Bölüm 27 - Sınav


Philip; bildiği gerçekleri olduğu gibi anlatmış, herkes onu anlayışla karşılamıştı. Yalnız bazıları, Philip'e geç haber verilmesinden ötürü komutanlardan soğumuşlardı. Philip, bedeninde yapılan bu değişikliği çok daha önceden bilmeli, onun vücudunun kalıcı olarak değiştirilmesi için ondan izin istenmeliydi.

Kertenkele Müfrezesi'nin modifikasyon operasyonları bitmiş, zehir kullanımına ve Baykuşları etkisiz hâle getirmeye yönelik eğitimleri tamamlanmıştı. Bugün son defa sahte Baykuşlarla idman yapacak ve kendilerini gösterecekti. General, Fyodor ve Lukyan da onları izleyecek ve durum değerlendirmesi yapacaklardı.

Philip, yeniden sahaya inmeden önceki son sabahında antrenmana hazırlanıyordu. Üzerinde üniforması vardı, beline kartuş kemeri takmakla meşguldü. Artık cephane ve ilkyardım kitinin yanında, ceplerine ve kemerine doldurduğu bir şey daha vardı: panzehir.

Bu sınavdan sonra çeşitli bölgelere tayin edilecek ve yeniden görev yapacaklardı. Artık Baykuşlar'dan biriyle karşılaşma riski onlar için ciddi bir mevzu değildi.

Philip farklı yerlere mevzilendirilmeyi severdi. Yeni hayatlar yaşardı oralarda. Kendisi olmazdı ama yine de özgür hissederdi çünkü kimliğinin sınırlarını aşardı. Farklı yüzlerle, farklı yerlerde, farklı insanlarla tanışır ve bambaşka yaşam biçimleri keşfederdi.

Ülkenin farklı yerlerinden gökyüzüne bakmak huzur verirdi ona. Beş yıl âdeta bir hapishanede yaşadıktan sonra on yıl da yer altına mahkûm olmuş bir klon için çok şeydi gökyüzünü görmek. Evet, sırt roketi talimi için yer yüzüne çıktığında ürkmüştü gökyüzünden. İnsan bilmediğinden korkardı zaten. Ama zamanla gökyüzünü, denizi, ormanı, şehirleri, kasabaları sevmeyi öğrenmişti.

Yer altını sevmiyor değildi, yer altında evinde gibi hissediyordu. Ailesinin yanında, alışık olduğu ortamda yaşamak da güzeldi elbet. Uzun süre vazifeden dönmeyince yer altını özlerdi hatta. Kardeşleriyle bir arada, kimliklerini saklamadan, rahatça, aşina oldukları ve benimsedikleri bir yerde vakit geçirmek ona "aidiyet" hissi veriyordu. Taşlar yerine oturuyordu sanki yer altındayken.

Görev yapmayı sevmesinin bir başka sebebiyse politik görüşleriydi muhakkak. Devrim yanlısıydı ama demokrasi ile ilgili fikirlerinden emin değildi. Diktatör hükümetten kurtulacaklardı, insan hakları koruma altına alınacaktı, klonların da oy verme özgürlüğü olacaktı fakat doğru kişiye oy verildiği nereden bilinecekti? Yine de bu meseleyi fazla kurcalamıyor, ihtilal için heyecan duyuyordu.

Philip bu düşüncelerle yemekhaneye doğru adımlarını sıklaştırdı. İçeri girip yiyeceklere yaklaştıkça burnuna gelen lezzetli kokular yoğunlaşıyordu. Uzun zaman bir daha yer altına inmeyecekleri içinhiçbir masraftan kaçınılmamıştı anlaşılan.

Karabuğday ekmekleri yulaflı, keten tohumlu ve susamlıydı. Domatesler, salatalıklar ve peynirler tazeydi. Yumurta tereyağlıydı. Salamlar, jambonlar hafif baharatlıydı. Ballı-erikli darı lapasında gerçekten doğal malzemeler vardı. Patates kreplerinin ve pirozhkilerin kokusu her yere yayılmıştı. Sandviç Tüm yiyecekler iştah açıcı görünüyordu.

Kendine, baskın sabahı olduğu gibi bir bardak filtre kahve alarak başladı işe. Kahvaltıya erken gelmediği sürece bulamadığı kahverengi şekerden çok vardı bugün, kahvesini sade tercih edeceği hâlde ceplerine birkaç paket koydu. Bugün tatlı bir sürü yiyecek olduğu için şekere ihtiyacı yoktu ama yarın, boş bir eve geçici olarak yerleştirildiğinde ağız tadına uygun yemek bile bulamayabilirdi.

Bölmeli tepsisine ahududu reçeli, domates, peynir, salam, sandviç ekmeği, kızarmış yumurta ve pirozhki* alarak devam etti. Arkadaşlarının yanına otururken onlara bakmadı. "Günaydın." derken bile tüm dikkati, ahududu reçeli sürdüğü ekmeğindeydi.

Bir diğer sandviç ekmeğine domates, peynir ve salamları yerleştirdi ve üstünü kapattı. Tereyağlı kızarmış yumurtasına biraz baharat ekleyince ziyafeti tastamam hazır oldu. Heyecanlıydı, gözleri parlıyordu.

Önce, soğutmadan yumurtayı yemeye koyuldu. Baharatlı, yağlı, lezzetli yumurta ağzından kayıp gidiyordu sanki. Sonra pirozhkileri mideye indirdi. Et, mantar, pirinç ve soğanla doldurulmuş hamurları çiğnerken bitap düşmüştü. Nefisti. Yoğun, kahvaltı için biraz ağır kaçan tatları su içerek hafifletti.

Reçelli ekmeğini ısırırken içinde tarifsiz bir mutluluk vardı, uzun zamandır kahvaltının tadını çıkarmamıştı. Ahududu parçacıklarını yutarken hissettiği zevki tarif edemezdi. Ağzına dağılan gerçek meyve şekerinin tadını, filtre kahve ile dengeledi. Kahvenin sertliği, reçelin yumuşaklığı ile kontrast bir uyum içindeydi.

Taze kavrulmuş kahve çekirdeklerinden yapılmış filtre kahvenin acı tadı unutulmazdı. Ahududu reçelinin aroması insanı kendinden geçirebilirdi. Belki de yer yüzüne çıkmanın mutluluğunun da algılarına tesiri vardı.

Keyifle domatesli, peynirli, salamlı sandviçi yemeye koyuldu ara vermeden. Taze peynir, sulu domates ve kızarmış salamın ahengi kusursuzdu. Hayatının sonuna kadar kahvaltı yapmak istiyordu ama sonuna gelmişti artık.

Birkaç yudum su içtikten sonra yerinden kalktığında aklına Fyodor'un, Kertenkele mensuplarına kakaolu süt hazırladığı zamanlar geldi. Beş altı yaşındayken Philip, sütün her çeşidine bayılırdı. Sütün kadifemsi dokusuna hayrandı.

Ethan ise fazla sevmezdi kakaolu sütü. Fyodor bunu fark edince seçenekleri genişletmeye karar vermişti. İsteyenlere çilekli, muzlu, ballı, bademli, bisküvili, tarçınlı, vanilyalı ve karamelli gibi pek çok çeşit sunuyordu.

Philip her türlü tatlandırıcıya yakıştırırdı sütü. Bu kadar çok alternatif başını döndürmüştü. Bunca opsiyon onun hayal gücünün ötesindeydi. Yer altına inmeden önce bir kere bile sade süt içmemişti. Eskiden soluk renklere mahkûmken şimdi ise önünde koca bir renk kartelası vardı âdeta.

Heyecan, merak ve iştahla hepsini sırayla bir bir denemişti. İlk kez bir süt çeşidi denediğinde ondan mutlusu yoktu dünyada. Sütün yumuşak yapısı ağzına dağılırken gözlerini kapatır, tadını çıkarırdı. Aklının sınırlarını zorluyordu bu müthiş tatlar. Süt, yavaşça boğazını okşayıp midesine geçerken zevkten dörtköşe olurdu.

Bir yandan, birilerinin onun için bir şeyler hazırlaması şımartırdı onu. Fyodor'un kendi eliyle, yalnız Kertenkele mensupları için yiyecek içecek hazırlaması her Kertenkele üyesine değerli hissettirmişti şüphesiz. Klon Eğitim Tesisi'ndeyken birbirlerine bile tebessümden başka hediye veremeyen çocuklardı onlar. Böyle bir jest onlara neşe verdiği kadar şaşırtmıştı da.

"Hem karamelli, hem kakaolu olabilir mi, efendim?" diye sormuştu Nikolai. Onun yaratıcı, talepkâr ve cesur olduğunu düşünmüştü Fyodor. Oysa Ethan, şikâyet etme cesareti gösterememişti.

Fyodor gülümseyip, "Elbette." diye cevaplamış ve çeşitleri birleştirmeye izin verdiğini, isteyenlerin de sade süt içebileceğini beyan etmişti.

Sabah birer bardak, son ders birer bardak olmak üzere onlara verdiği bu ikram düzenli bir jest değildi, içinden geldiğinde ve yeterli malzeme olduğunda yapardı. Epey masraflı olduğundan, kimseye masraf çıkarmamak adına çocuklarla beraber sabahları koşu bandında koşarak enerji üretir, giderleri karşılarlardı.

Fyodor yetmezmiş gibi onlara elmalı kek, medovik pastası, tarçınlı çörek gibi tatlı hamur işi yiyecekler de hazırlardı. Klonlar hayretler içinde hayranlık ve minnet duyarlardı ona. Klonların gözünde Fyodor velinimetti o zamanlar.

Mutluluğun ve minnetin etkisi kısa süreliydi. Fyodor onları, duygusal şiddete dirençli olmaları için manipülasyonlarla ve psikolojik saldırılarla eğitmeye başladığında hepsinin içine güvensizlik tohumu ekilmişti. Fyodor'un gerçek yüzünü anlamakta zorlanıyorlardı, itimatları sarsılmıştı.

Philip, Fyodor'un yaptığı iyilikleri de ona verdiği sözü de unutmamıştı. Fyodor onlara, ilk kez kakaolu süt vermeden önce tek bir koşul öne sürmüştü.

"Nedir?" diye sormuştu Leonid, herkesin yerine.

"Sizin gibi her çocuğun kakaolu süt içme hakkına sahip olması için çabalayacağınıza söz verin."

"Nasıl yani, efendim?" diye sormuştu içlerinden biri.

"Birçok çocuk bu imkâna sahip değil. Hatta çikolata üretiminde çalışan çocuklar bile."

Philip şaşırmıştı, çocuk işçilerin varlığından bile bihaberdi.

"Fildişi Sahili diye, Afrika'nın batısında yer alan bir ülkeden gelir kakao. Ucuz kakao üretiminde genellikle çocuk işçi çalıştırılır. Yine Afrika'nın batısında bulunan iki fakir ülke olan Burkina Faso ve Mali'den kaçırılır bu çocuk işçiler. Ailelerini bir daha göremezler. Kakao toplamak zor iştir, çoğu çalışırken veya açlıktan ölür. Maaşları düşüktür. Genetik statüsü düşük halk ve evsizler gibi mezarları bile yoktur, kimsesizlerdir. Kakao ağaçlarına tırmanırlar, kakao meyvelerini kendilerinden ağır palalarla keserek toplarlar. O palalarla, çoğu zaman kendilerini yaralarlar. Kendi topladıkları kakaodan üretilen çikolatayı yiyemezler. Kakaolu süt içemezler. Ne aylık gelirleri ne de kısacık ömürleri yeter çikolata ve kakaolu sütle kendilerini ödüllendirerek büyümelerine."

Philip yutkunmuş, şaşırmıştı. Kusursuz klonlar dışında zor hayatlar yaşayan insanların varlığından bihaberdi.

"Tıbbi bir ürün olan hematojenlere kanlı çikolata derler ama asıl kan, şirketlerin sattığı çikolataların içindedir. Çocuk işçilerin, kimsesiz masumların kanı vardır onlarda."

Philip o gün hematojenin ne olduğunu bilmiyordu, artık biliyordu ama bilmemeyi tercih ederdi.

"Bu yüzden söz verin, çocuklar, herkese umut olacağınıza. Her topluluğun insan haklarını korumaya çalışacağınıza yemin edin. Ben de size her gün kakaolu süt vereyim."

Tüm Kertenkeleler söz vermişti o gün, adaleti savunmaya. Bazıları eskisi kadar umursamıyordu bu yemini ama Philip hiç unutmamıştı, unutmayacaktı.

Philip tüm bu düşüncelerle talim salonuna geldiğinde daha hırslıydı artık. Kendinden emindi ve biliyordu ki başarabilirdi. İnsanlığı kurtarmak için insan olmak yeterdi.

***

General, kendi kendine fakat sanki karşısında başkaları varmış gibi sayıklıyordu. Kuznetsov içinde biriktirdiği her şeyi ansızın kusar, nöbet geçirir gibi nutuk çekmeye başlar, kendi kendine şevk verir, sonra hızlıca sessizleşir ve bir sonraki nöbete kadar yine her şeyi içine atardı. Bilinçli yaptığı bir şey değildi, alışkanlıktı.

"Mağlubiyet olmadan zafer olmaz. Kazanmak için kaybetmek gerekir. Yengi, yenilgiyle kardeştir. Her savaşta bir bedel ödenir, biliyorum."

Sanki boğazında, çıkmaya çalışan bir şey var gibi boynunu dayadı elini. Tükendim, demek istiyordu. Boğazıma dayandı ve artık kusacağım.

"Ama her savaşta, yeniden, daima kayıp vermek insanı delirtiyor. Doğrusu ne zaman yorulduğumu unutacak kadar uzun zamandır yorgunum. Yorgun olmadığım vakitleri hatırlamakta zorlanıyorum."

Göz kapaklarını ve başını sanki taşıyamıyormuş gibi aşağı indirdi.

"Savaş alanı cehennemden beter bir yer. Cehennemde sadece günahkârlar azap çeker, oysa savaş alanında topyekûn bir millet ızdırap içindedir. Milyonlarca masum insan mağdur olur."

"Tüm bunları bilmeme rağmen iç savaş için bir ordu hazırladım. Cehennemden beter bir alanın temellerini attım. Çünkü dayanamazdım, göz yummaya katlanamazdım."

Çenesini kaldırdı.

"Bu ülkede modern kölelik, bir diğer adıyla klon kullanımı var. Doğduğundan itibaren kaderi belirlenmiş çocuklardan bahsediyoruz. Ölüme ve öldürmeye gönderilmek için hazırlanan çocuklardan söz ediyoruz baylar! Hayalleri, umutları, gelecekleri ellerinden alınmış çocuklardan!"

Tamamıyla hınç doluydu, öfkeden titreyecekti neredeyse.

"Bu ülkede dehşet verici ayaklanmalar, iç çatışmalar, arbede esnasında yaralanan hatta ölen masumlar var. Alt tabakadan olup, sadece yüksek dereceli memurlardan hıncını alabilmek uğruna kan dökenler var. Sırf ebeveynleri hükümet yanlısı olduğundan dolayı sakatlanan, hayatını kaybeden çocuklar var. Kesilen uzuvlarım, yüzümdeki yara izleri şahittir buna!"

Küçümser gibi bir ifade takındı.

"Bu ülkede, geçim sıkıntısından ötürü büyütemeyeceği bebeklerini poşete koyup çöpe atan vicdansız anneler var. Bir kadın, çocuğuna bunu nasıl yapabilir? Çöp kamyonunun gelip yenidoğan bebeğini paramparça etmesine nasıl müsaade edebilir? O bebeklerin seslerini kimse duymaz, poşetlerin ağzı açık olsa ve tüm gece çöpler alınmasa, bebekler sabaha kadar durmadan ağlasa da duyan olmaz onları. Çığlıklarla dolu bu dünyada herkes sağır olmuş!"

"Bu ülkede, eve sarhoş gelip ailesine şiddet uygulayan korkunç 'baba'lar var. Baba demek yakışmaz onlara, hak etmezler. İki evladımı da toprağa vermiş bir babayım ben, ikisini de canımdan çok severdim. Ne derece ahlaksız bir adam; nasıl olur da kendi yetersizliği, güçsüzlüğü ve ahmaklığının getirdiği içten gelen ezilmeyi masum bir çocuktan çıkarabilir? Kendi saygısını bile kazanamayacak kadar beceriksiz bir adam, çocuklarına el kaldırmayı nasıl kendine hak sayabilir? Dayak atmaktan elleri nasır tuttuğunda bir de çocukları suçlarlar!"

Yumruklarını sıktı.

"Bu ülkede, geceleyin acil bir mevzudan ötürü eczaneye giderken istismara uğrayan ve bıçaklı saldırıya kurban giden kadınlar var. Kadınlar geceleri dışarı çıkmaktan korkmamalı, bu ülke tüm Rus halkının. Bu sokaklarda halk özgürce dolaşamadıktan, eve hapsolduktan sonra düşman işgalinden farkı mı kalır, söyleyin!"

General cevap beklemiyordu, doğrulanmaya ihtiyacı olmazdı.

"Nasıl bir tiksinç varlık, bir başkasının bedenine izinsiz dokunmaktan utanmaz? Böylesi iğrenç yaratıklar, kendilerine 'güçlü erkek' olduklarını kanıtlamak için bu yollara başvururlar. Çünkü aslında zayıf ruhlu, bencil, ezilmiş ve şeref yoksunu olduklarını bilirler!"

"Bu ülkede açlıktan ölmemek için rehin bırakacağı bir sonraki eşyayı seçmeye çalışırken uykusuz kalanlar, gün doğmadan kendini asanlar var. Aç kalmamak uğruna sürekli bir şeyler kaybetmekten yorulur, kaybedeceği bir şey kalmamasından korkarlar. Böyle bir hayata direnç göstermektense kendi canlarına kıyarlar."

"Bu ülkede sığınacak hiçbir yeri olmayan, donarak ölen evsizler var. Kar veya sepken yağdığında kimse kabul etmez onları. Dükkânlara girseler müşteri olmadıkları belli olduğundan kovulurlar, istasyonlarda kalsalar bekçiler onları çıkartır, apartmanların önünde bekleseler ev sahipleri istemez onları. En sonunda bir binanın önüne, yolun köşesine, kaldırıma, bankın üstüne yahut mezarlıktaki bir ağacın dibine yığılır kalırlar. Morarır, hipotermi geçirir, hissizleşir ve ölürler. Cesetlerine rastlayanların çoğu tepki göstermez, sadece bedeninin şişmesini izlerler. Eğer insaflıysa haber verir, merhum şanslıysa sırası geldiğinde kimsesizler mezarlığına gömülür. Böcekler tarafından yenmek, çürüyüp toprağa karışmak için bile şanslı olmak gerekir!"

"Bu ülkede genetik statüsü sebebiyle mezarı bile olmayan insanlar, hastaneye yakın bir çukura fırlatılan cesetler var. Hastaneye alınmaz çoğu, alınanlar da nitelikli bir tedavi göremez. Klonlar onlara naftalin döker, çırılçıplak hâlde diğer cesetlerin üstüne fırlatırlar. Ölülerine bile saygı duyulmaz onların!"

"Bu ülkede genetik modifikasyon vaat edip insanları dolandıran ve parayla beraber ortadan kaybolan sözde doktorlar var. İnsanların umuduyla oynar, belki yıllarca biriktirdikleri parayı da ümitleriyle beraber alır, utanmadan harcarlar."

"Bu ülkede organ mafyalarına çalışan acımasız cerrahlar var. Kaçırılmış veya yoksulluktan kendi rızasıyla gelmiş zavallıları acımasızca deşer, sahip olduğu tek şey olan bedenlerini bile kısmen ellerinden alır onlar. Hipokrat yemininin sadece adı kalmıştır artık!"

"Bu ülkede iş bulamadığı için tek sermayesi olan kendini harcayanlar, satanlar var. En azından midesine bir lokma bir şey girsin diye karaciğerini, böbreğini satanlar var. Feda ettiklerinin değerini alamazlar asla. Yarım kalan vücutlarına iyi bakamazlar ve hastalanıp bir köşede ölürler. Denek olarak kullanılmaya gönüllü olanlar var, bir başkası envai çeşit hayvanın genini kullansın diye laboratuvarlarda harap olurlar. Damarlarındaki kan çekilir, yerine kim bilir ne doldururlar.
Bir de, hiç olmazsa bir sabah soğuktan donarak uyanmamak, gece yatarken soğuktan felç olma kaygısı taşımamak için başkalarının yatağında yatan kadınlar var. Sabah olduğunda gözyaşlarına boğulur, yaşlanınca bir köşeye atılırlar. O zaman ellerinden sadece ölümü beklemek gelir."

"Bu ülkede karşısına alt tabaka çıktığında fren yapmayan şoförler var. Trafik cezası, geç kaldıklarında maaşlarından kesilecek miktardan azdır. Maaşlarını tam almak uğruna karşılarına ne çıktığına bakmazlar, durmazlar. Çığ gibi ezer geçerler, tekerlekleri kanlansa da umursamazlar. Nasıl olsa kan kolay yıkanır, para zor kazanılır!"

"Bu ülkede, istikbali satın almak için başkalarını satın alan yolsuzlar var. İşverenler diploma satın alır, işletmelerinde gerekli kişileri çalıştırmazlar. Memurlar işe vaktinde gelmez, vazifelerini layıkıyla yapmaz, işlerini başkalarına yüklerler. Öğrenciler üniversite tezlerini başkalarına yazdırır, çocuklar bile ödevlerini başkalarına yaptırırlar çünkü normal gelmektedir çoğunluğa. Birine iltimas geçmek ülkemizde öyle yaygındır ki legal olduğunu zannedenler vardır. Hak edenin hak ettiği yerde olmadığı bir ülkede adalet ve başarı yoktur."

"Bu ülkede iş kazası yüzünden ölen veya sakat kalan, tedavi masrafları ödenmeyen, üstüne üstlük işsiz ve başıboş bırakılan işçiler var. İnşaat sahasında derme çatma iskeleler yüzünden felç kalanlar, elektrik arızalarını düzeltmeye çalışırken elektrik akımına kapılanlar, sülfürik asitle bacakları yananlar var. Bir de bu durumdaki insanlara yardımı esirgeyen şirketler var! Birisini tekerlekli sandalyeye mahkûm edip, bir daha çalışamayacak durumdaki bu insana hakkı olan sigortayı ödemeyen insafsızlar var!"

"Bu ülkede yemeğinden iğne, jilet veya cam kırığı çıktığı için can çekişerek ölen sokak hayvanları, yaşam alanları fütursuzca tahrip edildiği için nesli tükenmekte olan canlılar var. Hayvanların yemeklerine kesici alet koyan, acı acı bağırırken boğazlarının yırtılışını seyreden psikopatlar var!"

"Bu ülkede adaletsizlik var, yoksulluk var, adam kayırma var, acımasızlık var, cehalet var, liyakatsizlik var, tabakalaşma var, zulüm var!"

"Bütün bunları, en azından bir süreliğine durdurmak ve azaltmak için çabalıyorum ben. Sonsuz barış ve huzur mümkün değil ama bu derece korkunç bir dünyada yaşamak zorunda değiliz. Bunu, hiç olmazsa bir yere kadar durdurmak, sınırlamak zorundayız."

"Benim de klonları kullanacağımı söylüyorlar. İradelerini önemsemeksizin onları devrime sürüklediğimi... Hayır, ben sadece onlara özgürlükleri için mücadele etmeyi zaruri kılıyorum. Sadece onları değil, haksızlığa uğrayan siviller de eğitim alıp silahlanacak. Milis kuvvetler kullanacağım. Bu onların savaşı, kaçacak yer yok. Özgürlük için bedel ödeyecekler, herkes gibi."

"Bu benim savaşım gibi görünüyor, değil. Elbette ben de savaşacağım ama bu benim mücadelem değil. Ben çoktan kazandım ve çoktan kaybettim. Birkaç ayı kalmış bir adamım, dünyadan borcumu alıp gideceğim."

"Ama iyi bir dünya miras bırakmak zorundayım, zorundayız. Çocuklar bunu hak ediyor. İnsanlık için yapmalıyız. Özgürlük muhakkak savaşla kazanılabilir. Biz savaşacağız, herkes savaşacak. Elinde silah olmayanlar, kendi içinde savaş verecek. Savaşacağız ve kazanacağız. Çok şey feda ettik, karşılığını alacağız."

General ansızın sessizleşti, son nefesini verir gibi güçlü bir nefes verdi. Saate baktı, tam vaktiydi. Lojmanından baskın adımlarla çıktı, talim salonuna ilerledi. Askerlerin ısınma turları sona ermiş olmalıydı, Baykuşlar'la baş edebileceklerini göstermenin zamanı gelmişti.

General antrenman alanına girdiğinde tüm askerler sırayla dizilip selam durmuştu hemen. Kuznetsov onlara baş selamı ile karşılık verdikten sonra zorlukla seçilebilecek biçimde tebessüm etmişti.

Philip onu dinç görünce hem mutlu olmuş hem de iç sıkıntısından kurtulmuştu. Omuzlarındaki hayalî askılar çıkmıştı da rahata ermişti sanki. Ona geç kavuşmuştu ve erken veda edecekti ama önemi yoktu, herkes şu an için sağlıklıydı ve mühim olan buydu.

Gururlu bir tavırla söze girdi. "Ben aranızda değilken yaptıklarınızdan anbean haberdar oldum. Modifikasyon ve entegrasyon süreçlerinizin başarısından kıvanç duyuyorum. Hepinizi takdir ediyorum."

Klonlar aynı anda tek kelimeyle, yüksek sesle teşekkür ettiler.

"Ancak Muteber Yarbay Fyodor Sergeyeviç Kuznetsov'a yaptığınız saygısızlığa, mütecaviz eylemlerinize kayıtsız kalacak değilim. Birtakım safsatalara kulak asmanız yersiz bir atılganlık. Hiçbir muvazzaf subayın veya astsubayın sadakatini sorgulamakla mükellef değilsiniz. Önce kendi yükümlülüklerinizi yerine getirin. Spekülatif düşüncelerinizin sona ermesini, cari istihbarat elde etmedikçe kimseyi suçlamamanızı emrediyorum. Aksi takdirde, hakkınızda başlatılacak işlemler aleyhinize olacaktır."

Klonlar pişmanlıkla başlarını eğdiler. Leonid her zamanki gibi öne çıkıp, "Bağışlayın efendim, bir daha olmayacak." dedi utançla.

"Olmayacak." diye bastırdı Kuznetsov.

"Şimdi, Baykuş droidlerle karşı karşıya son kez çatışmaya gireceksiniz. Pozisyon alın ve başlayın." dedi ve herkese hareket izni verdi General.

Kertenkele subaylarının amacı onları öldürmek değildi. Onları etkisiz hâle getirdikten sonra çiplerini zayıflatmak, onlara bir teklif sunmak, kabul etmezlerse onları öldürmekti. Baykuş droidler de eğer düşmanlarını, esir alınamayacak kadar tehlikeli görmedikleri sürece öldürmeyeceklerdi. Kertenkele askerlerini tutsak etmek için programlanmışlardı.

Kertenkeleler saldırı duruşuna geçerken General, polikarbonattan yapılma basınca dayanıklı ve kurşun geçirmez camın ardındaki yerine oturdu. Onun ardından Fyodor ve Lukyan da yanlarına geçtiler.

Philip başarılı oldukça test edilmeyi sevmeye başlamıştı. Kendini işe yarar hissediyor, çalıştığının karşılığını aldığını düşünüyordu. İncil'de rastladığı paragraf geldi aklına: "Göklerin Egemenliği, denize atılan ve her çeşit balığı toplayan ağa benzer. Ağ dolunca onu kıyıya çekerler. Oturup işe yarayan balıkları kaplara koyar, yaramayanları atarlar.*"

Tanrı bile faydalarına göre ayırıyordu yarattıklarını. Philip, işe yarar ve kararlı bir asker olduğunu bir kez daha gözler önüne sermek için hazırdı. Varoluşunun gereksiz olmadığını, devrimde etkin rol olacağını kanıtlayacaktı.

General'in işaretiyle çatışma başladı.

Baykuşlar hedeflerine mermi yağdırmaya başlamıştı. Philip hızla eğilip takla attı ve çevik hareketlerle tüm atışlardan kurtuldu. Siper alacak yer bulduğu gibi yere çöktü. Tüm dikkatiyle nişan alırken Baykuşlar'dan birinin yaklaştığını fark etti. Baykuş nişan alacakken hızlıca eline geçirdiği demir plağı kalkan olarak kullandı ve üzerine yürüdü.

Baykuş kanatlanacakken Philip eğilip demir plağın açısını değiştirdi, daha yukarı doğru tuttu. Baykuş onun arkasına geçecekken Philip geriye döndü. Her ikisi de kurşun israf etmemekte kararlıydı.

Sırt roketleri duvarın dibindeydi, ona ulaşmaları için mücadele vermeleri gerekecekti. Baykuşlar kanatlanmıştı, Kertenkeleler uçamıyordu.

Philip peşinde Baykuş'la eğik, dengesiz bir yapıya çıkıp geri geri yürüdü. Zıplayıp tavandaki borulardan birine tek eliyle tutundu, sallandı ve dengesiz yapıyı ayağıyla ittirdi. Baykuş dengesini kaybedince bir kez daha sallandı ve bu kez Baykuş'un eline tekme attı. Baykuş silahını düşürmeyince Philip geri çekildi ve koşarak bir kolonun arkasına saklandı.

Philip demir plak ve kolonla kendini koruyordu. Baykuş, onu vuramayacağını anlayınca yukarıdan üzerine çullandı. Philip koştu ve eğilip yerde kaydı. Ayağa kalktığında Baykuş tam arkasındaydı. Baykuş'un tüfeğinin namlusunu kavradı ve kendine çekip ucunu başka yöne çevirdi. Baykuş onun bileğine tekme atacakken sıçradı ve onun ayağına bastı. O zıplayınca Baykuş tüfeği çekiştirirken diğer eliyle Philip'e aparkat attı. Philip acıyla inlediyse de tüfeği bırakmadı ama demir plağı bıraktı.

Baykuş Philip'in yüzüne kroşelerle saldıracakken Philip tek eliyle Baykuş'un kolunu tuttu ve çekti. Baykuş kolunu kurtarıp tek eliyle Philip'in boğazını sıkmaya başladı. Philip onun elini biraz olsun gevşetti ve onun elini hafifçe yukarı kaldırdı. Vücudunu çevirip boğazını kurtardı, tüfeği tutmayı bırakmıştı.

İki eliyle de Baykuş'un kolunu tuttu ve yan çevirdi. Baykuş tüfekle beraber yarım metre havalanmaya kalkınca Philip arkasına geçti ve kolunu onun boynuna doladı. Dirseği, çenesinin hizasındaydı.

Baykuş tüm gücüyle öne eğildi. Philip, Baykuş'un önüne düşerken onun belinden bir avcı bıçağı kaptı ve onun kanatlarına sapladı. Baykuş haykırdı ve sırtına uzandı. Tek eliyle bıçağı çekip çıkardı ve Philip'e fırlattı. Philip yuvarlanıp kurtulunca bu kez tüfeği Philip'e doğrulttu. Aynı anda Philip de onu silahıyla hedeflemekteydi.

Birbirlerine bakarak daire çizdiler. Doğrultularını değiştirmediler, ta ki bir başka çatışmadan gelen kurşun yanlarından geçene dek. İkisi de odağını kaybetmişti artık, başka mermileri de hesaba katmak zorundaydılar. Her ikisi de birer kolonun arkasına saklandı.

Birbirlerine ara sıra ateş ediyor, birbirlerini yokluyorlardı. Philip, avantajlı olduğunun farkındaydı.
Baykuş yaralıydı ve kendine pansuman yapması mümkün değildi. Bunu fırsat bilerek var hızıyla sırt roketlerine doğru koştu. Kendine ait olanı sırtına geçirdiği gibi çalıştırdı ve havalandı.

Havadayken açık hedef olduğundan omuz boşluğuna sahte bir mermi isabet etti. Her iki tarafın da silahları simülasyonun parçasıydı, delici ve kesici aletler ise gerçekti.

Mermi gerçek değildi ama acısı gerçekti. Etinin delinerek parçalanması aklını işgal etmişti. Merminin yakıcı sıcaklığı kanına karışmıştı da beynini kavuruyordu sanki. Acıyla bağırdı, yerini iyice belli etti. Bunu fark edince hemen kolonlardan birinin arkasına saklandı.

Kas koordinasyonu bozulmuştu, hareketleri kısıtlanmıştı. Baykuş gibi deforme olmuştu ama hâlâ savaşabilirdi. Toparlanması gerekiyordu, acı dikkatini dağıtmamalıydı ama dayanamıyordu. Omzu yanıyordu, gövdesinde yangın vardı, köprücük kemiğine bomba atılmıştı sanki.

Belinden bir adrenalin iğnesi çıkardı. Baykuş, onun hazırlıksız olduğunu gördü ve sinsice yaklaştı. Philip enjektörü önce kendine, içindeki adrenalin bitince hemen arkasında aniden havada beliren Baykuş'un boynuna sapladı.

Baykuş'un boynundan yapay kan fışkırırken Baykuş dengesini kaybetti. Bacaklarını Philip'e doladı ve kendiyle beraber onu da aşağı çekti. Belinden çıkardığı karambitle, Philip'in yaralı omzuna derin bir çizik attı. Philip karambiti sertçe çekerek ondan aldı ve zaten zor dayanan Baykuş'un boğazına kesik attı. Cansız bedeninden, kendi kanında boğulmasına yetecek kadar çok kan fışkırmıştı. Boğuk sesler çıkararak yere yığıldı.

Philip'in durumu kötü değildi ancak kan kaybından bilincini yitireceğini düşündü. Omuz boşluğu oyulmuştu âdeta. Dişlerini sıktı, bu kez bağırmadı.
Küçükken yere düştüğünde ağlamayan bir çocuktu Philip. Doğuştan bir askerdi.

Az önce boğazını keserek öldürdüğü Baykuş'un zaten çoktan yaralanmış olduğunu fark etti. Kendisi yaralamamıştı, bu droid ilk mücadele ettiği değildi. Birinin yarım kalan işini bitirdiğine sevindi. Burada daha çok teke tek mücadele ediyor olsalar da savaş alanında topyekûn çatışmaya gireceklerdi.
Organize değillerdi çünkü gerçekte de ne zaman, kiminle beraber Baykuşlar'la karşılaşacaklarını bilemezlerdi. İşlerini tek başlarına halletmeyi öğrenmelilerdi.

Yeniden sırt roketini çalıştırdı. Kendi yaraladığı, başından beri mücadele ettiği Baykuş'u gözüne kestirdi. O droid artık uçamazdı. Bu yüzden ona arkadan, yüksekten var hızıyla yaklaşarak bacaklarını onun boynuna doladı. Nişan almaya, fark edilmeye zaman bırakmamıştı.

Çırpınan Baykuş'u bir kolonun arkasına çekti. Baykuş bu mesafeden ona ateş edemezdi. Kurtulmaya çalışırken belli etmeden çizmesinin içinden bir sustalı bıçak çıkarıp kilidini açtı ve Philip'in uyluğuna batırdı. Bıçak derine inmeden Philip, iki eliyle Baykuş'un kolunu tuttu ve bileğini ısırmaya çalıştı. Baykuş bıçağı fırlatıp öbür eliyle yakalayınca Philip, onun diğer kolunu tuttu ve parmaklarını zorla açtı. Bıçak yere düştü.

Philip biraz daha havalandı, Baykuş'u daha yukarı kaldırdı.
Baykuş nefessiz kalmak üzereydi. Kollarını göğsünde sıkıca birleştirmişti, Philip'in onu kolundan ısırması imkânsızdı. Philip onun havasızlıktan boğulmak üzere olduğunu görünce boynundan ısırmak için onu yüksekten bıraktı. Yere düşer düşmez Baykuş hemen toparlandı ve koşmaya başladı. Philip yerden bıçağı aldı ve yeniden havalandı.

Philip üzerinden uçarak yolunu kesecekti fakat Baykuş artık daha temkinliydi, rakibini küçümsemiyordu. Onu tutsak edemeyeceğinin farkındaydı. Philip tavana uçtu, borulardan tutunarak uçtu. Sırt roketi sırtını koruyordu, yüzü tavana dönüktü, bacakları açık hedefti. Başında emniyet kaskı vardı. Boynunu kollarıyla korudu. Baykuş, silahıyla kusursuzca nişan aldı, Philip kaçamadı, kolundan vuruldu.

Philip tüm alanı haykırışıyla inletti. Kolu parçalanmış olmalıydı. Pazu kemiği kırılmıştı, irili ufaklı parçaları kaslarına batıyordu. Sinirlerini kesilmişti, kan kaybı başını döndürmüştü. Acıdan delirmek üzereydi sanki. Bu hissi daha önce de denemişti ama alışması mümkün değildi.

Kopmak üzere gibi hissettiği kolunu korumak ister gibi tuttu. Kurnaz, aşağılık Baykuş bilerek kolunu hedef almıştı çünkü bacağından vurulsa rahatlıkla uçmaya devam ederdi Philip. Oysa şimdi sırt roketini tek eliyle kullanmakta zorlanıyordu.

Yalpalayarak, kolonların arasında bir görünüp bir saklanarak Baykuş'un üzerine uçtu. Dengesiz hareketi sebebiyle Baykuş onu hedefleyecek zaman bulamadı. Sonunda, yaralı bir kuş gibi aşağı düştü. Baykuş'un çok yakınındaydı. Ansızın boynundan tutup var gücüyle bastırdı ve çökmesini sağladı. Baykuş eğilir eğilmez Philip dizini, onun böğrüne geçirdi.

Baykuş, tabancasının namlusuyla Philip'in çenesine vurdu ve onu tehdit etti. Philip'in ağzına kan tadı geldi. Dişi kırılmış, dilini ısırmış, dili kesilmişti. Aldırış etmedi, adrenalin damarlarındaydı.

Philip teslim oluyor gibi göründü fakat Baykuş, onun ellerini arkasında kelepçeleyecekken geriye doğru bir tekme savurdu. Belindeki tabancaya uzandıysa da Baykuş ondan hızlı davrandı ve tabancayı aldı. Ancak Philip onun çok yakınındaydı ve tabancayı ele geçirmek için hâlâ şansı vardı.

Baykuş onu vuracakken eğildi ve hızla kalkıp kolunu büktü. Hâlâ belinde olan sustalı bıçağı çıkarıp Baykuş'un boynuna dayadı. Baykuş tabancayı beline astı, böyle giderse ikisi de hareket edemezdi. İki eliyle Philip'in bıçak tutan kolunu tuttu ve dirseğine baskı yaparak kolunu aşağı çekti. Diğer eliyle hâlâ Philip'in elini sabit tutuyordu. Bir eliyle tutarken diğer eliyle bıçağı aldı. O aralıkta Philip, onun belindeki tabancayı çekti. Baykuş tabancayı çekmeye çalışınca Philip nihayet tabancayı uzağa fırlattı.

Baykuş, Philip'ten aldığı, hâlâ elinde olan sustalı bıçağı Philip'e doğru tehditkâr biçimde salladı. Philip kendini geriye çekip bıçak tutan kolunu büktü ve arkasına geçip onun kolunu kanatlarına yasladı. Diziyle Baykuş'un kanatlarına baskı yaparak öne doğru eğilmesini sağladı. Bileğini iyice büküp bıçağı ondan aldı. Tam boynuna dayayacakken Baykuş ondan kurtulmayı başardı ve arkasına dönüp Philip'in kasıklarına tekme attı.
Philip bıçağı düşürdü ama ayağıyla onu da uzağa fırlattı, silahlar başına bela olmuştu.

Baykuş Philip'e kroşe ve aparkatlarla saldırmaya başlayınca Philip onun kollarını tuttu, başıyla Baykuş'un köprücük kemiğiyle omuzun birleştiği yere kafa attı. Baykuş dengesini kaybedince bacağını onun bacağına doladı, onun diz ardını bacağıyla kendine çekti. Baykuş yere düştü fakat hemen geri kalktı.

Philip Baykuş'a tekme atmaya çalıştı, Baykuş onun bacağını yakaladı. Bu sefer Baykuş, bacağını Philip'in bacağına dolayıp çelme taktı. Philip yere düşünce Baykuş onun üzerine basacakken Philip sağa kaydı ve kurtuldu. Uzaklaşıp ayağa kalkarken Baykuş ona yerde bulduğu demir plağı fırlattı. Philip yüzünü korudu fakat bileği çizildi. Yere düşen levhayı kendini korumak için alacakken Baykuş metal plağa bastı. Philip doğrulurken Baykuş ayağını, levhanın altına soktu ve ayağının ucuyla metal plağa vurarak havaya kalkmasını sağladı. Levhayı eline aldı ve savunmaya geçti.

Philip, uçarak Baykuş'un üzerine çullandı. Baykuş'a ne kadar hem bıçakla hem boştaki eliyle saldırdıysa da hamleleri boşa çıktı, Baykuş hepsini karşıladı. Philip bir türlü levhadan kurtulamadı. Sonunda, Baykuş'un levhayı kavradığı eline bıçak saplamaya çalışırken aynı anda dizine de var gücüyle tekme attı. Baykuş öne doğru belli belirsiz eğilince Philip, dizini karnına geçirdi. Baykuş'un iç organları birbirine girmişti, midesi karaciğerini sindiriyordu âdeta. Philip onun taviz vereceğini düşündüyse de Baykuş, çevik bir hareketle Philip'in elindeki bıçağı kaptı.

Philip daha fazla saldırıda bulunduğunda nihayet plağın sivri ucunu Philip'in karnına sapladı. Philip, duyduğu derin acıyı göz ardı etti ve geriye çekilip plağı da kendine çekti. Plağı uzağa fırlattıktan sonra yeniden mücadeleye devam etti. Plağın açtığı kesik derin değildi.

Baykuş bir elini yumruk yaptı, saldırı pozisyonu aldı ve bıçağı Philip'in boynuna doğrulttu. Philip onun iki kolunu da tutunca Baykuş zıpladı ve vücudunu tam tur döndürdü. Philip, Baykuş'un bir kolunu bırakmak zorunda kaldı. Baykuş'un bıçak tutan elinin bileğini hâlâ kavramaktaydı. Tam bileğini çekip ısıracaktı ki
Baykuş bıçağı havaya attı, Havada manevra yapan bıçak Philip'in alt çenesinde ufak bir kesik açtı. Baykuş hızlı davranıp Philip'ten önce öbür eliyle bıçağı tuttu ve onun göğsüne saplamaya çalıştı. Philip Baykuş'un kolunu tutup tüm gücüyle kendine çekti, ön kol kemiğini yerinden oynatmıştı.

Baykuş acıyla inledi, kolunu geri çekemedi. Philip onun üniformasını yukarı sıyırdı ve kolunu ısırdı, kısmen çiğnedi, zehrini bıraktı. Baykuş'un gözleri yerinden fırlayacak gibi oldu. Hızla doğrulmaya ve mücadele etmeye çalıştı ama fazla kıpırdayamadı. Bedeni üzerindeki kontrolünü kaybediyordu. Hareket kabiliyeti gitgide, içten gelen bir tutuklukla azaldı ve sonunda kayboldu.

Philip, sırt roketinin gizli bölmesinde bulunan enjektörü çıkardı. Baykuş'un kötücül bakışlarına tezat iyi niyetliydi. Çipin etkisini zayıflatmak için gerekli kimyasalı, Baykuş'un  bileğine zerk etti. Kimyasalın kanında dolaşmasını, çip taşıyan doku hücrelerine saldırmasını bekledi. Nihayet etkisini gösterdiğini düşündüğünde ona iki seçenek sundu.

"Hükûmetin sizi kontrol etmesini durdurmak senin elinde. Bize katılıp iradeni kazanabilirsin. İntikam almak istediğini biliyorum. Sizi insan müsveddeleri olarak gördüler. Kullandılar. Bize katılmaktan çok onları yerle bir etmek istiyorsun ve bu senin hakkın. İradeni yıllarca senden çaldılar."

"Seni kurtaracak değilim. Seni kurtarmak bir tek senin elinde. Ya devrimle yükselir, ya hükûmetle düşersin."

Ve simülasyon sona erdi. Sınav bitmişti.

***

hematojen*: İnek kanında bulunan proteinden yapılan bir tür çikolata. Genellikle düşük kan değerleri olanlar, sağlık sebeplerinden ötürü tüketir.

Göklerin Egemenliği, denize atılan ve her çeşit balığı toplayan ağa benzer. Ağ dolunca onu kıyıya çekerler. Oturup işe yarayan balıkları kaplara koyar, yaramayanları atarlar.*: Matta 13: 42-48

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top