Bölüm 18 - Mum Işığı
Philip uyandığında revirdeydi, bunu anlaması için gözlerini aralamasına bile gerek kalmamıştı. İlaç kokusu, droid sesleri, yatağın yumuşak dokusu, ortalama sıcaklık... Tüm bunlar onun mayışmasına sebep oluyordu.
Helikopteri terk edeli bir gün olmuştu. Takip edilmemeleri için üç dört kez araç değiştirmiş, bir müddet yürümüşlerdi. Yer altı tesisine indiklerinde Philip, Darnir ve Casimir ilk olarak revire gönderilmişti. Darnir iyiydi fakat Philip ve Casimir daha tam olarak iyileşmemişti.
Philip hemen hemen bir saattir revirde uyukluyordu. Sırtında ve başında hissettiği hafif ağrı dışında gayet sağlıklıydı. Açık havada onca saat vakit geçirdikten sonra yer altının ağır, basınçlı havası onu rahatsız ediyordu.
Sağ kolunun üzerine yattığı için yüzü, yanındaki koltuğa dönüktü. Koltukta Darnir'in oturduğunu gördüğünde uzun süre durakladı. Darnir düşünceliydi, yer fıstığı kabuğu gibi açık kahverengi gözlerine gölge düşmüştü.
"Casimir yanımda, hepimiz iyiyiz, görevi başardık."
Philip iç geçirdi. "Öyleyse neyin var?"
"Hiç."
"Ağzından kerpetenle laf almak zorunda mıyım, Darnir?"
Darnir omuz silkti. "Gerçekten, bir şey yok, Philip. Sadece kuruntular. Şimdilik sadece her şey normale dönmüş gibi davransak?"
"Tamam." dedi ve sessizliğe gömüldü Philip.
"Sizi kontrol ederler, sonra koğuşa döneriz." diye açıkladı Darnir. Kendi kendine konuşuyordu.
"Kutlama yapalım." dedi Casimir. Öneri değil emirdi söylediği.
"Ne için?" diye sordu Darnir. Göz ucuyla Casimir'in gitgide öfkelenen yüzüne baktı.
Casimir sıkıntıyla nefes verdi. "Cidden mi, Darnir? İki Baykuş'un işini bitirdik!"
"Bizi hafife aldıkları için." diye cevapladı Darnir, umursamaz bir tavırla.
"Kimin umrunda? Sonuçta öldüler. Eğer bizi hafife alacak kadar aptallarsa onları gözümüzde büyütmeye gerek yok."
Casimir'in öfkesi bir kreşendo misali giderek yükseliyordu.
"Abartma, Casimir." dedi alayla Philip.
"Sadece bir tanesi, üçümüzü de yaraladı." diye açıkladı Darnir.
"Ama öldüremedi. Önemli olan bu." dedi Casimir.
Bu sefer Philip açıklamaya koyuldu. "Çünkü öldürmek istemedi. Canlı canlı ele geçirmek istedi. Diğer Baykuş'un bizi yakalayacağını zannetti."
Casimir göz devirdi. "Bizi doğru düzgün yaralamadı bile. Öteki Baykuş, helikopter sayesinde vurulmasaydı bile bizi yakalayamazdı. Hâlâ uçabilir durumdaydık."
Darnir umutsuz, derin bir nefes aldı. "Yüzlerimizin sahte olduğu açığa çıktı. Biraz daha konuşsaydı işimiz bitmişti."
"Fyodor bunun o kadar da önemli olmadığını söyledi. Sonuçta yüzümüzü nasıl gizlediğimizi bilmiyorlar. Panik yapacaklar." dedi Casimir.
"Tedbir alacaklar." diye düzeltti Darnir.
"Elimizden geleni yaptık. Gerisini Fyodor düşünsün." dedi hırçın bir tavırla Casimir.
Darnir oturduğu yerde doğruldu. "Sence o aptal kuş neden intihar etti, Casimir?"
"Onu canlı canlı ele geçirmeyelim diye." dedi Casimir.
Darnir başını iki yana salladı. "Hayır. Takviye kuvvet isteyebilir, hakkımızda öğrendiği diğer şeyleri ihbar edebilirdi."
"Öyleyse neden?" dedi Casimir umursamadığı ortadaydı.
"Ölmeden önce klon olduğumuzu öğrendi. Çip ve irade arasında kaldı. Bu ikileme dayanamadı ve intihar etti." dedi ve gözlerini düşürdü.
Casimir geri adım atmadı. "Biz onun kardeşi sayılırdık. Çocukken birlikte oynardık. Bunu bile bile nasıl ölmeden önce bizi nasıl vurabilir?"
Darnir gözlerini kaçırdı. "Biz onu nasıl diri diri yaktıysak, öyle."
"Aynı şey değil. Biz onu kurtarmak istedik." dedi Philip. Ansızın üzerine çullanan çocukluk anılarıyla baş etmek için derin bir nefes aldı.
"Onu özgür bırakmak istedik. O bizi esir almak istedi." diye ekledi Casimir.
"Özgür olacağına inanmıyordu. General onları değil bizi yer altına kaçırmayı seçti." Darnir, General'i suçlamak istememişti.
"Doğuştan asker olan bizdik. Sayıca fazla olan bizdik. Kurtarılmaya en çok ihtiyacı olan bizdik. Elbette bizi seçecekti!" dedi Casimir.
Philip ise Darnir'in dediklerinden etkilenmişti. "General hiç olmazsa Zakharova'yı öldürme emri verebilirdi. Ama o geriye kalan tüm komutanları bayıltma emri verdi."
"Çünkü geride bıraktığı casusun ortaya çıkma olasılığını azaltmak istedi. Ne kadar komutan kalırsa, o kadar zor bulurlardı." diye General'i savundu Darnir.
Philip ikna oldu. "General, Baykuşlar'ı henüz kurtaramamış olsa da onlara kötülük yapmadı. Casusken, onlara şahsen ceza bile vermedi."
Bir anlığına herkes sessizliğe büründü. Kasvetli, yorucu bir sessizlikti bu. Ağlayan bir sessizlik. Philip, bu sessizliği bölmek için havadan güç almak istercesine derin bir nefes aldı.
"Ama yine de, düşününce... Baykuş bizi vurmakta da, intihar etmekte de haklıydı. Biraz empati kurun, beyler." dedi. Gitgide sesi kısılmıştı, sanki gücü tükeniyordu.
Casimir bunları kabullenemezdi. Umursamıyor gibi gözüküyordu çünkü onları anlamaya kalkışırsa bunun altından kalkamazdı. Baykuş, kardeşlerini yaralamıştı, o kadar. Bir de ruhlarını yaralamasına izin veremezdi.
"Unut gitsin. O öldü. Biz kazandık. Bunu kutlayacağız. Otopsi raporu çıkana kadar her şey normal gibi davranacağız. Olivier salatası ve turşu yeriz. Belki alkol kullanırız."
Philip ve Darnir başlarını salladılar. Asla sarhoş olamayacaklarını biliyorlardı. Klonların metabolizma hızı oldukça yüksekti.
"Kvas." dedi Philip.
Casimir başını geriye yasladı. "Masum."
"Kırmızı şarap." dedi Darnir.
Casimir gözlerini kapattı. "Sanat."
Gözlerini açtı. "Absent."
Philip başını çevirdi. "Zehir."
Casimir gülümsedi.
***
Philip ve Casimir tıbbi kontrollerden geçmiş, taburcu oldukları doğrulanmış, Kertenkele Müfrezesi'ne ayrılmış yatakhaneye dönmüşlerdi.
Onların yatakhanesinin diğerlerinden farkı azdı. Duvarlar adaçayı rengindeydi, üç katlı metal ranzaların başındaki ardıçtan yapılma, cilasız komodinlerin üzerinde sukulentler bulunuyordu. On on bir tane ranza vardı, hepsi de beyaz nevresimliydi.
Philip, Casimir ve Philip'in yatağı aynı ranzadaydı. Casimir en altta, Darnir onun üstünde, Philip ise en üstte yatıyordu. Uykusunda en az kıpırdayan oydu. Üçünün de kendilerine ait birer sukulenti vardı. Sukulentlerin ortasında ufak, yarım küre şeklinde bir lamba vardı.
Komodinin çekmecelerine cep boy kitap, anahtarlık, katlanabilir vantilatör, aynalı tarak gibi küçük eşyalarını koyuyorlardı. Kıyafetleri ise yataklarının altındaki bölmeye koyuyorlardı. Giysilere ulaşmak zor değildi, ranzanın merdiveni vardı.
Philip Leonid'den olivier salatası yapmasını rica etmiş, Darnir Dmitri'den bir kavanoz dereotu turşusu almıştı. Casimir ise Nikolai'dan kvas, kırmızı şarap ve absent istemişti.
Nikolai elinde absent olmasına rağmen en son şişeyi Albay Firsov'a verdiğini söyleyince Casimir onun yalan söylediğini düşünmüştü. "Doğruyu söyle, Niko, söz veriyorum çok fazla içmeyeceğim." demişti bıkkınlıkla.
"Senin için boş yere endişelenecek değilim, gerçekten absent yok." diye cevaplamıştı Nikolai. Hâlbuki yalan söylemişti, onu korumaya çalışıyordu.
Casimir uzatmadı, elinde ne olduğunu sordu. Nikolai elinde sadece bira ve likör kaldığını söyledi ve ona bitirmemesi şartıyla hafif bir likör verdi.
Nikolai'ın en yakın arkadaşı Leonid az çok yemek yapmakta iyiydi. Altın Manga ile göreve çıktığı zaman yemekleri genellikle o hazırlardı. Hepsi beraber göreve çıktıklarında Colin ona yardım ederdi.
Pyotr ve Isaac bulaşıkları yıkar, Dmitri, Philip ve Ethan ise evi süpürür ve ortalığı toparlardı. Nikolai, Darnir ve Casimir ise alışveriş yapardı. Bu yüzden Nikolai'da her türlü ihtiyaç bulunabilirdi.
Philip elinde kapalı bir kapla koğuşa girdiğinde ilk işi eçeverya çiçeğini sulamak oldu. Beyaz eldivenlerini çıkarıp bitkinin sert, yeşil dokusunu elinde hissetti. Ona ilgi ve sevgi gösterdiğinde karşılığını alacağını biliyordu.
Darnir ve Casimir de bitkilerine su verirken Philip yere çöktü. Kabın kapağını kaldırdığında mayoneze bulanmış ufak et parçaları ve garnitürleri göründü.
Darnir kavanozu açtığında aralarında dereotları yüzen salatalıklar ortaya çıktı. Casimir ise kucağındaki şişeleri yere dikkatlice koydu. Şişelerden koyu turuncu olanı Philip, siyah olanı Darnir, yeşil olanı Casimir aldı.
Bir müddet sonra onlara diğer Altın Manga üyeleri de katıldı. Hepsi yanlarında yiyecek içecekle beraber yere çökmüştü.
"Bizi davet etmemeniz hiç hoş değil." dedi Nikolai, abartılı bir alınganlıkla.
"Biz olsak sizi çağırırdık." dedi Ethan, sahte bir üzüntüyle.
Philip bayağı bir mahcubiyetle özür dileyince bazıları kıkırdadı, bazıları ise yalnızca gülümsedi.
Hafta boyunca yaptıklarından, kötü hava şartlarından, günlük hayattan, ilgi alanlarından konuştular. Colin onlara en son yaptığı dijital çizim eskizlerini gösterdi ve fikirlerini istedi.
Mum gibi eriyen bir adam figürünün siyah-beyaz çiziminde en çok havaya yayılan karmaşık, boğuk duman göze çarpıyor ve bakanları ürkütüyordu. Fakat sonra, adamın vücüdunun dik duruşu ve acı çektiğine dair hiçbir emare göstermediğinin farkına varılıyordu.
Adamın başı yoktu, boynunun yarısından itibaren uzun bir fitil baş gösteriyordu. Mumun alevi canlıydı, koca insan bedenine korkusuzca kafa tutuyordu. Alevlerin kibrine karşın fitilin boynu büküktü, yaptıklarından pişman gibiydi.
Belki de alevler onu zorluyordur, diye düşündü Philip. Belki de iradesi yoktur, tıpkı Baykuşlar gibi. Ateşi ise Zakharova'ya benzetti. Hırslı, cesur, kararlı ve kibirli. O hâlde yanan beden ne oluyordu?
Halkın alt tabakası, diye düşündü Philip. Zavallı, güçsüz ve çaresiz. Fakat hayır, alt tabakanın hepsini değil, yalnızca az bir kısmını kapsıyordu bu adam. Kabullenen, hareket etmeyen, devrim seline kapılıp gitmeyenleri.
"Bu resimde bir eksik var." dedi Colin.
"Nedir?"
"Yanan adamın yanına, burnunun yarısına kadar mum gibi yanmış bir başka insan çizeceğim. O, bu adama üfleyecek."
"Peki sonra? Devamını çizecek misin?" diye sordu Dmitri.
"Evet."
"Ya öteki adama ne olacak? O da yanıyor." diye sordu Philip.
Colin omuz silkti. "Yanmaya devam edecek."
"Gözleri eridiyse yanındaki adamın yandığını nereden biliyor?" diye sordu Nikolai.
"Çünkü onu yakılırken görmüştü."
Nikolai üsteledi. "Neden en başta söndüremedi?"
"İlk önce kendini söndürmeye çalışıyordu."
Isaac devam etti. "Peki ya boynuna kadar yanan adam niye kendini söndürmedi?"
"Yanmaya mahkum olduklarını biliyordu, bu yüzden itiraz etmedi."
"Onları kim yaktı?" dedi Darnir.
"Tanrı."
"Neden?" dedi Casimir.
"Şeytan'a uydular."
Nikolai anlayışla başını salladı.
Ateş, adaletsizlikti. Fitil, pişman olan suçlulardı. Boynuna kadar yanan adam, mutlak adalete inanmayanlardı. Onu söndürmeye çalışan adam, adalet için savaşanlardı.
Boynuna kadar olmasa da söndürmeye çalışan adam da yanmıştı, mutlak adaleti sağlamaya çalışanlar da bu uğurda gitgide vicdanlarını kaybediyordu. Barış için savaşıyor, adalet için öldürüyorlardı.
Felsefi bir sessizliğin ardından çizim ile ilgili tebrikler, takdirler yer aldı. Sonrasında konuşmanın akışı normale döndü, ilgi alanlarına doğru kaydı.
Nikolai, özellikle Philip'in dikkatini çekmek için kitaplardan konuşuyordu. Dmitri Darnir'e yeni tedavi yöntemlerinin detaylarından bahsediyor, Pyotr ise Casimir'e biatlon müsabakalarını anlatıyordu.
Organize olmuş gibi, hiçbiri Baykuşlar ile ilgili herhangi bir şey söylemedi. Çünkü General onlara bildiği en önemli şeylerden birini öğretmemişti: vicdan azabıyla başa çıkmayı.
Philip iç geçirdi. Eğer Baykuş intihar etmeseydi, yalnızca bayılsaydı bile ensesindeki çip söküldüğünde ölmüş olacaktı. Ya kölelik, ya ölüm.
Hayır, bir yolu daha vardı. Eğer çipin etkisini zayıflatabilir, takip sistemlerini devre dışı bırakabilir ve Baykuş'u LRDA'ya katılmaya ikna edebilirse onu öldürmesine gerek kalmazdı.
Devrim planına göre ise Baykuşlar çipleri kontrol altına alınmalı, alınamazsa Baykuşlar isyan bitene kadar etkisiz hâle getirilmeli, isyan bittikten sonra çipleri formalite olarak LRDA kontrolü altına alınmalı ve çiplere herhangi bir emir verilmeyerek Baykuşlar iradelerine kavuşturulmalıydı.
Philip, planın böyle işlemeyeceğini düşünüyordu. Eğer LRDA kontrolü ele geçirirse bir daha onları serbest istemez, böylesine tehlikeli bir gücü kendi iradesine bırakmazdı. Fakat Philip General'e güveniyordu, LRDA'nın Rusya kolundaki yegâne tümgeneral olarak Baykuşlar elbette onun inisiyatifine bırakılmalıydı.
Philip, eğer karar General'e bırakılırsa onun LRDA ile ters düşmek uğruna bile olsa Baykuşlar'ın çiplerine tedbir olarak yalnızca ahlak kaidelerini kodlardı, böylece Baykuşlar toplum tarafından tehlikeli varlıklar olarak görülmezdi.
Elbette Philip Baykuşlar'ın tamamen özgür bırakılmasını, ahlaki kuralların bile girilmesini tercih ederdi fakat bunun imkânsız olduğunu biliyordu. General kimseye güvenmezdi, düşman askerini serbest bırakması ondan beklenecek bir davranış değildi.
Böylesi daha iyi olacak, diye düşündü Philip. Baykuşlar tamamen özgür bırakılırsa herkesin gözü onların üzerinde olur, herkes onlara temkinli yaklaşırdı.
Ansızın NT-5'in robotik sesi koğuşta yankılandı. "On beş dakika sonra toplantı salonunda bekleniyorsunuz."
"Anlaşıldı." dedi Leonid.
Ayağa kalktılar, yerdeki yiyecek içecekleri topladılar, alkol kokusundan kurtulmak için birkaç defa dişlerini fırçaladılar. Kıyafetlerine çekidüzen verdikten sonra hızlı adımlarla toplantı salonuna doğru ilerlediler ve yol boyunca tek kelime etmediler.
Toplantı salonu, eskiden Kertenkele Müfrezesi'nin talim yaptığı odalardan biriydi. Salondaki parkur kaldırılmış, yerine uzunca bir sedir ağacından yapılma masa konulmuştu.
Philip her zaman oturduğu yerin önüne geçip diğer klonlarla birlikte ayakta beklemeye başladı. Kısa sürenin sonunda Fyodor ve General art arda içeri girip yerlerine geçtiler.
Masanın bir başında General, bir başında Fyodor buluyordu.
Philip, General'in solunda oturuyordu. Ona yakın olmasına rağmen çoğu zaman onun tavırlarını incelemeye çekinir, yalnızca göz ucuyla bakardı.
Darnir ise Philip'in karşısında, General'in sağında yer alıyordu.
Philip'in aksine o General'in hareketlerini gözler, çıkarımlar yapar, onu anlamaya çalışırdı.
Casimir Darnir'in solundaydı, o daha çok arkadaşlarının tepkilerini yorumlamakla meşgul olurdu. Fyodor'un iki yanında ise sadık askerleri Nikolai ve Colin bulunuyordu.
"Sizinle gurur duyuyorum. Özellikle Philip, Darnir ve Casimir'i; gösterdikleri üstün başarıdan dolayı takdir ediyorum." dedi General. Sesinde bariz bir merhamet ve aynı zamanda samimi bir övünç vardı. Acıdığı birine, bir gaziye saygı duyuyor gibiydi. Philip, onun memnuniyetinden hoşnut oldu.
General hâlâ dik duruyordu, gücü yerindeydi, gün boyu çalışıyordu fakat elbette ki yıllar onu değiştirmişti. Yüzünde az da olsa kırışıklıklar meydana gelmiş, omuzları çökmüş, zayıflamış, saç dipleri beyazlamış, burnu ortaya çıkmış, zaten soluk benizli olan yüzü iyice mat bir renk almıştı.
"Baykuşlar'la karşı karşıya kalacağınızı biliyordum. Bu yüzden art arda saldırılar düzenleyerek onları yordum, motivasyonlarının azalmasını sağladım ve Fyodor'u onların peşine taktım. Fakat onlarla iki gün önce karşılaşacağınızı bilmiyordum. Beklediğimden daha iyi bir performans sergilediniz, kalıcı hasar almadınız."
"Baykuş'un ölmeden önce yüzlerinizin sahte olduğunu bildirmesi önemsiz, önemli olan maskenizin altında ne olduğu ve yüzlerinizi nasıl gizlediğinizdir. Bunları bilmeden yapacakları tek şey tedirgin olmaktır. Endişelenmenize gerek yok."
Derin bir nefes alıp devam etti. "Peçeli baykuşlara gizlenmiş kameralar Fyodor'u, sizi ve helikopteri kayıt altına aldı fakat bu durum bizim açımızdan bir problem teşkil etmiyor, Fyodor'un ben olduğumu zannediyorlar."
"Otopsi sonucu analiz edildi, Baykuşlar'ın genetiği ve fizyolojisi üzerine bir rapor çıkarıldı. Bu raporu inceleyin ve onların güçlü ve zayıf yönlerine çalışın."
Yaklaşık el kadar olan holografik ekranlarda rapor belirdi. Madde madde sıralanmıştı tüm özellikleri. Cesedin her deliğini açmış, iğne ucu kadar incelenmemiş yer bırakmamışlardı anlaşılan.
Philip bu düşünceleri aklından savuşturdu ve rapordaki maddeleri tane tane okudu. Baykuş genleri sayesinde morötesi ışınları görebilirler, diye tekrar etti içinden. Yani normal bir insanın göremediği renkleri görebilirlerdi.
Ornitorenklerden aldıkları genler sayesinde elektriği algılarlar, dedi Philip. Yani canlıların yaydığı elektriği hissedebilir, onları diğer duyuları olmadan bile bulabilirlerdi.
Peçeli baykuş genleri sayesinde işitme duyuları hassastır, diyordu bir sonraki madde. Gürültülü bir ahırda bir iğnenin samanlığa düşüşünü bile duyabilirlerdi.
Kulaklarından biri, az bir farkla diğerinden yüksek olduğu için kısık seslerin nereden geldiğini anlayabilirler, yazısı vardı bir sonraki maddede. Philip, Baykuşlar'ın neden gün içinde saçlarıyla kulaklarını kapattığını şimdi anlıyordu.
Kanatları peçeli baykuşun kanatları gibi yumuşak tüylü ve su geçirgendir, yazıyordu bir diğer maddede. Bu özellik uçarken daha az ses çıkarmalarını sağlıyordu.
Ortalama boyları bir metre yetmiş sekiz santimdir, dedi Philip. Klonların boyları ise bir metre seksen beş santim ila bir metre doksan santim arasında değişiyordu. En azından bu konuda avantajlılardı.
Ortalama ağırlıkları kanatlar dahil yetmiş beş kilogramdır, kanatlar yaklaşık yedi kilograma denk gelmektedir; diye devam etti Philip. Klonların ağırlıkları ise yetmiş beş ile seksen arasında değişiyordu. Bu durumun artısı da eksisi de yoktu.
Philip ilk başta onların özelliklerinde hiçbir zayıflık göremedi fakat sonra onların koku ve tat duyularının gelişmişliği hakkında bir madde olmadığını fark etti. Demek ki koku ve tat duyuları normal insanlarınkinden farksızdı. Oysa klonlar bir insanı sadece kokusuyla takip edebilirlerdi, iz sürücü kurtlar gibi.
Daha dikkatli incelediğinde ekolokasyon yeteneklerinin de olmadığının, yani seslerle göremeyeceklerinin farkına vardı. Bu yüzden Baykuş, geçici olarak kör olduktan sonra hedef alırken yalnızca silaha güvenmiş olmalıydı. Klonların ise ekolasyon yeteneği vardı lakin çok düşüktü, pek fazla avantajlı sayılmazlardı.
Arılar ve kuşlar gibi manyetik alan algıları da yoktu, kaçırılma durumunda nerede olduklarını tahmin edemezlerdi. Oysa klonlar bu hususta az çok isabetli bir tahmin yapabilirlerdi.
Ayrıca Baykuşlar, teçhizatları olmadan yılanlar gibi kızılötesi radyasyon tespiti yapamazlardı. Yani canlıların yaydığı termal radyasyonları algılamaktan acizlerdi. Klonlar ise yüzlerindeki maskeler sebebiyle bu algıya sahiplerdi.
Eğer Kertenkeleler, yüzleri bir klon yüzü gibi görünürken maske takarlarsa hâlâ bu algıya sahip olur, üstelik düşmanları bundan haberdar olmazdı. Fakat klon gibi görünmezlerse düşmanları onların genetiğini tahmin edemeyeceğini düşünür ve her duruma karşı hazırlıklı olurdu.
"Tespitlerinizi açıklayın." dedi General.
Tam vaktinde, diye düşündü Philip. İncelemesi sona ermişti.
"Ekolasyon, manyetik algı, kızılötesi radyasyon algısı yeteneklerine sahip değiller. Kanatları su geçirgen, yani ıslanıp ağırlaşabilir ve bu sebeple uçamayabilirler. Üstelik koku ve tat duyuları normal bir insandan üstün değil."
"Güzel lakin eksik." dedi General. Yüzünde tatmin olmuş bir ifade vardı. Hafifçe öksürdü, Philip onun bunu kasıtlı yaptığını düşündü.
"Eğitmenleri, onların sahip olduğu birçok genetik modifikasyona sahip değil. Dolayısıyla duyuları eğitilmemiş, yanlızca bireysel tecrübelere dayalı."
"Üstelik, Zakharova duygularıyla hareket eder ve şu anda öfkeden deliye dönmüş hâlde. Yarbay'ın ben olduğumu zannediyor, askerlerinin cesetlerinin arasında dolaşarak onu hafife aldığımı düşünüyor."
General, Zakharova'yı tanıyordu fakat Zakharova General'in gerçek yüzünü bilmiyor, diye düşündü Philip. Bu da bir avantajdı.
"Ayrıca iki askerini kaybetti, bu yüzden durup düşünmeden saldırıya geçecektir, eğer tahmin ettiğim kadar fevri ise Baykuşlar'ı farklı yerlere mevzilendirerek tüm ülkede sizi araması da mümkündür. Eğer Baykuşlar farklı yerlere dağılır, parçalanır ise onları ele geçirmeniz kaçınılmaz olacaktır."
"Baykuşlar ise hırslanmış olmalıdır, arkadaşlarının intikamını almak istiyorlardır fakat sizin klon olduğunuzu bilmedikleri için hamlelerinize çalışamazlar. Çaresiz hissederler."
Çaresizliği en iyi General bilirdi, işte şimdi düşmanı avucunun içindeydi.
"Sizin için Baykuşlar'ın hamlelerine benzer hamleler yapacak, yapay zekâya sahip droidler hazırlandı. Siz onları kullandıkça onlar sizi analiz edecek ve gelişecek. Yarından itibaren yaklaşık bir hafta boyunca o droidler ile talim yapacaksınız. Bugün dinlenin, kendinize dikkat edin."
"Emredersiniz, efendim."
"Bu süreç boyunca bir yandan profesyonel psikolojik destek alacaksınız. Ara sıra, ekonomik problemler sebebiyle olan görevler hariç görev almayacak ve zorunlu olmadıkça dışarı çıkmayacaksınız."
"Emredersiniz."
"Eğer burada kalmaktan ciddi manada rahatsızlık duyarsanız bana yahut Yarbay'a bildirin, yardımcı olmaya çalışırım."
"Teşekkür ederiz, efendim."
"Nasıl isterseniz."
"Kertenkele Müfrezesi'nin üzerindeki yetkileri ve Baykuşlar ile ilgili husustaki yetkileri Fyodor'a bırakıyorum. Gerektiği zaman, bana haber vermek koşuluyla LRDA personellerine kendini Sergei Kuznetsov olarak tanıtmasında da bir sakınca görmüyorum. Ona güveniyorum."
Philip nedensizce onu, vasiyetini açıklayan yaşlı bir adama benzetmişti.
"İhtilal yaklaşıyor. İş bulmanızı kolaylaştırmak için devrimden sonra icra edeceğiniz mesleği üsteğmen droidlere bu ay içinde bildirmenizi istiyorum fakat elbette herhangi bir sınır koymuyorum, dilerseniz söylemeyebilirsiniz."
Devrime kesin gözüyle bakıyor, diye düşündü Philip. Belki de aslında şüpheye düşüyor fakat öyle bir izlenim bırakmak istiyordu. İkisinden biri olmalıydı çünkü General çoğu zaman mümkün mertebe az ihtimale odaklanırdı. Eğer devrimden sonraki hayatlarını düşünüyorsa mutlaka gerekli bir sebebi olmalıydı.
Eğer kesin gözle bakıyorsa Philip bundan endişe eder, zekâsının zincirlendiğini düşünürdü. Philip'e göre ihtimaller her zaman çok fazlaydı ve bu ihtimalleri gözönünde bulundurmamak bir zayıflıktı.
Diğer yandan, eğer sadece kendinden emin bir imaj yaratmak için söylediyse Philip onun askerlerin motivasyonuna önem verdiğini düşünürdü ki Philip bu teoriyi daha mantıklı buluyordu.
"Efendim," dedi Leonid. Sesindeki çekingenlik eskisi gibi korkudan değil saygıdandı.
"Dinliyorum."
"Siz ne yapacaksınız?" diye sordu Leonid. Herkesin sormak istediği soruları âdeta hisseder, onların yerine sorardı.
"Tekaüt olacağım." Önceden hazırlanmış, hatta çalışılmış bir cevaptı bu.
"Peki ya siz, Yarbay?" dedi ve Fyodor'a döndü Leonid.
"Emin değilim, asker olmaya devam edebilirim."
"Söylemek istediğiniz bir şey var mı?" dedi General. Konuşmaktan bıktığı az çok belli oluyordu yüzünden.
"Yok efendim."
"Çıkabilirsiniz." dedi ve ayağa kalktı General. Böylece salon ağır ağır boşalmaya başladı.
Philip sessiz sedasız odayı terk etti. Daha önlerinde uzun bir yol olduğunu düşünüyor, acele etmek istiyor fakat planın dışına çıkmıyordu. Her şeyin bir zamanı vardı, şimdi ise kendine zaman ayırması gerekiyordu.
İstediği mesleğin ne olduğuna emin değildi, droidlerden anladığı için belki makine teknikeri veya droid tamircisi olabilirdi. Kesin bir karar verince mutlaka General'e haber verirdi, zaten onu yargılamayacağını biliyordu.
Darnir itfaiyeci olmayı düşünüyordu. Heyecanı hayatından eksik etmek istemiyordu ve bunu insanları kurtarak, keskin bir emir komuta zincirine girmeden yapmayı tercih ederdi. Ayrıca ilkyardım eğitimi almıştı ve bu konuda başarılıydı.
Philip insan hayatı konusunda Darnir kadar, hatta belki daha fazla duyarlı olsa da sakin, kargaşa ve dehşetten uzak bir hayatı tercih ederdi. Bazen bu nedenle kendini bencil gördüğü olurdu
Onların aksine Casimir silahlara gereğinden fazla uyum sağlamıştı ve bu sebeple biatlon sporcusu olmayı düşünüyordu ve bu konuda oldukça kararlıydı.
Koğuşa gelene kadar çoğu klon devrim sonrası hayatlarını düşledi. Bazıları zaten karar verdikleri için kendilerini kaptırmayarak günlük rutine döndü, bazıları ise yatağa oturup düşüncelere daldı.
Hepsinin hayallerini en yakın arkadaşlarıyla ortak kiralanmış bir daire, ilgi duyulan bir meslek, evlatlık bir çocuk -kendi çocuklarının olması mümkün değildi- veya evcil hayvanlar süslüyordu.
Akşam vakti geldiğinde, hayallere kapılmış olan Philip başını iki yana salladı ve sakince yerinden kalktı. Yarın eğitim başlıyordu, her zamankinden daha erken yatmalıydı.
Uyku öncesi rutinlerini yerine getirdikten sonra yatağa uzandığında derin bir nefes aldı, uykusu yoktu. Her zaman yaptığı gibi düşüncelerinde boğuldu. Aklını işgal eden ilk şey, mum gibi yanan adamlardı.
O hâlde mum ışığı neydi, diye düşündü. Vahşetin evrendeki yansıması mı, acının getirdiği olgunluk ve gelişim mi?
***
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top