1. İntihar


Gözlerimi açtığımda bir odadaydım. Basık, sıcak havası vardı ve üşümüyordum. Hal bu ki en son hatırladığım her noktama işleyen soğuktu. Su muydu? Yağmur muydu? Kar mıydı? Neydi? Hatırlayamıyordum. Nefesim daraldığında yanımdaki makine ötmeye başladı. Odaya birileri doluştu. Ekrana baktılar. Benimle konuşmaya çalıştılar. Hiçbir şeyi anlayamamakla beraber artık nefes alamıyordum. Ciğerlerimdeki yanma hissi gözlerimin kapanmasına neden oluyordu.

Gözlerimi tekrar açmam kolumdaki ince acıyla paralel oldu. Biri kolumdan bir ilaç enjekte ediyordu. Neydi o? Neredeyim ben? Neden uykum geliyor? Yavaşça gözlerimi kapatıp rüyalarımın en güzel taraflarına yol aldım.

Bip... Bip... Bip... 

Bir süredir dinlediğim ses buydu. Gözlerimi açmaya korkuyordum. Çünkü son açışımda nefes alamamış ve bir takım müdahalelere maruz kalmıştım. Nefes alamamaktan korkuyordum. Yanımda bir kıpırtı oluştuğunda istemsizce gözlerimi açtım.

"Uyandın mı?" diye sordu sarı saçlı kadın. Kıvırcık sarı saçları bordo formasının üstüne dökülüyordu. Hemşire miydi? Hastanede miydim? Başımı sallayarak cevap verdim.

"Neden buradayım?" sesim pürüzlü çıkmıştı. Boğazım da ağrıyordu.

"Biraz daha toparlandığında sana anlatacağım. Ama ilk önce iyileşmene bak." dedi gülümseyerek. Bana güven vermişti.

"Hastane değil mi burası?"

"Evet, yoğun bakımda yatıyorsun." Tansiyon aletine benzer uzun kablolu şeyi eline aldı, koluma bağladı. Tansiyonumu ölçecekti.

"En son uyandığımda nefes alamadım." dedim.

"Evet. Daha sonra seni nefes alabilmen için makineye bağladık. İki gün makineye bağlı kaldın, bu iki günde uyutuldun. Ama şu anda iyisin ve kendi kendine nefes alabiliyorsun." dedikten sonra hiçbir şey söylemedim. O da aleti çözüp gitti.

İki hafta geçti. Hala hastanedeyim. Fakat her geçen gün güçleniyorum. İlk günler ayağa kalkamayan ben artık oturabiliyorum, kalkıp birkaç adım atabiliyorum. Dışarı çıkmaya o kadar hevesliyim ki sadece koridorun penceresinden gördüğüm o parlak mavi gökyüzü heyecanımı katlıyor, kalbimin pır pır yapmasına neden oluyordu. Hala merak ediyordum neden hastaneye yatmıştım? Nasıl bu hale gelmiştim bilmiyordum.

Bir gün yine yapılan tedaviyle uyandım. Serumlarım takıldı, idrar torbam boşaltıldı, tansiyonum ölçüldü, iğnelerim yapıldı. 

"Şu sonda ne zaman çıkacak?" diye sordum bıkkınca. Artık boğazımda acıma yoktu. Kendim nefes alabiliyordum.

"Bu gün doktor geldiğinde sorabiliriz. Zaten ayaklandın kendin tuvalete gidebilirsin." dedi o sarışın kıvırcık kadın.

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum fakat çok uzun sürmedi. Doktorun geldiğini hemşirelerin ayaklanmasından anlamıştım. Ellerinde dosyalar peşinden koşturdular. Sırayla odalara girip kontrol ediyordu. Sonunda sıra bana geldi. Odaya girdiler, kendilerince bir şeyler sorup yanıtladılar. En son doktor bana sordu.

"İyi misin? Bir rahatsızlığın var mı?"

"İyiyim. Ama bu sondanın çıkmasını istiyorum artık. Onu taşımaktan kalkıp düzgün yürüyemiyorum bile."

"Oo sen ne heyecanlısın öyle, merak etme çıkaracağız. Ben de onu söyleyecektim. Seni yoğun bakımdan çıkarıyorum. Artık serviste yatacaksın. Yoğun bakım hastası değilsin sen şu gözlerin cinliğine bak." Kıkırdadım. Mutluydum, artık kendim yürüyebilir, tuvalete gidebilir, hatta hastanenin bahçesine çıkabilirdim.

Bir haftam serviste geçti. Yine serumlar, iğnelerle. Buna ek bir de röntgen çıkardılar. Bir haftada iki kez röntgene indirdiler. Artık çok sıkılmıştım. Tek başıma bir odada yatmaktan, serumlardan, üç dört güne bir değiştirilen damar yollarından... Sadece bir kere bahçeye inmeme izin verilmişti. Hapis gibiydim burada.

Hastanede ki son günümde bir hemşire beni saat 12.30'da doktorun odasına götürdü. Orada ne işim vardı anlamadım ama belki yakından muayene etmek için istemişti beni. Odaya girdiğimizde hemşire beni muayene tarafına götürüp oturttu daha sonra yanımdan ayrıldı. O ara bir sessizlik oldu. Bu rahatsız edici sessizliği öksürerek bozmaya çalıştım. Çok kısa bir zaman sonra odanın kapısı açıldı. Sanırım doktor gelmişti.

Fakat yanıma doğru gelen adam hiç de doktoruma benzemiyordu. Kimdi bu? Farklı bir doktor mu? Keskin yüz hatları gözleri ile büyük bir uyum içerisindeydi. Üzerinde iki düğmesi açık gömlek ve kot pantolon vardı. Kimsin sen?

"Bana böyle bakarsan ciddiyetimi koruyamam. Lütfen şaşkın şaşkın bakma. Evet beni tanımıyorsun biliyorum ama her şeyi sana anlatacağım." Merakım giderek artarken bakışlarım değişmiyordu. Değişemiyordu.

"Sana hiçbir hemşire ne olduğunu anlatmadı değil mi?" diye sordu. Başımla yanıtladım. Hayır, kimse bir şey anlatmamıştı. Toparlan anlatacağım demişlerdi, anlatmadılar. Yürü anlatacağız, serviste anlatacaklar... Hiçbiri olmadı.

"Öncelikle bu hale gelmenin sebebi falezlerden denize yuvarlanman." ağzımdan bir haykırıştır çıktı. "Nasıl!"

"Sakin ol. Seninle konuşuyorduk. Beni tanımıyorsun. O falezlerin orada tanıştık. Sadece sohbet ederken çok umutsuz görünüyordun, aileni kaybettiğini anlattın. İşsiz olduğunu ve artık bıktığını anlattın. Kendini öldürmek istediğini söyledin. Ayağa kalkıp en uca yürüdün, kendini atmayacaktın belki ama dengeni kaybettin. Arkandan koştum sen yuvarlandın. Suya düştün, zaten suya düşesiye kadar bayılmıştın. Seni çıkarıp buraya getirdim. Uzun süre baygın kaldın. O sürede seni hep ziyaret ettim. Ama uyandığında cesaret edemedim, tepkinden korktum açıkçası. Ama şu an korkmuyorum, çünkü seni beklediğim sürece, kirpiklerinin dibine kadar inceledim. Saçlarının rengini ezberledim. Son anlattığın konuda ses tınını beynimde defalarca tekrar ettim. Hayal kırıklığı o kadar belliydi ki sesinde, gerçekten zor şeyler atlatmış olduğunu anladım." 

Şaşkınlığım söylediği her kelimede katlanmıştı. Katlanmaya da devam ediyordu. Ben daha önce hiç bu tarz kelimeler duymamıştım. Tepkisiz kaldığımda devam etti.

"Ve düşündüm ki, ben bu kızın yanında kalmalıyım. Tanımalıyım. Sadece düşünmüyorum, bunu gönülden istiyorum." 

"Ben ne diyebilirim. Şu halime bak, ben sana layık biri miyim?" dedim aklıma yaptığım iş  gelirken.

"Layık olmak mı?" dedi. Şaşırma sırası ondaydı.

"Evet, yaptığım işi biliyor musun? Bilmiyorsun. O yüzden böyle kesin kararlar alma."

"Biliyorum." dedi sessizce. "Ne?" dedim, yine şaşırmıştım. Hah! Şaşkınlıkların günü!

"Biliyorum. Ne iş yaptığını biliyorum. Genel evde çalıştığını biliyorum. Ama beni ilgilendirmiyor. Ben senin saçlarının kaç renkten oluştuğunu biliyorum. Dudaklarının rengi solduğunda belki bir gün bana bir kaç kelime söylersin diye hayaller kurdum. Ben bu günün hayalini kurdum Ceyda. Ben bu günün hayalini kurdum. Şimdi kalkmış kendini küçümseyemezsin. Ceyda, ben senin yanında olmak istiyorum, her anında, her düşüncende birlikte olmak istiyorum."

Bu güzel sözler aklıma gelirken, yaşananlar bir bir aklıma düşerken yüzüme ılık rüzgar çarptı. Ne güzeldi o gün. Kurtuluşa, mutluluğa erdiğim gündü o gün.

Kırışık ellerimde tuttuğum çay bardağı ve yanımda oturmuş gazetesini okuyan kocamla bugün mutluydum. O günden sonra hiç ayrılmamıştık. Birbirimizi çok seviyorduk. Yaralarıma merhem, yalnızlığıma çare olmuştu. Ve bunu yaparken hiç gocunmamıştı. Evlenme teklifini babam ve annemin önünde, mezarlıkta yapmıştı. Onun çevresinden edindiğim arkadaşlarla kendi aramızda bir düğün yapmıştık. Üniversiteyi bitirmeme yardım etmişti. Çalışmam konusunda desteklerini esirgememişti. İki kızımız oldu ve torunlarımız. Şimdi kıyı kesimde, şirin evimizin bahçesinde torunlarımız oyun oynarken ben çayımı yudumluyor, o ise elindeki gazetesine bazen kaş çatıyordu. 

"Anne! Baba! Ablamla eniştem geldi, hadi gelin." diyen küçük kızımla kocama baktım. Bana gülümsedi ve yanağıma bir öpücük kondurdu. 

"Teyzee!"

"Teyzem gelmiş!" diye haykırarak koşturan torunlarımla ayaklandım. Yaşlanmış ve buruşmuştum. Belim ve dizlerim ağrıyordu. Kilo almış ve kısalmıştım. Ama mutluluk buydu. Yüzünüze sıcak güneş vururken, kocaman büyük bir aile olduğunuzu iliklerinize kadar hissetmek, tam olarak bu. Yalnız olmadığınızı hissetmek. 

Hepiniz birer eşsiz bir parçasınız. Farklı görünüşlerin altında farklı yetenekler ile. Keşfedin kendinizi. Bir başkasının yapabilip kendinizin yapamadıklarıyla üzülmeyin. Sadece yeteneklerinizle mutlu olun da demiyorum,bir başkasının adına mutlu olmayı öğrenin. Birinin mutluluğuyla mutlu olmayı öğrendiğinizde gerçek özgürlüğe kavuşacaksınız. Mutlu ve hep birlikte zamanlara...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top