Bölüm 15 - Gökyüzü

Medya: sırt roketi.

Philip, Darnir ve Casimir gözlerini yummuş, kapının açılmamasını umarken açılan kapının tıslama sesi onların umutlarını yerle bir etti.

Parke döşeli zemine uzun süre bakacaklarından ve onu ezberleyeceklerinden emin, ağır ceza alma korkusu ve bu ayki ödülü kaçırma korkusu içlerine sinmiş olan çocuklar yavaşça içeri girdiler. Nikolai'dan şüphelendiklerine şimdiden bin pişman olmuşlardı.

Civciv kendini tuhaf hissediyordu, sanki rahatlamıştı ama bu rahatlık kendisini korkutuyordu. General, az önce bir sürü soruya öfkelenmeksizin teker teker tatmin edici cevaplar vermişti. Aile hayatına ilişkin soruları bile sakinlikle cevaplamıştı. Şüpheli bir durumun içinde gibi hissediyordu.

Aile konusu aklına gelince huzursuzlandı, birinin özel hayatına gizlice burnunu sokmuştu. Onun trajik hayat hikayesi aklına geldikçe kalbi oyulmuş gibi hissediyor, üşümeye başlıyor ve tüyleri diken diken olması yetmezmiş gibi bir de o hikayeyi kapı dinleyerek, izinsizce öğrendiği aklına geliyor ve utancından yerin dibine geçiyordu.

Vicdan azabından nefret ediyordu çünkü her vicdan azabı çektiğinde boğazı kemerle sıkılıyormuş gibi hissediyor, yutkunamıyordu. Şimdi de bir yumru takılmıştı boğazına, vicdan azabı gibi gitmek bilmiyordu.

"Zehirlenen çocuk mu?" diye sorarak onu düşüncelerinden ayırdı Civciv'e süzen Fyodor.

"Evet."

General derin bir nefes aldı ve her zerresiyle alıştığı oyunculuğunu sergilemeye başladı. "Size geçen sefer ceza vermemiştim. Her biriniz iki kere ceza alacaksınız." Sesindeki bir parça öfke, çocuklara travmalarını anımsatmaya yetti.

"Daha buraya geldikleri ilk gün itaatsizlik edenler onlar mı?" diye

"Evet."

"Özür dileriz, efendim."

"Üzgünüz."

"Kertenkele Müfrezesi'nden kimseye bahsetmeyeceksiniz. Ceza olarak bugün ve yarın koridorları sileceksiniz. Ayrıca taburunuz çiplenecek."

"O... Onların bir suçu yok, efendim. Lü... Lütfen o... Onları çiplemeyin."

Çip, onların en büyük korkularından biriydi. Özgürlükleri onlar için canlarından bile daha değerliydi, özgürlük onların meraklarını gidermesini sağlayan müthiş bir kuvvetti.

Çiplenmeyi hak ettiklerini biliyorlardı, General onları uyarmıştı. Kendi kaderlerini değiştiremez, kurallara ve kafalarının içindeki seslere esir olurlardı belki fakat kardeşlerinin de bu duruma düşmesine müsaade edemezlerdi.

"Onların suç potansiyeli var."

"O..Onlar bir aydır hiç itaatsizlik etmediler, efendim."

"Ağır ceza almanız şartıyla onları çiplemeyeceğim."

"N..Ne cezası vereceksiniz, efendim?"

"Birer kolunuz kırılır ve birer eliniz ikinci derece yakılır." dedi kumandan, ültimatom verircesine. Küçücük çocukların incecik kollarının, o güçsüz kemiklerinin tek seferde kırılması canlandı gözünde. Aşina olduğu acı dolu çığlık kulaklarını doldururken çocukların sol ellerinde su kabarcıkları oluşması zihninde canlandı. Gözlerini kapattı, irkildi. Çocuklardan daha çok korkar olmuştu onlara bir şey olmasından.

Civciv, yer altına inmeden önce aldığı cezaları anımsadı. Ölü gibi soğuk, ölü gibi dehşetli, ölü gibi yalnız, ölü gibi kapana kısılmış olduğu o kapkaranlık, daracık, mezar gibi odaya yaralı hâlde kapatıldığı günleri hatırlayınca titrek bir nefes aldı.

O buz gibi hücrelerin bir köşesine siner, duvarları kendi kanıyla boyar, yapayalnızken onu bu vahşi karanlığın barındırdığı korkunç yaratıklardan nasıl kendini koruyacağını düşünürdü.

Yılgıları kontrolünü ele geçirdi o acımasız, farklı insanların kılığına girmiş yaratıkları gördüğünde. Yüzü soğuk mahluklar her yerde kol gezer, çocukları avlarlardı.

Onlardan kurtulmuştu artık, ama korkularından kurtulamamıştı hâlâ. Yer altında, ölülerin yanı başındayken nasıl aşabilirdi ki korkularını?

Darnir'in yüzündeki belli belirsiz çizik sızlar gibi oldu, Casimir'in ise copla kanattığı dizi ağrımaya ve uyuşmaya başladı.

"Kabul ediyorum, efendim." dedi Philip, tereddütle. General'in blöf yapma ihtimalinden şüphe ediyordu ama bu ihtimal gözüne çok küçük görünmüştü. Onları yer altına getirmesi, ağır cezaları kaldırması, ona hastayken masal anlatması, saçlarını karıştırması... Tüm bunlar gözünün önüne gelse de korkusu ağır basıyordu. Buna rağmen, hürriyet uğruna ceza almayı kabul etmişti. Şiddetle büyümüş ve şiddeti öğrenmiş bir çocuktu o, şiddet görmeye alışıktı. Özgürlük paha biçilemezdi, iradesini değişmezdi hiçbir şeye.

"Kabul ediyorum, efendim." diyen Darnir ise komutanın acımasızlığından pek de şüphe etmiyordu. Özgürlük için bedel ödemeye değerdi. Fedakârlık olmadan zafer olmazdı.

"Kabul ediyorum, efendim." diyen Casimir'in içinde General'in acıyacağına dair ufacık bir şüphe kırıntısı varsa da tüm kardeşlerinin zarar görmesine göz yumacak biri değildi.

"Fyodor, onları odaya götür." dedi kumandan, duygudan yoksun bir sesle. Bu ses tonunu her kullandığında isyan edip haykırma arzusuyla dolup taşıyordu.

"Emredersiniz." dedi Fyodor. Masaya yaslanmayı bırakıp peşinden gelen üç çocukla beraber odayı terk etti.

Onları koğuşların olduğu koridora götürdü. Koridor dört buçuk kilometreden daha uzun olduğu ve sağ tarafında yatakhaneler, sol tarafında lavabolar olduğu için hiçbir çocuk orada farklı bir şey olacağından şüphe etmemişti.

Yaklaşık yedi yüz metre yürüdükten sonra koridorun sol duvarındaki bir kapının yanında durdular. Kapıdaki cihaz Fyodor'un retinasını tarayınca kapı açıldı ve içeri girdiler.

İçerisi yine bir koridora açılıyordu. Koridorun beş metre ilerisinde sağındaki duvarda iki kapı, solundakinde bir kapı ve koridorun sonunda bir kapı vardı. Fyodor sondaki kapıyı açtı. İçerisi boş bir talim salonuydu.

"Kertenkele Müfrezesi'nin talim yapacağı yer."

"Size işkence edileceğini düşündünüz mü, gerçekten?" Alay ediyor gibiydi.

"Evet." dedi Casimir. Darnir ve Philip de başlarını salladı.

"O halde buraya girmeniz için öncelikle psikolojik destek almanız gerek, travmalarınız yüzünden potansiyelinizi ortaya çıkaramıyorsunuz."

Üç çocuk da ona anlamayan gözlerle bakınca açıklamaya devam etti, "Sözlerinde çelişki vardı. Taburunuzu çipleyeceğini ve aynı zamanda bu müfrezeden kimseye bahsetmemenizi söyledi."

Hâlâ anlamadıklarını fark edince derin bir nefes aldı ve devam etti. "Eğer taburunuzu çipleseydi iradeli olmazdınız ve taburunuzdan kimseyi eğitmezdim, söylediğim gibi sadece irade sahibi klonları eğitmek istiyorum ben, böylelikle Kertenkele Müfrezesi diye bir şey olmazdı. Üstelik ben müfrezeyi bir şekilde oluştursam bile çip yüzünden isteseniz de Kertenkele Müfrezesi'nden kimseye bahsedemezdiniz, yani size saklamanız için emir vermesine gerek yoktu."

Bıkkınca nefes verdi. "Yine de General size sadece temizlik cezası verdi ve aylık ödülden muaf tuttu. Ve hepinizin üçer soru sormanıza izin verdi." Üç çocuğun da gözleri parladı. Sorularını, henüz kapı dinlerken hazırlamışlardı.

Darnir ve Casimir heyecandan ne soracağını unutunca Philip, "Kız klonlara ne olacak, efendim?" diye sordu. Bu soru haftalardır aklından çıkmıyordu.

"Asker olacaklar. Devrimde onları da kurtaracaksınız." dedi Fyodor. Aldığı cevap Philip'i bir yandan üzmüş, bir yandan memnun etmiş, bir yandan hırslandırmıştı.

"General'in yüzündeki yaralar nasıl oldu?" diye soran Darnir'in eli, istemsizce yüzündeki çiziğe gitti.

"O sekiz yaşındayken, LRDA'nın düzenlediği bir anarşide evi ciddi şekilde zarar görmüş. Cam kırıkları yüzünü kesmiş."

"Oyuncak ördeğe ne oldu?" diye sorarak ortamı yumuşattı Casimir. Civciv aralarına dönüp yaşadığı her şeyi anlattığından beri ördeği düşünüyordu.

"General'in emriyle başka bir çocuğa verildi. Eğer Philip'de kalsaydı, diğer klonlar da isterdi ve hepsine almak hem maliyetli hem gereksiz olurdu. Dikkatinizi dağıtırdı."

"Benim revirden çıktığım gün bir felaketten bahsedilmişti. Felaket neydi?" diye sordu Civciv.

"Bir droid fabrikasında yangın çıktı. Fabrikadaki işçiler ve fabrika civarındaki evler zarar gördü. Devlet hastanelerine alınmayan çok sayıda yangın mağduru olduğu için yer konusunda sorun yaşadık. Şu an kazazedelerin çoğu iyi durumda, burada çalışıyorlar. Bir kısmının ise tedavisi sürüyor."

Darnir, "Philip neden General'in odasında kaldı?" diye sorunca Civciv bu sorunun kendi aklına gelmemesine şaşırdı. Gördüğü perişan insanlar rüyasına girecek ve kendini unutturacak kadar etkilemişti onu.

"Philip'in revirdeki yatağı bir kazazedeye verilsin diye. Sizin koğuşlarınızda ne Philip'in ne de başka bir hastanın kalması uygun olurdu. Firsov, Noskov ve diğer komutanlar da odalarını birkaç günlüğüne paylaştılar. Ayrıca Philip General'in odasında kalsa da onunla değil benimle kaldı, zaten bu yüzden uyutuldu. General o süreç boyunca sadece birkaç kere uğradı."

"Novikova..?" diye geveledi Casimir. Diğerlerinden daha az bağlıydı ona, sadece merak etmişti ne olduğuna.

"O bir çocuk katiliydi, infaz edildi."

"Geride kalan komutanlara ne oldu?" diye sordu Philip.

"Yaroslav cani bir katildi, cezalandırıldı. Kaminev ise LRDA casusu olarak işine devam ediyor. Geri kalanlar hain değildi ama başarısızlıkları sebebiyle, sizin kurtulmanıza engel olamadıkları için tenzil edildiler. Daha aşağı bir rütbede görev yapmaya devam ediyorlar."

"Yaroslav'a yazdığımız kâğıda ne oldu?" dedi Darnir, ani bir ilhamla. Sahi, ne yapmıştı Yaroslav onu? Cevap vermemişti hiç.

"Çöp oldu muhtemelen. Yaroslav onu General'in kapısına bırakmış. General de gülüp geçmiş. Kağıdı atmıştır herhâlde."

Philip ve Darnir, Fyodor'un, General yer altına gelmeden önce olanları bile bilmesine şaşırdılar. Fyodor, General'e epey yakın olmalıydı. Özel hayatını bilmesi bir yana, öğrencilerinden gelen saçma bir kâğıdı bile duymuştu.

"Marko neden birkaç haftadır tuhaf davranıyor?" dedi Casimir. Bunu Civciv ve Darnir de fark etmişti.

"Hafızası silindi." diye cevaplayan Fyodor sıkılmış görünüyordu.

"Neden?" diye sordu Philip.

"Kertenkele Müfrezesi'ne dahil olunca sorarsınız." Dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı Fyodor'un.

Talim salonunu terk edip artık onlara göre solda olan ikinci kapıya, lavaboya girdiler. Başıboş gezen bir temizlik droidi onlara üç tane, yeşil sopalı paspas verdi.

"Talim salonundan başlayın. Buraları sildikten sonra koridoru sileceksiniz." dedi ve kapının ardındaki koğuş koridorunu gösterdi Fyodor. Dört buçuk kilometreden daha uzun olan, ucu bucağı görünmeyen o koridoru üç çocuğun temizleyebileceğini zannetmiyordu.

Civciv de onunla aynı fikirdeydi ama itiraz etme şansı yoktu. İç geçirip bir paspasın yeşil sopasına, bir de talim salonuna baktı.

"Kertenkele gibi, yemyeşil!" dedi sinirle Darnir. Diğerleri de öfkeli olmalarına rağmen kıkırdadılar ve işe koyuldular.

***

İki günlük temizlik cezaları sona erdiğinde Philip, Darnir ve Casimir Kertenkele Müfrezesi'nin talim salonunu, dersliğini ve antrenman salonunu karış karış ezberlemişlerdi.

Talim salonundaki tavana gömülmüş kare şeklindeki yarım metre karelik LED projektör lambaları, uçuşan tozların ve fayans zeminin üzerinde parıldıyordu. Siyah beyaz renkli, naylon kaplı köpükten yapılmış hedef tahtalarının olduğu duvar boydan boya çam yeşili köpükle kaplanmıştı.
Diğer duvarlar ise safra yeşiline boyanmıştı.

Baştan başa plastik kokan salonda silahların bulunduğu iki tane açık yeşil silah standı vardı. Standlarda iki yüze yakın ateşli silah bulunuyordu, her silahın kabzasında koyu yeşil bir kertenkele sembölü vardı. Civciv bu odayı karamsar bulmuştu.

Ders salonuna ise soluk, grimsi bir yeşil hakimdi. Açık cevizden ve metalden yapılma otuz altı sıra ve masa öğrenciler için olmalıydı. Diğerlerinin önünde duran ve diğerlerine göre büyük olan masa ise eğitmenin masasıydı. O masanın arkasında siyah, sentetik deriden bir makam koltuğu yerleştirilmişti.

Kapının karşısındaki, masa ve sıraların yanindaki duvardaki aralığa koyu gri saksılar içinde fesleğenler bulunduğundan dolayı fesleğen kokusu tüm sınıfı sarmıştı. Yanı başlarına iliştirilmiş küçük, mor lambalar kimse yokken bile fotosentez yapmalarını sağlıyordu. Normal zamanlarda ise sınıf projektör lambalar ile aydınlatılıyordu.

Civciv, dersliğe bayılmıştı. Fesleğenleri uzun uzun incelemiş, hoş kokusunu içine çekmiş, yapraklarına parmağının ucuyla ve oldukça dikkatlice dokunup, "Harika!" diye bağırmıştı.

Antrenman salonunda ise onlara göre sıradışı bir şey yoktu. Tavandan yere kadar uzanan zincirler, spor aletleri ve bir parkurdan ibaretti. Yine de temizlikten sıkıldıkları zaman zincirlere tırmanıp yere atlamış, parkurdaki halat merdivene tutunup sallanmışlardı. Civciv buradan hoşlanmıştı.

Ertesi gün ise dört buçuk kilometreden daha uzun koridorun tamamını acemilikle paspaslayınca yorgunluktan kollarını kaldıramaz olmuş, erkenden uyuya kalmışlardı. Böylece Nikolai da sessiz bir gecenin tadını çıkarmıştı.

Fyodor ise, uyumaya direnen General'e klonların psikolojik desteğe ihtiyacı olduğunu söylemişti. Kumandan ise bir aydır bu konu ile ilgilendiğini, yarın tedaviye başlanılacağını anlatmıştı.

Ertesi günden itibaren sabah uyandıklarında, öğle arasında, harp tarihi dersinde, askeri dersler bittiğinde, akşam yemeği öncesinde, akşam yemeği sonrasında ve yatmadan önce olmak üzere günde yedi kez yirmi beşer klon EMDR terapisi görmeye başlamıştı. Her klonun yirmi seans görmesi gerekiyordu, yani tüm kusurlu klonların tedavisinin bitmesi seksen gün sürecekti.

Philip, Darnir ve Casimir ise daha çok ehemmiyet verdiler ve kuralları çiğnemediler. Yine de o ay, kapı dinlediklerinden dolayı ödülü birinci bölükten Leonid, ikinci bölükten Ethan, üçüncü bölükten Pyotr, dördüncü bölükten ise yine Isaac seçildi.

O ay ödül törenine General değil Fyodor katıldı lakin General'in kullandığı siyah yüz maskesini takmıştı ve alnından yanağına doğru sahte bir çizik bulunuyordu.

Philip, Darnir, Casimir, Dmitri, Leonid, Ethan, Pyotr ve Isaac yine de bir farklılık olduğunu anlamıştı. Bu yüzden Fyodor; Leonid, Ethan ve Pyotr'a ödüllerini verirken aynı yapay zekalı biti bırakmıştı. Dmitri'yi ısıran biti ise yemek esnasında Isaac koymuştu.

Leonid, Ethan ve Pyotr neden halüsinasyon gördüklerini ve Fyodor'un kim olduğunu bilememiş olsalar da Kertenkele Müfrezesi'ne seçilmişlerdi. Dmitri ise iki sorunun da cevabını bulabilmişti.

Philip, Darnir ve Casimir ise azimle çalışmaya devam ettiler. Elbet karşılığını göreceklerdi.

***

LRDA'ya katılmalarının üzerinden üç ay geçmişti. Yine bir tören günüydü lakin coşku tazeliğini yitirmişti. Komutanlar sıkılmış, klonlar da eski heyecanını kaybetmişti.

Philip girift duygular içindeydi. Beyaz eldivenler içindeki elleri ve koyu turkuaz şapkayla gölgelenen alnı endişeden terliyor, heyecandan parmaklarıyla masada ritim tutuyor, sevinçle gülümsüyor, dalgın bakışlarla etrafı süzüyor ve merakla bekliyordu.

Ödülü alamamaktan ödü kopuyordu. Bu ay herhangi bir kuralı ihlal etmişler miydi? Ettiğini hatırlamıyordu. Bu ay ceza aldığını da hatırlamıyordu ama ya cezasını vermeyi komutanlar da unuttuysa? Koridorları ne zaman, neden silmişti? O geçen ay mıydı? Yoksa bu ay da mı haylazlık yapmışlardı?

Kendilerinden daha çok çalışan var mıydı? Ödülü almaya layık başka kimse var mıydı? Ya bu kez de her bölükten bir kişi seçilirse ne olacaktı? Darnir mi alacaktı, Casimir mi, kendisi mi? Gerçi, üçünün arasından karar verecekleri ne belliydi?

Her bölükten bir kişi seçilecekse yüz yetmiş beş kişinin önüne geçmesi mi gerekiyordu ödülü hak etmek için? Yoksa bölük bölük bakılmayacak, yedi yüz kişi arasından en iyi olan dördü mü seçilecekti?

Kendine olan zayıf inancı yüzünden şüpheler beynini kemirip duruyordu. Elinden geleni yapmıştı, kendini yıpratmasına gerek yoktu. Yine de ödülü alırsa neler olacağını hayal etmeden duramıyordu yerinde. Kertenkele Müfrezesi, göğsüne takacağı madalya, arkadaşlarının tebrikleri, emeklerinin karşılığı...

General'in seremoniye katılmayacağı söylenmişti fakat sebebi söylenmemişti. Bunun çözmeleri gereken sır, Fyodor'un soracağı bir soru olduğunu düşünüyordu. Strateji derslerini hatırladı. Önceden o derse Albay Katya Zakharova, diğer bir deyişle Sekizinci Kolcu girerdi. Gözyaşı Vampiri, şeytanın yansıması gibiydi. Kaleleri içten yıkmayı iyi bilirdi.

On gündür her sabah terapi görmüştü. Daha tedavinin yarısına gelmiş olmasına rağmen hissizleştiğini ve özgüveninin yerine geldiğini fark edebiliyordu. Artık eski komutanlarından korkmuyordu, ya da hâlâ korkuyordu ama bunu kendine itiraf edemiyordu.

Bugünlerde strateji dersine Andrei Vasilevski, çocukların deyişiyle Cüce girerdi. Komutanlık konusunda Zakharova daha tecrübeli olsa da, Vasilevski daha keskin bir zekaya ve casusluk deneyimine sahipti. Philip'in yapması gereken tek şey, Vasilevski'den öğrendiği kurallara bağlı kalmaktı. Stratejide birinci kural, geniş düşünmek ve her ihtimali göz önünde bulundurmaktı.

General meşgul, uyuyor, hasta, ölü, onları deniyor ya da sadece istememiş olabilirdi. Bu ihtimalleri unutmamak için parmaklarıyla saydı ve aklının bir köşesine yazdı.

Meşgul olması ilk bakışta mantıklı geliyordu. O bir tümgeneraldi, yapacak bir sürü işi olmalıydı. Kusurlu klonları, kusursuz klonları, gönüllü askerleri ve savaş droidlerini yönetmek epey vaktini alıyor olmalıydı.

Fakat derine inildiği zaman çatlaklar ortaya çıkıyordu. Fyodor, Marko ve Marko'nun yaptığı bir robot ona yardım ediyordu. Doğru dürüst uyumadığı çok açıktı, ayrıca yemeklere de ara sıra katılıyordu. Meşgul olacağı mevzularla ilgilenmesi için epey bir vakti oluyordu, en fazla birkaç saat sürecek bir merasim zaman kaybı sayılmazdı. Yine de acil bir işi çıkmış olması mümkündü, her an yeni gelişmeler olabilirdi. Bu ihtimali göz ardı etmedi.

Uyuyor olabilirdi. Gece uyumamış ve şimdi de yorgunluktan bayılmış olabilirdi. Bir başkası -Marko veya onun yaptığı robot- onun yorgun olduğundan yakınıp ona narkoz vermiş olabilirdi. Bu ihtimaller kulağa olası geldiğinden ve bir pürüz bulamadığından, onları da rafa kaldırdı.

Hasta olabileceğini sanmıyordu, üst düzey genlere sahipti. Başka birinin onu zehirlemiş, hasta etmiş olma ihtimali de yoktu. Bu yüzden hasta olmadığını varsaymakta karar kıldı.

Ölmüş olma ihtimali ise... Her hücresi buna açıkça itiraz ediyor, bunun bariz şekilde imkânsız olduğunu haykırıyordu. Kimsenin gücü, onu öldürmeye yetmezdi.
Ama intihar edebilirdi.

Kimsesi yoktu, devrim planı hazırdı ve Fyodor onun yerine geçebilirdi. Hatta bunu kimse fark etmeyebilirdi. Kertenkele mevzusuyla başka komutanlar veya Marko ilgilenebilirdi.

Hayatta kalması için bir anlam aramaya çalıştı. Tutunacak en ufak bir dal, Philip'i bu şüphe uçurumundan kurtarmaya yeterdi. Fakat bulamadı. Beceriksizliği yüzünden kendine kızdı, basit bir neden bile bulamamıştı. Kasları gerildi. Yumruk yaptığı elini uyluğuna geçirdi.

Onu asıl sinirlendiren, kendi yaşam amacını da bilmemesiydi. Daha önceden de sorgulamış fakat bulamamıştı, artık öyle bir şeyin hiç olmadığını düşünüyordu. Canı acımayınca bir tane daha yumruk attı, yine acımamıştı fakat dikkat çekmek istemediği için daha fazla atmadı.

Düşmanını her yönünden tanımanın, onunla empati kurabilmenin öneminden bahsederdi Vasilevski. Düşmanını anlayan, onun hamlelerine dair isabetli tahminler yapabilirdi.

General'le empati kurması imkânsızdı. O; Civciv'in hiç sahip olmadığı şeyi, ailesini iki kez kaybetmişti. Kırk iki yaşındaydı. Philip'in normal yaşının yaklaşık sekiz katı, zihin yaşının yedi katı, biyolojik gelişme yaşının altı katı kadar uzun yaşamıştı.

Bu şartlar altında söyleyebileceği tek şey, onun acı çekiyor olması gerektiğiydi ki General bunu yalanlamıştı. Acı çekmediğini söylemiş, soğukkanlı kalmıştı. Bunu nasıl gözden kaçırmıştı? Gergindi ve kafası karışıktı, detayları görmesi zordu.

İntihar etme olasılığını da kafasından silip attı ve sırf onları denemek için seremoniye katılmamış olabileceğini düşündü. Pekâlâ bunu yapmış olabilirdi. Bu ihtimali kafasına yazdı.

Sadece isteksiz olduğu için gelmemiş olabilirdi. Hatta belki de bunu onları deneme kılıfına uydurmuş yahut bahane için kendini hasta etmiş de olabilirdi, sonuçta kendine zarar vermekten keyif alıyordu.

Aklına gelen bütün ihtimalleri gözden geçirdiğini düşününce gülümseyip arkasına yaslandı. Derin bir nefes aldı, rahatlamıştı. Onca düşünce ve ihtimal yüzünden kazan gibi olan aklı, sonunda ıssız bir liman gibi sakindi. Elbet gemiler geri dönecek, başında uğuldayacaklardı fakat önceliği anın tadını çıkarmaktı.

Philip'in rahatlığı uzun sürmemiş, kısa süre sonrasında komutanlar merasime teşrif etmiş, klonlar da ayağa kalkıp selam durmuşlardı. Yeniden heyecanlanıyordu gitgide. Kalbi at koşturuyormuş gibi hızla atıyor, midesine sanki günlerdir aç kalmış gibi kramplar giriyor, tüm vücudu buzulun üstüne yatmışçasına kaskatı kesiliyordu. Bir an önce ödüllerin açıklanması için can atıyordu.

"139, Nikolai." dedi Firsov. Başlangıç için hiçbir konuşma yapmadan, hatta klonun ait olduğu bölüğü bile söylemeden direkt olarak konuya girmiş olması klonları şaşırtmıştı.

Kendisinin de, Darnir'in de ve Casimir'in de seçilmesi için doğru dürüst inanmadığı Tanrı'ya el açıp dua etti Civciv. Gözleri parıldıyor, elleri kasılıyor, tek bacağı olduğu yerde titriyordu.

Anton, Nikolai'a madalyasını takarken üzerine bit yerleştirdi. Nikolai, eğer Colin bir şeyler döndüğünü fark ederse biti Colin'in ensesine bırakacaktı.

"526, Philip." Civciv, aceleci tavırlarla ödülünü almaya gittiğinde neredeyse ağlayacaktı.

Anlamsız bir çığlık atmak, ardından "Başardım!" diye haykırmak ve arkadaşlarına sımsıkı sarılmak istiyordu. Emeğinin karşılığını alması harika bir duyguydu, derinlerdeki muhtaçlık hissi azaltıyor ve hassas yönünü köreltiyordu. Daha güçlü hissediyordu, zincirlerinden kurtulmuş gibiydi.

Arkadaşlarının bakışları üzerinde olduğundan gergindi, başı öne eğik olsa da geniş gülümsemesi bariz belliydi ve kendini kontrol altına almak için ellerini önünde bağlamıştı.

O daha heyecanını atamadan Firsov devam etti. "535, Darnir."

Philip'in bakışları Darnir'i bulunca gözlerinin içi güldü. Ağzı kulaklarına varmıştı, daha sıkı kavrıyordu bileklerini. Bu anı bozmamak, sonsuza kadar saklamak istiyordu.

"544, Casimir." Kaşları iyice havaya kalktı, üçü de seçilmişti. Duası kabul olmuştu. Sevinçten havalara uçuyor, bayram ediyor, ne yapacağını bilemiyordu. Mutluluktan ayakları yerden kesilmiş, aklı başından gitmişti.

Sanki başka birinin hayatını yaşıyor gibiydi. Tüm bu mutluluk, bu baş döndürücü an ona yabancı geliyordu. En son, aylar önce iyileşip de kardeşlerine kavuştuğunda böylesine mutlu olmuştu fakat o his farklıydı, o an özlemini giderirken şu an azminin karşılığını alıyordu.

Madalyasına bakarak gururlandı. Demir-nikelden yapılma parlak yıldıza bayılmıştı, yıldızın asılı olduğu koyu turkuaz kurdeleye ve onun üzerindeki iki altın renkli çizgi de çok hoşuna gitmişti. Ömrü boyunca madalyasını saklayacak, ona iyi bakacaktı.

Darnir'in de başı göğe ermiş, mutluluktan dört köşe olmuştu. Casimir bastığı yeri bilmez olmuş, yüzü aydınlanmıştı. Açık bir kitap gibiydiler, duyguları yüzlerinden okunuyordu.

Firsov'un da yüzü gülüyordu. Bir dahaki törenlerde de madalya takma işinin kendisine kalmasını istiyordu. Noskov ise her zamanki gibi umursamazdı, seremoni aklının ucundan bile geçmiyordu.

Philip, Casimir ve Darnir aynı anda "İki saat sonra, Kertenkele Müfrezesi'nin talim salonuna gelin." diyen Fyodor'un sesini duyunca bilekliklerine basıp saate baktılar.

Ödül verilme sırası kusursuz klonlara geçtiğinden herkes merasimden sıkılmıştı, kusursuz klonlar bile merak etmiyorlardı ödülün sahibini.
Yirmi kusursuz da önceden ödülünü alacağını haber almış, bu yüzden komutanların oturduğu ön masaya yakın yerlere geçmişlerdi.

Tüm madalyalar verildikten sonra yemekler yendi ve tören sona ermiş oldu. Philip, tarifi zor bir tatmin yaşıyordu.

Onlara verilen iki saatin dolmasına yarım saatten az kalmıştı. Koşarak yatakhane ve lavaboların bulunduğu koridora giderken kalpleri heyecanla çarpıyor, zihinleri sorularla dolup taşıyordu.

Kapıya bilekliklerini okuturken nefes nefese kalmış, tek elleriyle duvardan destek almışlardı. Yürüyerek talim salonundan içeri girdiklerinde Fyodor ve General içerideydi.

"General, merasim esnasında ne yapıyordu?" diye sordu Fyodor.

"Bence işi vardı, efendim." dedi Colin.

"Bence de işi vardı." dedi Casimir.

"Bence ya meşguldü, ya da tedavi görüyordu." Çünkü kendine fazla zarar vermişti, diye içinden devam etti Darnir.

"Bence ya uyuyordu, ya bizi deniyordu, ya meşguldü ya da sadece törene katılmak istemiyordu." dedi Philip.

"Yanlış, ama fena değil." dedi Fyodor.

"Törendeydim, beni Noskov zannettiniz." dedi General.

"Nasıl?" dedi Casimir.

Kumandan, yüzüne şeffaf bir maske taktı. Maske birkaç saniye sonra Noskov'un yüz şeklini aldı. Yüz çizgileri, Noskov'unkilerle birebir aynıydı.

Maskeyi çıkarıp eline aldı. "Bu maske uzun süre kullanışlı değildir. Kapılardaki duyargalar, maskenin altındaki yüzü ortaya çıkarır. Aynı zamanda sesiniz ve bedeninizi değiştirmediği için fark edilmeniz çok sürmez. Yine de kırsal alanda işinizi görür."

"Size maskeyi kullanmayı öğreteceğim."

"İzninizle, General."

"Çıkabilirsin."

Çocukların soruları ve komutanın yanıtları nihayet baş başa kalmıştı.

***

Philip, dokuz kardeşiyle beraber ilgiyle ders dinliyordu. Duvarlardan, masalardan yansıtılan hologramları dikkatle inceliyor, sınıftaki fesleğen kokusu bile dikkatini dağıtamıyordu.

"Alt tabaka halkın çoğu ya işsiz ya da düşük maaşlı. Bunun sebebi genetik düzeylerinin düşük olması. İşverenler masrafsız droidleri tercih ediyor, hükümet ise üst düzey genlere sahip olanlara memurlukta öncelik tanıyor." Çocuklara, bilgileri sindirmeleri için biraz zaman tanıdı.

Civciv, alt tabaka halkın işe alınmaması konusunda işverenleri eve hükümeti suçlamıyordu. En iyi şekilde çalışacak elemanları seçmek onların en doğal hakkıydı.

"Güneşten gelen zararlı ışınlar yüzünden kırmızı çipli halkın büyük çoğunluğu kansere yakalanıyor. Kanser hastalarının sonu da genellikle ya ölüm ya da ampütasyon oluyor."

"Ampütasyon nedir, efendim?" dedi Nikolai. Diğer çocuklar gibi, ampütasyonun kötü bir şey olduğunu tahmin edebilmişti ama yine de merak ediyordu.

"Bir uzvun kısmen ya da tamamen kesilmesi. Üstelik alt tabaka halkın parası protez almaya yetmeyebiliyor."

Civciv, öğrendiği tüm bilgileri mantığına oturtmaya çalıştı. Kafası karışmıştı. Neden insanlar alt, üst ve üst olarak katmanlara ayrılmıştı? Neden alt tabakaya statü verilip, kırmızı-mavi ayrımı ortadan kalkmamıştı? Aklında bunlar gibi bir çok soru fink atıyordu ama hiçbirini Fyodor'a sormadı.

"Kanser neden bir yerin kesilmesine sebep oluyor?" dedi Ethan. Şüphesiz kanser korkusu yayılmıştı içine.

Fyodor öğrencilerinin soru sormasından memnundu. "Kanser, hücrelerin kontrolsüz çoğalması demek. Örneğin kanser koldaysa, o kol kesilir çünkü kesilmezse kanser başka organlara da yayılır. Başka bir organa, örneğin akciğere yayılırsa hasta ölebilir."

Yine biraz duraksadı, çocukların anlamasını bekledi.

"Kanserden korunmak için ya düzenli sağlık kontrolü yapmaları ya da genetik statüyü arttırmaları gerek. Bu da masraflı olduğundan kırmızı çiplilerin suç oranı çok yüksek."

"Düzenli sağlık kontrolü ne işe yarıyor, efendim?"

"Kanser erken fark edilirse kolay tedavi edilebilir. Örneğin karaciğerde kanser fark edilirse ve kanser daha yayılmamışsa, o parça ameliyatla karaciğerden alınır. Böylece kişi kanserden kurtulur."

İç geçirdi. "Hırsızlık, vergi kaçakçılığı, yasa dışı operasyon -yani ameliyat, kendini veya bir başkasını satmak, sağlık çalışanlarına saldırmak ya da onlara şantaj yapmak gibi pek çok suç işliyorlar."

"Kendini veya bir başkasını satmak derken neyi kast ettiniz, efendim?" diye sordu Isaac.

Beş yaşındaki çocuklara fuhuşun ne olduğunu anlatacak değildi. "Örneğin birini kaçırıp onu köle olarak satıyorlar, ya da organlarını satıyorlar. Ya da kendi organlarını satıyorlar."

Gülümsedi ve kollarını kavuşturdu. "Bugünlük bu kadar. Çıkabilirsiniz." derken Nikolai'ın ve Colin'in omuzlarından tuttu. Diğer çocuklar sınıfı tamamen terk ettiğinde konuşmaya başladı.

"Sorun ne, Colin? Derse odaklı değildin."

Colin başını eğdi. "Defterimin sayfaları bitti, efendim."

"Üzülme." dedi ve cebinden kahverengi, mantar kapaklı bir defter çıkarıp ona uzattı.

"Çok teşekkür ederim, efendim." Colin çok utanmış ve sevinmişti. Yanakları pembeleşmiş, dudakları iki yana kıvrılmıştı.

Fyodor onu kendine çekti ve tek koluyla kısaca sarıldı. Colin iyice utandı, bu onun hayatındaki en mutlu anlardan biriydi, ilk kez hediye almıştı. Gözleri dolup burnu kızarınca kafasını iyice Fyodor'a gömdü. Bağlılık yemini eden bir şövalye gibi sadık kalacaktı ona.

Fyodor onu kendinden uzaklaştırdı ve gülümsedi. "Bir şey değil. Gidebilirsin."

Colin genişçe gülümseyerek oradan uzaklaşırken Fyodor tekrar söze başladı.

"Dersi Dmitri, Pyotr, Isaac ve senden başka kimse anlamadı. Senden anlatmanı isteyeceklerdir. Onlara gece sessiz olmaları, konuşmamaları şartıyla konuyu anlatırsın. Seni bir daha uykusuz görmek istemiyorum."

"Nasıl isterseniz, efendim."

"Gidebilirsin."

Nikolai ve Fyodor pergelin iki kolu gibiydiler. Bedenleri, amaçları, boyları farklıydı ama akılları birdi. Nikolai ne kadar çekinirse çekinsin, uzak durmaya çalışırsa çalışsın yine Fyodor'un etrafında dönüyordu.

Nikolai sırıtarak sınıfı terk edip yatakhaneye gittiğinde diğer Kertenkele üyeleri ile karşılaşınca büyüklendi, kafasını ok gibi doğrulttu.

"Son dersi anlatır mısın?"

"Hayır."

"Lütfen."

"Hayır, dedim."

"Sen çok güzel anlatıyorsun ama."

"En iyi sen anlatırsın."

"İki gün önce Isaac'e dedin bunu!" diye itiraz etti Nikolai.

"Lütfen, Nikolai!"

Uykusuz kaldığı günlerin öfkesi tavanda biriken buhar gibi ağır ağır birikmişti yıllarca. "Bir şartla,"

"Kabul ediyoruz!" diye atıldı Leonid. Zavallı çocuk, en yakın arkadaşının merhametine güvenmekle hata ediyordu.

Tam konuşmamalarını söyleyecekken aklına yeni bir fikir geldi. "Bir ay boyunca her gün, biriniz yastığını bana verecek."

"Neden?" dedi Philip.

"Senin yastığın var zaten." diye devam etti Darnir.

"Sizinkine yatıp kendi yastığıma sarılacağım."

"Ama biz..." diye başladı Ethan.

"Anlatmamı istemiyor musunuz?"

"Tamam, tamam." Ethan yüksek sesle iç geçirdi.

"Yeter ki anlat." dedi Civciv. Bir daha dört buçuk kilometreden daha uzun bir koridoru silmeye meraklı değildi.

"Başlayalım mı?"

"Diş fırçaladıktan sonra başlayalım bence." dedi Leonid. Diğerleri de ona katıldı.

"Evet."

"Olur."

Yedi çocuk birlikte ellerinde diş fırçaları ile lavaboya girdiklerinde birkaçı dişini fırçalamaya başladı, birkaçı ise sıra bekledi.

"İlk kim verecek?" İşte kavga çıkartacak soruyu sormuştu Casimir.

"Ben vermem." Zinciri Darnir başlattı.

Peşinden dört çocuk daha, "Ben de." dedi. Philip ise sessiz kalarak dikkat çekmemeye, bedel ödemeden dersten faydalanmaya çalışıyordu.

Leonid, "Ben veririm." diyerek fedakârlık yaptı.

Nikolai en yakın arkadaşına kıyamadı. "Senden istemiyorum, Leo. Casimir versin."

"Neden ben ya?" diye atıldı Casimir.

"Her gece konuşuyorsun." Sesinden ne kadar bıktığı belli oluyordu.

"Hiç de bile!"

"Gevezesin, kabul et!"

"Sen de tam bir..."

"Ne? Söylesene!" Yangına körükle gidiyordu Nikolai.

"Meleksin." Casimir kelimeyi o kadar çok iğnelemişti ki Nikolai gülmeye başladı. Onun güldüğünü gören Casimir sinirle ağzında biriken köpüğü tükürdü.

"Uzatmayın." dedi Darnir.

"Çocuk gibisiniz." dedi Isaac.

Dmitri, "Çocuğuz çünkü!" diyince Isaac bir şey demeden lavaboyu terk etti. Sırtından bıçaklanmıştı, aylar önce Dmitri'yle kilise sırasında eşleşmemenin bedelini ödüyordu.

"Teşekkürler." deyip dirseğini Dmitri'nin omzuna koydu Nikolai. Bugün şanslı günündeydi.

"Bir şey değil." dedi ona yan gözle bakan Dmitri.

On çocuk da dişlerini fırçalamayı bitirdiğinde lavabonun karşısındaki yatakhaneye girdiler. Aralarında çoğunluk dördüncü bölükten olduğu için Philip'in, Casimir'in ve Darnir'in yatağına oturdular.

"Kırmızı çipliler, genleri düzenlenmeyenler. Mor çipliler sonradan düzenlenenler. Mavi çipliler ise genleri seçilenler. Biz maviyiz."

Çocukların kafasının karışık olduğunu görünce iç çekti.

"Şimdi kırmızılar alt tabaka, tamam mı? Kan renginden aklında kalsın. kanları akan zavallılar yani."

"Morlar da orta tabaka. Patlıcan yiyenler diye düşün. Kan kaybetmekten iyidir ama yine de kötü."

Dmitri, "Patlıcan güzeldir." diye araya girdi. Amacı kafa karıştırmaktı.

"Susar mısın?" dedi Nikolai. Burnundan soluyordu.

Dmitri, "Nasıl isterseniz." deyip ellerini kaldırdı.

"Maviler ise... Gökyüzü. Gökyüzünü gören, zengin insanlar. Ne patlıcan gibi kötü şeyler yiyorlar ne de kan kaybediyorlar. Şanslılar." diye anlatmaya devam etti Nikolai.

Anlatmayı bitirdiğinde, "Sorusu olan?"

"Neden kırmızı, mor ve maviler var?" diye sordu Philip.

"Çünkü adamın biri genleri düzenlemeyi ve seçmeyi bulmuş, ama masraflı diye herkes genlerini değiştirememiş ya da çocuğunun genlerini seçememiş."

"Neden kırmızılar işe alınmıyor?" dedi Ethan.

"Çünkü yeterince zeki, güçlü falan değiller. Maviler daha iyi diye onları alıyorlar."

"Biz hangi rengiz?" dedi Ethan.

"Ten rengi." dedi Casimir.

"Ciddi misin?" dedi Isaac kinayeyle.

"Mavi." dedi onlara aldırmadan Nikolai.

"Ama biz kan kaybettik ve patlıcan yedik." dedi Ethan.

Nikolai çileden çıkmıştı. "O bir benzetmeydi."

"Başka soru?" Klonlar birbirine baktı fakat konuşan çıkmadı.

"Yastık." dedi Nikolai. Casimir dudağını bükerek yastığını uzattı. Nikolai yastığı kaptığı gibi yatağına gitmeye başladı. Giderken, "Konuşursanız sizi Fyodor'a söylerim." diye uyarmayı da unutmadı.

Philip derin bir nefes aldı ve bir an önce yarın olmasını diledi. Yarın dışarıda sırt roketi denemesi olacaktı.
***

Sabahın erken saatleriydi, tüm Kertenkele Müfrezesi uyanmış, hazırlanmış ve sıra olmuştu. Sırtlarında çanta benzeri roketlerle General'in gelmesini ve dışarı çıkmayı sabırsızlıkla bekliyor, yerlerinde duramıyorlardı.

"Çok heyecanlı!"

"Çok güzel!"

"Harika!"

"Hadi artık!"

Bu cümleler kısık sesle defalarca tekrarlanmış, dillere pelesenk edilmişti. Heyecan ve gerginlik bir hastalık gibi hızla aralarında yayılmış, kurtulan olmamıştı.

Civciv bir yandan işaret parmağının eklemini ısırırken bir yandan da duman soluyormuşçasına huzursuzca nefes alıp veriyordu. Dikkatsizce etrafı süzerken sessizliğini koruyor, düşünüyordu.

Sırt roketinden biraz olsun umudu vardı. Dengeyi korumakta fena değildi. Üstelik bir haftadır teoride sırt roketi kullanmayı öğrenmişlerdi, Fyodor onlara uygulamalı olarak göstermişti ve zaten yıllardır kim bilir kaç kere kardeşlerinin omzuna çıkmıştı.

Nihayet General geldiğinde selam dururken tedirginliği doruk noktasına çıktı. Merdivenden çıkarken mermer basamaklara son kez bakıyormuşçasına bakıyor, titrek bir nefes alıyordu.

Birden gökyüzünü gördü. Bulutlarla kaplı, yer ye güneş ışıklarını sızdıran gökyüzü çok güzeldi ancak eskisi gibi umut değil bir parça korku veriyordu ona. Bulutları delip geçen güneş ışınları kurşunları andırıyordu. Baskın ihtimali aklına geldikçe korkusu artıyor, kuşkuyla etrafını süzüyordu. Ufukta tek kalacak gibi hissediyordu.

Çelik gibi, kaya gibi gri ve ağır bulutlar daha ferah geldi ona. Canlılara hayat suyu taşıyan, insanlığı az da olsa karanlıkta saklayan ve güneşten koruyan bulutlar az da olsa rahatlamasını sağlıyordu fakat yine de bir an önce yer altına dönmek istiyordu.

Eskiden gökyüzü kaçmayı, özgürlüğü anımsatırken artık gökyüzü ona yakalanmayı, korkuyu anımsatıyordu. Karanlık ise önceden ona hapsolduğu hücreleri, cezayı, acıyı çağrıştırırken şimdi yer altını, saklanarak yaşamayı, yeni başlangıçları çağrıştırıyordu.

Bulutlara bakan yalnız Civciv değildi, on çocuğun hepsi de gökyüzünü sessizce seyretmeye dalmışlardı çünkü aylardır gökyüzünü, bulutları ve yeryüzünü görmemişlerdi.

General kaputunun düğmesini ilikleyip bakışlarını Fyodor'a çevirdi. Genç klon öksürüp söze girdi ve çocuklar dikkatlerini ona yöneltti.

"Teorik olarak nasıl çalıştığını biliyorsunuz, artık uygulamalı eğitime geçeceğiz. Düşmekten korkmayın, inmeyi beceremezseniz Marko ve NT-5 kontrolü devralacak."

NT-5, diye düşündü Civciv. General'in odasındaki, Marko'nun yaptığı tuhaf droid. Suyu üzerine dökmeye çalışan, suyu israf edecek kadar kötü ama klonların bilekliklerini tasarlayacak kadar zeki bir droid. Pi sayısının 1.34 trilyonuncu basamağını hesaplayabilen, dokuz binden fazla dilde -ilk çağ dilleri de dahil- "merhaba" diyebilen ya da sadece su verebilen droid.

Kertenkele Müfrezesi'ne katıldığında onun Fyodor'un robotu olduğunu öğrenmiş ve daha sık görür olmuştu. Çoğu derse girmesi, daima Fyodor'un yanında durması alışılagelmiş bir şey olmuştu artık.

Şimdi ise hayatı ona bağlıydı ve ona güvenmiyordu. O robot çok tuhaftı, her an ters bir şey yapacak gibiydi. Yine de General'e duyduğu yakınlık ve itimat, kuşkularını azaltıyordu.

Sırt roketlerini dikkatle incelemeye koyuldu. Palamut balığı gibi parlak ve soğuk gri renkli, çantaya benzeyen bu nesnenin içinde gaz vardı, bu yüzden ağır değildi. Gaz madde yakıt olarak kullanılsa da küçük güneş panelleri acil durumlar için enerji üretiyordu.

Bileği ve dirseği arasına takılan ekipmandan roketin hızını, yüksekliğini ve motor gücünü kontrol edecekti. Aynı zamanda maruz kaldığı basınç, bulunduğu yerdeki oksijen durumu, hava sıcaklığı ve vücut değerlerini gibi malumatları görebilecekti.

Kolundaki çam yeşili, kağıt inceliğinde, yaklaşık yarım kilo olan plakaya baktığında LRDA'nın yaprak simgesi ve Kertenkele Müfrezesi'nin logosu gözüne çarptı. Bu semboller sırt roketinde de bulunuyordu.

Yönünü yaptığı hareketlerle belirleyecekti. Dizlikleri, kaskı, dirseklikleri ve çizmeleri onun davranışlarını kaydedecek ve bir yapay zekâ da bu verileri analiz edecekti.

Bilgileri tamdı, ya refleksleri? "Ben 20/25'im, genlerim mükemmel. Hayvanların reflekslerine sahibim." diye düşününce özgüveninin yerine geldiğini hissetti.

Ya dikkati? Genellikle zihninde yaşardı, General'in boynundaki yarayı bile sonradan duyarak öğrenmişti fakat derslerde dikkatini toplaması çok uzun sürmezdi.

Tıpkı şimdi "Hadi, Nikolai." denilince hemen dikkat kesildiği gibi.

"İlk ben denemek istemiyorum, efendim."

"İlk ya da son olmak bir şeyi değiştirmeyecek, sırayı bozma." Civciv, numara sırasına göre yedinci sırada olmaktan mutluluk duydu.

"Ama..."

"Azar azar yüksel ve aşağı bakma."

Nikolai önce yarım metre yükseldi, sonra bir metreye çıktı, sonra iki, üç, dört... Yedi metreye çıktığında aniden kazara on metre birden yükselince çığlık kopardı.

"İndirin beni!" Sesi incelemişti.

Kaskındaki kulaklıktan Fyodor'un sesini duydu. "Sakinleş!"

"Sakinim!"

Fyodor sırıttı. "Üç metre daha yüksel o zaman."

"Tamam!" İnadı tutmuştu.

Yirmi metreye çıkınca nefesini tuttu.

"Yavaşça sağa dön."

Tuttuğu nefesini yavaşça bıraktı. "Emredersiniz."

Sağa döndü ve sağ yönünde bir metre yükselerek ilerledi, sonra sola dönme komutu aldı ve sola dönüp beş metre kadar yükselerek o yönde ilerledi. Kaskından övgü sözleri duyunca gülümsedi.

"Çok güzel! İnebilir misin?"

"Evet." Tereddüt etmişti.

Yavaş yavaş aşağı inerken bir anda beşer metre birden inmeye başladı. Bir çığlık daha kopardı.

"Dur!"

Nikolai durmadı, duramadı. Kıpırdanıyordu fakat bir işe yaramıyordu. Neyse ki Marko ve NT-5 kontrolü devralıp onu indirmeye başladı.

Yere inince kardeşlerine sarılan Nikolai'ın ardından Leonid sırt roketini denedi. Düzgün bir başlangıç, kontrollü bir yükselme, doğru hareketler, biraz çığlık ve idare eden bir inişle denemeyi tamamladı.

Sıra Colin'e geldi. O kurallara tamı tamına uydu, kontrolü asla bırakmadı, iyi bir iniş yaptı. Yavru kuşlar gibi deneyimsiz, acemice ama fena olmayan bir uçuştu onunki. İner inmez kendi resmini çizdi. Resimde sırt roketi kullanıyordu, havadaydı ve gülümsüyordu.

Sıra Ethan'a geçince o yükselir yükselmez inmek istedi ve droidler tarafından aşağı indirildi. Annesinin kesesinden çıkmak istemeyen kanguru yavrusu gibi, güvenli ortamından ayrılmak istemiyordu.

Dmitri de yükseldi, sağa döndü fakat sola dönemeden korkuya kapılınca droidler onu da indirdi.

Onun ardından Pyotr yükseldi, tek bir çığlık bile atmadan ve tüm komutlara uyarak başarılı bir deneyim geçirdi. Yılların pilotu gibi kontrollü, korkusuzca ustalıkla kullanmıştı sırt roketini.

Ve işte sıra Philip'teydi.

Önce çeyrek metre, sonra yarım metre, daha sonra bir, bir çeyrek, bir buçuk, iki... Yavaş yavaş dosdoğru yukarıya yükselmeye başladı. Bacakları hafif aralıklı duruyor, dümdüz aşağı sarkıyorlardı.

Çok zor değil, diye düşünürken kaskından gelen "Sağa git." komutuyla dudağını ısırdı. Vücudunu tam sağa çevirdi fakat hareket edemedi çünkü bakışları bir saniyeliğine aşağı kaymıştı.

Çığlık atmamak için kendini zor tuttu ve kolundaki mekanizmadan ne kadar yüksekte olduğuna baktı. 18 metre yazısını görünce korkuyla sıçrayıp feryat kopardı. Altı katlı bir binanın çatısına çıkmış kadar yüksekteydi, aşağı düşerse kemikleri tuzla buz olurdu.

"Sakin ol!" dedi Fyodor.

"Kolay değil!" diye bağırdı. Sesinin biraz fazla çıktığını fark edince dişlerini daha da dudağına geçirdi.

"İnebilir misin?"

"Bilmiyorum!" derken sürekli sendeliyordu. Artık NT-5'in bile onu kurtarmasına razıydı.

"Seni aşağı indireceğiz, korkma." Fyodor o kadar rahattı ki Philip de sayesinde sakinleşmişti. Sıradan bir şey yaşayacağını, tehlikede olmadığını kabullenmeye başlamıştı.

NT-5 diğerlerinde olduğu gibi onu yavaşça aşağı indirmeye başladı. Nihayet ayakları yere bastığında önce kardeşlerine sarıldı, sonra NT-5'e teşekkür etti. Hasret kaldığı yeryüzüne bakıp derin bir nefes aldı.

Üstünden yük kalkmış, rahatlamış, sakinleşmişti. Ya metrelerce üstünde, ya metrelerce altında olduğu kara toprağa aylar sonra ilk kez oturup kalanların denemelerini izlemeye koyuldu.

Darnir ve Casimir müthiş derecede başarılı olmuşlardı, tıpkı bir kuş gibi manevra dahi yapabiliyorlardı. Özellikle Casimir havadayken karada olduğu kadar aktif şekilde bedenini kullanabiliyor, hareket edebiliyordu.

Darnir iniş yaptığında yalnızca gülümserken Casimir yere indiği gibi kardeşlerine "Nasıldım?" diye sormuş, aldığı övgülere karşı yarım ağız sırıtmış ve hava atmıştı.

Son olarak Isaac de başarılı olmuştu fakat davranışları kaskatıydı, sanki gökyüzünde değil bataklıktaydı. İnince tepki vermemiş, Dmitri'nin yanına geçmişti.

General dersin sona erdiğini söyledi ve sırayla hepsini teker teker tebrik etti. Tebrik ederken onların dağılmış koyu saçlarını iyice karıştırdı, onları bağrına bastı ve cesaretlendirdi.

Fyodor gülümsedi.

"Melekler uçamıyor."

General iç çekti.

"Şeytanlar kanatlandı."

***

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top