1.Bölüm
Ders zili çalmıştı. Irmak elinde bir çikolata paketiyle sınıfa girdi. Sırasına oturdu. Çikolatayı, yanında oturan Emel'e uzattı. Emel, Irmak'ın geldiğini fark etmemişti. O sırada kitap okumakla meşguldü. Aslında kitap okumuyordu. Yarım saattir, aynı sayfaya bakıp duruyordu. Irmak, çikolatayı Emel'in kitabının arasına koydu. Emel çikolatayı alıp, Irmak'a geri uzattı.
- Teşekkürler ama yiyesim yok.
- Emin misin? En sevdiğin çikolata, sen yemezsen ben yerim.
Emel'in yüzünde ufak bir tebessüm oluştu.
- Eminim.
Irmak çikolatayı eline aldı. Bu sıralar, Emel'i çok dalgın görüyordu. Sanki bir şeyler onu kapana sıkıştırmış gibiydi. Irmak, Emel'e defalarca bir sorunu olup olmadığını sormuştu. Emel ise her seferinde iyi olduğunu söylüyordu.
Emel sorumluluk sahibi, herkesin sevdiği ve saygı duyduğu bir öğrenciydi. Öğretmenler onun geleceğine umutla bakıyordu. İki ay önce okul başkanı seçilmişti. Hem dersler hem de yeni sorumlulukların Emel'i yorduğunu düşünüyordu. Yine de son günlerde Emel'i fazla dalgın ve mutsuz gözüküyordu. Emel en son yedi yaşındayken bu ruh hali içindeydi. O zamanlar Emel'in annesi, evi terk etmişti. Irmak o zaman da Emel'in yanında olmaya çalışıyordu.
Sınıfa öğrenciler gelmeye başladı. Herkes yerine oturdu. Öğretmen içeriye girdi. Emel olanların farkında değildi. Herkes ayağa kalkıyordu. Irmak, Emel'in kitabını kapattı. Emel o zaman gerçek hayata döndü.
Irmak okula gitmek için sabah erkenden kalktı. Kahvaltısını yaptı, üstünü giyindi. Evden dışarıya çıktı. Sokağın başında Emel'i beklemeye başladı. Yaşadıkları yer küçük bir ilçeydi. O kadar küçüktü ki neredeyse herkes birbirini tanırdı. Emel, ilçenin biraz dışında bir çiftlikte yaşıyordu. Babası her sabah Emel'i, Irmak'ın şu an bulunduğu sokağa arabayla bırakırdı. İki kız okula yürüyerek giderlerdi.
Aradan on dakika geçmişti. Emel henüz gelmemişti. Irmak, bugün biraz gecikeceklerini düşündü. Beklemeye devam etti. Gelen kimse olmadı. Irmak telefonunu çıkarıp, Emel'i aradı. Emel'e ulaşamadı. Tekrar aramayı denedi. Yine ulaşamayınca, bu sefer Emel'in babası Akif'i aradı. Akif telefonunu açtı.
- Alo.
Akif'in sesi, boğuk ve üzüntülü geliyordu. Arka taraftansa başka konuşma sesleri duyuluyordu.
- Akif amca bir şey mi oldu?
Akif olanları anlatmaya başladı. Emel kaybolmuştu. Akif de karakoldaydı. Irmak olanları anlamaya çalışıyordu. Nasıl kaybolmuştu? Evden mi kaçmıştı? Bunu yapacak bir insan değildi. Birisi ona zarar mı vermek istiyordu? Emel'i herkes severdi. Kim neden ona zarar vermek istesin ki!
Aradan günler, haftalar hatta aylar geçmişti. Polisler ve Emel'in arkadaşları her yerde Emel'i aramıştı. Kimse en ufak bir izine dahi rastlamamıştı. Herkes umudunu kesmişti. Öldüğünü düşünmeye başlamışlardı.
Irmak yatağının üstünde, dizlerini çenesinin altına koymuş şekilde oturuyordu. Pencereden dışarıya bakıyordu. Gözleri yaşlıydı. Ayaklarının ucunda yeşil bir kağıt ve kalem vardı. Yeşil, Emel'in en sevdiği renkti. Emel'in anısına, okulun girişinde pano hazırlanacaktı. Bunu yapmak, Emel'in bir daha asla gelmeyeceğini kabul etmekti. Irmak bu düşünceyi kendisine yediremiyordu. Gözyaşlarını sildi. Önündeki kağıdı eline aldı. Üstüne bir şeyler yazdı. "Müsait olunca ara beni".
Öğrenciler, okulun girişindeki panoyu hazırlıyorlardı. Emel'e yazılmış bir sürü mektup vardı. Emel'in en sevdiği çikolatanın paketini, Emel'in fotoğraflarını asmışlardı panoya. En üste de "Başkanımız Emel Anısına" yazıyordu.
Irmak'ın sırasında yan taraf boştu. Hiçbir zamanda o taraf dolmayacaktı. İlk başlarda o sıraya oturmak zor geliyordu ama artık alışmaya başlamıştı. Yine de sırasının sadece kendi oturduğu tarafını kullanıyordu. Sırayı ortadan ikiye ayıran bir duvar varmış gibiydi. Silgisinin tozunu dahi diğer tarafa geçirmiyordu.
Irmak öğle vakitlerini, Emel'in anısına yapılan panoya bakarak geçiriyordu. Yine bir öğle vakti, Irmak sınıftan çıkıp panonun yanına gitti. Panoya baktı. Gözüne bir kağıt parçası takıldı. Yazılan bütün mektupların kağıtları, güzel ve canlı renklere sahipti. Bu kağıt ise siyah renkteydi. Irmak kağıdı eline aldı. Kağıdı açtı. İçindeki yazılar beyaz renkteydi ve şunlar yazıyordu:
"Yirmi beşte bul kır saçlıyı
Huzurun olduğu yuvada"
Bu iki dizeyi kim yazmıştı? İki dize de Emel'in el yazısıyla yazılmıştı. Birisinin kendisiyle dalga geçtiğini düşündü. Arkadan omzuna atılan bir kolla düşünceleri dağıldı. Sağına baktı. Yanında sınıf arkadaşı, Sibel vardı.
- Buraya her gün gelmeyi bırakmalısın. Onun için her şeyi yaptık.
Irmak, Sibel'e hak veriyordu ama cesedini bile bulamadıkları birisine ölü diyemezdi. Kısa bir sessizliğin ardından Irmak konuşmaya başladı.
- Bu kağıdı kimin yazdığını biliyor musun?
- Hangi kağıt?
- Elim...
Irmak eline baktı. Elinde hiçbir şey yoktu.
- Biraz kendine zaman vermelisin. Biraz rahatla.
Sibel, Irmak'ın yanından ayrıldı. Irmak'ın az önce elinde tuttuğu kağıt, şimdi yoktu. Belki de Sibel'i dinlemeliydi. Belki de biraz kendini rahat bırakmalıydı.
Öğretmen dersi anlatıyordu. Irmak'ın kafasındaysa okuduğu iki dize vardı. Kafasında ki dizeleri defterinin arkasına yazdı. Bu dizeleri kendi kafasında mı oluşturmuştu? Irmak şiir yazmazdı, hatta okumazdı bile. Sadece Emel'in yazdığı şiirleri dinlerdi. Kafasını dağıtmaya çalışsa da aklından, siyah kağıtta yazılı olan dizeleri çıkaramıyordu. Delirdiğini düşünmeye başlıyordu.
"Huzurun olduğu yuva" bu dizede bahsedilenin huzurevi olduğunu düşünüyordu. Emel arada sırada il merkezindeki huzurevine giderdi. Dizelerin, huzurevindeki birisinden bahsettiğini düşünüyordu. Dizelerde neyden bahsettiğinin ne önemi vardı ki! Sonuçta bu mısralar hayal ürünüydü. Yine de bu mısralarla Emel arasında bir bağlantı kurmaya çalışıyordu. Asıl soru, Irmak hayalet mısraların peşinden gidecek miydi?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top