Bölüm 6 - Özgürlük Yolu


AÇIKLAMA: 25 çeşit genetik seviye vardır, 5'in altında olanlar düşük, 5-10 normal, 10-15 gelişmiş, 15-20 çok gelişmiş, 20-25 mükemmel. Klonlar mükemmel seviyesindeler, 20/25.

10'un üstü olanların genleri düzenlenmiştir, bu da oldukça maliyetli bir şeydir.

"Taktiğin sürekli taş yapmak mıydı?" diye sordu küçümseyerek, Isaac isimli çocuk. Yarım ağız sırıtması ve bilmiş tavırlarıyla sahte kibrini öylece ortaya koyuyor, bunu yapmaktan hiç çekinmiyordu.

"Evet, bence gayet iyi bir fikir! Seninki de sürekli kağıt yapmak!" diye kendini savundu Ethan.

"Evet, ama ben seni 3 tur üst üste yendim!" deyip sırtını duvar yerine yatağa yaslarken elleriyle de kafasının arkasını kavradı Isaac.

"Ben istesem 5 tur yenerim!" diye meydan okudu Ethan, kafasını ve vücudunu ok gibi dikleştirerek.

"Yen de görelim!"

"Sessiz olun!" dedi Nikolai.

"Bir susun ya!" diye bağırdı yastıkla kulağına baskı yapan Casimir. Philip de ona destek verdi, "Bir gece rahat uyumamıza izin verin!"

Onları duyan Darnir de o kadar rahatsız olmamasına rağmen, "Yarın derste mi uyuyalım?!" diye arkadaşlarını destekledi.

"Tamam, tamam."diye geçiştirdi Isaac.

"Özür dileriz." dedi Ethan, biraz isteksiz bir şekilde. Hangi çocuk oyundan kopmak isterdi ki?

İki çocuk bir süre fısıldayarak taş kağıt makas oynadılar, ardından ağırlaşan göz kapaklarına daha fazla direnemeyip -ki bunca zaman direndiklerine pişman olmuşlardı- uyumaya koyuldular.

O esnada rütbelilerin çoğu ya uyuyor ya da uyumaya çalışıyordu. Yalnız Anton Firsov, yani 5. Kolcu ve General uyanıktı. Firsov, General'in ona verdiği tornavidayla onun sibernetik kolunun onarımı ile ilgileniyordu. Arada bir gözlerini kısıp tornavidayı kaydırmadığına emin oluyor, bakışlarını başka yöne çevirmiyordu.

"Yarısı bitti sayılır, komutanım."

"Resmiyete gerek yok." diye mırıldandı Kuznetsov. Anton başıyla onayladı.

Yer yer beyazlamış kahverengi saçlara, kahverengi gözlere, esmer bir ten rengine, yuvarlak bir yüze ve gün içinde nadiren ortaya çıkarttığı gamzelere sahipti Anton Firsov; klonların deyişiyle 5. Kolcu ya da Yeti. Özünde o kadar da kötü bir insan sayılmazdı, hiçbir klona fazla veya sert ceza vermiyordu.

Anton sakin bir sesle, "Önceden ben sana gelirdim, Sergei." dedi.

General umursamazca, "Evet." diye mırıldandı.

Aralarında fazla konuşmasalar da iyi anlaşıyorlardı. Birbirlerini çocuk yaştan beri tanırlardı. Birbirlerinin askeri okula kaydını, mezuniyetini, tayinini, ilişkilerini görmüşlerdi.

Kuznetsov'a hayatın gerçeklerini, büyük yalanlar söylemeyi, gizlenmeyi, suç işlemeyi, suçu temizlemeyi,  vicdan azabıyla yaşamayı, alkol kullanmayı Firsov öğretmişti. Firsov ise ondan objektif olmayı, gökyüzünü seyretmeyi, hırsla çalışmayı, fedakârlık yapmayı, çocukları sevmeyi öğrenmişti.

Kuznetsov Firsov'la tanışınca onun için gün doğması gibiydi. Gölgelerde saklanan, güneşten kaçan bir hayalet olmuştu ama aynı zamanda aydınlanmıştı.

Anton dudaklarını yaladı, bir süre ses çıkarmadan işini yaptı. Ne garip, diye düşündü; General'den yaşlıydı fakat onun aksine ne çocuk sahibi olmuştu, ne de evlenmişti.

Anton Firsov gençken nişanlısı tarafından aldatılmış ve o gün evliliğin ve çoğalmanın tamamen gereksiz olduğunu düşünmeye başlamıştı. Eğer ille de cinsel ilişkiye girmek isterse bunu illegal yollarla halledebilirdi, evliliğin ve çocuk sahibi olmanın getirdiği sorumlulukları da üstlenmesine gerek kalmazdı.

Firsov gibi düşünen birçok insan sebebiyle -tabii ki III. Dünya Savaşı'nda yaşanan can kaybı yadsınamazdı- nüfus iyice azalmıştı. Hatta bazı ülkelerin doğal nüfus artış hızı -klonlar bu hesabın dışındaydı- eksilere düşmüştü.

Düşünceleri korkak bir sincap gibi oradan oraya yönlenirken iç geçirdi. Uykusu gelmişti ama karşısındaki adamın daha uykusuz olduğunu biliyordu. "Yorgun görünüyorsun."

"Yarın uyurum." dedi Kuznetsov, dalgın bir tavırla. Firsov cevap vermeye çekindi. En iyisi bu konuları kapatmak ve bir daha açmamaktı.

Bir süre sonra Albay sonuncu vidayı da sıktığında, General'in kolunun onarımı bitirdiği için gamzelerini göstermekten çekinmedi. Zaferle sırıtırken, heyecanla, "Bitti!" dedi.

General sakince başını salladı. "Teşekkür ederim."

Anton derin bir nefes aldı ve"Bir dene." deyip gözleriyle adamın kolunu işaret etti. Bunun üzerine Kuznetsov kolunu bir süre hareket ettirip ardından, "Uzun süre idare eder." dedi.

General bulunduğu kattan ayrıldı ve asansöre yöneldi. Altıya basacakken ağlama sesleri duymasıyla ikiye bastı, böylece laboratuvarlara ayrılmış kat yerine klon yatakhanesinin bulunduğu kata inmişti asansörle.

Asansörün kapısı açıldı ve hıçkırık sesleri beyninin her bir köşesine işledi. Ağlayan ve henüz beş yaşında olan bir çocuğu yalnız bırakmak ona göre vahşiceydi, bu düşünceyle sesin kaynağına yöneldi. Pek ses çıkarmak istemese de metal uzuvları sert ve soğuk olan zeminde oldukça ses çıkarıyordu.

Kısık sesle hıçkırarak ağlayan, sırtını duvara yaslamış ve bacaklarını kendine çekmiş çocuğun durumu iç burkan cinstendi. General, platin sarısı saçlarından onun beş yüz yirmi altı numaralı asker olduğunu anladı.

Koridorun başındaki Baş Kolcu'yu gören Civciv kaçacakken, "Sakin ol, Philip, sana kızmayacağım. İyi misin? Neden ağlıyorsun?" deyip çocuğa yaklaştı, ardından omzunu kavrayıp diz çöktü General.

Philip'in ağzı yatay bir oval şeklini aldı. "E..Efendim?" diye geveledi. Dalgınken biri yanına geldiğinde afalladığı yetmezmiş gibi, yanına gelen bir komutan olunca epey şaşırmış ve duraksamıştı. Etrafını idrak etmeye, algılarını geri kazanmaya çalıştı.

O bir nebze kendine gelince kumandan, "Sana bir soru sordum." dedi. Kelimeleri sert olsa da sesi normaldekinden biraz daha yumuşak çıkmıştı. Zehirli bir tınısı yoktu.

"Dişim sallanıyor, efendim." dedi çekinerek Philip. Komutanın yüzüne değil, omzundaki eline bakıyordu.

"Ağrıyor mu?" Eğer çocuk acı çekiyorsa, onu revire götürmeliydi.

"Hayır."

"O hâlde sorun ne?"

"Dişim çıkacakmış, efendim."

"Bu bariz. Ağlamanı gerektiren sorun ne?"

"Dişsiz kalmak istemiyorum, efendim!" dedi Civciv, ağlamaklı bir sesle. Bunun üzerine Baş Kolcu kısaca gülmeden edemedi. Philip buna alındı ve istemsizce kaşlarını çattı.

General açıklama hissini bastırmayıp, "Dişsiz kalmayacaksın, Philip. Köpekbalıklarından aldığınız genler sayesinde, hayatınız boyunca diş değiştirebileceksiniz." dedi.

"Gerçekten mi?" Sorduğu sorunun saçmalığı kafasına dank edince başını öne eğdi platin sarısı saçlı çocuk. O, sözlerini toparlayacakken kumandan araya girdi.

"Sana yalan söyleyecek değilim." dedi ve ayağa kalktı General, çocuğa kızmayarak. Her gün defalarca kez yalan söyleyen birinden bu cümleyi duymak ironikti.

Philip bu kadar nezakete alışkın olmadığından, rüyada olmadığına emin olmak için kendine cimcik atacakken vazgeçti. Hâlâ komutanın elini omzunda hissettiğine göre yaşadıkları tümüyle gerçekti.

"Artık gidip uyumalısın." dedi  kumandan, emir verir bir ses tonuyla. Keşke bu kadarla kalmasa, çocukların belleğine yer etmiş hasarları onarabilseydi.

"Emredersiniz." deyip doğruldu çocuk, ardından selam verdi.

"Yarın akşama kadar konuştuklarımızı katiyen kimseye söyleme." diye fısıldadı. Çocuk onu duyabilir ancak kayıt cihazları sesini algılayamazdı.

"N..Neden yarın akşam, efendim? Yarın ne olacağını öğrenebilir miyim? Peki ya izninizle 'Neden kimseye söylememem gerek?' diye sorabilir miyim?" diye kısık sesle sorular sıraladı Civciv.

Baş Kolcu ilk başta 'Soramazsın.' demek istese de bundan hemen vazgeçti. Küçük bir çocuğa meseleyi üstünkörü olarak nasıl anlatabileceğini düşündü bir süre. Çocukların masalları sevdiği aklına gelince, "Şöyle düşün, eğer anlatırsan büyü bozulur ve lanetlenirim." diye alçak sesle üstü kapalı bir cevap verdi.

Elbette bir çocukla ilgilenmesi başkaları tarafından öğrenilse bir şey olmazdı, yaptığı disiplin kurallarına aykırı sayılmazdı bile. Fakat şimdilik merhametine dair herhangi bir söylenti yayılmasını istemiyordu.

Her çocuk gibi fantastik ögeleri seven Civciv, "Sanırım anladım efendim." dedi ve başını salladı.

"Güzel, şimdi git ve uyu. Yarınki derslere sakın geç kalma."

Çocuk tekrardan kafasını sallayıp selam verdikten sonra oradan uzaklaştı.

***

Sabahın erken saatleriydi, güneş ışıklarını henüz gönderiyordu Moskova'ya. Klon Eğitim Tesisi'nde neredeyse kimse kalkmamıştı, çoğu kişi uykunun keyfini çıkarıyordu.

Philip ise her zaman derslere geç kaldığından, bu kez sabahın körüne aldırmayacak kadar erken kalkmış ve kimseye fark ettirmeden hazırlanmaya başlamıştı. Ya da o öyle zannediyordu, General'in her şeyden haberi vardı.

Civciv, tek bir heceden ürettiği şarkısını söyleyerek duş aldıktan sonra üniformasını giydi ve saate bakmak için yatakhaneye gitti. Aslında seke seke yürümek istese de ses çıkarmamak için yavaş adımlarla ilerlemişti.

10 metrede bir konulmuş ekranlarda 4:24 yazıyordu. Kısa bir işlem yaptı ve banyoda ne kadar zaman harcadığını hesapladı. Hesabına göre otuz dokuz dakika harcanmıştı, derslere neden geç kaldığı belli oluyordu.

Kısacık saçlarını kuruladıktan sonra eliyle bir tel kopardı ve boyanın çıkıp çıkmadığını kontrol etti. Hayır, hâlâ platin sarısıydı saçları, bir civciv ya da bir ördeğin tüyleri gibi.

Yalnız başına ne yapacağını bilemedi, tek kişilik bir oyun bilmiyordu. En iyi arkadaşları olan Casimir ve Darnir'i kaldırmaya karar verdi. Casimir uyanırken daha az sinirlendiğinden ilk ona seslendi, "Pist," deyip eliyle dürttü.

Yanıt gelmeyince, "Casimir," dedi kısık sesle. Yine cevap alamayınca, "Casimir, hadi," dedi biraz yüksek bir sesle, ardından arkadaşını daha kuvvetli dürttü. "Mhm..." Mırıldanma sesi duyan Philip'in aklına bir fikir geldi. Muzırca sırıtıp az evvel saç rengini kontrol etmek için kopardığı saç telini Casimir'in burnuna dokundurdu.

Huylanan Casimir yüzünü ekşitip, "Hey! Kes şunu!" dedi.

"Hadi, Casimir, oyun oynayalım."

"Git başımdan!" diye şikayetlendi.

Philip uzun bir kahkaha attıktan sonra, "Özür dilerim," dedi hafif bir pişmanlıkla. Ne de olsa arkadaşının alınmadığını biliyordu.

Yavaş yavaş yerinden doğrulan Casimir, "Sorun değil, güzel fikir, sonunda benden bir şeyler kapmışsın." diye fısıldadı.

"Sen de hazırlan, böylece ders vaktine kadar istediğimizi yapabiliriz. Sen hazırlanırken ben de Darnir'i kaldırırım."

"Tamam, ben gidiyorum öyleyse." deyip gerindi Casimir. O daha yataktan kalkmadan yanağında iz olan çocuğu kaldırmaya başladı Philip. Önce birkaç defa seslendi, sonra itekledi. Cevap gelmeyince, "Darnir, hadi uyan," dedi bu kez. Bu çağrısı da yanıtsız kalınca, "Sen böyle yatınca benim de uykum geliyor ama," dedi. Uyuyan arkadaşı seslerden rahatsız olup arkasını dönünce hafiften sinirlendi, "Darnir! Kalk artık!" dedi Civciv, kaşlarını çatıp. Casimir ise bu duruma gülümsese de içten içe kızmıştı Darnir'e.

"Ben kaldırayım mı?" diye teklifte bulundu.

Civciv bu teklifi olumlu karşıladı, "Olur," dedi.

"Harika bir fikrim var, sessiz ol," deyip işaret parmağını dudaklarının önüne götürdü. Boğazını temizleyip sesini değiştirerek, "Klon asker 544! Derhal kalk!" dedi.

"Emredersiniz..!" diyip kalkan uyku sersemi Darnir karşılık olarak kıkırdama sesleri duyunca, "Hey, bu hiç hoş değildi!" diye çıkıştı.

"Kabul et, komikti,"

"Komikti ama korkunçtu da."

"Üzgünüm Darnir, sen arkanı dönünce dayanamadım." dedi Casimir, pişmanlıkla.

"Önemli değil.. Hey, saat daha dört buçuk! Beni bu saatte ne için kaldırdınız?"

"Biz hep geç kalıyoruz ya," diye açıklamaya koyuldu Casimir.

"Evet,"

"Sonra da azar işitiyoruz," diye devam etti yara izi ya da boyalı saçları olmayan çocuk.

"Evet,"

"Bu kez erken hazırlanalım ve derse kadar istediğimizi yapalım dedik." diye tamamladı Philip.

"İyi fikir. Hadi gidip hazırlanalım da sonra oyun oynayalım. Ama baştan söyleyeyim, asla taş kağıt makas oynamam."

"Ben de sıkıldım ondan. Neyse, sonra karar veririz oyuna."

"Tamam, sizi bekliyor olacağım." dedi Philip, esnemeden hemen önce.

"Biz gelene kadar uyuma sakın," dedi Casimir, sahte tehditkârlık barındıran bir sesle.

"Tamam ama çabuk gelin."

"Olabildiğince hızlı oluruz, merak etme." dedi Darnir, güven vermeye çalışarak.

***

Öğle vaktine yakın bir vakitti, güneşin en tepeye tırmanmasına az kalmıştı. Philip,Casimir ve Darnir üçlüsü hariç tüm klonlar kahvaltı niyetine iğnelerini olmuş, üniformalarının kollarını kapatıyorlardı.

Philip, Casimir ve Darnir sabahın köründe çoktan günlük haklarını çoktan tükettiklerinden tüp enjekte olmuyor, uzun süre oyun oynamanın bedeli olan yorgunluğu üzerlerinden atmaya uğraşmakla meşgullerdi.

Daha erken uyumadıklarına ve dörtte kalktıklarına son derece pişman olmuş, buldukları her yere yaslanıyor ve az da olsa dinlenmeye çalışıyorlardı.

Birkaç dakika içinde yorgunluk sorununu geçici olarak halletmiş, hayallere dalmışlardı. Bugün onlar için büyük gündü, kaçamak olarak değil rütbelilerin izniyle tesisten dışarı çıkacak, açık alanda talim yapacaklardı. Kim bilir dışarıda ne cazip şeyler vardı!

"Dışarı gidiyoruz beyler! Sonunda biraz olsun bu tesisten kurtulacağız!" diye bağırdı Casimir, tüm uykusuzluğuna inat. Ancak hemen ardından bağırdığına pişman olup rütbelilerin onu duymadığını umdu.

"Solucanları görmek için sabırsızlanıyorum! Eminim simülasyonlardakilerden çok daha tatlılardır!" diye atıldı Philip, yorgunluğuna rağmen neşeyle.

"Onları göremezsin şaşkın, solucanlar toprağın altında yaşar." Isaac yine bilmişlik taslamakla meşguldü. Yine de, diğerleri gibi tatlı olmayı başarıyordu.

"O halde karıncaları görmek için sabırsızlanıyorum!" deyip omuz silkti Civciv, iyimser ve coşkulu bir tavırla.

"Ya onları ezersek?" dedi Colin, burnunda yara bandı olan çocuk.

"Dikkat edersek ezmeyiz."

"Ama o zaman da çok yavaş gideriz ve azar işitiriz." Darnir yine karamsardı.

"Ah, çok da umurumda! Karıncalara zarar vermekten iyidir." dedi Casimir, her zamanki gibi rahat bir tavırla.

"Çimlere de basmayalım, sonuçta onlar da canlı." Klonlar arasında en duygusalları sayılabilecek olan Ethan merhamet açısından da pek farklı değildi.

"Birinci bölük, beni takip edin. İkinci bölük, Arseniviç'i. Üçüncü bölük, Brikovski'yi. Dördüncü bölük, Noskov'u. Kalan Albaylar, askerlerin etrafında olun, droidlerle beraber. Arkada kalanınız olmasın."

"Emredersiniz." deyip asker selamı verdi bütün Albaylar ve klonlar. Ardından Baş Kolcu'nun tarif ettiği planı uygulamaya koydular, kurallara ve söylenenlere tam olarak itaat ederek yerlerine geçtiler.

Kod numaraları 175 veya 175'in altında olan klonlar General'i takip etmeye koyuldular. 2. Bölük askerleri 2. Kolcu'nun, 3. Bölük'te yer alan 175 çocuk 3. Kolcu'nun peşinden tesisi terk etti. Ve son bölük, yani kod numaraları 525-701 arasında olan klonlar 4. Kolcu'yu takip etti.

Küçücük çocukların asker gibi yürürken bir yandan birbirlerine bakıp sırıtmaları ironikti, çocuk mu yoksa asker miydiler belli değildi. Ama General'e soracak olursanız, kesinlikle çocuk olduklarını, zorla büyütülmemeleri için her şeyi yapabileceğini söylerdi.

Düşe kalka, otlara ve karıncalara basmamaya dikkat ederek varış noktalarına ulaşmaya çalışan çocuklar arada sırada kafalarını kaldırıp bulutlara bakıyor, bir meteorolog edasıyla havayı yorumluyorlardı.

"Bence güneş açacak." dedi Civciv, heyecanını ve sevincini sesine yansıtarak. Güneşi sırf bitkileri beslediği için severdi.

"Bence yağmur yağacak." dedi Darnir, daha az neşeli bir sesle. Yağmur da bitkileri besler, üstelik toprağın güzel kokmasını sağlardı.

"Bence kar yağacak." dedi Casimir, canlı sesiyle mutlu olduğunu belli ederek ve kar yağmasını umarak. Hem kar üzerinde oyun oynamayı, hem de eriyen karların toprağı beslemesini istiyordu.

"Bence karla karışık yağmur yağacak." dedi Colin; Casimir ve Philip'e göre daha sakin, Darnir'e göre daha coşkulu bir ses tonuyla. Çoğu zaman dışarıda sulu sepken olduğunu görmüştü.

"İddiaya var mısınız?" diye öneride bulundu Casimir, özgüvenle.

"Varım."

"Ben de."

"Ve tabii ki ben de."

"Kaybedenler kazanana kasklarını versin, kazanan da onların kasklarını boyasın." dedi Colin.

Philip bu fikre itiraz etti. "Ama biz senin gibi resim yapmayı sevmiyoruz ki."

Casimir hemen bir çözüm buldu, "O zaman kazanan kişi isteğini belirler."

"Olur."

"Tamam."

"Kabul."

Hepsi beraber, adını bilmedikleri bir askeri orman alanına ilerlerken Philip yere yapışıverdi. Kimse küçük bir çocuktan buzlu zeminde düşmemesini bekleyemezdi.

"Dikkatli ol Philip. İyi misin?" dedi Darnir, Casimir'le arkadaşını kaldırırken.

"Bir sorun mu var?" dedi 4. Kolcu. Dördüncü Bölükten o sorumluydu, lakin yüz yetmiş beş kişi arasından düşen birini farketmesi mümkün değildi.

"Hayır efendim!" diye bağırdı 4 klon aynı anda.

Gelecekleri yere vardıklarında önce durup soluklandılar. Klonlar komutanlardan önce kendilerine geldi ve etraflarına göz gezdirmeye başladılar.

Yüzlerce çocuk oyun fırsatı ararken zaten büyük bir oyuna dahil olduklarından habersiz, etraflarındaki güzelliklerle ilgileniyordu. Açık hava ve doğa sebebiyle akıllarına gelmeyen talimin gerçekleşmeyeceğini bilemezlerdi.

"Bu..." derken sözü omzuna yediği sakinleştiriciyle bölündü Baş Kolcu'nun, karların üzerine yığılıverdi. Tam o anda 4. Kolcu ve 5. Kolcu dışında tüm rütbeliler aynı sebepten bayılıverdi.

Yetişkinler, çocuklardan daha iyi oyun oynardı.

***

Klonlar telaşa kapılıp bazıları yere çöktü, bazıları birbirine sarılırken bir yandan da çığlık attı. Bazıları silahlarına davranmıştı ki ateşlenemez halde olduklarını anlayıp afalladılar. Silahlarını yalnızca General kapatabilirdi.

Neler oluyordu? Bilmiyordu. Yabancı insan kokuları burnuna geliyordu.

Hayatlarını zindan edenler nasıl oluyor da böyle kolay vuruluyordu? Belli ki vuran kişiler istihbarat almışlardı, burada açık hava talimi olacağını önceden biliyorlardı.

Civciv, baygın Zakharova'yı izlemekten keyif aldı. Acımasız kadın acınası hâlde öylece duruyordu. Diğer komutanlar da kambur yan veya düz pozisyonlarda yere yığılmıştı. General ise kafasını taşa çarpmıştı, başından akan kan bembeyaz karları kızıla boyuyordu.

Tamam, komutanları sevmiyor olabilirlerdi fakat onlar olmazsa ne yapacaklardı? Henüz hepsi çocuktu, kendilerini koruyamazlardı bile. Philip tekinsiz hissetse de başına gelenlerden dolayı minnettardı.

O sırada koruma droidleri kapanıverdi ve uzaklardan hızla bir ekip yaklaştı, bu dört kişilik bir suikast ekibiydi. Civciv, onları dikkatle süzerken bir şey fark etti.

Oydu, dilenci adamdı. Temiz bir asker kaputu giyiyordu, elinde bir silah vardı ve doğrudan General'e bakıyordu.

"Sakin olun çocuklar! Daha sonra size açıklama yapacağız!" diye bağırdı Noskov, karların üzerinde baygın yatan General'in nabzına bakarken. Eline temiz bir mendil alıp General'in kafasına bastırdı ve hem kendi saçındaki, hem onun saçındaki aygıtı çıkardı.

"Gidelim." dedi içlerinden biri.

"Onu da vurdunuz," Anton'un, saçındaki cihazı çıkarırken hiddetle söylediği bu sözler ekibi etkilememişti.

"Bize gelen emir böyleydi." dedi içlerinden esmer olan bir kadın, soğukkanlılıkla.

"Kim verdi bu emri!?" dedi Anton, sinirlerine hakim olmaya çalışırken.

"Kendisi verdi." dedi sarı saçlı olan.

"Vaktimiz kısıtlı, uyanmasını bekleyemeyiz. Biriniz onu taşısın." dedi Noskov.

"Ben yolun yarısına kadar taşırım." deyip iç çekti Anton, ardından General'e yaklaştı.

"Diğer yarısında ben alırım." dedi dilenci.

Anton, sol kolu ile komutanın omzundan tutarak oturur duruma getirirdi, çömelerek sağ kolunu kumandanın bacaklarının arasından geçirdi. General'in vücudunu sağ omzuna aldı, sol eli ile onun sağ elini tuttu, ağırlığı dizlerine vererek kalktı.

Konuşulanları hasbelkader duyan ve olanları zar zor gören Philip, General de dahil kimseye zarar gelmemiş olmasını dileyerek iç geçirdi, neler olduğuyla ilgili teorilerine kulak asmamaya çalışsa da beceremedi ve çok konuşan zihniyle beraber karlara bata çıka ilerledi.

"Sadece bizi takip edin! Sorun yok! Sakin olun!" dedi Noskov, ardından cümlelerini birkaç kere tekrarladı. Bunun üzerine klonlar korka korka, konuşa konuşa onları takip etmeye koyuldu.

Karda yürürken çizmelerinin 'krisp, krasp' benzeri sesler çıkarmasının üzerine, bine yakın kişinin konuşması eklenince iyice gürültülü bir ortam oluşmuştu.

"Bizi nereye götürüyorlar?"

"Hiçbir fikrim yok."

"Kesin başka bir ülke bizi asker yapacak."

"Biz kusurluyuz, neden bizi kaçırıyorlar?"

"Onlar isyancı olmasın?"

"Firsov ve Noskov mu?"

"O dilencinin burada ne işi var?"

"General de isyancı mı?"

"Bence onu sorgulayacaklar, General'den bilgi almak istiyorlar."

"Neler olduğuna dair hiçbir fikrim yok."

"Rüya görüyor olmalıyız."

Bu söylemler klonlar arasında rüzgar gibi dolaşıp duruyor, sakin olup düşünmelerine izin vermiyordu. Kafalarındaki sorular bitmek bilmiyordu. Başka bir ülkenin askeri olurlarsa onlara nasıl davranılacaktı? Belki de asker değil işçi olacaklardı? Sonuçta yeterince güçlü kuvvetlilerdi. Belki denek, belki suikastçı, belki mafya...

Uzun bir yolculuğun ardından terk edilmiş bir hızyuvar istasyonuna varmışlardı. Normalin aksine bu hızyuvar oldukça büyüktü, yaklaşık sekiz yüz kişilik bir kapasiteye sahipti. Resmi olarak yıllar önce kapatılmıştı bu istasyon.

Philip istasyonun rutubetli, karanlık duvarlarından geçerken tüylerinin ürperdiğini hissediyordu. İstasyon ona girdiği hücreleri anımsatıyordu. Bu korkunç yerde geleceğinin belirlendiğini düşününce iyice ürkse de tüm bunları düzenleyenin LRDA olduğunu düşünüyordu o.

Çocuklar sırayla hızyuvara binmeye koyulurken dile getirmeye korktukları sorular akıllarının merkezine yerleşiyor, zihinlerini meşgul ediyordu.

Noskov onların dalgın olduğunu görünce açıklama gereği hissetti. "Bu bir hızyuvar. Bizi bir fabrikaya götürecek, orada çipleriniz çıkarılacak."

Philip çipten kurtulacağına öyle sevinmişti ki âdeta başı göğe ermişti. Özgürlüğe kavuşmak, kafasının içindeki uğultudan ve uyarılardan kurtulmak öyle cazip geliyordu ki bunu kimlerin yapacağı ya da ne kadar tehlikeli olduğu umrunda değildi.

Bu terk edilmiş istasyonda çalışır bir araç neden duruyordu, kimse düşünmüyordu. Neden kusursuz klonlar değil de hatalılar kurtuluyordu, bunu da düşünen yoktu. Nasıl olmuştu da vurulmuştu onca insan, nasıl kapanmıştı droidler? General bir şeyler yapmış olmalıydı.

Bu olay hayatlarını nasıl etkileyecekti? Tek düşündükleri iyi yönde etkilenecekleriydi. Ne zaman varacaklardı? Özgürlük için sonsuza kadar bekleyebilirlerdi. Varacakları yer neresiydi? Özgürlüğe hangi yoldan gittikleri önemli değildi.

Soğuktan yüzleri ve elleri kızarmış klonlar hızyuvarının kapsüllerine geçip yolculuğa hazır hâle geldiklerinde Firsov öksürdü ve derin bir nefes aldı.

"Bizler isyancıyız. Sizi LRDA Yer Altı Karargâhı'na götüreceğiz. Orada eğitileceksiniz. Onlar da sizin yeni eğitmenleriniz olacak." diye açıkladı.

LRDA... Yer altı... İsyan... Bu sözcükler defalarca, yeni baştan sarılan bir kaset gibi Philip'in zihninde tekrar edip durdu. Kelimeler hem çok yabancı hem de çok sıcak geliyordu ona.

"Yüzbaşı Dmitri İlyev, harp tarihi dersinize girecek." dedi ve elli yaşlarındaki dilenciyi gösterdi Firsov.

"Dilenci değilim, General'le haberleşmek için dilenci kılığına girmiştim." diye kendini açıkladı kel kafalı adam.

Philip ilk başta anlamlandıramadı, sonra General'in dilenciye tekme atması aklına geldi. O esnada ona bir aygıt yahut benzeri bir şey bırakmış olmalıydı.

Ardından, "Yüzbaşı Tiarna Danilova, yakın dövüş eğitimi." dedi ve baygın General'e nefretle bakan, kırk yaşlarındaki iri gövdeli kadını işaret ettiğinde kadın sessizce başını salladı. Kadın şüphesiz LRDA'nın en iyi askerlerinden biriydi.

"Yüzbaşı Andrei Vasilevski, yönetim ve organizasyon dersine." dedi ve bu kez sarı saçlı genç adamı gösterdi. Genç adam özgüvenle kafasını kaldırdı, zeki bir adama benziyordu.

Son olarak, "Ve Yüzbaşı Annika Yimrova, teknoloji dersine." dedi ve umursamaz görünen otuzlu yaşlarındaki kadını işaret etti. Kadın hiçbir tepki vermedi.

Tüm klonlar yeni eğitmenleri olacak komutanları merakla ve ilgiyle baştan aşağı süzüyor, inceliyordu. Üniformalarında yaprağın üzerinde bir insan ve insanın üzerinde çaprazlama duran iki kılıç sembolü vardı.

Yolculuk bitene kadar bu süreç aynen devam etti. Nihayet hızyuvar durduğunda aracı terk edip tekrardan açık havaya çıktılar ve bir müddet boyunca yeniden yürüdüler.

Civciv, komutanları süzmeyi bırakıp etraflarını dikkatle incelemeye koyuldu. Bembeyaz karla kaplı toprağa batan siyah çizmeleri kolayca fark edilebiliyordu, tıpkı siyah üniformalı esmer çocuklar gibi. Kuzeyden gelen rüzgar uzaklarda yağan tipiyi onlara getiriyor, küçük kar taneciklerini soğuktan kızaran yüzlerine vuruyordu.

Keskin gözleri etrafta başka bir insan göremeyince seslere dikkat kesildiler bu kez.

"Ne zaman uyanır?" diye sordu Firsov. Philip onun sesindeki bıkkınlığı anlayamadı ve cümlenin kurulma sebebinin endişe olduğunu zannetti.

"Statüsüne bağlı." dedi Dmitri İlyev.

"17/25."

"Her hangi bir opioid* almazsa 16 saat içinde uyanır." diye cevapladı yine aynı suikastçı.

"Zarar görmeyecek, değil mi?" diye sordu 5. Kolcu. Philip'in sormak istediği fakat çekindiği soruyu sormuştu sonunda.

"Kalıcı zarar görmeyecektir." dedi sakince Dmitri İlyev.

Philip rahatladı. General, onun kalbini onarmayı başarmıştı.

***

Opioid*: Morfin gibi etki gösteren kimyasal maddeler.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top