"Afra'nın Pars'ı"
Bölüm Şarkısı: Eylem Aktaş - Söyleyemedim
📢 LÜTFEN KİTABIMIZIN DUYULMASI VE OKUNMASI İÇİN OY VERİP TAVSİYEDE BULUNALIM. UNUTMAYIN Kİ EMEKLER KUTSALDIR...
📚 KEYİFLİ OKUMALAR ✍️👇
...
Topraklar atılırken Afra'nın üstüne; yüreklerde onun acısı, dillerde onun için dökülen dualar ve içten içe bir hüzün çökmüştü sinelere. Hele de özellikle Hamdi'nin yüreği korlar içinde yanıyordu; kader, yine ona aynı oyunu oynamış, tam mutlu olacak ve mutlu edecek birini bulmuşken ölüm gerçeği, ikisini birbirinden koparmıştı. Onu asla unutmayacaktı Hamdi; kendi kendine böyle söz vermişti, zira onunla aynı yatağı paylaşmış ve ona yakınlaşmıştı. Resmi de olmasa onu karısı gibi görmüştü ama işte ilk karısını ondan alan düşmanları, daha resmiyette evlenemeyen ve evlenmek için niyet eden Hamdi'nin sözde ikinci karısını da çekip koparmıştı. Buna içten içe kahroluyordu. Şimdi de imam duaları okurken Hamdi, siyah gözlük çektiği gözlerinden yaşlarını döküyordu; yanında Kenan durmuştu, o da mahzundu, Afra için üzülüyordu ve onun gibi masum birinin bu şekilde ölmesine kahroluyordu.
Kadınların olduğu taraftaydı Gaye; kafasına çektiği siyah şalın uçlarıyla gerdanını kapatıyor, saçlarının ucu gözükse de mezarlığa saygısızlık olmasın diye kafasını örtmüş gibi görünüyordu. Hemen yan tarafında Zenan durmuştu; o da teselli olsun diye gelmiş, Gaye ve babasını yalnız bırakmamak için cenazeye iştirak etmişti.
Hamdi'nin bütün dostları, masa arkadaşları ve Kurul'daki bütün üyeler gelmişti; onu yalnız bırakmak, masaya saygısızlık olur raconuyla cenazeye gelmişler ve Hamdi'ye destek oluyorlardı.
Dualar bitti; millet sıraya girip birer ikişer baş sağlığına ve taziye faslına geçmişlerdi. Hamdi, elini sıkan herkese zor bela başını sallayıp karşılık veriyor, dostlar sağ olsun fısıltısıyla uğurluyordu.
Tabiat, bugüne torpil geçmişti; cenaze merasimine hürmeten güneş doğmuş, ılık bir hava her yeri kuşatmıştı. Mart'ın kapısını çalmaya başlayan zaman dilimi, Şubat'ın sonlarına doğru hafif nazlanır gibiydi. Rüzgâr bile esmiyor, bulutlar hafif bir dağılmış ve mavi bir gökyüzü oluşa gelmişti.
Herkes gitmişti; mezarın başına çökmüş bir Hamdi, sağ tarafında durmuş bir Kenan, sol tarafında durmuş bir Gaye ve Gaye'nin yanında durmuş bir Zenan... Afra'yı yalnız bırakmamışlardı. Elini ıslak ve çamur lapasını andıran toprağa süren Hamdi, nemli gözlerini örten güneş gözlüğüne inat hıçkırık dolu bir sesle:
"Benim lanetim, seni de buldu Afra!" diye sayıkladı. Kenan duydu lafını, Gaye de duydu ve derin bir iç çekip sessiz kaldı. Hamdi devam etti.
"Bana değen, gölgeme sığınan herkes, bu lanetten payını alıyor. Üzgünüm Afra, üzgünüm! Sana bu ölümü reva gördüğüm için..."
Kenan geldi, onun omzuna elini koyarak hafifçe sıvazladı.
"Sen reva görmedin Pars! Senin hiçbir suçun yoktu. Sen onu sevdin, ona mutluluğu bahşettin, onu sevmekle mutlu ettin. Sen ona kol kanat gerdin Pars, onun her şeyi oldun! Onu senden alanlar, ona bu ölümü reva görenler, senin gazabının ne kadar çetin ve ne kadar büyük olduğunu bilmedikleri için çok şanssız, bahtsızlar. Ben biliyorum ki sen, Afra'nın Pars'ı olarak, onun kanını dökenlerin kanlarını kurutacaksın; ona kurşun sıkanların bedenini, un eleği gibi delik deşik edeceksin ve ona toprağı layık görenlerin üstüne beton döküp moloz yığınlarına mahkum edeceksin, evet bunu sen yapacaksın Pars!"
"Gücüm kalmadı," diye fısıldadı Hamdi, omzundaki Kenan'ın eline yandan bir bakış atıp:
"Takatim kalmadı evlat!" dedi.
"Sen bana boşuna evlat demiyorsun Pars, senin gücün de kuvvetin de benim, takatin de mecalin de benim!"
Yutkundu Hamdi. Gaye, Kenan'ın dediklerini duyduğu için gözleri parlamıştı. Zenan da duyduğu için gururluydu. Hamdi, yavaşça ayağa kalkarken gözlerini Afra'nın toprağından ayırmadan:
"Doğru diyorsun evlat!" diye sayıkladıktan sonra Kenan'a dönerek:
"Sen benim bileğim, sen benim yumruğum ve sen benim en şiddetli darbemsin!" deyince Kenan, hafifçe başını salladı.
"İşimiz var Pars, hem de çok işimiz var."
***
Milli Haberalma Servisi...
"Buldun mu bir şeyler Emrah?" diye soran Musa, karşısında duran adamının kafasını olumsuz bir anlamda sallamasıyla derin bir iç çekti ve:
"Desene, işimiz kaytan bıyıklıya kaldı," diye fısıldadı. O sırada kapı açıldı ve Kaytan içeri girdi.
"İyi insan, lafının üstüne gelirmiş derler; hoş geldin kaytan bıyıklı!" diyen Musa, Kaytan'ın:
"Ya da iti an çomağı hazırla, ha?" diye sormasıyla gülümsedi.
"Sendeki bıyık itlerde olsaydı, nasıl kemik kemireceklerdi?"
Kaytan gözlerini kısarken Emrah, gülümseyen gözlerini önüne dikti. Musa koltuğuna geçip:
"Buldun mu bir şeyler?" diye sordu. Kaytan da onun karşısındaki koltuğa oturdu.
"Buldum reis!"
Emrah yerinde dikleşirken Musa, ellerini masaya yayarak:
"Dinliyorum!" dedi.
"İki İranlı bir İsrailli... Fattah Özali, Mizar Behrami ve Nevi İbrahimî..."
Huzursuzca yerinde kıpırdandı Musa, Kaytan onu süzerken sırtını koltuğa yasladı ve sıkıntıyla derin bir nefes aldı.
"Onların burada ne işleri var?"
Musa'nın sıkıntıyla sorduğu soru, Kaytan'ın tebessüm etmesine neden oldu.
"Hamdi'yi İran'da alıkoyan, bunların yakın arkadaşıydı. Nasuh El İmam... Senin Kenan, bu konu hakkında bir şey biliyor olabilir mi? Zira Nasuh'un aracı patlamış, yakın adamı Defi öldürülmüş ve Hamdi İran'dan alınmış. Bunu Kenan'ın yaptığından haberim var. Önemli olan şu ki; bu adamlar, neden Türkiye'ye geldi? Hamdi'den ne istiyorlar? Yakıp yıkacak kadar ve hatta iki ülke arasında diplomatik krize neden olacak kadar gözleri dönmüşse, bunların hedefleri ne?"
Kaytan'ın söyledikleri, Musa'nın hafifçe başını sallamasına neden olurken Emrah, istemeden de olsa araya girdi.
"Hamdi neden İran'a gönderildiyse, onlar da onun için buraya gelmiştir."
Emrah'ın sunduğu tez, hiçbir antitez kabul etmez gibiydi; Musa, işaret parmağını ona doğrultarak başını sallarken Kaytan, çenesini sıvazlayarak gözlerini ona dikmişti.
"Bunu..." diyen Kaytan, bakışlarını Musa'ya çevirdi ve:
"...Kenan bilir, reis!" deyince Musa, başını sallayarak:
"Onunla konuşurum," dedi. Ortama üşüşen sessizlik, tepedeki aydınlatmanın ışığına dolanıp her tarafa yayılmaya başladı.
***
Arnavutköy/Yazgan Site...
"Anne! Akşam çıkıp biraz eğlenmek istiyoruz, izin verir misin?" diyen Dildar, annesi Nazan'ın:
"Olmaz kızım, ortalık zaten karışık!" demesiyle:
"Ya zaten Cem de bizimle gelecek, lütfen izin ver! Oğluna güvenmiyor musun yoksa?" diye sordu.
"Çok güveniyorum ama onu da riske atmak istemiyorum kızım! Burada eğlenin işte! Parti mi istiyorsunuz, burada parti falan verin!"
"Şaka yapıyorsun herhalde!" deyip gülümseyen Dildar, babasının odasının kapısını işaret ederek:
"Evde babam varken..." deyince Nazan, derin bir nefes alarak başını salladı.
"Olmaz dedim kızım, ısrar etme!"
Dildar of çekip hışımla ayağa kalktı ve hızla merdivenlere yöneldi. Nazan onun arkasından:
"Anneye oflanmaz, gebertirim seni!" diye seslendi. Mutfaktan çıkan Cem, merdivenlerden yukarı çıkan Dildar'a ve annesine bakarak tekrar içeri girdi.
"Gelir misin Cem?" diye seslenen Nazan, mutfaktan çıkıp ona doğru gelmekte olan Cem'e bakarak ayağa kalktı.
"Buyurun abla!" diyen Cem, Nazan'ın karşısında durduğunda Nazan,
"Dildar dışarı çıkıp eğlenmek istediğini söylüyor. Ortalığın karışık olduğunu biliyorsun, izin vermedim ama bu kız, kesin bildiğini okur. Ben Mestan'dan izin alayım, sen de kızları bir dışarı çıkarırsın! İstersen yanınıza koruma falan alın! Bizim diğer eve götürürsün ya da dışarıda eğlenirsiniz, size kalmış!" deyince Cem, hafifçe başını sallayarak:
"Sizin diğer evde parti falan versek, onlar da güzelce eğlense daha güzel olur abla! Dışarısı, dediğiniz gibi tehlikeli olabilir," der demez Nazan, başını salladı.
"Bak bu olur işte! Hem Mestan da izin verir. Oldu, ben Mestan'la bir konuşayım!"
Nazan onun yanından geçip Mestan'ın odasına doğru giderken Cem, kadının arkasından bakıp derin bir nefes aldı ve çenesini sıvazladı.
"Hayatım müsait misin?" diyerek içeri giren Nazan, koltuğunda oturmuş ve ellerini kafasının arasına alarak derin düşüncelere dalmış kocasına yaklaştı.
"Gel hayatım!" diyen Mestan, istifini bozmadan kadının gelmesini bekledi.
"Kızlar dışarı çıkıp eğlenmek istiyor, ben de olmaz dedim ama içim el vermedi. Bizim eski eve gitsinler, parti falan verip biraz eğlensinler diyorum, sen ne dersin?"
"Olur hayatım! Senin şu zibidi oğlan peşlerinden ayrılmasın!"
"Onun adı Cem!" diyerek kaşlarını çatan Nazan, tebessüm eden kocasının:
"Tam bir zibidi ismi işte!" demesiyle Nazan, sinirle burnundan soludu.
"Şaka yaptım canım şaka! Tamam gitsinler!" diyen Mestan, kafasını ovarken karısının:
"Senin neyin var? Kaç gündür böyle huzursuzsun?" diye sormasıyla Mestan, derin bir nefes alarak sırtını koltuğa yasladı.
"Hamdi, tatlı suyla tuzlu suyu birbirinden ayıracağını söyledi hayatım!" diye fısıldayan Mestan, sıkıntıyla oflarken Nazan, gözlerini kısarak kocasının neyi ima ettiğini anlamaya çalıştı. Anlayamayınca da, ona doğru yürürken:
"Nasıl yani?" diye sordu.
"İkimizden biri, Kurul'a veda edecekmiş, öyle anladım ben!" diyen Mestan, karşısındaki koltuğa kurulan karısının:
"Belki yanlış anlamışsındır?" diye sormasıyla:
"Yok hayatım yok, doğru anladım!" dedikten sonra yerinde doğrularak:
"İkimizden biri gidici!" dedi.
"Bence seni göndermez, silah en önemli madde çünkü!" diyen Nazan, içten içe Payidar'ın gitmesi için dua ederken kocasının derin bir iç çekerek:
"Ben, beni göndermesinden yanayım!" demesiyle:
"Saçmalama hayatım! Eğer sen kalkarsan o masadan, Payidar kendini galip görecek! Bu da bir savaş çünkü ve eğer sen kalkarsan, savaşı o kazanmış olacak! Bunu göze alamayız, senin o masada kalman şart!" deyince Mestan, karısının ciddileşen yüz hatlarına birkaç saniye baktı.
"Doğru diyorsun," diye mırıldanan Mestan, karısının yüzünü inceleyerek:
"O kalkarsa, bu yenilgi onun hayatını mahveder," deyince Nazan, hafifçe başını salladı.
"Ve üst üste aldığı bu yenilgiler, onu iyice yıpratır canım! O zaman da istediğimiz darbeyi indirme imkanımız olur."
Karısının söyledikleri, onun gülümsemesine neden olurken Nazan, onun keyfini yerine getirecek bir öneride bulundu.
"Hamdi'yi tav etmen için, ona bir şey vermelisin hayatım! Senin değerini yükseltecek bir şey..."
Mestan başını sallarken Nazan, tebessüm ederek ona göz kırptı. İkisinin bakışması, ortamda fink atıp dururken öğlene tekabül eden güneş ışınları, yan camdan içeriye damlıyordu.
***
Şişli/Payidar'ın Malikânesi...
"Sence Hamdi, kimi seçecek Rıfat?" diye soran Payidar, elindeki viski bardağından bir yudum aldıktan sonra bakışlarını adamına çevirdi. Rıfat, hiç çekinmeden:
"Kim ayıksa, onu seçecek efendim!" deyince Payidar, irkilerek yerinde doğruldu. Rıfat, Payidar'ın elindeki viski bardağını işaret ederek:
"Çok içiyorsunuz efendim, bence içkiyi bırakın!" diye ekledi. Payidar, bardağı masaya bırakarak:
"Derdim var Rıfat, derdim var da içiyorum, keyfimden içmiyorum ben!" diye fısıldadı.
"Herkesin derdi var efendim, yalnız sizin derdiniz değil, herkesin derdi katmerli. Ama kimse kendini içkiye vermiyor, veren de var doğru! Lakin sizin gibi hepten pes etmiyor. Ben sizi ne kadar uyardıkça siz, daha çok içiyorsunuz!"
"Ben senden bir şey istedim, yapmadın Rıfat! Ben de kendimi içkiye verdim."
"Bakın, gene sarhoş kafayla yanlış kararlar alıyorsunuz!"
Payidar, işaret parmağını ona doğrultarak:
"Haddini aşıyorsun Rıfat, dikkat et!" diye tısladı. Rıfat, derin bir nefes aldıktan sonra:
"Size gerçekleri söylüyorum efendim! Eğer bu hadsizlik ise, evet ben haddimi aşıyorum. Bana haddimi bildirin efendim!" deyince Payidar, masadaki silahı aldı ve namluyu ona doğrulttu.
"Tetiğe basarım ve olur biter Rıfat!"
Gülümsedi Rıfat,
"Peki ya ayıldıktan sonra ne olacak efendim?" diye sorunca Payidar, hıçkırarak silahı indirdi. Rıfat ona doğru yürürken:
"Lütfen bırakmayın kendinizi! Payidar Candaroğlu yenildi, Mestan Yazgan kazandı demesinler diye ayağa kalkın lütfen! Siz yılların eskitemediği, yıkamadığı ve yenemediği Payidar Candaroğlu'sunuz! Yapmayın böyle!" dedi.
"Peki arada bir kontrol et Rıfat!" diye sayıkladı Payidar, Rıfat karşısında durduğunda yüzüne baktı.
"Onu yalnız bırakma!"
"Peşine adam taktım efendim, siz müsterih olun!" diyen Rıfat, Payidar'ın kolundan tutup:
"Haydi bir elinizi yüzünüzü yıkayın!" dedi. Payidar ayağa kalkarken sendeledi ama Rıfat, onun koluna girerek dengede durmasına yardımcı oldu. Payidar, koluna giren adamına yandan bakarak:
"Sağ ol Rıfat!" diye fısıldadı ve onunla birlikte adımlarını atmaya çalıştı.
***
Avukat Bahri'yle başka bir evde bir araya gelmişlerdi; eski evi tadilata vermişler, eski eve yakın başka bir evde ikamet etmeye başlamışlardı. Bu ev de aynı diğer ev gibi dizayn edilmişti. Dayama döşemesi aynı, duvardaki tablolardan tutun avizelere kadar her şey, diğer eski ev gibiydi.
Çalışma odasında, bir masanın başında oturmuşlardı. Hamdi başta, sağda Kenan ve solda, tam Kenan'ın karşısında da Gaye oturmuştu. Bahri de diğer yanda oturup Hamdi'nin karşısına gelecek şekilde onlara katılmıştı. Nedense Hamdi, kızının onlara katılmasına izin vermişti. Ya da acısı büyük olduğu için Hamdi'nin, bunu göz ardı etmişti. Ama Kenan, Gaye'nin onlara katılmasından baya bir rahatsız olmuştu. Karşısındaki kadına, kaşları çatık bir şekilde bakarken Gaye, dalgın gözlerini önüne dikmiş ve içinde yasını yaşıyordu.
"Bize bir şeyler bulursun sanmıştım avukat!" diyen Hamdi, masadaki sessizliği dağıtmıştı.
"Elle tutulur bir şey yok Pars!" diyen Bahri, göz ucuyla Kenan'a bir bakış attıktan sonra:
"Ama araştırmalar sürüyor, İran'la bir bağlantısı var mı diye kontrol ediyorum. Er geç elimize bir sonuç geçer," deyince Kenan, masadaki ellerinden gözlerini almadan lafa girdi.
"Muhtemelen İran'la bir bağlantısı vardır Bahri Bey! Özellikle bunun üstünde durmalıyız!"
"Senin..." diyerek masadaki kalemi eline alan Bahri, Kenan'ın ona yönelen bakışları arasında:
"...devlet içerisinde bir bağlantın varsa..." deyip kalemle oyalanırken Kenan, gözlerini kısarak ona iyice yoğunlaşmıştı. Hamdi de avukata bakıyordu, Gaye'nin bakışları da onun üstündeydi. Bahri, kalemi evirip çevirerek:
"...o bağlantıdan bir veri elde edebiliriz Kenan!" deyince Kenan, kaşlarını çatarak:
"Benim devletle bir bağlantım yok avukat!" diye tısladı. Bahri, ince bir tebessümle:
"Ben de, varsa demiştim zaten!" deyince Hamdi, katı çıkan sesiyle duruma müdahale etti.
"Sen ne demeye çalışıyorsun avukat?"
Bahri, durgunlaşan yüzünü Hamdi'ye çevirdi. Kenan, gözlerini avukattan ayırmazken Bahri, Gaye'nin sorgulayan bakışları arasında:
"Hiçbir şey, Pars! Sadece devlet kanalından da bir araştırma yapabiliriz diye düşünmüştüm," dedi. Kenan, yerinde doğrularak:
"Bizim devlet kanalımız sensin avukat, HD yayınla bize film sunabilirsin!" deyince Gaye, gözlerini kısarak Kenan'a baktı. Bahri, kaşları çatık bir şekilde:
"Benim frekansım, o kanalları çekmiyor Kenan! Senin uydu bağlantın sağlamsa..." dedi ama Hamdi, elini hızla masaya indirince sessizlik sağlandı.
"Kesin bu saçmalığı!"
Bahri durup Hamdi'ye bakarken Kenan, gözlerini kırpmadan Bahri'ye bakıyordu; Gaye de Kenan'a bakıyor, onun neden böyle atarlandığını anlamaya çalışıyordu.
"Kenan'ın devletle bir bağı yok, eğer öyle bir bağ tespit ettiysen avukat, bunu bizimle paylaşabilirsin!" diyen Hamdi, kendisine bakan Kenan'ı umursamadan Bahri'den bir yanıt beklerken Gaye, katı gözlerini Kenan'dan esirgemiyordu.
"Öyle bir şey demedim, sadece sordum Pars!" diyen Bahri, kalemi masaya bırakıp gözlerini Hamdi'ye dikti. Gaye'nin durgun sesi,
"Ama öyle bir sordun ki..." diye duyularak ortama yayılınca bütün bakışlar, aynı saniyede ona çevrildi.
"...sanki varmış gibi konuştun!" diye lafını bitiren Gaye, sorar gözlerini Bahri'nin yüzünde gezdirdi.
"Benim..." diyerek lafa giren Kenan, kendi önüne bakarak:
"...devletle hiçbir bağım yok!" diye lafını bitirdi ve derin bir nefes aldıktan sonra:
"Eğer bir şüpheniz, içinizde bir kurdunuz varsa, silah da elinizde, mermi de şarjörde! Bir tetiğe bakar, şüphenin bertaraf olması ve kurdun ölmesi! Lafı eveleyip gevelemeye hacet yok, yapılması gerekeni yapın, mevzuu kapatın!" deyince Gaye'nin parlayan gözleri, Kenan'ın yüzünü yokladı. Hamdi başını sallayarak Bahri'ye bakarken Bahri, sırtını koltuğa yaslayıp Kenan'ın yüz hatlarını inceliyordu.
***
Mestan'ların eski evi, Beykoz'un hafif dışına yakın bir yerde, müstakil bir daireden müteşekkil avlulu, bahçesi olan şirin bir evdi; evin kırmızı boyasının solmuş olması, belki uzun bir zamandır bakım yapılmadığının ve bakıma ihtiyacı olduğunun göstergesiydi. Gene de geniş bir yapısı vardı; altı odası, geniş mutfağı ve baya geniş bir salonu olan evin arka balkonu, arka bahçeye bakıyordu ve bahçedeki sararmış çimenler, her yerde biten çalı otlar ve dağınıklık, resmen insan eli değmediğine işaretti.
Geniş salonda çınlayan müzik, eğlence sunmak yerine resmen kafa ütülüyordu; CD çaların bile nefret ettiği ritimler dağılırken dört bir yana, içki şişelerinin dizildiği masalarda çerezler, abur cuburlar ve pizzalar, iştah açmak yerine resmen iştah köreltir cinstendi. Ama Dildar, tepesine diktiği bira şişesinin içindeki içkiyi midesine indirip sallanarak dans ederken Cem, bir köşede oturmuş ve önündeki bardağa doldurduğu birayı sakince yudumlamaktaydı. Gözlerini Dildar'dan alamıyordu; zira Dildar'ın abartılı makyajı, abartılı giysileri, içkinin alkolüne karışıp Cem'in zihnine farklı sinyaller gönderiyordu. Göğüs dekoltesi baya açık mavi bir elbise giymişti Dildar, sırtı nerdeyse kalçasına kadar açıktı, göğsünün dolgun oluşu da o her ne kadar dans ettikçe sallanıyor ve resmen Cem'in işatahını kabartıyordu.
Simay normal giyinmişti, hatta üstüne günlük kıyafeti gibi bir kıyafet çekip gelmişti; makyajı da gayet normal yapılmış, aşırıya kaçmamıştı. Onun nedense pek keyfi yoktu; kafası dağılsın diye gelmiş, daha bir düşüncelere dalmış ve önündeki bira bardağına hiç dokunmamıştı. Feray de Simay gibiydi; ama onun elbisesi de maviydi, gayet normal bir elbise çekmişti, makyaj da sanki hiç yapmamış gibi sade bir şekilde partiye iştirak etmişti.
"Haydi kızlar!" diye bağıran Dildar, Feray'ın elinden tutup çekiştirirken Feray, Simay'a dönerek:
"Bu kız uçmuş!" dedi ve zor bela ayağa kalktı. Cem gülümseyerek birasından bir yudum alırken Simay, somurtkan bir yüzle dans edenleri izledi.
"Benim..." diyerek hıçkırdı Dildar, Cem'e doğru yürürken:
"...biram bitti Cem!" dedi ve onun önünde durdu.
"Daha şimdiden sarhoş oldun Dildar!" diyen Cem, ona bir bira şişesi uzatırken:
"Az iç biraz!" dedi.
"Aman be!" diyerek şişeyi tepesine diken Dildar, sallanarak giderken Cem, gözlerini onun kalçasından alamadı. O her ne kadar sallandıkça kalçaları da sallanıyor, sırt dekoltesini bile zorlayan kalçaları, nerdeyse dışarı taşacak gibiydi. Zor bela gözlerini yumup kafasını öteye çeviren Cem, Simay'ın ona baktığını görünce ayağa kalktı ve arka bahçeye bakan balkona doğru yürüdü.
Balkona çıkan Cem, birasından bir yudum alıp bahçedeki çer çöpe bakışlarını dikerek derin düşüncelere dalarken yanında duran Simay'ın varlığını hisseder hissetmez yan gözlerle ona bir bakış attı. Simay, balkon pervazına yaslanarak:
"Sen de mi sıkıldın bu saçmalıktan?" diye sordu.
"Eğlence diye böyle kendini kaybetmek..." deyip sustu Cem, Simay ona ters gözlerle bakarak:
"Demin sen de kaybettin kendini ama!" deyince Cem, gözlerini kısarak:
"Ne kaybetmesinden bahsediyorsun sen?" diye sordu.
"Dildar'a olan bakışlarını görmedim sanma! Böyle havada yutacak gibi bakıyorsun kıza!"
"Piton muyum ben ya?" deyip gülen Cem, birasından bir yudum daha aldıktan sonra Simay'ın,
"Piton bile senden daha sevimli, emin ol!" demesiyle:
"Kalbimi kırıyorsun ama!" dedi. Simay derin bir iç çekerek:
"Annem duymasın, kardeşime böyle baktığını! Yoksa seni pitonlara meze eder, benden söylemesi!" dedi ve başka da bir şey demeden kapıya doğru yürüdü. Cem, onun arkasından bir müddet baktıktan sonra bakışlarını tekrar arka bahçedeki çer çöpe çevirdi.
***
"Kenan nereye gitti baba?" diye soran Gaye, parmağını şakağına koymuş ve derin düşüncelere dalmış babasının karşısında durduğunda Hamdi, düşünceli halini bozmadan:
"Nabız yoklaması çekeceğim deyip gitti!" diye durgun bir sesle cevap sundu. Gaye, derin bir nefes alarak babasının yamacına oturdu. Elini, babasının elinin üstüne koyup onun yüzüne hafif sevecen bir şekilde bakarken Hamdi, göz ucuyla ona bir bakış attı. Gaye, diğer elinin işaret parmağıyla saçını kulağının arkasına attıktan sonra:
"Onu çok mu sevdin baba?" diye sayıklarcasına sordu. Hamdi, nemli gözlerini kızına çevirdi. Kızının yüzüne düşen buklesine elin değdirip:
"Çok..." diye fısıldadı.
"Annemden daha mı çok?"
"Asla!" diye sayıkladı Hamdi,
"Annenin yeri ayrı, onun yeri ayrıydı kızım!" diye ekledi. Gaye, başını babasının dizine koyarak:
"Afra'yı ben de severdim baba! Bana arkadaş, yoldaş ve bir abla gibiydi. Onun ölmesine ben de çok üzüldüm, belki senden daha çok üzüldüm. Ama gene şükretmelisin baba!" deyince Hamdi, kızının neden böyle dediğini anlayamamıştı. Sessizliğini korurken kızının tekrar lafa girmesini bekledi.
"Ya ben de evde olsaydım baba?"
Kızının sorusu, onun şiddetli bir şekilde yutkunmasına neden oldu. Gözleri doldu, boğazı düğümlendi birden ve yeşeren gözlerini kızından saklama gereği duydu. Başını öteye çevirip:
"Allah korumuş kızım!" diye fısıldadı.
"Afra da benim kadar şanslı olsaydı eğer..." deyip hıçkırdı Gaye, gözlerinden damlalar süzülürken babasının yüzünü göremediği için çenesini görebiliyordu, gene de lafına devam etti.
"Şu an hayatta olurdu baba!"
"Öyle, kızım!" diye mırıldandı Hamdi. Yan sehpadaki telefonun çalması, ortamdaki duygusal atmosferi yerle bir etmişti. Telefonu eline alan Hamdi, kızının meraklı bakışları arasında açtı.
"Efendim!"
"Nasılsın Hamdi'm?" diye duyulan ses, onu yerinde dikleştirdi. Arayanın ses tonu, onun tüylerini diken gibi tel etmişti. Yavaşça doğruldu yerinde,
"İyi... İyi değilim efendim!" diye fısıldarken, yedinci adamın yani İstemihan'ın sesi, onun kulaklarında çınladı.
"Olanları duydum Hamdi'm, çok üzüldüm! Hem geçmiş olsun, hem başın sağ olsun hem de Kurul var olsun demek için, seni bu akşam misafir etmek istiyorum. Geleceğini umarım!"
"Geleceğim efendim, mutlaka geleceğim!" diye sayıklayan Hamdi, kapanan telefonu tekrar yerine bıraktı.
"Kimdi arayan, baba?" diye soran kızına bakarak:
"Yedilerin yedincisi, kızım, İstemihan Bey aradı," diye cevap sundu. Gaye, babasının kimden bahsettiğini bilmiyordu. Sormak istiyor ama babası cevap vermez düşüncesiyle soramıyordu. En iyisi susmak diye düşünerek tekrar başını, babasının dizine koyarak babasının onun saçlarıyla oynamasına müsaade etti.
***
Akşama doğru soğudu hava, güneşin ısı etkisi kayboldu; Şubat'ın sert yüzüne dayanamadı güneş, kendini bulutlarına arkasına attı ve sert rüzgârların bastırmasıyla da iyice inzivaya çekildi. Batma çizgisine meyleden güneşin bulutlara yem olması, rüzgârların da baskın gelmesi, insanları evlerine sığınmaya teşvik etmişti. Bu yüzden trafik sıkıştı, araçlar köprülere akın etti ve caddeler, insan seliyle yüzgöz oldu.
Bir inşaat yapısının zemin katında bir araya geldiler; Musa'nın kaşları çatık, asabı bozuk ve sinirli bir hali vardı. Kenan da onun gibiydi. Yaşananlar, ikisinin moralini bozmuştu.
"Bu adamlar, Hamdi'den ve dolayısıyla da senden rövanş aldılar evlat! İran'da yenilenler, Türkiye'de atağa geçtiler. Bunun ya devamı gelir ya da karşılığı olur, bilemem. Ama bildiğim şey, bu adamlara eğer dokunursanız, Türkiye, İran ve İsrail krizi patlak verir. Bunu da hiç kimse istemez."
"Ama onların bize dokunma hakları var, öyle mi reis?"
"Onların yaptığını, ben ve sen biliyoruz! Bir de istihbaratta bazı veriler var. Ama kesin resmi veri ve deliller yok evlat! Eğer kesin resmi veri ve deliller olsaydı, onların dokunulmazlık hakkı fesholurdu."
"Hamdi'nin evindeki güvenlik kameraları zarar görmüş, bütün görüntüler yok edilmiş ve delil namına hiçbir kayda rastlanmadı reis!"
"Bunun olacağı belliydi. İşin arkasında İran istihbarat birimi VAJA ve İsrail istihbarat birimi MOSSAD var. O yüzden delil bırakmazlar, temiz çalışırlar."
"Hamdi, kudurmuş kızgın bir boğa gibi burnundan soluyor reis! Bu işin peşini bırakacağını sanmıyorum."
"Bırakmalı! Yapacak bir şey yok! Hamdi'yi İran'a yollayanlar, onun başına musallat olan istihbarat birimlerini de bertaraf etmesini bilirler. Hamdi eğer küçük bir hata yaparsa, elinden Kurul dediği oluşum gider. O da bunun farkında! Onun için burnundan soluyordur."
"Ben ne yapayım?"
"Hamdi'nin tarafında durman en iyisi! Ama tamamen devleti de karşına alma!"
"Bahri Düzgün, yani bizim avukat, benimle tuhaf bir diyaloga girdi. Devletin adamı olduğumu, devletle bir bağımın olduğunu ima etti. Neyden yola çıkarak..." diyen Kenan, birden durdu. Aklına şimşek hızıyla bir şey gelmişti. Gaye daha yeni kaçırılmışken kol saatinden yükselen bip sesiyle Bahri'ye yakalanmıştı. Çenesini sıvazlarken derin bir iç çekerek:
"Hatırladım reis!" diye fısıldadı.
"Neyi?"
Kenan olanları anlatırken Musa, gözlerini kısarak onu izliyordu.
***
Beykoz/Mestan'ın Eski Evi...
Mutfaktaydı Cem, kendisine kahve yapmış ve masaya kurularak salonda çınlayan gürültüye kulaklarını tıkamıştı. İyice canı sıkılmış, resmen bunalmıştı. Abla bildiği Nazan'a ayıp olmasa, kızları bu evde bırakıp dışarı çıkardı ama ya o dışarıdayken kızların başına bir iş gelse, o zaman Nazan'a ne hesap verirdi? Bu korkuyla mecburen kalıyordu.
Sarhoş bir şekilde içeri giren Dildar,
"Bira bitti!" diyerek sayıklayınca Cem, sırtını sandalyeye yasladı ve:
"Bittiyse bitti, parti de bitsin, yeter! Çok içtiniz ama!" deyince Dildar, ona doğru sallanarak yürüdü.
"Olmaz, daha yeni başladı!"
Masaya ellerini dayayıp hafif eğilirken göğüslerinin tamamını Cem'e sunmuştu. Cem, gözlerini ondan kaçırırken Dildar, yüzüne güler bir ifade takındı.
"Yapma ama! Sence de güzel değiller mi? Bak!"
Cem, gözleriyle göğüslerini işaret eden kıza kaşlarını çatarak:
"Saçmalama, iyi değilsin sen!" diye çıkıştı.
"İyi değilim!" diyerek dudaklarını yalayan Dildar,
"Beni iyi et!" diye fısıldayınca Cem, hışımla ayağa fırladı. Dildar hızla ona yöneldi. Cem çıkmak için hamle yaptı ama Dildar, onun önünde diz çöküp onun her iki bacağını sımsıkı kavradı.
"Dur!" diyerek hıçkıran Dildar, elini uzatıp Cem'in pantolon fermuarını kavrayınca Cem, irkilerek onun yüzüne baktı.
Feray, elindeki boş şişeyle mutfağa doğru yürürken duvara tosladı ama kendisini toparlayıp:
"İyiyim ben!" diyerek hıçkırdı. Gözleri, mutfak kapısına takıldı.
"Sanırım değilim, çok saçma şeyler görüyorum," diyerek mutfak kapısının karlı cam bölmesinden yansıyan görüntülere baktı. Dildar'ın Cem'in önünde diz çöküp ileri geri gidip gelmesi yansıması, onun yutkunmasına ve sarhoş bir şekilde dudaklarının yalamasına neden oldu.
Balkona çıkıp hava almak istemişti Simay, içerdeki gürültüler de dinmek bilmiyor ve bu parti zırvalığı da bitmek bilmiyordu. Onun da epey canı sıkılmıştı. Telefonu çalınca irkildi, arka cebindeki telefonu çıkarıp ekrana baktığında, Rıfat'ın aradığını gördü. Açıp:
"Efendim Rıfat!" diye seslendi.
"Nasılsın Simay?"
"İdare eder işte!"
Her halde parti müziğinin gürültüsünü duymuş olacak ki Rıfat,
"O sesler de ne öyle?" diye sordu. Acımsı bir şekilde gülümsedi Simay.
"Sözde bizimkiler parti yapıyor, boş ver sen!"
"Nerdesin?"
"Beykoz'da... Sen ne yapıyorsun?"
"Sensizliğe alışmaya çalışıyoruz ama bir türlü alışamadık be Simay! Mahvettin bizi!"
"Alışırsın Rıfat, alışırsınız yani!"
"Çok zor! Seni görmek istiyorum ama sen..."
"Tamam, gel beni al o zaman! Biraz senle vakit geçirelim, eski günlerin hatırına!"
"Hemen geliyorum, konumu atarsın!"
"Tamam!" diye fısıldayan Simay, kapanan telefonla uğraşıp konum atmaya çalıştı.
Feray, karlı camdan sadece gölgelerin yansımasını görebiliyordu. Dildar'ın ayağa kalkıp Cem'e sarıldığını ve onunla öpüştüğünü görünce sırtını duvara yaslayıp hafifçe inledi. Dudaklarını yalayıp mest olmuş gibi gözlerini yumup inlerken balkondan içeri giren Simay'ı görmemişti, hiçbir şey de görecek halde değildi. Simay bir şey demeden koltuktaki çantasını alıp:
"Ben gidiyorum, siz eğlenin! Biraz hava alacağım!" dedi ve Feray'ın cevap vermesini bile beklemeden kapıya doğru yürüdü. Feray onu umursamadı bile, karlı camdan gölgelerin yansımasına bakarak bir elini göğsüne koydu ve hafifçe inledi. Dildar'ın masaya yaslandığını ve Cem'in de arkadan ona sarıldığını görünce hemen mutfak kapısına yöneldi. Kapıyı açtığında, gördüğü manzara resmen onun gözlerini parlatmıştı. Gülümseyerek onlara bakarken ayağıyla mutfak kapısını itekledi ve mutfak kapısı, onların üzerine kapandı.
***
Akşam çöktü koca şehrin üstüne; buzdan bir hava sardı ortalığı, Şubat'ın sert ve buzdan havasına büründü tabiat, kışın en çetin gecesi baş gösterdi ve dışarıdaki insanlar, evi barkı olmayan yersiz yurtsuz çaresizler, belki de imtihanın en çetinine göğüs germeye başladılar. Hayat zordu, hele de zorluklarla mücadele eden zavallılar için daha bir zordu. Sokak insanları, sokak hayvanları ve hatta sokaklar bile kışın en büyük imtihanını yaşardı; evi barkı olanlar, sığınacak meskeni olanlar ve kendilerine şanslı gözüyle bakanlar, aslında en şanssız kişilerdi. Zira imtihanı olmayan insanlar şanslı değil, şanssız insanlardı.
Bir alışveriş merkezinin kafeteryasında, karşılıklı oturmuşlardı; Simay'ı gördüğüne çok mutlu olmuştu Rıfat, resmen hayatının en mutlu gününü yaşıyordu ve onu alıp onunla gezmeye, sinemaya gelmişti. Aslında pek de çaktırmasa da Rıfat, Simay'ın Payidar'ın kızı olmadığına seviniyordu; zira Payidar'ın kızı olsaydı, onunla böyle rahatça gezip tozamaz, vakit geçiremezdi.
"Nerde kalıyorsun Simay?"
Rıfat'ın kırgın bir sesle sorduğu soru, Simay'ın yutkunmasına neden oldu.
"Feray'la bir çatı katı bulduk işte! Beni dert etme sen!"
"Nasıl etmeyim? Bir anda gemileri yaktın, çekip gittin! Aklım hep sende!"
"Neden aklın bendeki? Sen işine gücüne bak, patronunla iyi geçin!"
"Deme öyle lütfen!" deyip Simay'ın masada duran eline uzanan Rıfat, Simay'ın durgun bakışları arasında elini tutup avuçlarının arasına aldı ve nemlenen bakışlarını kızın yüzünde gezdirdi.
"Sensiz o ev, resmen zindan bana! Senin kokun, senin gölgen yok o evde! Ve o ev yıkılsaydı, enkaz olsaydı bile bana bu kadar ağır gelmezdi. Sen giderek yerle bir ettin o evi!"
"Konuşmayalım bu konuları!" deyip elini Rıfat'ın avuçlarından çekip alan Simay, yüzüne sahte bir tebessüm kondurup:
"Bizim arkadaşlığımız devam edecek, bizim dostluğumuz devam edecek işte!" deyince Rıfat, derin bir nefes alarak:
"Böyle köşe bucaklarda buluşmak hoş değil! Gönlüm el vermiyor," der demez Simay, derin bir nefes alarak:
"Yapacak bir şey yok Rıfat! O eve bir daha dönmeyeceğimi çok iyi biliyorsun!" dedi.
"Biliyorum, lafından dönmeyeceğini çok iyi biliyorum ama belki bir umut işte, dönersin belki!"
"Kapat bu bahsi lütfen!"
Rıfat derin bir nefes alırken Simay, kollarını göğsünde bağlayıp etrafı izlemeye başladı.
***
Tarabya civarında, kırsal bir kesimdeki gecekondu gibi bir eve gelmişti Hamdi; yalnız başına gelmiş, yanına Kenan'ı almadan, daha doğrusu Kenan daha eve gelmeden çıkıp buraya gelmiş ve İstemihan'ın karşısına dikilmişti.
"Hamdi'm! Bingazi öldü, senin yanında öldürdüler. Bizim için, senin için canından oldu. Onun yasını bu kadar tuttun mu ki bir Suriyeli kadın için çökmüşsün?" diye soran İstemihan'ın boğazına sarılmamak için kendisini zor tuttu. Adamın söyledikleri, onun kanını beynine yükseltmişti. Yine de sakin durmaya çalıştı.
"O, basit bir Suriyeli kadın değildi, efendim!" diye dişlerinin arasında lafını ezercesine sundu. İstemihan'ın kaşları çatıldı.
"Bingazi de basit biri değildi Hamdi!"
"Onun basit olduğunu söylemedim efendim! Bilakis siz, gönül verdiğim ve sevdiğim bir kadın için, basit bir Suriyeli kadın yakıştırması yaptınız ve bu hiç yakışmadı. Ne size yakıştı ne de basit gördüğünüz merhum kadınıma..."
"Onunla bir gönül meselen olduğunu bilmiyordum Hamdi'm, bilseydim böyle basite almazdım."
Hamdi, onun yüzüne şamar indirircesine lafını sarf ederken zerre tereddüt etmedi.
"Benim etrafımdaki hiç kimse, basite alınacak ya da basit görülecek kişiler değildir, efendim! Zira siz de benim etrafımdan birisiniz!"
İstemihan'ın rengi attı, Hamdi'nin kurşundan ağır ve kılıçtan keskin lafları, resmen onu tepetaklak etmişti. Yutkundu, yerinde huzursuzca kıpırdandı ama bozuntuya vermeden derin bir nefes alarak:
"Doğru diyorsun Hamdi!" diye fısıldadı. Birkaç saniye sessizlik oldu, nefeslerin alışveriş sesleri duyuldu ve bakışlar konuştu. Sonra diller de dile geldi. İlk lafa giren, her zamanki gibi İstemihan oldu.
"Kaybın için üzgünüz Hamdi, Kurul gene senindir. Biz bunu teyit ettik, mühürledik ve sana teslim ettik. Ama bir şartımız var Hamdi! Senden sonraki kişiye devredilecek halef sandığını görmek isterim."
Birden irkildi Hamdi, göz bebekleri büyümüş bir şekilde İstemihan'a bakarken yüzünün gerildiğini, dişlerini sıktığını ve tedirgin olduğunu örtbas etmeye çalıştı. İstemihan, bir şeylerin ters gittiğini anlasa da sormadı. Lafına devam etti.
"Halefini belirlemişsindir muhakkak! Ona teslim etmeden önce, benim sandığı açıp incelemem lazım, bu ritüelden haberin vardır?"
"Var efendim!" diye zor bela lafa giren Hamdi, derin bir nefes aldıktan sonra:
"Ama daha halefimi belirlemedim, belirlediğim zaman size getirsem olur mu?" diye sordu. İstemihan başını salladı.
"Olur tabi Hamdi, acelesi yok!"
Tekrar bir sessizlik baş gösterdi. Hamdi'nin tedirgin ve endişeli hali, ister istemez İstemihan'ın gözlerine takılmıştı. Onu sormak yerine, başka bir konuya geçti.
"Özel Name'yle ilgili bir soru sormadın? Merak etmiyor musun yoksa?"
"Efendim ben, üstüme düşen vazifeyi yaptım ve geriye çekildim. O Name denilen şeyde ne var, neden bu kadar önemli ve hatta sevdiğim kadının hayatına sebep olacak kadar neden mühim, zerre merak etmedim."
Birden irkildi İstemihan, gözlerini kısarken Hamdi'nin lafına devam edişine yoğunlaştı.
"Çünkü benim görevim; o Name'nin izini sürmek, bulmak ve size getirmekten ibaretti. İçini açıp okumak, merak etmek ve bununla ilgili soru sormak, benim görevim değildi. Ben görevimi yaptım."
"Bu güzel ve yerinde cevapların için, seni her zaman takdir ettim Hamdi'm! Ama sen sormasan da ben sana söyleyeyim istersen?"
"Lütfen efendim!" diyerek elini kaldıran Hamdi, İstemihan'ın lafını bölünce İstemihan, kaşları çatık bir şekilde onun katı suratını süzdü.
"Bilmek istemiyorum. Zira yarın öbür gün, insanın başına neler gelir bilinmez. Şayet ele geçirilirsem ve Name hakkında sorguya falan alınırsam, konu hakkında fikrim olmadığı için zikrim de olmaz, bilgim de olmaz. Olmayan bilginin suali vaki değildir, malumunuzdur."
Usulca başını salladı İstemihan, bu cevap da onu tatmin etmişe benziyordu. Yerinde hafifçe kıpırdadı.
"O zaman sana ödülünü sunma vakti geldi Hamdi'm!"
"Dinliyorum efendim!" diyen Hamdi, yerinde dik bir şekilde İstemihan'ın yüzüne kilitlendi.
***
Şişli/Payidar'ın Malikânesi...
"Rıfat!" diye seslenen Payidar, odasından çıkarken bir adamı, onun karşısında durduğunda:
"Efendim, Rıfat Abi dışarı çıktı!" diye cevap verince Payidar, bir şey demeden tekrar yatak odasına girdi. Adamı kapıda bekledi.
Telefondan Rıfat'ın numarasını çeviren Payidar, kulağına dayadıktan bir müddet sonra:
"Nerdesin sen Rıfat?" diye seslenerek sordu.
"Az işim var efendim, bir şey mi oldu?"
"Olmadı. İşin ne oğlum?"
"Şey..."
Bir duraklama oldu, Payidar gözlerini kıstı ve adamının konuşmasını bekledi.
"Simay'la buluştum efendim, belki ikna ederim de eve geri döner diye konuştum."
Yutkundu Payidar, derin bir nefes aldıktan sonra:
"Sonuç?" diye sayıklayarak sordu.
"Olumsuz..."
"Belliydi zaten! Nerde kalıyormuş, Mestan'ın evinde mi?"
"Söylemedi. Ben de takip ediyorum şu an!"
"Tamam, senden haber bekliyorum."
Telefonu kapattı Payidar, yatağına otururken nemli gözlerini birkaç saniye yumdu ve tekrar açıp bu sefer de yeşeren gözlerle etrafına bakındı.
***
Ticari taksi, Arnavutköy'deki Yazgan Sitesi'nin önünde durduğunda Rıfat'ın arabası, epey bir geride durdu. Ticari taksiden inen Simay, sitenin giriş kapısından içeri girerken Rıfat, aracını yavaşça hareket ettirdi. Kız çoktan içeri girmişti, Rıfat gelip sitenin önünden geçerken kapıdaki tabelaya bakmayı ihmal etmedi. Tam da tahmin ettiği gibiydi. Simay, biyolojik babası Mestan'ın yanında kalıyordu. Usulca başını sallayıp yola koyuldu.
"Simay?" diye soran Nazan, kapıdan içeri giren kızına yaklaşırken Simay, gözlerini kısarak:
"Ne oldu anne?" diye sordu.
"Diğerleri nerde?"
"Nasıl?" diye sorup duraksayan Simay, etrafına bakınırken:
"Gelmediler mi?" diye sordu. Nazan irkilirken Simay, gözleri kısık bir şekilde annesinin jest ve mimiklerini yokluyordu.
Şoför koltuğunda Kemik, hemen yan koltukta Mestan ve arkada da Nazan'la kızı Simay olduğu halde Mestan'ın makam arabası, hızla siteden çıkarken Rıfat'ın kullandığı araba da o sırada kavşaktan dönmüş, sitenin çaprazından geçiyordu. Dikiz aynasından siteden çıkan aracı gören Rıfat, gözlerini kısarak:
"Mestan'ın aracı bu!" diye fısıldadı ve yan şeride geçerek aracın yaklaşmasını bekledi.
"Kızım beraber gittiniz, beraber dönün!" diyen Mestan, sakin olmaya çalışarak:
"Sen neden tek başına geliyorsun?" diye sordu. Nazan'ın endişeli yüzü, ses tonuna da yansımıştı.
"Baban haklı, kızım!"
"Ya anne, ben nerden bileyim daha gelmediklerini?"
"Sen nereye gitmiştin?" diye soran Mestan, Simay'ın afallamasıyla yüzünü ona çevirdi. Tam o sırada Rıfat'ın arabasının yanından geçtiler. Ne Simay fark etti arabayı, ne direksiyondaki Kemik farkına vardı ne de Mestan gördü.
"Simay da içeride!" diye mırıldanan Rıfat, Nazan'la arasında Simay olduğu için onu görememiş, sadece kızı görmüştü. Biraz bekledikten sonra peşlerine takıldı.
"Ben hava almaya çıkmıştım," diyen Simay, çekingen davranınca Mestan'ın dikkatini çekti.
"Kiminle?"
"Tek başıma..." diyen Simay'ın ses tonu, giderek sertleşiyordu. Gözleri de aynı sertlikle bakınca Mestan, bir şey demeden önüne döndü. Nazan, endişeli bir şekilde derin bir nefes alarak bakışlarını önüne dikti ve Kemik'e seslendi.
"Bas gaza Kemik, lütfen bas gaza!"
"Anlaşıldı yenge!" diyen Kemik, denileni yaparken peşlerinden gelmekte olan Rıfat'tan habersiz bir şekilde yola koyulmuştu.
***
Milli Haberalma Servisi...
"Bulamadım nerde olduklarını reis!" diyen Kaytan, koltuğa çökerken derin bir nefes aldı ve:
"Sanki yer yarıldı da yerin dibine girdi bu herifler!" diye ekledi.
"Eğer Hamdi'den önce onları bulamazsak, üç ülke arasında diplomatik kriz çıkar, biz de arada kalırız kaytan bıyıklı!" diyen Musa, çayından bir yudum alıp gözlerini Kaytan'a çevirdi.
"Biliyorum ama işte yoklar, belki de kaçıp gittiler, olamaz mı?"
"Öyleyse havaalanında verileri ortaya çıkardı. Emrah'ın dediklerine göre, senin bildirdiğin kimlik bilgileri, havaalanı kayıtlarında, çıkış işlemlerinde yok! Başka bir kimlikle de çıkamazlar, biliyorsun. Yani hâlâ buradalar, kaytan bıyıklı!"
Kaytan başını sallayıp derin bir nefes aldı.
"O zaman yapılacak tek şey kaldı."
"Nedir?" diye soran Musa, Kaytan'ın:
"Hamdi onları bulduğunda, tepesine çökmek..." demesiyle çenesini sıvazladı.
"Mantıklı..."
***
"Baban nerde Gaye?" diye soran Kenan, Gaye'nin karşısındaki koltuğa kurulduğunda Gaye, durgun bir sesle:
"Bilmem, biri aradı ve o da gitti!" deyince Kenan, gözlerini kısarak:
"Kim aradı?" diye sordu.
"Yedilerin yedincisi mi ne?"
Birden ayağa fırladı Kenan,
"Allah kahretsin!" diye fısıldayınca Gaye de telaşla ayağa kalktı.
"Neler oluyor Kenan?"
"Baban tehlikede olabilir, neden bana haber vermediniz?"
"Bilmiyorum ki! Ne tehlikesi Kenan?"
Telefonla Hamdi'yi arasa da ulaşılamıyor anonsuyla muhatap oluyor ve sinirle burnundan soluyup duruyordu Kenan. Gaye de tedirgin bir şekilde ona bakıyor, endişe dolu gözlerle onun yüzünü inceliyordu.
***
Beykoz/Mestan'ın Eski Evi...
Araba, evin önünde durduğunda Rıfat, farlarını söndürüp aracını kuytuya çekerek onları görebileceği bir yerden izlemeye başladı. Kemik'in önce indiğini ve etrafı kolaçan ettiğini görünce burnundan derin bir soluk aldı. Sonra da Mestan'ın indiğini ve Simay'ın da inmesi için kapıyı açtığını gördü. Suratına ince bir tebessüm yerleşti. Diğer kapıdan bir kadının daha indiğini gördü ama kadının kim olduğunu göremiyordu. Kadının yüzü görünmüyordu. Her dördü içeri girerken Rıfat, dikiz aynasından kendisine baktıktan sonra aracını çalıştırdı. Yavaşça hareket etmeye başladı, farları sönük bir şekilde ilerleyip onları net bir şekilde görebileceği bir yere çekti ve beklemeye geçti.
"İğrenç, bu koku da ne böyle?" diyerek burnunu tutan Nazan,
"Bira..." diye sayıklayan kocasının yanında yürüyerek evin içine göz atıyordu. Kemik, onların önünden yürüyordu. Simay da onların arkasındaydı, her dördü salona girdiklerinde manzara hiç iç açıcı değildi; bira şişeleri dört bir yana dağılmış, yemek kalıntıları, abur cubur dağınıklığı ve kıyafetlerin dağınıklığı, resmen çöplüğü anımsatıyordu.
"Nerde bunlar?" diye soran Mestan, koridora çıkan Kemik'in nereye gittiğini anlamıştı. Arkadaki yatak odasına yönelmişti Kemik, Mestan ve Nazan da onu takibe geçmişti. Simay, mutfak kapısını açıp içeriye bakmış ve kimseyi göremeyince de diğerlerinin peşine takılmıştı.
Yatak odasının kapısını açan Kemik, birden hızla geri kapattı ve:
"Efendim, yok kimse!" diyerek onları itekledi.
"Saçmalama oğlum!" diye çıkışan Mestan, tek eliyle Kemik'i kenara çekip kapıyı hızla açtı. Birden irkildi. Gördüğü manzarayla beyninden vurulmuşa döndü.
"Ay!" diye cıyaklayarak kendini geriye atan Simay, yerinde mıh gibi kalakalmış annesinin kolundan çekiştirince Nazan, boş bir çuval gibi yere yığıldı. Kemik, yere düşen yengesinin başucuna eğilirken Mestan, kapının ortasında durmuş ve içerdeki rezalete bakıyordu.
***
Tarabya'da hava, hâlâ mevsim normallerinin üstündeydi; İstemihan daha lafa girmemiş, Hamdi onun konuşmasını sabırla bekler bir halde yerinde dimdik durmuştu ve İstemihan, onu daha fazla bekletmek istemediği için:
"Sana vereceğim ödül, sevdiğin kadının ve evinin intikamını almaktır Hamdi'm!" der demez Hamdi, gözlerinin içi parlarcasına ona doğru bir adım attı.
"Eğer bana bu ödülü verirseniz, size kul köle olurum efendim!"
"Vereceğim Hamdi'm! Evini basanlar; Fattah Özali, Mizar Behrami ve Nevi İbrahimî... Nasuh El İmam'ın ve Gözi Pastal'ın arkadaşları... Yani Özel Name'nin peşindeki adamlar..."
Hamdi'nin sevinçten dili damağı kuruduğu için yutkundu, birkaç saniye gözlerini yumdu ve tekrar açarak sevinçli bir şekilde:
"Lütfen efendim, lütfen onları bana verin!" dedi.
"Onlar..." diyerek lafa giren İstemihan, iri gözlerle kendisine bakan Hamdi'nin yüzüne bakıp tebessüm etti.
Bulundukları mekânın birkaç yüz metre ötesinde bir hareketlilik belirmişti; Hamdi'nin evine baskın veren iki siyah araç, mekâna bakan bir yerde durdu ve kapıları açıldı. Hamdi'nin evine baskın veren ekip, ellerinde silahlarla arabalardan inerken Fattah Özali, inen diğer iki arkadaşına bakıp gülümsedi. Onların adamları mekâna doğru ilerlerken Fattah, Mizar ve Nevi, onların arkasından yavaş ve sessiz bir şekilde adımlarını atıyordu. Onların ilerleyişi, koyu karanlık gecede, rüzgârın sert sesine karışıyor ve gecenin kara örtüsü, onları görünmez kılıyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top