
Kenan, adamların hazırda beklediklerini görünce:

“Gel bu taraftan!” dedi ve Gaye’yi de kendisiyle çekiştirdi. Ara sokağa dalmışlardı. Kovalamaca başlamıştı. Transitteki adamlar da peşlerine düşmüştü. Nefes nefese koşan Gaye:

“Kim bu adamlar?” diye sordu. Kenan, gözleri ilerideki arabasında:

“Ne bileyim ben?” diyerek onun cevabını verince Gaye, gözlerini devirerek koşmaya devam etti. Araca bindiklerinde adamlardan biri, silahıyla ateş etmek için namluyu doğrulttu. Bunu fark eden Kenan, aniden kızın kafasından tutup aşağı bastırdı. Adam tetiğe basınca mermi, onların kafalarının üstünden geçip yandaki duvara saplandı. Kenan, hızla aracı çalıştırdı.

“Torpido gözünü aç!”

Gaye, hemen denileni yaptı. Torpido gözünü açtığında, bir silahla karşılaştı. Titrek bir sesle:

“Kimsin sen?” diye sordu.

“Silahımı ver kızım!”

Gaye, derhal silahı verdi ve Kenan, o ateş eden adama namluyu doğrultup tetiğe bastı. Adam, bacağından aldığı kurşunla sekerek yere düşünce Kenan, hızla gaza bastı. Sarsılan Gaye:

“Yavaş!” diye cıyakladı. Araç, arkalarında adamları bırakarak karanlığa karıştığında Gaye, bir an dönüp arkasından baktı ve adamların bir transite bindiklerini gördü.

“Geliyorlar!”

“Merak etme güzel kız! Bize yetişemeyecekler! Ama senden istirhamım…” deyip Gaye’ye baktı Kenan.

“Emniyet kemerini tak!”

Gaye, artık sorgusuz sualsiz denileni yapıyordu; kemerini takmakla uğraşırken Kenan, dikiz aynasından arkasına baktı. Transitin hızla yaklaşmakta olduğunu görünce aracın fitezi değiştirdi. Araç, önce duracak gibi oldu ama Kenan, ani bir şekilde gaza basınca araç, dört nala kalkmış bir küheylan gibi hızlandı. Gaye’nin gözleri, yol çizgilerine değince başı döndü. Gözlerini yumup:

“Yavaş!” diye bağırdı.

“Ne yavaşı kızım?” diye bağıran Kenan, gazı adeta kökledi. Aracın sürati, diğer araçların bir perde gibi arkalarından belli oluyordu. Gaye, daha fazla baş dönmesine dayanamadı ve kendinden geçti. Kenan, bir gözü dikiz aynasında diğer gözü Gaye’de bir şekilde direksiyona hakim olmaya çalıştı.

Dönel kavşağa geldiğinde Kenan, el frenini hızla çekti ve araç, driftlerle sarsılarak şerit değiştirdi. Kenan, karşı şeride geçmişti. Transitin karşıdan geldiğini görüyordu. O sırada Gaye, hafifçe kendine geliyordu. Gözleri aralanmıştı. Kenan’ın deli gibi araba kullandığını gördüğünde ve karşıdan diğer şeritte transitin geldiğini gördüğünde irkildi.

“Ne yapıyorsun?”

“Günaydın tatlı kız!” diyen Kenan, silahın namlusuna mermiyi sürdü. Bir eliyle direksiyonu tutarken diğer eliyle silahı kavradı.

“Yapma!” diye sayıklayan Gaye, Kenan’ı durduramadı ve Kenan, transitin tekerleğine mermi sıkmasıyla, hızla gitmekte olan transit, yalpalayarak yan bariyere çarptı. Kenan, şoförün camdan fırladığını görmüştü.

“Tam isabet!” diye mırıldanınca Gaye:

“İndir beni!” dedi.

“Ne?”

“İnmek istiyorum!”

“Peşinde adamlar var, canına mı susadın kızım?”

Gaye, aniden kemeri çözdü ve Kenan’ın üstüne yürürcesine:

“Kimsin sen ya? Neden beni koruyorsun? Amacın ne?” diye sordu.

“Amacım, insanlığın ölmediğini ispat etmek ve bunun için de sana yardım etmek zorundayım!”

“Durdur arabayı, babamı arayacağım!”

“Ben seni babana götürürüm!”

“Hayır! Hem sana neden güveneyim? O adamlarla işbirliği yapmadığın ne malum?”

Kenan, aniden frene basınca araç, ciyaklarcasına ve sarsılarak durdu. Kenan, yavaşlayan aracı sağa çekip:

“İn çabuk, haydi in!” dedi. Gaye, korku dolu gözlerle ona bakıyordu.

“Ben hanımefendinin hayatını kurtarayım, kendimi riske atayım; o bana, sana neden güveneyim desin! İn çabuk!”

“Şey… Ben…”

Kenan, gözlerini büyüttü.

“Ne, ne sen? Kızım, anlamıyor musun? Bu adamlar senin peşinde! Sana zarar verecekler!”

“Tamam, özür dilerim! Sustum! Ama bana kim olduğunu söyle!”

Kenan, derin bir nefes alıp:

“Her şeyi anlatacağım! Ama…” dedi ama lafı yarıda kesildi. Arka camı delip aracın tavanına saplanan mermi, ikisinin aniden eğilmesine neden olmuştu.

“Bitmiyorlar lan!” diye sayıklayan Kenan, dikiz aynasından baktığında bir doblonun, onların peşine takıldığını gördü. Kenan, aniden gazı kökledi ve araç, arkasındaki araca küfredercesine yola koyuldu.

“Sıkı tutun!” diyen Kenan, bu sefer aracın hızını en yükseğe taşıdı. Rüzgardan bile daha hızlı bir şekilde ilerleyen araba, aynı şekilde ilerlemekte olan dobloyla mücadele ediyordu.

“Silah kullanmasını biliyor musun?”

Gaye, Kenan’ın sorusuyla:

“Evet, babam öğretmişti!” deyince Kenan, tebessüm ederek:

“Güzel! Ne hayırlı bir baban varmış!” dedikten sonra:

“Al şu silahı ve arkadaki araca ateş et!” dedi.

“Ama…”

“Ne aması kızım? Haydi! Dikkatlerini dağıtsan bile kâfi!”

“Bir daha bana kızım deme!” diye çıkışan Gaye, silahı kaptığı gibi yan camdan sarkıttı. Kenan, öndeki tümseği görememişti ya da görmezden gelmişti. Aracın lastiği tümsekle temas edince araç, hızla sarsıldı ve Gaye, kafasını hafif araca vurdu.

“Ah, kafam!” deyip Kenan’a bakınca:

“Belediyenin suçu, ben ne yapayım?” dedi. Gaye, bir şey demedi ve tekrar camdan sarkıttı. Bu sırada arkadaki araçtan mermi sıkıldı. Kenan, refleksle Gaye’nin omzundan tutup içeri aldı ve mermi, Gaye’nin olduğu tarafın aynasına çarptı. Gaye, korku dolu gözlerle Kenan’a baktı.

“Direksiyonu tut!” diyen Kenan, onun elinden silahı aldı. Gaye, titreyen ellerle direksiyonu tutarken Kenan, göbeğine kadar camdan sarktı ve hiç durmadan tetiğe bastı. Mermisi hedefine ulaşmıştı. Arkadaki doblonun şoförü için helvalar pişirilmeye başlamıştı. Doblo, yalpalayarak yan bariyerlere çarpınca Kenan, onlara doğru bir zafer işareti yaptıktan sonra kendini içeri aldı. Direksiyonu tutup:

“Sağ ol!” dedi.

“Bitti mi?”

“Bilmiyorum Gaye Hanım!”

“Adımı da nerden biliyorsun?”

“Hatırlamadın galiba! Bu sabah da çantanızın hayatını kurtarmıştım! Bakayım, bu o çanta mı? Yok, değil!” diyen Kenan, çantayı kızın bacaklarının üstüne koydu. Mini eteğinin altından parlayan bacaklar, çantanın sayesinde görüşten çıktı. Kenan, hızını sabitleyip yoluna adapte oldu. Gaye, başını cama yaslamış bir şekilde:

“Kim ya bu adamlar, benden ne istiyorlar?” diye sordu.

“Kapkaççının adamları olabilir!” diyen Kenan, hafifçe gülümsedi. Gaye, gözlerini kısarak:

“Kapkaççının adamları varsa, neden kapkaççılık yapıyor ki o zaman?” diye sorunca Kenan, yan gözlerle ona baktı.

“Sen avukat mısın?”

“Avukatlık için okuyorum! Bunu nerden anladın?”

Gülümseyen Kenan:

“Çenenden…” deyince Gaye, derin bir nefes alarak gözlerini devirdi.

***

Milli Haberalma Servisi…

“Efendim, Taksim’de silahlı çatışma olmuş! Ayrıca iki aracın da kaza yaptığı bilgisi geldi!” diyen orta boylu, esmer tenli ve karagözlü bir adam, Musa’nın karşısında durmuştu. Musa, elindeki tableti masaya bırakıp:

“Gece kulüplerinin olduğu sokakta mı?” diye sordu.

“Evet efendim! Mobese görüntülerinde Kenan Bey’in aracı da tespit edilmiş!”

Şakağını kaşıdı Musa, aklına bir kuşku dadandı ve gözlerini kısarak yerinde doğruldu.

“Netice nedir?”

“Kenan Bey’in aracını, en son Taksim bitimindeki kör noktaya kadar takip edebildik! Sonra da görüşümüzden çıktı!”

“Yanında bir kadın var mıydı?”

“Gaye Çeliker vardı yanında!”

Musa, hışımla ayağa fırladı. Adeta öfkeden gözleri parlarcasına:

“Bu kadar erken olmamalıydı Emin!” diye çıkıştı. Emin, uslu bir çocuk gibi masum bir şekilde:

“Ne yapalım efendim?” diye sordu.

“Muhakkak Kenan’ın bir bildiği vardır, demek isterdim ama bu herifin hiçbir şey bildiği yok! Erken hareket edip Hamdi Çeliker’in radarına girecek! Sabah bir, akşam iki…”

Musa, sonradan aklına gelmiş gibi:

“Peşlerindeki adamlar kim?” diye sordu.

“Bilmiyoruz efendim!”

Musa, usulca başını salladı.

“Takipte kalın Emin! Kenan’ın arabasında GPS var. Sinyalini izleyin!”

“Anlaşıldı efendim!” diyen Emin, huzurdan ayrılırken Musa, masadaki tableti eline alıp işine koyuldu.

***

Hamdi Çeliker’in malikanesinde adeta kıyamet kopuyordu; Zenan, durumu hemen ona bildirmiş, yetmemiş malikaneye de gelmiş ve şu an Hamdi’nin delici bakışlarına maruz kalmıştı.

“Ne demek çıktığımda Gaye’yi bulamadım? Kızımı sana emanet ettim Zenan!” diye çıkışan Hamdi, Zenan’ın ürkek yüzüne baktı. Zenan, adeta korkudan titriyor, çenesi tutulmuş gibi zangırdıyor ve dizleri rüzgara tutulmuş bir dal parçası gibi sallanıp duruyordu.

“Haklısınız efendim! Ama çıktığımda ortalık savaş alanı gibiydi! Zaten silah seslerini duyar duymaz tuvaletten koşarak çıktım! Ne Gaye’yi bulabildim ne de kimseyi! Sadece yerde kıvranıp duran bir adam gördüm! Korkudan kaçtım ve size geldim!”

“Kimdi o adam?”

“Bilmiyorum efendim!”

“Allah kahretsin!” diye bağıran Hamdi, Zenan’ın ödünün kopmasına neden oldu; kızcağız, sıçrayarak geriye kaykıldı ve içeri giren bir adam, elinde bir telefonla Hamdi’ye doğru ilerledi.

“Buldunuz mu bir şeyler Bünyamin?”

“Evet efendim! Adamlar, Payidar Candaroğlu’nun adamları çıktı! Ama kızınızdan bir haber yok!”

Öfkeyle masaya yumruğunu indiren Hamdi, canının acısını umursamadan Bünyamin’e baktı ve:

“Bu gece, İstanbul için kıyamet gecesi Bünyamin! Kızıma karşılık, Payidar şerefsizinin bütün mekanlarını alt üst edeceğiz! Hazırlanın!” deyince Zenan, iri gözlerle Hamdi’ye baktı. Bünyamin, çoktan kapıdan çıkmıştı.

***

Üsküdar istikametinde ilerliyordu araba; Kenan’ın gözleri, arada bir dikiz aynasını yokluyor, direksiyonu tutan elleri titriyor ve içini kemirip duran bir kuşku, bütün bedenini de titretiyordu.

“Beni nereye götürüyorsun?”

Gaye’nin sorusuyla, derin bir nefes alıp:

“Güvenli bir yere…” dedi.

“Ben daha sana tam güvenmemişken, beni güvenli bir yere mi götüreceksin?”

“Bak kızım!” diyen Kenan,

“Bana kızım deme!” diye çıkışan Gaye’nin sert çıkan sesiyle, geri adım attı.

“Bak Gaye Hanım! Sırf senin hayatın için, kendi hayatımı da riske attım! O adamlar kimdi, senden ne istiyordu ve neden senin peşine düşmüştü? Bilmiyorum! Bildiğim tek şey, seni sağ salim babana teslim etmek! Ama şimdi oraya da gidemeyiz! Muhtemelen evinizin civarlarında pusuya yatmışlardır! Bu riski göze alamam! Sen bana emanetsin! Bu yüzden seni güvenli bir yere götürmem gerek! Hiç değilse sabaha kadar beklemeliyiz! Beni anladın umarım!”

“Evet, anladım ama sen de şunu bil! Babam Hamdi Çeliker, bunu o adamların yanına bırakmaz! Beni eve götürsen de, bence hiçbir risk falan yoktur! Korkma yani!”

“Can korkusu değil Gaye, benim korkum senin başına bir şey gelmesidir. Zaten ölüden farkım yok!”

Kenan, son cümlesini dedikten sonra bir iç çekti ve gözlerini yola dikti. Gaye’yi içten içe bir merak sardı. Adamın yüzündeki hüzün ifadesi, adeta onun içini kemirdi. İşin içine merak da girince:

“Sormamda bir mahsuru yoksa…” dedi ama Kenan’ın:

“Sormasan daha iyi!” demesiyle, tokat yemişçesine irkildi. Hemen gururu devreye girdi.

“Aman be, sormam ben de!”

Kenan, acımsı bir tebessümle somurtan Gaye’nin çatık kaşlarla süslü masum yüzüne baktı ve sonra da gözlerini yola dikip direksiyona adapte oldu.

***

Beykoz sırtlarında eski bir tuğla deposu vardı; etrafı betondan duvarlarla örülü, geniş bir ene ve boya sahip, tenha bir köşeye düşen bir yerdeydi. Deponun avlusunda bir kamyon duruyordu. Kamyonun ufak boyu, şirin bir görüntüye sahipti. Beyaz renkliydi ve etrafında üç adam geziyordu. Gecenin on ikisi çoktan geçmişti. Birle iki arasında mekik dokuyan akreple yelkovan, zamanın giderek daha da gecikmesine neden oluyordu.

Bir adam, tahtadan koskocaman sandıkları sayarken başka bir adam, elinde bir dosyayla not alıyordu. Bir başka adam, üst üste yığılmış sandıkların arasında geziniyor, bir nevi teftiş yapıyordu.

İki siyah araba, hızla depoya doğru ilerlerken avludaki adamlar, hemen durumu fark ettiler ve silahlarını bellerinden sıyırdılar. Araçlar, tahtadan oluşan avlu kapısını kırıp içeri girdiklerinde silahlar konuşmaya başladı.

İçerdekiler, duydukları silah sesleriyle derhal işlerini bırakıp dışarıya doğru koştular.

Bünyamin, yerini değiştirip ateş ederken Hamdi, aracın kapısını kendine siper edip ateş ediyor ve düşen bir adamın arkadaşını hedef almaya çalışıyordu. Hamdi’nin şoförü de inmiş ve ateş ederek Bünyamin’e yaklaşmıştı. Minik kamyonun arkasını dolanmaya çalışan bir adam, Hamdi’nin kurşununa meze oldu. İçerdekilerin de çıkmasıyla sayı giderek arttı.

“Bünyamin, bitirin şu işi!” diye bağıran Hamdi, yanına seken mermiyle kendini toparladı. Bünyamin, üst üste ateş ederek yerinden çıktı ve yere yığdığı iki adamı, karşısındakilerin gözünü korkutur umuduyla tekrar yerine sindi. Hamdi’nin bir adamı, göğsünden aldığı mermiyle düşerken Hamdi, daha da öfkelendi ve gözü karardı. Hışımla yerinden çıkıp üst üste ateşe geçti; onun bu tavrı, Bünyamin’i de atağa kaldırttı ve şoför de atağa kalkınca kurşun sesleri, dört bir yanda çınladı. Kamyonun arkasındaki bir adam düştü ve Hamdi, öfkesini tatmin edemeyen bu girişimle kendini kamyonun diğer tarafına attı. Kalan son adam, Hamdi’den nasıl kurtulacağını hesap edemeden Bünyamin’in mermisinin hışmına uğradı. Silah sesleri dindi, ortalık sakinleşti ve sessizlik destur isteyip ortama aks oldu.

“Yakın burayı Bünyamin! Cesetlerle beraber kül olsun!” diyen Hamdi, şoförüne bakıp başını salladı. Şoför, ondan evvel davranıp arabaya doğru yürüdü.

Hamdi, araca bindiğinde Bünyamin ve bir adamı, ellerinde benzin bidonlarıyla depoya doğru yürüyordu. Şoför, aracı çalıştırdı. Hamdi, nemli gözlerle saatine baktı; bir buçuğa ramak kalmıştı, araç avlu kapısından çıkarken Bünyamin ve adamları, depya benzin dökmekle uğraşıyordu.

Benzin yerde iz yapmıştı, dik bir çizgi halinde depoya doğru ilerliyordu, her taraf benzin kokuyordu ve Hamdi, elinde muhtar tipi bir çakmakla bekliyordu.

“Cehennemin olacağım Payidar!”

Çakmağı yaktı, hafif esen yelle ateş, ritmik bir şekilde dans ediyordu. Hamdi, derin bir nefes alıp:

“Kızım için…” diye sayıkladı ve çakmağı benzinin üstüne attı. Önce seyrek bir ateş görüldü, sonra giderek büyüdü ve depoya doğru yol aldı. Bir müddet sonra depo, koca alevlerin ortasında kaldı. Hamdi, iri gözlerle deponun yanışını izlerken Bünyamin, kifayetsiz bir şekilde bekliyordu. Depo, Hamdi’nin yaktığı hırs ateşiyle yanarken alevler, koyu dumanlar eşliğinde göğe yükseliyordu.

***

Laleli’deki pavyonun önünde bir araba durdu; saat dördü bulmuştu ve ezan sesleri, şehrin dört bir yanında çınlıyordu. Bünyamin, yanında oturan adamına bakıp başını salladı. Adamın üstünde uzun bir ceket vardı, sarı ceketin arkası kabarıktı ve belli ki altında makineli tüfekler saklanmıştı. Adam, öfkeden kızıllaşan gözlerle pavyona bakıp açılan kapıdan indi.

Bünyamin, şoföre bakıp başını sallayınca araç, hızlı bir şekilde mekanın önünden ayrıldı. Ceketli adam, bir süre aracın arkasından baktıktan sonra mekana girmek için kapıya doğru yürüdü. Mekan hâlâ açıktı, içerden müzik sesleri duyuluyordu, kapıdaki adamların katı bakışları arasında ceketli adam, istifini bozmadan kapıdan girdi.

Kenarda dans eden çiftler, sahnedeki şarkıcı kadının ritmine ayak uydurmaya çalışıyordu; birkaç kadın, yanlarında kadın olmayan erkeklere doğru ilerliyor, garsonlar siparişlerle uğraşıyor ve mekana göz kulak olan üç adam, sahnenin arkasındaki tenha yerde durmuş, dikkatli gözlerle içeriyi izliyorlardı.

Ceketli adam, kalabalığı yararak ilerlemeye çalışıyordu; kendinden emin oluşu, öfkeden parlayan gözlerle etrafına bakınmasından belli oluyordu. İlerledi, ilerledi ve bir noktada durdu. Sahnenin arkasındaki tenha yerde duran adamlar, bu ceketli adamı gözlerine kestirmişlerdi. Adam, derin bir nefes aldı; ceketinin sırt bölmesine yapıştırdığı makinelileri kavradı, sahnedeki şarkıcı kadınla göz göze geldi, garsonların da dikkatini çekti ve artık işe koyulma vakti gelmişti. Çevik bir şekilde silahları çıkardı ve tetiğe bastı. Namludan fırlayan her mermi, bir yer buluyordu kendisine; üst üste tetiğe basıyor, gözünü kırpmadan ateş ediyor, insanları indiriyor ve mekanı alt üst etmeye çalışıyordu. Düşen kadınlar, erkekler, çığlık çığlığa bağıran ve kaçmaya çalışan insanlar, bu mermilerden bir türlü kurtulamıyorlardı. Sahnedeki şarkıcı kadının kanlı cesedi, sahnenin ortasında duruyordu. Sahnenin arkasındaki tenha yerde duran adamlardan biri de vurulmuştu, diğer ikisi kendilerini korumaya almıştı, onlar da çıkıp ateş etmek istiyor ama kurşun yağmurundan bir türlü fırsat bulamıyorlardı.

Kapıdaki nöbetçilerden biri, silah seslerini duyup içeri girmişti; arkadan fırsat kolluyordu, ceketli adamın dönerek ateş etmesiyle o da vuruldu ve yere düştü. En son makinelilerin şarjörleri boşalınca silah sesleri durdu. Hemen şarjör değiştirmek isteyen ceketli adam, sahnenin arkasındaki tenha yerde bekleyen adamlardan birinin aniden ortaya çıkıp ona ateş etmesiyle göğsünden vuruldu. Yüz üstü yere düştüğünde ateş eden adam, iyice ona yaklaşıp ateş etmeye devam etti ve ceketli adam, delik deşik bir şekilde canından oldu. Ama enkazı büyük olmuştu, yaralı insanlar inleyip dururken ölenlerin kanları, parkeleri kızıla boyamıştı.

***

Gözlerini açan Gaye, bir çekyatta olduğunu fark etti; ufak bir salondaydı, bir çekyat, iki koltuk ve bir sandalye vardı etrafında. Yerinde doğrulduğunda, güneş ışıklarının camdan süzülüp içeriye damladığını gördü. Bir gecekonduyu andıran bir evde, salonda uyumuştu. En son hatırladığı, Kenan’ın kollarında olduğuydu. Kenan onu bir yere taşıyordu. Gözlerini yumdu.

“Kahvaltı hazır!”

Kenan’ın sesiyle irkildi. Uykulu gözlerle adama bakıp:

“Nerdeyim ben?” diye sordu.

“Benim eski evimdesin! Üsküdar’dayız!”

Gaye, hemen toparlanıp:

“Benim gitmem lazım! Babam çıldırmıştır, şehri ateşe vermiştir muhakkak!” deyince Kenan, tebessüm ederek:

“Vallah bu sabah ajansta türlü haberler dolanıyordu. Bir depo kundaklanmış, bir pavyona silahlı saldırı düzenlenmiş! Bunları baban yapmış olabilir mi?” diye sordu. Gaye, gözleri irileşirken Kenan, sol tarafta duran masayı işaret edip:

“Önce bir şeyler yiyelim, sonra çıkarız! Hem seni de babana verip kendi işime bakayım!” dedi.

“Doğru ya, yük oldum sana!”

“Evet!” diyen Kenan, elini beline koyup:

“Baya ağır bir yük…” der demez Gaye, yanakları şişercesine öf çekti.

“Beni neden kucağına aldın? Ben yürürdüm!”

“Yürüseydin o zaman kızım! Kendinden geçmiştin! İçki mi içtin dün gece?”

“Hayır tabi ki de!”

“E ne oldu sana?”

“Bilmiyorum! Dün gecenin korkusundan oldu herhalde! Her neyse… Lavabo ne tarafta?”

“Dış kapının hemen sağında…” diyen Kenan, Gaye’nin koridora yönelişini izledi ve masaya oturdu.

Gaye, sağ taraftaki kapıyı açacağına sol taraftaki kapıyı açtı. Kenan’ın yatak odasıydı büyük ihtimalle; zira odaya girdiğinde, duvardaki fotoğrafları görür görmez irkildi. Üzerinde özel harekat kıyafetleriyle, elinde uzun namlulu silahıyla ve yüzüne çaldığı simsiyah boyayla Kenan, duvardaki fotoğraftan ona gülümsüyor gibiydi. Bir iki adım atıp fotoğrafın karşısında durdu. Altında bir not yazılıydı. ‘Şırnak Cudi Dağı Hatırası…’

Kenan, iki bardağa çay doldururken Gaye, elleri ıslak bir şekilde masaya oturdu. Masadaki bir peçeteyi alıp ellerini kurularken:

“Özel harekatçı mısın sen?” diye sordu. Kenan, gözlerini kısarak:

“Odama mı girdin?” deyince Gaye, yutkundu.

“Yanlışlıkla girdim! Duvarda da resmini gördüm!”

“Kahvaltını yap Gaye!”

Gaye, sesini etmeden çayını karıştırmaya başladı. Kenan’ın yüzü asılmış, keyfi gitmiş ve ufku bulanmıştı. Çayından bir yudum alan Kenan, havadaki boğucu havayı dağıtmak istercesine:

“Anlat bakalım, bana kendinden bahset biraz!” deyince Gaye’ye fırsat doğdu.

“Neden bahsedeyim kendimden?”

“Tanışmış oluruz!”

“Kalsın! Sen kendinden bahsetmiyorsun ama benim anlatmamı istiyorsun! Bu ne çelişki be?”

“Gaye! Ben koca bir enkazım, yığınlarımın arasında kalırsın! Eşeleyip durma, kaldıramazsın yıkık döküklerimi!”

Gaye yutkundu; adamın söyledikleri, tüylerini dikenlere çevirmişti, bir hüzün dalgasına kapıldı ve adamın nemli gözlerine baktı.

“Bazen hayat, insanları hiç tanımadıkları insanlarla teselli eder. Hiç tanımadığın, hiç bilmediğin insanlara döktükçe içini; bir huzur bulursun ve o huzur, bin yıl tanıdığın insanlarda bile yoktur. Birbirimizi tanımıyor olabiliriz ama bu, birbirimize içimizi dökmeyeceğimiz anlamına gelmiyor Kenan!”

İlk defa adını duymuştu Gaye’nin dilinden; her ne kadar hoşuna gitse de, bunu belli etmek istemedi ve ince bir tebessümle Gaye’ye bakıp:

“Her insan bir ummandır; biriktirir acısını, kederini ve gamını. Bırak bende kalsın ummana dahi sığmayan acım, kederim ve gamım!” dedi.

“Sen bilirsin, ısrar etmeyeceğim! Olur ya, belki bir gün tekrar karşılaşırız seninle! O zaman fikrin değişirse, seni dinlemeye hazır olduğumu bil!”

“Teşekkür ederim Gaye Hanım! Ve lütfen kahvaltınızı yapın! Emaneti teslim etmem gerek!”

Gaye, tebessüm ederek kahvaltıya odaklandı. Kenan, derin bir iç çekerek sırtını sandalyeye dayadı ve Gaye’yi izledi.

Kahvaltıyı bitiren Gaye, ayağa kalkıp salondaki koltuklardan birine oturmuş olan Kenan’a doğru yürüdü. Kenan, daha Gaye oturmadan ayağa kalkıp:

“Ben duş alacağım Gaye! Sen de hazırlığını yap, birazdan çıkacağız!” dedi. Gaye, şöyle bir dönüp dağınık haldeki evi işaret ederek:

“Sen duşunu al Kenan! Ben de hem hazırlanayım hem de şu evi hali yola sokayım! Öyle bir pis bir hale gelmiş ki, adeta örümcek bağlasan durmaz!” dedi.

“Senin bu kadar hayvan sever olduğunu bilmiyordum Gaye!”

“Kendine haksızlık etme!” diyen Gaye, onun cevap bile vermesine fırsat vermeden mutfağa yöneldi. Kenan, usulca başını sallayıp kendi odasına doğru adımladı. Mutfaktan Gaye’nin sesi yükseldi.

“Mutfağı savaş alanına çevirmişsin Kenan! Her yer her yerde adeta!”

“Eve ne zamandır kadın atmamıştım, aman yani almamıştım!” diyen Kenan, odasına girdi. Gaye, sinirli bir şekilde mutfaktan çıktığında Kenan’ı bulamadı.

“Ukala şey!” diye fısıldayan Gaye, kahvaltı masasına ilerledi. Masada telefonunu unutmuştu Kenan, Gaye bunu fırsat bildi ve telefonu aldı. Kendi numarasını girerek kendi telefonunu çaldırdı. Sonra da kendi numarasını silerek işine koyuldu.

Kenan banyodan çıktığında gözleri, duvardaki resmine takıldı. Hüzünlü bir iç çekişten sonra yatağın üstüne bıraktığı ceketini giydi. Sarımsı renkli ceketinin hafif oluşu, vücudunu terletmiyordu; ince kılıflı ceketinin iç cebine elini soktuğunda, bir kağıt parçası fark etti. Kağıdı çıkarıp baktı. İngiltere’deyken kendisine gelen davetiye kağıdıydı. Tekrar cebine koydu. Her ihtimale karşı çıkarıp yırttı, bin parçaya böldü ve kenardaki çöp kutusuna attı. Kapının tıkırdamasıyla:

“Müsaidim!” diye seslendi. Gaye, elinde bir fincan kahveyle içeri girdiğinde Kenan, dudağında ince bir tebessümle:

“Sanırım evlensem iyi olacak!” dedi. Gaye, bu laftaki maksadı anlamamıştı.

“Kahve için mi?”

Kenan, uzatılan kahveyi alıp:

“Evet, kahve için… Zira bir hanım elinden kahve içmeyeli uzun zaman olmuştu!” dedi.

“İçine tuz katmadım, merak etme!”

“Merak etmiyorum, çünkü o fırsatı sana vermeyeceğim! Kahveme tuz atman için, sana görücü gelmem gerek! Gördüm göreceğimi yani!”

“Laf mı sokuyorsun sen?”

Kahveden koca bir yudum alan Kenan, gözleri irileşircesine Gaye’ye baktı; Gaye, hafif bir kahkaha attı ve Kenan’ın, yutmadan çöp kutusuna boşalttığı yudumunu izledi.

“Evet, tuz atmadım ama karabiber atmadığımı da söylemedim!”

“Bunu neden yaptın?”

“Dost acı söyler hesabı!”

“Biz dost değiliz Gaye, bu kadar acı söylememeliydin!”

“Her neyse… Çıkalım mı?”

“İlk defa bir kadından çıkma teklifi alıyorum!” diyen Kenan, onun yanından geçerek kapıdan çıktı. Gaye, suratında ufak bir tebessümle peşinden yürüdü.

“Yani hiç sevgilin olmadı mı?”

Salona gelen Kenan, telefonunu cebine kattı.

“Sevgili ayaklarına inanmıyorum Gaye! Sevgili demek, pazarda dükkan açmak demektir! Müşterisi bol olur yani!”

“Bu ne saçma bir benzetme? İki insan sevgili olamayacaksa, birbirlerini nasıl tanıyıp evlenebilirler ki?”

“Bu ne biçim mantık yürütme? Tümden gelim mi, tüme varım mı? Bence her ikisi de değil!”

“Ne tümden gel ne de tüme var Kenan Karabey! Beni babama götür, bu saçma muhabbet bitsin!”

“Şimdi mantıklı konuştun işte! Bu arada..” diyen Kenan, etrafına bakındı. Evin düzenli, temiz ve tertipli oluşu, adeta onun gözlerini kamaştırdı. Ama o, teşekkür edeceğine:

“Vay be! Babasının zengin ve uçarı kızı, temizlik yapmayı biliyor muymuş? Helal olsun!” diyerek gönderme yaptı.

“Teşekkür ederim diyecektin herhalde! Bir şey değil, yaptıklarına karşılık ufak bir yardım diyelim!”

“Saatim nerde?”

“Şu altın sarısı, üzerinde haddinden fazla düğmeleri olan mı?”

“Evet canım, o!”

Gaye, yanaklarının kızarmasını ve bedeninin titremesini hayra yormadı. Sesi kesikleşti ve adamın ona ‘canım’ demesi, benzini soldurdu.

“Şu çekmeceye koydum!” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışsa da Kenan, onun bu değişimlerini fark etmişti ama çaktırmadı. Çekmeceyi açıp saatini aldı.

“Haydi çıkalım!”

***

Milli Haberalma Servisi…

“Buldunuz mu izini Emin?” diye soran Musa, uykusuzluktan kan çanağına dönmüş gözleriyle adamına baktı. Adamının ondan aşağı kalır yanı yoktu. Belli ki ikisi de, bütün gece uyumamış ve Kenan’ın izini aramışlardı.

“Bulduk efendim!”

“Nerdeymiş ecnebi?”

“Üsküdar’daki eski evinde…”

“Tahmin etmeliydim! Bu adam uslanmayacak! Şeffaf bir takibat başlatın Emin! Kenan’ın zor duruma düşmesini istemem!”

“Anlaşıldı efendim! Bu arada, İçişleri Bakanı’nın müsteşarıyla bir toplantınız var! Öğleden sonra…”

“Biliyorum Emin! Ama o deliyi çemberden çıkarmadan, hiçbir şeyi düşünecek halim yok!”

“Peki efendim!” diyen Emin, kapıya doğru yürürken Musa, sıkıntıyla aldığı nefesini dışarı saldı.

***

Hamdi Çeliker’in malikanesinde bir hareketlilik belirdi; uzaktan beliren araba, onları teyakkuza geçirmişti, gelen dost mu veyahut düşman mı, bunu kestiremiyorlardı. Bünyamin emrindeki adamlar, elleri tetikte bir şekilde beklerken Kenan’ın arabası, dev gibi avlu kapısına doğru yaklaşıyordu.

Bir adam, avludaki havuzun başında duran Hamdi’nin yanına gelip:

“Efendim, bir araç geldi!” dedi.

“Kimmiş?”

“Daha bilmiyoruz efendim!”

Hamdi, derin bir nefes alıp beklemeye koyuldu.

Kapıdaki nöbetçi, silahını arabaya doğrultmuş bir şekilde beklerken başka bir adam, şoför camını tıklattı. Kenan camı indirdiğinde adam, gözleri irileşmiş bir şekilde kekeledi. Gaye, sert bir sesle:

“Kapıyı açacak mısın yoksa babama seni kovdurtayım mı?” deyince adam, hemen telsizin düğmesine basıp:

“Gaye Hanım geldiler!” dedi. Koskocaman demir kapı, gıcırtılı ve kulak tırmalayan sesler çıkartarak açılırken Kenan, Gaye’ye dönerek:

“Pek de hanım olduğun söylenemez ya, neyse!” deyince Gaye, kaşlarını çatarak:

“Sen kendine bak, sanki çok beysin!” dedi. Kenan, gülümseyip gaza bastı ve araç, korumaların şaşkın bakışları arasında içeri girdi.

Hamdi, bir koltuğa oturmuştu. Yaklaşmakta olan arabayı inceliyor, öfkesini kontrol altına almaya çalışıyor ve sakin bir şekilde bekliyordu. Araç durdu, adamlar Hamdi’nin etrafına dizildi ve bir sessizlik, ortamı şefkatli bir şekilde sarmaladı.

“İnmeyecek misin?”

Kenan’ın sorusuyla:

“Korkuyorum!” diyen Gaye, Kenan’ın:

“Öcü gibi bakıyor!” demesiyle:

“Haddini bil, babama öcü diyemezsin!” diye çıkıştı.

“Babana demedim zaten!” diyen Kenan, kendi camının hizasında duran Bünyamin’i işaret ederek:

“Şu adama dedim!” deyince Gaye, gülümseyerek:

“Bünyamin Abi o!” dedi.

“Döner ustası mı?”

“Nerden çıkardın?”

“Baksana Gaye! Sanki son porsiyonu kendine saklamış da müşterisi çıkmış gibi bakıyor!”

“Ah senin şu benzetmelerin!” diyen Gaye, kapıyı açtı. Hamdi, ayağa kalkıp kızının ona doğru gelişini seyretti.

“Nerdesin sen?”

Gaye, onun karşısında durup:

“İyiyim baba, sağ ol!” dedi.

“Anlat bakalım, ne oldu?”

Bu sırada Bünyamin, Kenan’ın kapısını açmış ve onun inmesini bekliyordu. Kenan araçtan inerken Gaye, ona silah doğrultan adamlara:

“İndirin silahlarınızı! Hayatımı kurtaran adamı mı vuracaksınız?” diye çıkıştı.

“Hayatını mı kurtardı?” diye soran Hamdi, Gaye’nin:

“Evet baba, hayatımı kurtardı!” demesiyle, Bünyamin eşliğinde yürütülen ve onlara doğru getirilen Kenan’a baktı. Kenan, Hamdi’nin karşısında durdu.

“Yine mi sen?”

“Tesadüf, tamamen tesadüf Hamdi Bey!” diyen Kenan, Gaye’ye bakıp:

“Dün akşam, arkadaşlarımla buluşmak için kulübe gittim! Gittiğimde kızınızın birilerinden kaçmakta olduğunu gördüm! Eğer umursamayıp gitseydim…” dedi ama Hamdi’nin:

“Dün sabah da umursamamıştın? Ben tesadüflere inanmam delikanlı!” diyerek lafını bölmesiyle, hafif bir tebessümle:

“O zaman tevafuk diyelim!” dedi.

“Gaye, sen içeri gir!” diyen Hamdi, ciddi olduğunu yüzündeki sert ifadeyle gösterdi.

“Baba…”

“Sana içeri gir dedim!”

Gaye, yutkunup babasının dediğini yaptı. Kapıya doğru giderken, son bir defa dönüp Kenan’a baktı. Kenan, kendinden emin bir tavırla ve dimdik bir şekilde Hamdi’nin karşısında durmuştu. Hamdi, kızının içeri girişini izledikten sonra Kenan’a dönerek:

“Gelelim sana delikanlı! Kimsin sen? Kızımın etrafında ne dolanıyorsun?” diye sordu. Kenan, derin bir nefes aldıktan sonra:

“Kim olduğumu biliyorsunuz Hamdi Bey!” deyince Hamdi, sert bir sesle:

“Kes!” diyerek çıkıştı. Ortama boğucu bir hava hakim oldu.

“Eğer hemen konuşmazsan…” diyen Hamdi, Bünyamin’e dönüp baktı. Bünyamin, silahını sıyırıp Kenan’ın arkadan kafasına doğrulttu.

“…sonsuza dek susmak zorunda kalacaksın!”

Kenan, kafasına değen metalin yarattığı ürpertiyle Hamdi’ye bakıyordu. Sesini çıkarmıyor ve gözleriyle adeta küfrediyordu. Gaye, odasının penceresinden olanları izliyordu. Nefesler tutulmuş, zamanlar suspus olmuş ve ıssızlık dört bir yanı ablukaya almıştı.

⚠⚠⚠

(2. Bölümün Sonu)

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top