Bölüm 9 - Hastalığın Neticesi


Philip revire götürülmüş, az evvel muayene olmuştu. Sonuçlarda net bir şey çıkmamasına rağmen derse girmemişti çünkü karnının ağrısı geçmemişti. Bu bir bakımdan işine gelse de canı sıkılıyordu ve bir çocuk için can sıkıntısı ölümle eşdeğerdi.

Philip uyumamaya gayret ederken bir yandan keskin burnu ve iyi duyan kulaklarıyla, gözlerini yormadan etrafındakileri tanımaya çalışıyor, kendi açısından bir çeşit enerji tasarrufu yapıyordu.

Önce seslere odaklandı, odanın dışından beş kişinin sesi geliyordu. Konuşmada lidokain*, morfin gibi tıbbi terimler sık sık kullanıldığından ne dediklerinden tek kelime anladığı söylenemezdi. Bu başarısızlığı ümidini kırmadı ve bu kez kokularla çevresinde olanları anlamayı denedi.

Çok hafif bir makine yağı kokusu ve ilaç kokuları dışında; üçü tanıdık, dördü yabancı olan toplamda yedi insan kokusu aldı. Kurt genleri taşıdığından tanıdık kokuların kime kimlere ait olduğunu ayırt etmekte zorlanmamıştı. General, Annika ve Adenei... Bir dakika, onların burada ne işi vardı?

Philip kısık gözlerini zorlukla açık tutuyor, kendisini etrafa bakmaya ve kokulardan çıkardığı sonuçları doğrulamaya zorluyordu. Evet, o iki çocuk da General de yarı saydam buzlu cam kapının hemen önündeydi.

Vücudunun itirazlarına daha fazla direnmeyip kendini gaflete teslim edecekken duraksadı, yanında onu kabuslardan muhafaza edecek hiçbir arkadaşı yokken uyuyamazdı.

Etrafı incelemeye koyuldu, hastanelerin klasik rengi olan beyaz bu revire de hakimdi. Çeşitli serumlar, içi dolu enjektörler, mermer duvarlar ve kan örnekleri dışında neredeyse her şey bembeyazdı. Bu yorgun bir çocuk için gerçekten göz yorucuydu.

Kumandan geniş revire girdiğinde Philip onun yüzüne garip garip baktı. İçinden, "Zaten kabus görüyorum, sizin yüzünüzden daha çok göreceğim. Bir kere de rahatsız etmeyin beni ya! Keşke Casimir ve Darnir yanımda olsaydı." derken dışından sessizliğini korudu.

Kumandan çocuğa yaklaşıp, "Nasıl hissediyorsun, Philip?" dedi.

"Şey..." diye geveledi sarı saçlı çocuk. Bakışlarını tekrardan kumandana dikmekten de, yanlış bir şey söylemekten de çekiniyordu. Oysa şu anda komutanın hiçbir takdirde ona kızacağı yoktu, onun şu anda öfke duyduğu tek bir kişi vardı: Mariya Novikova.

"Bir sorun mu var?" diyerek çocuğun çekingenliğini olumsuz yorumladığını belli etti General.

"Hayır efendim. Sadece biraz yorgunum." diye cevap verdi Philip.

Şüphelerine rağmen rahatlayan General, "Bu normal, sana fazlaca morfin verdiler." diye açıklamada bulundu. Derin bir nefes alıp, "Biraz dinlen." dedi. Bu bir öneri ya da teklif değil bir emirdi, sadece nezaket çerçevesinde söylenmişti.

"Ben..." derken devamını getiremedi ve dudağını ısırdı çocuk. General'i nasıl, hangi cesaretle reddedebilirdi?

"Devam et."

"Ben u... uyumak i... istemiyorum efendim." dedi kısık sesle Civciv, başını gövdesine yapıştırırken.

"İnat edersen anestezi yapılır ve istemesen de uyursun."

Aldığı cevap nedeniyle korkmuş ve sinirlenmişti, tehdit edilmekten nefret ederdi. Öfkesini, korkusunu ve üzüntüsünü saklamaya çalışsa da elbette ki General bunu fark etmişti.

Civciv, zayıflığı açığa çıktığı için azar dinlemeyi beklerken komutan tam aksine, "Üzülme, Philip, sorunu söyle ki ortadan kalksın." dedi yumuşak bir sesle. Bu, planladığı yahut söylemeden önce düşündüğü bir şey değildi.

"D..Dün... Dün gece kabus gördüm, e..eğer uyursam yine görürüm, efendim."

Aldığı yanıt her ne kadar kendisine göre uyumamak için güçlü bir sebep olmasa da çocuğun müteessir olduğunu görünce iyice yumuşayıp, "Hangi durumlarda kabus görmüyorsun?" dedi General.

"Darnir'e y.. ya da Casimir'e sarılınca, efendim."

"Şu an bu mümkün değil fakat istersen rüyanı anlatabilirsin."

"İstemiyorum, efendim, teşekkür ederim."

İnsiyakına ve insafına söz geçiremeyen komutan, "Bak, korkmana gerek yok. Kabuslar gerçek değildir."

Philip tepki vermedi, bunu zaten biliyordu.

General Philip'in elini nazikçe kavradı. "Ben yanındayım."

Boş anına gelen Civciv, "Siz... Siz ne yapabilirsiniz ki?" demekten kendini alıkoyamadı. Söylediklerini düzeltecekken, General çocuğun saçma cümlesine takılmayarak araya girdi, "Canavarlara söylerim, bir daha senin rüyana girmezler."

"N..Nasıl?"

"Bir hayalet olduğuma göre onlarla konuşabilirim, değil mi?"

Beş yaşındaki asker ürkekçe, çocukça, içtenlikle kıkırdadı. Anlık bir refleksti aslında kıkırdaması, sonrasında çocuğun utanmasına ve kızarmasına sebep olan lakin iki askere de az da olsa iyi gelen bir sesti.

"Keşke gerçekten hayalet olsaydınız, efendim." dedi Civciv, cümlenin bir diğer anlamından bihaber bir şekilde.

General, "Keşke." deyip gülümsedi.

Etrafında biriken kara bulutları dağıtıp odaklandığı konuyu değiştirdi Genral, "Herhangi bir şey istersen bana söyleyebilirsin, Philip." dedi ve gözlerini tekrar çocuğun yüzüne dikti.

"Bir şey istemiyorum, efendim, teşekkür ederim."

"Pekâlâ. Artık uyu."

"Emredersiniz." deyip kafasını yastığa yasladı ve gözlerini tavana dikip uyumaya çalıştı Philip. Kafasını bir sağa, bir sola çevirdi; esnerken ağzını kapadı ve düşüncelere daldı.

Buradan çıktığında ne yapacağını düşündü öncelikle. Eğer kurtulduğu gün uykusu olmazsa tüm boş vakitlerinde arkadaşlarına defalarca sarılıp hasret gidermeyi aklının bir köşesine yazdı.

Bir an için kanın neden kırmızı olduğunu merak etti. Kısa süre içinde bunun korkunç bir konu olduğunu düşünüp kafasındaki tüm sesleri susturdu.

Yaklaşık çeyrek saat daha kıvrandı, dönüp durdu, zihninde gezintiye çıktı. Ne zaman uykuya dalacaksa da her seferinde kabus görmekten korkup vazgeçti.

Tam korkusunun üzerine gidecekken General'in, "İstersen bir masal uydurabilirim." dediğini duyup sevindi, korkusunu yenmeyi hazır olduğu bir güne bırakabilirdi.

"İ..İyi olur efendim."

"Bir zamanlar..." diye masala başlarken bir yandan da verdiği fevri kararın altından nasıl kalkacağını düşündü kumandan.

Hasta bir çocukla yalnız kaldığında mantığını kullanmak zorlaşıyordu onun için. Sert ve ihtişamlı bir kayanın ufarak, nemli ve yosunlu kısmını dikkat etmedikçe göremeyeceğiniz gibi onun yumuşak kısmına da nadir rastlardınız.

Yanındaki çocuktan esinlenerek, "Çok tatlı bir civciv varmış ama o gerçek bir civcivmiş. Bir çiftlikte annesi tavuk, babası horoz ve beş civciv kardeşi ile yaşarmış." dedi.

"Bir kış günü, birçok hayvanın yemek bulamadığı bir günde civcivin bulunduğu kümese kızıl renkli tüyleri olan bir tilki dadanmış."

Birkaç yıldır çocuk kitabı okumamış olmasına rağmen fena bir masal uydurmamış, kızına anlattıklarını az çok hatırlayabilmiş, ilham perisinin insafına denk gelmişti. Anlaşılan insaf bumerang gibiydi.

"O.. Onları yemiş mi?" diyen çocuğa yanıt olarak ne diyeceğinden emin değildi, ama elbette bir şeyler uydurabilirdi. Hikayenin gidişatını fark edip saçma olup olmadığına bakmadan aklına gelen ilk mutlu sonu kafasında kurdu.

"Hayır, hayır. Tilki onlardan yiyecek istemiş, çünkü yavruları açmış ve onlara yiyecek bulamıyormuş. Anne tavuk da ona biraz yem vermiş, böylece tilki gidip yavrularını doyurmuş. Yemler bittiğinde ve ilkbahar geldiğinde tilki, mısır toplayıp civcivlere hediye etmiş."

General, ancak masallara yakışan bir mutlu son yazdı. "Tilkiler ve tavuklar sonsuza kadar dost olmuş. Son."

***

Küçük çocuk uyuyordu. Her şeyden, herkesten, az önce verilen infaz emrinden, içinde bulunduğu karmaşık plandan, Novikova'nın ona neden şeker verdiğinden, hatta kendi nefesinden bile bihaber; öylece uyuyordu.

Belki gerçeklerden uzak olduğundan, belki birilerinin gerçek yüzünü gördüğünden, belki de yeni bir durumla karşılaştığından ötürü mutlu mutlu uyuyordu. Göz kapağından bir perdeyle kendini gizlemiş kahverengi gözleri, birbirine değen kısa kirpikleri, yavaş yavaş inip kalkan göğsü ve en çok da yüzündeki sevimli ifade bunu kanıtlamaya çalışıyor gibiydi.

Bu kez güzel bir rüya görüyordu. Ne 8. Kolcu vampir olup gözyaşları ve taze kanıyla besleniyordu rüyasında, ne Baş Kolcu hayalete dönüşüp tek bir hamlesiyle ruhunu çekiyordu, ne de balçık kıvamında bir yaratık onu derinlere çekiyordu.

Bu kez bir civcivdi rüyasında. Yemini yemekte olan, sapsarı tüylere sahip, küçük ve sevimli bir civciv. Kardeşleriyle birlikte yere serpilmiş buğday tanelerini yerken bir yandan doğanın cazibesine kendini kaptırıyor, temiz havayı içine çekiyordu.
Onlara yem atan ve çiftliğin sahibi olan Novikova'yı yemek yemeyi kesip cikledi ve kümesi geride bırakıp onun yanına doğru ilerledi.

Novikova sıcacık gülümserken ve bir yandan yem atmaya devam ederken Philip ise uçmayı deneyip başarısız olduktan sonra kadının peşini bırakıp tekrar yem yemeye koyuldu. Horoz ve tavukların uçamayacağını bilse de içindeki iyimserlik ve beyninin mantık bölümünün kapalı olması onu bu davranışa sürüklemişti.

Sonra ortamın o kadar da ferah olmadığını, aksine biraz basık bir ortamda olduğunu fark etti Philip. Başta umursamasa da tanıdık kokular burnuna gelince garipsedi, neler oluyordu?

Yaşlı çiftçi, uzaklardaki ağaçlar, kümes, yerde bitmiş yemyeşil otlar, buğday taneleri ve onların bulundukları toprak kaybolmuştu aniden. Hakikatler küçük çatlaklardan sızan bir su gibi azar azar giriyordu Philip'in zihnine.

Kısa bir süre sonra uyanmıştı çocuk. Bu huzurlu rüyasından ayrılmış ve gerçek dünyaya dönmüş olmasına rağmen gözlerini açmamış bir şekilde ortamdaki sesleri dinliyor lakin dışından yorum yapmaya gerek duymuyordu.

Mekanik sesler etrafta droid olduğunu, kıpırdayan insanların zemine basarken çıkardığı sesler birilerinin hareket ettiğini, tekerlek sesleri bir yatağın taşındığını belli ediyordu.

Daha fazla dayanamayıp gözlerini açtı, duyduklarından çıkardıklarını doğruladı. Hâlâ aynı revirdeydi, hâlâ burada kalmasına sebep olan şeyin ne olduğundan bihaberdi. Yine de koluna bağlı bir serum olduğuna ve revirde kaldığına göre kötü bir şeyler döndüğü kesindi.

General yanından ayrılmış olduğundan kendi vaziyetini sorabileceği biri yoktu. Burada, yeraltında tanıştığı sadece iki kişi vardı ki onlar da birer çocuktu, işine yarayacağını sanmıyordu.

Tüm bu düşüncelerini bir kenara bırakıp kafasını sola çevirmişti ki Marko'yu görmesiyle irkildi, bir anlığına "Onun burada ne işi var?" diye düşünse de cevap basitti: General yollamıştı.

"Ben Mark 000229, General'in deyişiyle Marko. Sen de 526 numara, Philip olmalısın." dedi Marko, robotik sesiyle.

"Evet, efendim." dedi Philip, solundaki droidi süzerken. Metalden gri bir teni, parlak mavi gözleri, soluk siyah bir üniforması vardı. Onu zaten tanıyordu ama yakından inceleme fırsatı bulamamıştı.

"Sana buradaki amacımı açıklayacağım," deyip çocuğun tepkisini algılamak için duraksadı. Philip başını sallayınca devam etti.

"Seni istediğin bazı konularda bilgilendirmekle ve yeni gelişmelerden haberdar etmekle görevlendirildim."

"Yeni gelişme mi? Ne hakkında? Ben yokken neler oldu? Senden başka bir şey isteyebilir miyim?" diye hızlı hızlı suallerini sıraladı Civciv, şaşkınlıkla gözleri iyice açılırken.

Marko ardı ardına sıralanmış bu soruları duyunca çocuğun, General'in söylediği kadar meraklı ve nazik olduğunu fark etti. Lakin General'in dediklerinin aksine çocuk o kadar da çekingen değildi. Marko çocuğun utangaçlığını komutandan korkmasına bağladı ve soruları cevaplamaya koyuldu.

"Biraz sessiz olup dinlersen daha rahat açıklayabilirim. Ama önce, isteğini söyle ki daha sonra söylediklerime odaklanabilesin."

"Yanında şerit metre var mı?"

Marko böyle bir istek beklemediğinden şaşkınlıkla, "Neden istiyorsun?" dedi.

"Boyumu ölçeceğim. Bugün çok uyudum, hem de bir sürü serum yedim. Bence uzamışımdır, sence?"

"Bence de, bir gün General'in boyunu geçeceğine hiç şüphem yok."

"Gerçekten mi?"

"Evet. O yaşlanacak ve onun boyu kısalacak, sen büyüyeceksin ve uzayacaksın. Üstelik sen ondan üç statü öndesin."

"On sekiz, on dokuz, yirmi..." diye parmaklarıyla sayı saydı çocuk.

Philip iki duygu arasında sıkışıp kalmıştı: hüzün ve sevinç. General adına üzülürken kendi adına sevindi, 20/25 olma şansını yakalamış olmasından mutluluk duydu.

"Ne yazık ki boyunu ölçemem, yanımda şerit metre yok. Ve rica ediyorum, bir daha konuyu saptırma." diye kibarca uyardı yapay zekalı robot.

"Peki. Sizi rahatsız ettiysem özür dilerim." deyip kafasını eğdi Civciv.

"Hiç önemli değil. Yeni gelişme şu, bulunduğun tabur yakında buraya gelecek bir tümenle birleştirilecek."

Philip'in bulunduğu tümenin ilk taburu -ordudaki 555. Tabur- hatalı üretilince tümenin diğer kısmından ayrılmış, ayrı bir öğretime tabi tutulmuştu. Mezun olunca birleşecekleri söylenmişti.

Kısacası, er ya da geç, hükümet yönetimi altında yahut LRDA'nın içinde, her türlü bir tümene katılacaklardı. Ve bu kaçınılmaz kader birçok klon için pek bir sorun teşkil etmiyordu.

Civciv bu konuda heyecanlıydı, bir tümen dolusu çocukla tanışıp onlarla arkadaş olmayı çok isterdi. Oyun oynamak, hissettiklerini paylaşmak, uyku saatini geciktirmek, rütbelilerin sivil hayatlarını öğrenmeye çalışmak, gecenin bir vakti gizli gizli su içmeye gitmek, kar yağdığında yangın merdivenlerinden dışarı çıkıp kardan adam yapmak yahut kartopu oynamak... Tüm bu aktiviteler onun vazgeçilmez zevkleriydi ve bunları başka insanlarla da uygulamak, onları da eğlendirmek isterdi.

Arkadaşlığa ciddi bir önem verirdi Philip. Casimir ve Darnir'le beraber General'in odasında kaldıklarında sırf onların yaramazlık planları ortaya çıkmasın diye General'e yalan söyleme cesaretini gösterecek kadar değer verirdi onlara.

Sevecenliğini ve heyecanını kanıtlamak istercesine, "Sonuçta daha çok arkadaşım olacak. Bu harika!"

"Senin adına sevindim, ama o klonlarla arkadaş olmaya çalışmamanı tavsiye ederim. Onlar sizin gibi değiller."

"Nasıl yani?"

"Sizin gibi duygusal değiller, onlar duygusuz ve sert. Onların üretiminde hata yok."

Philip cevap vermedi, sessizce duygusuzluğu garipsedi.

"Hastalanma sebebin hakkında detaylı bir araştırma yapıldı. Tüm bunlara neden olan olay yaklaşık üç hafta önce vuku bulmuş. Bundan sorumlu kişi tespit edildi ve infaz emri yarım saat önce verildi. Ve merak etme, yaklaşık bir iki hafta içinde eskisi gibi sağlıklı ve iyi olacaksın."

Civciv bu konuşmadan sadece bir kelimeye takılmış olmalı ki, "Ne? İnfaz mı, bu çok ağır değil mi?" demişti.

"Tek suçu bu değil."

"Suçlu kimmiş peki?"

"Mariya Novikova." dedi Marko, ciddi bir ifadeyle. Bunu çocuğa söylemesinin gerekliliği konusunda endişeliydi, hasta bir çocuk için şaşırmak tehlikeli olabilirdi belki.

Klon çocuk hayatının şokunu yaşamıştı adeta, Novikova onun manevi ninesi sayılırdı. Ona güvenmişti, onu severdi, bir yanlışlık olmalıydı. Bunun doğru olması mümkün değildi ona göre.

"Ne? Nasıl? Ama..." dedi ama devamını getiremedi çocuk. Ağzı bir karış açık, aldığı cevabın doğruluğunu tartıyordu kafasında. Birileri yalan söylüyordu, bundan emindi. Biri Novikova'ya iftira atmıştı, başka bir açıklaması olamazdı.

"O düşündüğün gibi biri değil, üzgünüm." Bu sözler beyninde yankılandı çocuğun. Düşündüğün gibi biri değil... Zaten şu sıralar hiçbir şey düşündüğü gibi gitmiyordu ve bu, sarışın çocuğun şaşırma kapasitesini aşıyordu.

"O iyi biri.." diyebildi sadece. Hâlâ kabullenemiyordu gerçeği, hâlâ üsteliyordu doğru bildiği yanlışları. Gerçekler acıydı.

"Değil." dedi Marko.

Philip geçerli olduğunu düşündüğü tek bahanesini de sundu. "Ama bize iyi davranıyordu."

"Hiç kimse göründüğü gibi değildir."

"O yapmış olamaz."

Civciv'in inatçı tavrı Marko'yu sıkboğaz etmişti. "Sen kabul etsen de, etmesen de o yaptı."

Çocuk itiraz edecekken Marko; soğuk ve robotik sesiyle onun sözlerini böldü, "Bu konuda yapabileceğim bir şey yok."

Sarışın çocuk çaresizce, "O... Onu öldürecekler mi?" diye sordu.

Marko cevap vermeyince Philip dudaklarını büzüp kaşlarını çattı, ihaneti kabullenmek çok zordu. Başka birçok şeyi kabul edebilirdi. Tedavi esnasında canının çok yanacağını, pandaların neslinin tükenmek üzere olduğunu, sarı saçlarının ona yakışmadığını... Ama ihanet çok ağırdı.

Çalkantılı hayatı onu yıpratıyordu artık, bıkmıştı tüm bu olaylardan. Tekrardan bir düzene, bir rutine dönmeyi istiyordu. Yorgundu, her iki anlamda da. Hiçbir şeyden haber almak istemiyordu. Çimenler solmuş, gökyüzü kararmış, evler yanmıştı onun için. İhanet, yastık kadar yumuşak kalbine bir hançer gibi saplanmış ve parçalamıştı onu. İyimserliğinin de bir sınırı vardı.

Philip akan gözyaşlarına kızdı, rütbelilere göre ağlamak büyük bir zayıflıktı ve General'in asistanının önünde ağlamak affı olmayan ciddi bir hataydı. Philip artık zayıf olmak istemiyordu.

Ne var ki üretiminde hata bulunan bir klon olduğundan gözyaşı normal insanlarınkinden daha çok oluyordu. Duygusal olması zaten başlı başına bir sorunken bir de istemsizce gözyaşı dökmeleri tüm klonlar için rahatsız ediciydi, özellikle Ethan için.

Philip Novikova'yı düşündü bir süre. Onun tüm kırışıklıklarına rağmen sevimli denebilecek yüzünü, üzerinden neredeyse hiç çıkarmadığı beyaz doktor önlüğünü, sıcak gülümsemesini hayal etti. Sonra tüm bu samimiyetin sahte olduğunu kendine hatırlattı.

Rol model aldığı, gözünde yücelttiği yegâne insan Novikova'ydı. Ona iyiliği aşılayan Novikova'ydı. Çeşit çeşit bilgiler veren Novikova'ydı. Ona ve Rexie'ye saç boyası veren Novikova'ydı.

Şimdi ise bildiği, inandığı ne varsa hepsi paramparçaydı.

"Üzgünüm." dedi Marko.

"Önemli değil." diye geçiştirdi sarışın çocuk. Bunu fark eden Marko pes etti, bu çocukla tek başına ilgilenemeyecekti. Sarışın çocuk ise bakışlarını beyaz yatak çarşafına dikti ve tekrar zihninde bir gezintiye çıktı.

Duyduğu acı şiddetliydi. Sanki biri kancayla koparıyordu uzuvlarını, sanki biri benzin döküp yakıyordu ruhunu. Canı yanarken kin denen illet ona da bulaşmıştı, yine de o güçlü bir çocuk olduğundan atlatacaktı bu zehri.

Belki, diye düşündü, belki de bu kadar acı çekmesi anlamsızdı. LRDA'ya kendisi açısından o kadar da zahmetli olmayan bir yolla kaçmıştı, daha doğrusu kaçırılmıştı. Günün birinde insanların hayatlarını kurtaracak, önüne çıkan herkesi kurşuna boğmasına gerek olmayacaktı.

General'in bu halini beğenmiş ve sevmişti, alışması biraz zor olacaktı fakat şimdiden ona bağlandığı bile söylenebilirdi. Ne de olsa Philip'in bir ailesi yoktu, onun tek ailesi bulunduğu birlikteki klonlar ve Novikova'ydı.

Novikova'yı, bir nevi ninesini kaybetmiş olabilirdi fakat Marko ve General'i kazanmıştı sonuçta, üstelik buradan kurtulduğunda altı yüz doksan dokuz kardeşi dışında pek çok daha kardeşi olduğunu fark edecekti. Belki onlarla Novikova olmadan da güzel bir hayat kurabilirdi, belki hayatı bir düzene girerdi ve yaşadığı kötü şeyleri unutabilirdi.

Bu kez hiçbir zaman bakış açısına katılmadığı Darnir'i örnek almaya karar verdi. Onun fiziki bir yarası vardı ve o yara açıldığında canı cidden yanmıştı, ancak bir süre sonra acısını unutmuş ve yarasıyla yaşamayı öğrenmişti. İşte Civciv de tam olarak öyle yapacaktı.

Philip usul usul alevlenen ızdırabına bir kürek dolusu toprak atıp söndüğünden emin olmadan bırakıp gitti ateşi. Eğer ateşe baksaydı kıvılcımlar toprağın arasındaki boşluklardan sıyrılıp büyüyebilir, etraflarında ne var ne yok demeden yakabilirlerdi.

Herkesin yaptığı gibi sorunlarını ve gerçekleri bir kenara bırakıp kaçabildiği kadar kaçtı, ateşin onu yakalayabileceğini düşünmek yerine su bulma umuduyla oradan uzaklaşmaya koyuldu.

Philip burnunu çekti ve belli belirsiz gülümsedi, o kadar da kötü değil, diye düşünmeye zorladı kendini. Eğer yine sıra dışı bir şey olmazsa toparlanması biraz zaman alacaktı, ama sonuç olumlu olduğundan bu önemli değildi.

Ama hayır, eğer fazla sevindirici değilse hiçbir sıra dışı olayın gerçekleşmesini istemiyordu Philip. Beş yıldır her şey bir plana göre gerçekleşmişti ve bu planlardan çoğunlukla haberi olmuştu, daha fazla kargaşaya tahammülü yoktu.

Ama hayat defalarca kez onun tahammül sınırını aşacaktı.

Philip düşüncelerinden sıyrılıp kafasını kaldırmıştı ki Marko'nun revirden ayrıldığını gördü ve arkasından bakakaldı, gitmesine anlam veremedi.

O esnada yapay zekalı robot koşar gibi hızlı adımlarla merdivenlere doğru ilerledi. Merdivenlere vardığında korkuluklara tutunma gereği duymadan hızını arttırarak aşağı indi.

İstediği kata vardığında kimseye çarpmamaya özen göstererek var hızıyla koridoru geçti ve General'in odasının önünde durdu. Kapıdaki izin düğmesine bastığında birkaç saniye içinde otomatik kapı açıldı ve Marko içeriye girdi.

"Efendim," dedi Marko.

"Dinliyorum."

"526'nın durumu iyi değil."

"Nasıl?!"

Marko, "Sağlık durumundan bahsetmiyorum, efendim. Psikolojik durumu iyi değil, ağlıyor ve..." derken sözleri tekrar bölündü.

"Çocuğu sana emanet etmiştim ve sen onu ağlattın mı?!"

"Üzgünüm, efendim, bu kadar üzüleceğini hesaplayamadım."

"Ne halt yedin, anlat."

"Novikova'nın suçlarını ve  infaz edileceğini söyledim."

"Git ve hatanı telafi et, Marko. Bunu başarana kadar yanıma gelme!"

"Sizden yardım isteyebilir miyim?"

"Ne gibi?"

"Lena..."

Marko sözlerini tamamlayamadan General, "Defol!" diye çıkıştı.

"Emredersiniz." deyip hızlı hareketlerle odayı terk etti Marko. Anlaşılan o ki bu kez yalnızdı görevinde. Yine de bu başarısız olacağı anlamına gelmiyordu.

Marko çıkarken Yüzbaşı Tiarna Danilova, ona bir şey söylemeye yeltendiyse de robotun odadan kovulduğunu anladığında kendi söylemeye karar verdi. Bu onda korku duygusu uyandırdı, daha önce bir tümgeneralin karşısına çıkmamıştı. Gerçi daha önce bir tümgeneral direkt olarak ona görev vermemişti, ama bu hafta garip şeyler döndüğü belliydi.

Yine de korkusunu kendine bile itiraf edemediğinden son derece özgüvenli gibi görünüyordu asker. Omuzlarına gelen, at kuyruğu yapılmış kahverengi saçları ve kahverengi gözleri esmer teniyle uyum sağlarken yine koyu renkli olan üniforması da bu ahenge katılıyordu. Güzel denemezdi ama çirkin olduğu da söylenemezdi.

Kapıdaki düğmeye bastığında kısa süre içinde kapı açıldı ve kadın içeri girdi. Askeri selamlama faslından sonra kaçamak bakışlarla odayı süzmek istese de buna cesaret etmedi ve bakışlarını yere sabitledi.

"Görevi başarıyla tamamladım, komutanım. Ayrıntıları burada." deyip küçük bir cihazı masanın üzerine bıraktı ve alacağı tepkiyi bekledi. General cihazı aldı, bir yanı zafer çığlığı atarken sessizce aygıta baktı.

Anında cevap gelmeyince endişelendi ve sözlerini gözden geçirdi orta yaşlı kadın. O, saygısızlık etmediğinden emin olurken General sırıtarak, "Âlâ. Çıkabilirsin." dedi askerin yüzüne bile bakmadan. Bunun üzerine kadın sessizce odayı terk etti.

General holografik videoyu izlerken düşünceliydi, fakat karışık duygular içindeydi. Sanki sırtından bir ok çıkarılmıştı. Okun çıktığı yerden durmak bilmeden akan kanına mı yoksa hâlâ sırtında duran mızraklara mı üzülse bilemiyor, oktan kurtulduğu için sevinç narası atmak isterken canı yandığı için feryat koparıyordu.

Zavallı Novikova acı içinde inliyor, feryat ediyor, kıpırdanıyor, ağlıyordu. Bileğinden transdermal yolla zehir onun halüsinasyon görmesine, defalarca farklı şekillerde öldüğünü görmesine sebep oluyordu.

Yanarak ölmek, boğularak ölmek, patlayarak ölmek... Her türlü ölüm ızdırabını iliklerine kadar hissediyordu. Nihayet çektiği acıya dayanamadı, son kez bağırıp yere yığıldı.

General kahkaha attı.

Zafer, diye düşündü. Kazandım. Her zaman olduğu gibi.

Mükemmelliğe bir adım daha yaklaşmış, içinde kıvranan öç alma arzusunu tatmin etmiş, gücünü bir kez daha kendine kanıtlamıştı. Kendi kendine, emsali görülmemiş derecede müthiş bir armağan vermişti: intikam.

Hükümetin hapishanesine asker sokmuş, gözaltına alınmış bir görgü tanığını zehirletmişti. Gardiyanlar Novikova'ya inanmamıştı bile, o acı çekerken kimse umursamamıştı. Öldüğünde zehirlendiği anlaşılmıştı ama artık çok geçti.

Mükemmel bir plan, kusursuz bir intikam. Her zaman olduğu gibi.

Ona göre kendisi, yosun tutmayan bir ağaç gibi olmalıydı fakat aynı zamanda obsidiyen gibi de yanmamalıydı. Mermer gibi sağlam olmalıydı lakin su gibi de kuvvetli olmalıydı. Küheylan gibi yüklerini sırtlarken timsah gibi pusuda olmalıydı. Bu kadar gereklilik içerisinde ne yapacağını şaşırmamalı, hata yapmamalıydı. Kusursuz olamayacağını biliyordu ama elinden geleni yapmaktan vazgeçmeyecekti.

***

Philip Marko'yu beklerken çok sıkılmıştı. Izdırap onu gafil avlamış, yalnız bulunmasını bir fırsat olarak görüp Civciv'in zihnini komplo teorileriyle zehirlemişti. Olasılıklar çoktu, yapabileceği azdı.

Ama hayır, bu kez daha güçlü durmuş ve yenmişti zihnindeki düşmanları. Rexie'yi ve klon kardeşlerini özlüyor olsa da birkaç kaçak gözyaşı tanesi sayılmazsa pek ağlamamıştı, eskisi kadar üzgün değildi.

O esnada Marko, bir elini arkasında saklarken diğer elini gövdesinin yan tarafına yapıştırmış bir şekilde revire geri dönmüştü. Civciv'in onu meraklı gözlerle izlemesine aldırmayarak küçük çocuğa iyice yaklaştı.

Küçük çocuğun merakı arttı. "Arkanda bir şey mi saklıyorsun?"

"Evet, işte bunu!" dedi ve sol eliyle tuttuğu oyuncağı Philip'e gösterdi.

Civciv büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde ne yapacağını bilemedi. Göz bebekleri irileşti, kaşları kalktı, ağzı açıldı, dili tutuldu, nefesi hızlandı, tüm dikkatiyle Marko'nun elindeki oyuncağı incemeye başladı.

Çok, çok güzeldi Philip'e göre. Açık mor kurdele hayvanın sevimliliğini arttırırken uzun, açık sarı renkli kabarık tüyleri gözünün önünü kapatıyordu. Turuncu gagası biraz kaba olsa da Philip buna aldırmıyor, onun son derece kusursuz olduğunu düşünüyordu.

"Beğendin mi?" diyerek araya girdi Marko.

Philip duraksadı, "E..Evet, elbette! O çok..çok tatlı! Çok teşekkür ederim!"

Marko bir yandan oyuncağı Philip'in kucağına bırakırken bir yandan ise hızlı ve coşkulu söylenen sözleri analiz etti. Heyecan ve mutluluk sonuçlarını aldı ve böylece bu kez görevini başarıyla tamamladığını anladı.

"Bir şey değil." Kalıbını kullandı nezaketen. O esnada Philip ise oyuncağa sımsıkı sarılmakla meşguldü.

"O... O bir civciv mi?" diye sorarken gözleri kapalıydı çocuğun. Oyuncağın yumuşak tüyleri yanağına değerken kocaman bir gülümseme vardı yüzünde.

"Hayır, bir ördek. Senin gibi."

"Şey, genelde bana Civciv derler." diye açıkladı Philip, gözlerini açarken.

"Biliyorum. Ben Ördek diyeceğim, çünkü civcivler büyüdüklerinde çirkinleşir fakat ördekler her zaman tatlı kalır." dedi Marko, alacağı tepkiden emin bir şekilde sırıtırken. General bu kez beni kovmaz, diye düşünüyordu bir yandan. Bu küçük hediyenin, on beş yıllık hafızasına mal olacağını bilmiyordu henüz.

"Uh, teşekkürler." derken iyice utanmıştı Philip. Yanakları pembeleşmiş, bakışları alçalmıştı.

"Ne kadar harika!" diye düşündü küçük çocuk. Nadiren hediye alırdı ve bu, aldığı en iyi hediyeydi. Hayatında ilk kez bir oyuncağı oluyordu ve bu durum bir sürü güzel duyguyu Philip'e tattırıyordu.

Bir anlığına Novikova'nın ihanetini unutmuştu Philip. O, hayatının bir bölümünü güzel geçirmesini sağlayan yaşlı bir kadındı sadece, acımasız ve hırslı bir katil değil.

Şaşırtıcı olaylara karşı bakış açısı yumuşamış, sürprizleri tekrar sevmeye başlamıştı. Hâlâ bir rutine girmeyi özlüyor olabilirdi fakat ilginç durumlar yaşamak yepyeni ufuklar tanımasını sağlıyordu.

***

Lidokain*: Lokal anestezi -bölgesel uyuşturma- için kullanılan bir uyuşturucu.

1- Masal güzel miydi?

a) Güzeldi, yumuş yumuş oldum.

b) İdare eder, bir çocuk için uygun.

c) Saçmaydı.

d) Başka bir fikrim var.

2- General'i seviyor musunuz?

a) Ağzıyla kuş tutsa yaranamaz.

b) Eh, Darnir'e açtığı yarığı saymazsak o kadar da kötü biri değil gibi.

c) Casusluk günlerinde yaptıkları onun suçu değil, ben sevdim ya.

d) Hayır, yalnızca acıyorum.

e) Başka bir fikrim var.

3- Marko'nun yerinde olsaydınız Philip için ne yapardınız?

a) General'in saçlarını 0'a vurup ona verirdim, istediği zaman karıştırsın adamın odasını.

b) Moral verici bir konuşma yapardım.

c) Hediye alırdım.

d) Robot dansı öğretirdim, robotum ya.

e) Başka fikirlerim var.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top