Bölüm 11 - Kavuşma

"Uyan." dedi başında bekleyen genç klon.

Civciv'in zihni sorularla dolmuş, sanki araba sürerken uyuya kalmış da kaza yapınca uyanmışçasına ürkmüş ve afallamıştı. Yaşıtı olmayan bu klon da nereden gelmişti? Arkadaşları neredeydi? Bekle, kendisi nasıl yatakhanesine dönmüştü? Ne ara iyileşmişti? En son... En son ne olmuştu?

Ok gibi doğrulup irileşmiş gözleriyle genç klonu süzerken ve zihnine General'in odasında kaldığı güne dair sürpüntü görüntüler doluşuyorken Philip aklına gelen ilgisiz anları bağdaştırıp günün çoğunluğunu hatırlar gibi oldu.

Zihni çok karışıktı, onu toparlamaya çalışmakla yeterince zaman harcadığını düşündü. Bedenindeki farklı hissiyat üzerine kafa yormaya başladı bu sefer. Ağzında nasılsa peydah olmuş acımsı tadı, vücudundaki zayıf aidiyet duygusunu, hücrelerindeki yeniliğin farkına vardı. Sanki iyileşmekle kalmamış, değişmişti.

Tüm bu meseleler onu öylesine yormuştu ki odağını kaybetti. Gözüne takılan, karşısında öylece bekleyen genç klon hakkında tahminler yapmaya başladı.

Birkaç yıl sonra aynı onun gibi gözükeceği gerçeğine aldırmamaya çalışarak hızlı hızlı, detayları atlayarak süzmüştü genci. Kısacık koyu kahverengi saçları, yuvarlak yüzündeki bıkkın bakan koyu kahverengi gözleri, esmer teni, düz bir çizgi halindeki dudakları ve yaşına göre gelişmiş vücuduyla o "kusursuz" klonlardan biri olduğunu belli ediyordu genç.

Hayret içinde sordu, "Sen.. Sen de kimsin?"

"Ben klon asker 1060, Theo. Kan testin yapıldıktan sonra Teğmen* D-4RP'ye sonuçları teslim etmen ve sonra akşam yemeğine gelmen gerek."

Zihni kazan gibi fokurduyor, şakakları zonkluyor, beyni yaşananları kavramakta zorlanıyordu Philip'in. Bin tane bile klon yokken bin altmış numaralı klon nasıl oluyordu?

"1060 mı?" Ağzı açık kalmış kaşları havaya kalkmıştı.

"Sorgulamaya vaktin yok, 526." Bıkkın bakışları, sıkılgan tavrı ve emir veren konuşmalarıyla General'in eski haline benziyordu Theo.

General onlara numarayla hitap ettiğinde hep söylemek istediği cümle dudaklarından belli belirsiz bir öfkeyle döküldü. "Benim bir adım var."

"Biliyorum, Philip. Ama adının bir önemi yok."

"Böyle davranman hoşuma gitmiyor. Lütfen biraz daha kibar olur musun?"

"Senden emir almam, çaylak. Vaktimiz yok dedim, benimle gel."

Theo'nun ne yüksek bir rütbesi, ne fazlaca askeri tecrübesi, ne ilerlemiş yaşı, ne Civciv'in iki katı kadar boyu, ne de metal uzuvları vardı. Ona saldırabilir, ondan hayatının tüm kötü zamanlarının hıncını alabilirdi Civciv.

Ama hayır, şimdi sırası değildi, önce onun dediklerini yapacak ve sonra arkadaşlarıyla beraber onu mahvedecekti. Bu yüzden başını onaylar biçimde sallamış ve arkasından sessizce bakmıştı.

Marko'nun bahsettiği tümenden olmalıydı Theo. Marko'nun bahsettiği zamanda henüz gelmekte olan on dört bin 'kusursuz' klondan oluşan askeri birlik belli ki çoktan gelmişti. Sıkıntılı bir nefes verdi, gözlerini devirip düşüncelere daldı.

Ne gerek vardı onlara? Neden onları başka komutanlar eğitmiyordu? Komutan kıtlığı mıydı da buraya gelmişlerdi? Neden onlar buraya geleceğine General onlara gitmemişti? Neden, neden, neden...

Kusursuz klonlar hakkında az önceye kadar pek bir tecrübesi yoktu. General'in katıldığı kontroller dışında görmemişti onları, bu yüzden önceleri kusursuz klonlar bir sorun değildi ama artık içlerinden birini tanıyordu ve hiç de cana yakın olmadıklarını biliyordu. Yetişkin bile olmayan birinin onlara komutanlık taslaması kabul edilir gibi değildi.

Civciv eğitimlerin toplu olmamasını ve onlarla pek sık görüşmeyi umarken bir yandan da onların kendilerinden daha az başarılı olmalarını istiyordu. Yoksa o kusursuz klonlar bir de başarılarıyla hava atar, Civciv ve arkadaşlarını rahatsız ederlerdi.

Sağlık droidi bileğinden kan alırken acıyla gözlerini yumsa da gıkı çıkmamış, gözlerini yere dikip kendini olumsuz duygularından arındırmaya çalışmıştı. O klondan nefret etmesinin anlamı yoktu, ona acıması gerekirdi. Hissiz, ruhsuz, iradesiz droidlerden farkı yoktu kusursuz klonların. Yaptıkları hiçbir şeyden sorumlu değillerdi.

Bileğindeki iğneye kan dolarken içine merhamet doluyordu Civciv'in. Nefes alan ama yaşamayan, hiçbir şeye sahip olmayan varlıklar olmak ne kadar da acınası bir durumdu! Kendilerine özgü bir bedenleri, özgür iradeleri, duyguları, zevkleri, hatırlamaya değer anıları olmayan canlılara "canlı" denebilir miydi?

Evet, kusurlu klonlar hakkında duyulması gereken tek his acıma olmalıydı. Kin ve nefret çocuklara yakışmazdı. Düşünceleri bu yöndeydi, bilinçaltında az da olsa büyüklenme isteği yattığından bihaberdi Civciv.

Kan alma işlemi biter bitmez droidin bileğine bantladığı pamuğu hafifçe bastırarak yerinden kalkıp geniş koğuştaki loş ışığın altında -ondan başka kimse olmadığı için sadece bir lamba açıktı, o da birazdan kapanacaktı- ilerleyerek koridora çıktı ve ardından lavaboya doğru gitti Civciv.

Pamuğu ıslatmamaya dikkat ederek elini yüzünü yıkadı ve aynadaki yansımasına kısa bir bakış attı. Dış görünüşünün Theo'dan pek farklı olmaması sinirini bozdu fakat daha fazla Theo ve tümeni hakkında düşünmemeye karar verdi, kendisini üzmesinin bir anlamı yoktu.

İyimser olabilmek için malzeme ararken aklına akşam yemeğinde arkadaşlarıyla birlikte olacağı geldi. Tabii ya, neden daha önce aklına gelmemişti! Artık iyileşmişti, büyük ihtimalle tamamen sağlıklıydı ve rutin hayatına geri dönebilirdi!

Hasretini çektiği arkadaşları, kıymetini anladığı düzenli hayatı, günün çoğunu işgal eden antrenmanları, normal çocukların gördüğü dersleri, yaramazlık yapma şansı, sabahları banyoda suyla oynama fırsatı... Hepsine kavuşmuştu.

Bataklıktan kurtulup bulutlara ulaşmış gibi hissediyordu Civciv. Nefesi kesilmişti, zihni karma karışıktı. Aklı bir türlü bu müthiş haberi kabullenemiyor, böyle büyük bir gelişmeye alışamıyordu. Özgürlüğüne bile değişmezdi hayatını artık.

Sarhoş gibi hissediyordu, sanki her şey zihninin bir oyunuydu. Yeniden o tanıdık sıcak ortama gireceğine inanamıyordu. Sanki havale geçirmek üzereyken birden ateşi düşmüş ve sağlığına kavuşmuştu. Sanki sele kapılıp giderken aniden sular hızla çekilmiş ve sıcacık güneşe kavuşmuş gibiydi. Etraf kuruyordu ama o hâlâ ıslaktı, hissedemiyordu sıcaklığı belki tekrar üşümekten korktuğundan, belki şaşkınlığından.

Sonunda Civciv duygularını kurcalayıp durmaktan vazgeçmeye ve zamana bırakmaya karar vermiş olsa da düşünceleri istemsizce tekrar bu hususta düşünmeye başlıyor lakin Civciv hatırlayıp tekrar engel oluyordu ve bu kısır döngü şeklinde devam ediyordu.

Dikkatini kabinlere yönlendirdi. Hazır sıra yokken banyoya girmeli miydi? Hayır, banyoya girerse bir saatten kısa bir sürede banyodan çıkma olanağı olmadığından yemeğe geç kalırdı.

Lavabodan çıkıp koğuşa döndü ve yatağının bazasına koyduğu az şeylerden biri olan -tören üniforması, günlük üniforma, yedek günlük üniforma, saha üniforması, düz beyaz pijama takımı ve birkaç iç giysi dışında hiçbir şey koymuyordu- üniformasını alıp kimse olmadığından oracıkta üzerini değiştirdi.

Revirde verilen bebek mavisi, desensiz iki parça kıyafeti iade etmeli miydi bilmiyordu, ama kendisinde kalırsa sevindirdi. Üniforma ve pijama dışında bir kıyafeti olursa kendini şanslı hissederdi, sonuçta diğer klonların istediği şekilde giyinmek gibi bir lüksü yoktu.

Saçlarının üst kısmı yirmi yirmi beş milimetre, yanları ise on milimetre olduğundan yastığının altına koyduğu dişli tarağı alıp saçlarını taramaya koyulmuştu Philip. Bunu yapmayı pek sevmiyordu, zira az da olsa canı yanıyordu.

Aklına Casimir'in, General'in saçına özendiği günler geldi. Birkaç ay öncesi falandı, General o zamanlar tesise yeni gelmişti. Şapkasını pek çıkarmaz, bürosundan ayrılmaz, klonlarla konuşmaz, 555. taburla ilgilenmek yerine klon eğitim tesisinin öteki binalarında kalan ve kusursuz klonlardan oluşan tümenin diğer kısmıyla alakadar olurdu.

General, yeni geldiği zamanlarda nöbetçi droidleri lojmanın dışına değil içine mevizlendirdiğinden dıştan savunmasız gözüken odaya Darnir girmeye kalkışınca ise disiplinli görünmeye gayret etse de çocuklar üzerindeki imajı değişmemiş hatta korkuları azalmıştı, daha fena bir ceza vermesini beklemişlerdi.

Ama çocukları en çok şaşırtan bu olay değildi. General ilk kez bir kahvaltı esnasında şapkasını çıkardığında çocuklar şaşırmış, General onların bu haline gülümsemeden edemeyince daha çok şaşırmışlardı.

Casimir büyüyünce saçlarını General'inki kadar uzun bırakacağını söyleyince Darnir içten içe beğendiği halde hemen karşı çıkıp o saç modelinin zevksiz insanlara göre olduğunu söylemişti. Casimir hâlâ istiyor olsa da bir daha saç konusu açmamış, isteğinden bahsetmemişti.

Yemek salonuna doğru giderken düşünceleri yine arkadaşlarına kavuşmuş olmasına kaydı, ama bu kez onları zihninin kuytu köşelerine itelemek yerine onları kucaklamayı seçti. Özlediği heyecan ve mutluluğu kana kana içti.

Salona varınca heyecanından beyaz masalardaki yemek dolu çelik tabldotları bile fark etmeden arkasında beş yüz yirmi altı yazan sandalyeye doğru ilerledi ve o daha oturmadan Darnir ve Casimir ayağa kalkıp ona sarıldı.

"Seni çok, çok, çok özledik Civciv!"

"Bir daha sakın hasta olma!"

"Ben de sizi çok özledim!"

Sözcükler havaya karışıyor, üçü tarafından da duyuluyor fakat asla algılanmıyordu. Tek odakları bulundukları anın mutluluğuydu. Sonunda tekrar kavuşmuşlardı, bundan daha öte bir mutluluk yaşayamazlardı.

Mücevherler gibi parlak, değerli ve ulaşılmaz görülen an sonunda gelmiş ve üç sadık dost sonunda kavuşmuştu. Bunca zaman birbirlerinin sevgisine susamış, birbirleriyle olan sohbetlere acıkmış, soluk gibi ihtiyaç duymuşlardı birbirlerine. Şimdiyse vakit, özlem giderme vaktiydi.

Gülümseyenleyen yüzleri, sarılan bedenleri, heyecanla çarpan kalpleri, huzurla kapanmış gözleri ve birbirlerini sımsıkı kucaklamış kolları sevinçlerini ifade etmeye yetmezdi.

Civciv hâlâ kabullenmekte zorlanıyordu olanları. Kavuştuğuna inanamıyor, kanıtlamak istercesine daha sıkı sarılıyor, coşku ve heyecanla adeta sarhoş oluyordu. Kalbi göğüs kafesini parçalayıp fırlayacak gibiydi.

Bir yılanın sıçrayışı gibi ani ve talihsiz gelişmişti Civciv'in rahatsızlığı. Zehirlenip kendinden geçmiş Philip uyanınca yılanın başını ezilmiş, kendisini sağlıklı bulmuştu. Sanki her şey bir anda olup bitmiş gibiydi, oysa geçmek bilmez günlerdi hasta olduğu zamanlar. Şimdiyse o günler hakkında pek bir şey hatırlayamıyordu bile.

Yavaş yavaş birbirlerinden ayrılıp yüzlerinde sevimli bir ifadeyle birbirlerine samimiyet ve hasret dolu gözlerle bakıyor, konuşma isteğiyle dolup taşıyor lakin heyecan ve mutluluktan ne diyeceklerini bilemiyorlardı.

İlk söze giren Casimir oldu. "Nasılsın?"

"İyiyim, siz nasılsınız?"

Casimir kırılmış gibi bakarak, "Siz mi? Yabancı mı oldum şimdi?"

Darnir yapmacık bir alınganlıkla, "Philip geldi diye yok mu oldum şimdi?"

Üçü birden kıkırdadılar.

Casimir, "Tabii ki varsın Darnir, sen de benim en iyi arkadaşımsın." deyip bir kolunu Darnir'in beline doladı ve onu kendine çekti.

Onların cıvıl cıvıl, neşeli, sevimli halleri; "Yemeyecekseniz bize verin bari!" diyen Dmitri'nin sesiyle bölündü.

"Haklı." diye destekledi onu Isaac.

Philip masaya dönmesiyle şaşkınlıkla bağıra bağıra, "Bunlar gerçek yemek!" demesi bir oldu.

"Evet, tümenle birleştiğimizden beri gerçek yemek yiyoruz ve daha çok normal ders görüyoruz." diye açıkladı Leonid.

"Ve daha çok uyuyoruz." dedi Nikolai.

"Ne? Neden?"

"Çünkü serum normal yemekten daha zahmetli ve maliyetliymiş."

"O zaman eskiden neden normal yemek yemedik?"

"Yemek yemek çok zor bir şey, beceremeyiz diye düşünmüşlerdir."

"Çok mu zor?"

"Evet, kaşığı düzgün tutmazsan dökülüyor." dedi Colin. Aralarında en çok kalem tutmuşluğu olan çocuk bile böyle söylüyorsa diğerleri için kim bilir ne kadar zordu.

"Ama lezzetli." dedi Dmitri.

"Kokuların ve ilaçların olduğu gibi onun da tadı var, hem de çok güzel." dedi Isaac. Hem arkadaşını desteklemiş, hem fikrini belirtmiş, hem de bilgisini kanıtlamıştı. Bir taşla üç kuş vurmak diye buna denirdi.

"Nasıl yiyeceğim?"

"Kaşığı eline al, hayır, hayır, öyle değil, kalem tutar gibi. Şimdi onu yemeğe daldır." diye komut verdi Darnir.

"Hangisine?" dedi Civciv yemeklere bakarken.

"Çorba soğumuştur, pilav yesin bence." dedi Casimir.

"O hangisi?"

Casimir beyaz, pirinç tanelerinden oluşan yemeği gösterince Philip başıyla onayladı ve kaşığı oraya saplarcasına daldırdı.

"Hayır, yandan alacaksın. Yemeği sıkıştır ve kaşığı dik tutma." diye devam Darnir komut vermeye. Ama Civciv yine beceremiyordu.

Tüm bunlardan bıkan ve hâlâ doymayan Dmitri, "Beni izle." deyip Philip'in pilavından bir kaşık aldı ve yedi.

"Hey!" diye aynı anda ikaza girişti Casimir, Darnir ve Philip.

Ağzındaki bittikten sonra, "Anlasın diye." diyerek kendini savundu kendini Dmitri.

"Böyle daha iyi anlamıştır." diye destekledi Isaac.

Civciv bir daha denedi, bu kez kaşığın çeyreğini doldurmayı başardı.

"Gördünüz mü?" diye kibirlendi Isaac.

Isaac'a aldırmadan, "Şimdi onu ye." dedi Darnir.

Civciv o çeyrek kaşık pilavın da yarısını ağzına götüremeden döküp kalan o küçücük kısmı yemeyi başarınca tüm arkadaşları onu alkışladı. Civciv utanıp gülümsedi, teşekkür etti ve bir daha denemeye koyuldu.

Yemek saati yemek yemeye çalışmayla geçip gitti, sonunda uyku vakti geldi. Civciv kalan yemeği isteksizce döktü ve diğerleriyle beraber lavaboya gitti. Soğuk renkli fayanslar, dev bir ayna ve birkaç tuvaletten oluşan lavabo uzun, dikdörtgen bir oda gibiydi.

Hepsi sırayla ellerini yıkadıktan sonra bu kez dişlerini fırçalamaya koyuldular. Herkesin diş fırçası lavabodaydı, üzerlerinde numara yazdığından karışıklık olmuyordu. Diş macunu ortaktı, aynı sabun gibi bir çıkıntıya bastırınca ince plastik bir delikten akıyordu.

Diğer klonlar ona diş fırçalamayı öğrettiler. Philip macunun tadını beğenmemişti ama yeni ve rutinleşecek bir aktivite yaptığı için memnun da olmuştu.

Dişlerini fırçaladıktan sonra yatakhaneye gidip yatağın altından pijama takımını aldı ve kabinlere doğru ilerledi. Üzerini değiştirdikten sonra yatağın üzerine oturup rahat ve derin bir nefes aldı.

Yaşadıklarını düşünmeye başladı. Hastalığı, General'in anlattığı masalı, Marko'yla olan konuşmalarını, Novikova'nın suçlarını, Marko'nun ona verdiği oyuncağı ve sonra onu geri almasını, Casimir ve Darnir'in onu ziyaret etmesini, sağlık kanadına doluşan kana bulanmış insanları, General'in odasında bayıldığı anı, onun odasında geçirdiği günü ve orada uyuyup yatakhanede kalkmasını...

Ne çok şey yaşamıştı Philip iki hafta içinde. Tüm klonlardan pek farkı olmayan bir hayat yaşayan sıradan, kusurlu bir klon iken LRDA adına savaşacak bir askeri talebe olmuştu. Sevgi görmüş, ihanete uğramış, bazen normal bir çocuk muamelesi görmüş bazen ise denek olarak kullanılmıştı.

Novikova'yı düşününce aklına onunla işlediği dersler geldi. En son General sayesinde ceza almadan önce onun dersine girmişti. Şimdi derslerine kim girecekti?

"Sivil derslere kim giriyor?"

"Sizin müfrezenize Angelina Sergeyevna Kamineva giriyor." dedi Colin. Resim defterine renkli renkli yazmıştı kadının bütün ismini.

"O kim? Nasıl biri?"

"İyi biri, hem de çok." dedi Colin gülümseyerek.

"Bayan Kamineva çok iyi biri, bize tatlı bir şeyler veriyor." diye heyecanla anlattı Darnir.

"Adı gibi, bir melek*."

"Ve tabii ki General'in kızı değil.*" diye araya girdi Pyotr.

"Eskiden sivil bir mesleği varmış, sanırım memurmuş."

Civciv hüzünle gülümsedi. Onlardan bağımsız olmak, onları anlayamamak ve birçok şeyi kaçırmış olmak kötü bir his veriyordu ona. Huzursuzlanmış, keyfi kaçmıştı.

Unutmaya, iyimser olmaya gayret etti, "Niye daha çok derse giriyoruz?" diye sordu.

"Kusursuz beylere göre öğrenmemiz gereken çok şey varmış." dedi Isaac sinirle.

"Olsun, öğrenmek güzeldir." deyip omuz silkti Philip. Ardından devam etti, "Nasıl daha çok uyuyoruz peki?"

"Serbest zamanımızı azalttılar, artık daha erken yatıyoruz." derken mutluydu Nikolai.

"Oyun vaktimizden kestiler yani." diye araya girdi Casimir.

"Bu arada, uyku vaktine çok az kaldı beyler." dedi Leonid. Belki ilgi çekmek, belki de Nikolai'ı mutlu etmek istiyordu.

"Benim uykum geldi bile." dedi ve arkasını döndü Dmitri.

"Hadi uyuyalım." dedi Darnir, dün gece heyecandan pek iyi uyuyamamıştı.

Klonlar birbirlerine "iyi geceler" dileklerini ilettiler ve huzurlu bir uykuya daldılar.

***
"Sen ne düşünüyorsun, Yarbay?" dedi General, karşısındaki yetişkin klonun yüzüne dik dik bakarken.

Aynı Yaroslav'a benziyordu Yarbay Yohan. Onunki gibi buğday teni, onunkiler gibi koyu kahverengi kısa saçları, onunkiler gibi yüz hatları, onunki gibi bir üniforması vardı. Tek fark şuydu ki Yohan'ın siyah eldivenleri yoktu.

"Kusursuz tümenin çiplenmesi gerektiğini düşünüyorum, efendim." dedi Yohan. Endişesinin çok azı yansımıştı sesine.

"Neden?" Sanki onun fikrini sormuyor da mahkemede yargılıyor gibiydi.

Konuşmak Yohan için bir işkence olsa da ama yine de cevap verdi, "LRDA'ya katılmayı seçmem benim için çok zor olmuştu, onların da çipsiz doğru kararları vermeleri bir hayli zor olacaktır. Ve bence sadece ahlaki konularda değil itaatkarlık da çipe eklenmeli."

"İtaatkârlıklarından şüphe etmiyorum."

"Ben hem kusursuz, hem de çipli bir klondum efendim. Yine de bazı kuralları çiğnedim ve..." devamını getirmeye cesaret edemedi.

"Bu klonlar kötü şartlarda yetişmedi, üstelik senin işlediğin suç ahlaki çipi kapsar." 

"Haklısınız efendim." dedi ve boynunu büktü Yohan.

General sinirlerini yatıştırmak için sesli bir iç çekti ve ardından, "Çıkabilirsin." dedi.

Yohan kaçma isteğini içine gömerek saygılı bir şekilde odayı terk etti. O çıktıktan sonra General Marko'dan 526. klonu çağırmasını istedi.

Marko Philip'in yanına gittiğinde Philip kahvaltısını henüz bitirmiş, tabldotta kalanları boşaltıyordu. Droid ona General tarafından çağırıldığını söylediğinde kaygılandı ve droidin parlak mavi gözlerine baktı. O kadar dalgındı ki Marko'nun ona yine 526 diye hitap etmeye başladığını fark etmemişti bile.

Üsteğmen droid raporu ve sonuçları yüzbaşı droide teslim etmiş olmasına ve daha hiç yaramazlık yapmamış olmasına rağmen çağırılmak korkutucuydu tabii. Geldiğinden beri yaptıklarını tek tek düşünmesine sebebiyet vermiş, bir şey bulamayınca iyice meraklanmıştı.

Marko çocuğun endişelerine müdahale etmedi, sadece çocuğun zaten bildiği yolu gösterdi. Yol boyunca Civciv gerek kaymak taşı rengindeki duvarlara gerek mermere benzeyen zemine gerekse gördüğü droidlere yardım istercesine bakıyor ve kurtuluş yolu arıyordu.

General klonlara ne kadar iyi davranırsa davransın klonlar yine ondan çekinecek, cezalandırılmaktan korkacak, içten içe hâlâ 'kötü biri' olup olmadığını sorgulayacaklardı. General bunu biliyordu, bu duruma üzülüyordu ama yine olsa yine yapardı.

Kapının önünde ellerini bağlamış öylece duruyordu Philip. Lambanın cılız, sinir bozucu yeşil ışığı yanınca bir adım attı ve kapı tıslayarak açıldı. General masaya yaslanmış, kollarını kavuşturmuş onu bekliyordu.

"Otur." dedi yumuşak bir sesle. Pek belli etmese de çocuğun tekrar bayılmasından korkuyordu.

Civciv masanın önündeki iki sandalyeden sağdakine oturduğunda ayakları yerden kesilmesin diye yaslanmadı, ucuna oturdu. Başı eğik, tavırları çekingen, bakışları yerdeydi. Bacaklarını birbirine yapıştırmış, ellerini kucağında kavuşturmuştu.

"Nasıl hissediyorsun? Daha iyi misin?"

"Evet efendim." dedi Philip kısık sesle.

"En azından tek seferde konuşuyor." diye düşündü General. Şimdilik bu da bir şeydi. Aynı ses tonuyla, "Tamamen iyileştiğini düşünüyor musun?"

"Evet, efendim."

"Güzel." dedi ve iç geçirip, "Büyük sınıflarla birleştirildiğinizi biliyor olmalısın."

Philip bozuk plak gibi, "Evet efendim." diye sözünü tekrar etti.

"Onlar çiplenecek ve eğer kurallara uymazsanız size de çip takılacak."

Philip'in başı ok gibi doğruldu, ani bir hareketle gözlerini General'in yüzüne dikti.

O daha ağzını açamadan kumandan devam etti, "Arkadaşlarını uyar, birinizin hatasını hepiniz çekersiniz. Bir de, taburun dışında kimsenin duymamasına dikkat edin." Tabii ki onlara sır vermemişti, onları test ediyordu.

Civciv tekrar başını indirdi, "Peki efendim." dedi düşünceli bir şekilde.

"Çıkabilirsin."

Philip odayı terk ederken aklındaki her şey alt üst olmuştu. Darnir ile çoktan plan yapmışlardı, bu tesisin tamamında neler dönüyor öğreneceklerdi. Oysa şimdi derse geç kalmamak gibi basit sorumlulukları bile yerine getirmeleri gerekiyordu.

Koşarak yatakhaneye gitti, üniformasını alıp biraz soluklandıktan sonra bu sefer giyinme kabinlerine koştu. Ethan kabinden çıkarken o girdi ve hızlıca üzerini değiştirmeye koyuldu.

Üniformasını giyerken derin derin nefes alıyor ve kalbi hızlı hızlı atıyordu. Giyindikten sonra yaka kartını boynuna iliştirdi -çipleri olmadığı için kartlarla yoklama alınıyordu, ayrıca kartlar birbirlerini tanımalarına da yardımcı oluyordu- kısa bir süre daha orada kaldı ve yere çöküp dinlendi.

Beyaz, plastik kabin kapısıyla bakıştı, nefesini dizginledi, alttaki boşluktan diğer klonların çizmelerini görüp onları bekletmemek adına krem rengi duvardan destek alıp kalktı ve kabini terk etti.

Talim salonuna geldiğinde dersin başlamasına yaklaşık on beş dakika olduğundan sohbet eden arkadaş gruplardan birine yaklaştı ve, "Kurallara uymazsak bizi de çipleyecekler!" dedi.

Her klondan aynı ses yükseldi, "Ne?!"

"Hayalet dedi ki, kusursuz ağabeyler çiplenmiş ve eğer uslu olmazsak bizi de çipleyeceklermiş." diye açıkladı Civciv.

"Nasıl yani?"

"Eskisi gibi mi?"

"Ama bu haksızlık!"

"Saçmalık!"

Kimin ne dediği belli olmuyordu, sesler karman çorman olmuştu lakin tek anlaşılan herkesin şikayetlendiğiydi.

"Birimizin hatasını hepimiz çekeriz." dedi Philip.

Kalabalığı hızlı hızlı tarayıp yakın arkadaşlarını ararken bir yandan da en azından bugün boyunca kimsenin yaramazlık yapmamasını umuyordu Civciv.

Çiplenme düşüncesi içini ürpertiyordu. Düşüncelere yön veren, rütbelilere duyduğu olumsuz duygularda veya kurallara karşı gelme isteğinde ikileme düşmesine sebep olan, aklını karıştıran, duyguları olmadan asla yenemeyeceği güçlü bir sistemdi çip.

Laboratuvarda hayvan görmeye giderken kararsız kalmasında, Darnir'in çatıya çıkmasına karşı çıkmasında çipin payı vardı. Bilinçaltına sızan bir zehir gibiydi, kişinin kendisi fark etmeden onu adeta programlardı.

Nerede olduğunu, ne yapmak üzere olduğunu her daim bildiren zihnine sızmış bir casus gibiydi. Rüyalara bile yön verdiği söylenirdi. Bir keresinde 8. Kolcu tarafından sürekli kabus görmekle tehdit edildiğini hatırlıyordu fakat gerçekliğinden emin değildi.

Düşüncelerinden sıyrılıp Casimir veya Darnir'i bulma umuduyla etrafına bakındı. Herkes konuştuğundan dolayı oluşan uğultu yüzünden kafası karışıyor, odaklanmakta zorlanıyor olduğundan biraz durup derin bir nefes aldı ve tekrar Darnir ile Casimir'i aramaya koyuldu.

Yanağında yara izi olan çocuğu fark etmesiyle yanına koştu ve olanları bir de ona anlattı. O kadar telaşlıydı ki geldiğinden beri yara izinin artık daha zor seçilebildiğini, pek belli olmadığını fark etmemişti bile.

"Yalan söylüyordur." oldu Darnir'in ilk tepkisi.

Civciv, "Hayır, neden öyle bir şey yapsın ki?"

Darnir omuz silkti, "Uslu durmamızı istediği için tabii ki."

"Ama o zaman eski cezalara devam ederdi." dedi Philip, kavga çıkmamasını umarak.

"LRDA izin vermemiştir, yoksa o yapardı."

Civciv birilerini ikna etmeye çalışmaktan hoşlanmadığı halde direndi, "General doğru söylemiş olamaz mı?"

Darnir sinirlendi, kaşlarını çattı, ihanete uğramış gibi hissetti, "Hayır! O beni cezalandıran pislik herifin teki! Onu bana savunacaksan git başımdan!"

Philip itiraz etti, "Seni uyarmaya çalışıyorum, onu savunmuyorum!"

"Ne fark eder! Onun dediğini savunuyorsun! Ona inanıyorsun! Bana değil!"

"Hayır..."

Darnir onun sözünü kesti, "Benimle gelmek istemediğin için böyle yapıyorsun, değil mi? Küstüm sana!" dedi ve kollarını kavuşturduktan sonra arkasını dönüp uzaklaştı.

"Ama Darnir..." dedi ama devamını getirmedi Civciv. Sinirleri alt üst olmuş, başı ağrımaya başlamıştı. Ne yapmalıydı?

Darnir'i şikayet edemezdi, bu ihanet olurdu ve o Novikova gibi bir hain değildi. Lakin çiplenme düşüncesi ödünü koparıyor, hem kendisinin hem de arkadaşlarının iradesinin kısıtlanacağını düşünmeye katlanamıyordu.

"Darnir mi, özgürlük mü? Özgürlük mü, Darnir mi?" sorularını örüntü şeklinde sürekli kendine soruyor lakin bir türlü karar veremiyordu. Darnir onun için çok kıymetliydi olsa da özgürlük de uğruna canını feda edebileceği yegâne şeydi.

Sanki devasa bir kazana atılmıştı ve tek kurtuluş yolu kazanın kaynar suyla doldurulması ve onu yüzeye çıkarmasıydı. Ya haşlanarak çıkar ya da yavaş yavaş yanardı.

Civciv kalabalığın içinde çaresiz ve yapayalnız hissederek düşüncelere dalarken bir başka klon onların konuşmalarını Marko'ya aktarmaya gidiyordu. Herkes bundan habersizdi, kargaşa içinde o klonun yokluğu fark edilmiyordu.

Philip en sonunda Darnir'i bulmakta ve onunla tekrar konuşmakta karar kıldı. Gözleriyle etrafı taradı, yakınlarda göremedi ve hızla her yere bakınmaya başladı.

Onu geniş salonun ortasında göremedi, kaymak taşı duvarların yakınında göremedi, salonun girişinde göremedi. Pes etmedi, salonun kapısına yöneldi lakin onu koridorda Marko'yla konuşurken görünce nutku tutuldu.

***

Adı gibi, bir melek.*: Angelina melek anlamına gelir.

General'in kızı değil.*: Sergeyevna Sergei kızı demek, General'in adı da Sergei.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top