|26|
♪Andy Grammer-Don't Give Up On Me♪
Uzuuunca bir bölümle karşınızdayım. Bazen romantik, bazen duygulu bu bölümü okurken umarım beğenirsiniz. Yorumlarınızı bekliyor olacağımm, iyi okumalar 💙
~Hoseok~
Yüzüme değen saçlarla gözlerimi aralarken geriye doğru çekildim ve ayılmaya çalıştım. Görüş açım netleşip Hana'yı görünce esnemeyi bırakarak yan döndüm ve bir kolumu başımın altına koyarak onu izlemeye başladım. Ağzı biraz açık uyuyordu ve bu nedense gözüme çok tatlı gözükmüştü. Bahse girerem onu uyurken izlediğimi söylesem utancından kızarır ancak geri adım atmadan üstüne üstlük bana kızardı. 'Neden benim rızam olmadan beni izliyorsun?!'
Sesi bile kulaklarıma dolunca gülmeden edemedim. Hana duymuş olacak ki kaşlarını çatıp sızlandı. Anında elimi ağzıma götürüp nefesimi tuttum. Uyanma, uyanma..biraz daha izleyeyim seni. Fakat şans yüzüme gülmemişti tabi ki. Huysuzca gözlerini açarken gülümseyip neşeyle konuştum.
"Günaydın." Onun sesi benim sesime tezatla üşengeç çıkıyordu. "Günaydın." Bir süre kısık gözlerini etrafta gezindirdikten sonra bıkkınlıkla geri kapattı ve bir elini yüzüne koydu. "Yine kalktık ya, sanki çok iyi bir şey yapmış gibi." Boğuk çıkan sesi beni güldürürken söylenmeye devam etti. "Sanki çok farklı bir gün olacakmış gibi bugün de uyandık. Bıktık ya."
Bu beni daha da güldürürken "Hadi kalk, bugün yapılacak bir sürü şey var." diyerek doğruldum. O da hatırlamış olacak ki gözlerini kocaman açıp hızlıca yataktan kalktı. "Bugün yarışma var!"
Heyecanlı bakışları beni bulunca kocaman sırıttım. "Aynen öyle, akşama kadar da bir şeyler yaparız artık." Başıyla onaylayıp lavaboya ilerledi. Ben de o sırada üstümü değiştirmeye başlamıştım. O çıkınca da ben girdim. Lavaboda işlerimin bitmesiyle odaya adımımı atınca onu, beste defterime bakarken bulmuştum. Ona yazdığım şarkıyı okuyordu.
Yüzümde ufak bir tebessüm belirirken ona arkadan sarıldım ve çenemi omzuna koydum. Bu şarkı benim için de çok anlamıydı. Öyle çok üstüne düştüğüm, tamamladığım bestelerim olmamıştı. Öylesine taslaklardan ibaretti. Blue Side heyecanla oluşturduğum ve duygularımı aktardığım ilk parçaydı bir nevi. O yüzden kolay kolay bu işi bırakmak istememiş, kendimi hep bunun üzerine kafa yorarken bulmuştum. Zaten Hana da bana ilham olarak işimi kolaylaştırmıştı.
Bu şarkı..kesinlikle yayınlamak istediğim bir şarkıydı. Ancak bunu yapabilecek miydim..? Bunu çok istiyorum.
İstemsizce iç çekince Hana fark etmiş olacak ki defteri kapatıp kafasını bana çevirdi. "Noldu?" Kendime gelip uzaklaştım ve omuzlarımı silktim. "Yok bir şey, hadi kahvaltı yapalım. Bu sefer yemekhanede yemeye ne dersin?"
Sorumla yüzü gülmüş ve "Olur derim." diyerek yanıtlamıştı beni. Ben de memnun bir ifadeyle omzumu koluna attım ve birlikte odadan çıktık. Koridorda ilerlerken Seo Woo'yla karşılaşmıştık. "Nereye böyle gençler?"
Hana onu "Kahvaltı için yemekhaneye gidiyoruz." diye cevaplayınca ben de başımla onayladım. Seo Woo kaşlarını hafiften kaldırıp başını salladı. "İyi bakalım, o zaman ondan sonra da spor yaparsınız herhalde?"
Sorar bir ifadeyle bir bana bir de Hana'ya bakınca benim de gözüm Hana'ya kaydı. "Ama tamam da eşofmanlarımızı giymedik."
Seo Woo, Hana'nın mazeretine gülümsemiş ve başını yana eğmişti. "Tamam da zaten odalardan uzaklaşmamışsınız. Bir koşu gider değiştirirsiniz üstünüzü, değil mi?" Ben gülmemek için dudağımı ısırırken Hana ofladı. "Güzel, hadi bakalım. Görüşürüz, kontrol edeceğim sizi ona göre." Ardından yanımızdan geçip giderken Hana da omuzlarını düşürmüştü.
"Bu kadar üşengeç olma. Sen git odana, ben uğrarım."
Dudaklarını büzüp isteksizce başını salladı ve arkasını dönerek yanımdan uzaklaştı. Ben de odama girip kıyafetlerimi değiştirmeye başladım. O anda gözlerimin kararmasıyla kalbim hızla atmaya başlarken dolaba tutunup derin derin nefes alıp vermeye başladım. Çok geçmeden görüş açım yerine gelince rahat bir nefes vermiştim.
Kalbim sıkışırken kesik nefeslerle yatağa adımlayıp oturdum ve elimi kalbime götürdüm. "Tamam Hoseok, bir şeyin yok." Kendi kendime mırıldanırken gözlerimi kapatmak istedim ama yapamadım. Karanlığa gömülmekten korkmuştum çünkü o an. Dudaklarımı ıslatarak komodinin üzerindeki sürahiye uzandım ve bir bardak su doldurup içtim.
Az da olsa rahatlarken sesli bir nefes verip ilaçlarımı da aldım ve odadan yavaş adımlarla ayrıldım. Sanırım yorgunluktan oldu bu göz kararması...
Tabi, sanki hiç hasta değilmişsin gibi davran sen öyle. İç sesime göz devirirken merdivenlerden yukarı çıktım ve Hana'nın odasının önünde bulunan sandalyelere bıraktım kendimi. Kendi düşüncelerime dalıp giderken bir yandan da tırnaklarımın kenarıyla oynuyordum.
Hastanede birkaç arkadaş edinmiştim. Bir iki tanesi iyileşip burdan gidebilmiş olsa da diğer arkadaşlarımın hastaneden ayrılış şekli onlarla aynı olmamıştı ne yazık ki... Onlardan duyduğum son sözler neydi peki biliyor musunuz? "Keşke hayatımı biraz daha dolu yaşayabilseydim.."
O yüzden gülümsemeye devam ediyorum, o yüzden yaşamak için içimde enerji biriktiriyorum, bu yüzden umutlu bakıyor, bu enerjiyi böyle elde etmeye çalışıyordum. Sonunda keşke dememek için... 'Hastayım, kalksam da hiçbir faydası olmayacak' demek mantıksızdı. Bunu bizzat arkadaşlarımda da görmüştüm, en sonunda yüzlerindeki pişmanlık içimi acıyla doldurmaya yetmişti. Bu yüzden her sabah güneşle birlikte kalkmaya çalıştım. Elbette zorlandım ama içimdeki yaşama sevinci ve pişman olmama isteği daha ağır basmıştı. Hana'nın da elinden tutunca işler daha kolay ilerlemişti.
Yanımdaki masada yer alan broşürlere gözüm takılınca biraz inceledim. Ancak daha fazla bakamamış, broşürü yerine koyduktan sonra başımı duvara dayayarak iç geçirmiştim. Hasta insanların iyileştiğini gösteren o broşürler, afişler... Resimlerdeki o mutlu insan yüzlerini görünce insan nasıl da gıpta ediyordu.
O esnada da odanın kapısı açılıp Hana dışarı çıkınca bakışlarım onu buldu. Ancak o anda fark ettiğim şey içimi huzursuz etmişti. Her zamanki gülümsemesi yerine sıkıntılı bir ifade vardı yüzünde. Beni gördüğünde ise yüzüne bir gülümseme yerleştirmiş ve yanıma adımlamıştı. Ben de ayaklanıp ona doğru yürüdüm.
"Hadi gidelim." Tam ilerlemeye devam edecekken kolundan tutup onu durdurdum. Bana sorar bir ifadeyle bakarken ben ona şüpheyle bakıyordum. "İyi misin? Bir şeyin mi var?" Kafasını beklemeden iki yana salladı ve "Yoo, İyiyim," diye geçiştirdi. Ancak sözleriyle gözlerinin anlattığı pek örtüşmüyordu.
Gülümseyerek "Hadi gidelim, ben çok acıktım." diyince üsteleyip de canını sıkmak istemedim. Elbet öğrenecektim. "Peki ilaçlarını yanına aldın mı?" Aslında alacağına pek ihtimal vermiyordum ama başını 'evet' anlamında sallayınca açıkçası şaşırmıştım. Bir şey demeyip ilerlemeye başlayınca ben de peşi sıra onu takip ettim.
Onda bir şey vardı... Kalbimi sıkıştıran bir şeyler.
Kahvaltı yapmamızın ardından spor salonuna doğru ilerlemeye başladık. O esnada da hemşirenin biriyle konuşan yaşlı amca dikkatimizi çekmişti.
"İşitme cihazı takalım sana, ne dersin?" Hemşirenin sorusuyla amca bastonunu savurup aynı zamanda başını iki yana sallamıştı. "Ben böyle iyiyim hemşire kızım, eşimin sesini duymak istemiyorum. Evliliğimin mutlu ilerleyebilmesi için işitme cihazı takmak istemiyorum."
Yaşlı amcanın cevabıyla ağzım açık kalırken Hana güldü.
"Bu aşk değil de ne?"
Ben de sırıtırken başımı iki yana salladım ve yürümeye devam ettik. Sohbet ederek ve huzurla sporlarımızı yapmaya başladığımızda Seo Woo da gelmiş ve memnun bakışlarla bir süre bizi izledikten sonra geri işine dönmüştü.
Ben huzurlu mu demiştim az önce? Sözümü geri alıyorum. Saçlarımda hissettiğim ıslaklıkla ağzım aralanırken Hana'ya baktım. O da elindeki şişeyi sallayıp "Su savaşı..!" diye neşeyle konuştu. Spor salonu artık bizim için spor yapmak anlamına gelmiyordu da su savaşı yapmak anlamına geliyordu.
Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp bir süre sakinleşmeyi bekledim ama işe yaramamıştı. En sonunda yüzüme pis bir sırıtış yerleştirip önümde duran su şişesine uzandım. Hana bakışlarımdan korkmuş olacak ki zoraki bir gülümseme sundu ve "Ben artık gideyim, bayağı yoruldum." diyerek geri geri adımlamaya başladı. Ben de aynı şekilde yavaş adımlarla onu takip ediyor, bir yandan da şişenin kapağını açıyordum.
"A nereye gidiyorsun ama öyle çiçeğim? Daha yeni başladık."
Yüzümdeki sırıtışın büyümesiyle Hana da ufak bir çığlık attı ve arkasını dönerek son gaz koşmaya başladı. Ben de onun peşinden koşuyordum. Etrafımızdaki hastalar bize şaşkınlıkla bakıyor, yaşlılar da kınayan gözlerle bizi süzüyordu. Hemşirenin biri bizi durdurmadan önce bu suyu onun güzel yüzüyle buluşturmalıydım yoksa içimde kalırdı.
Hana salondan çıkıp biraz ilerledi ve yavaşlayarak arkasına baktı ancak benim koşarak geldiğimi görünce gözleri panikle açılmış ve koşmaya devam etmişti. Herhalde kalabalığa çıkınca duracağımı sanmıştı ama o iş öyle çabuk bitmezdi. En sonunda belinden yakalayıp kendime çekince kahkahayla karışık çığlık attı.
Vakit kaybetmeden az kalan suyu başından aşağı döktüm. Su zaten azdı bu yüzden yerler çok ıslanmamıştı, sadece bu tatlı pandayı ıslatmaya yetmişti. Ağzını kocaman açıp kollarını da iki yana açarken ben zafer kazanmış bir edayla geri çekildim ve gülümsedim.
"Yaa.." diye sızlanırken bir yandan da gülüyordu, ben de gülerek onu izledim. Fakat kahkahalarımız çok uzun sürmemiş, Seo Woo'nun karşımıza dikilmesiyle ikimiz de yutkunup ıslak köpek yavruları gibi başımızı eğmiştik. İyi, güzel eğlendik de..keşke burdan hızlı ayrılsaymışız.
Seo Woo, bizi azarlayıp odalara kovalayınca tek kalmıştım. Duş alıp çıktıktan sonra yatağa oturdum ve omurgamı çıtlattım. Gözüm pencereye kayarken karın çarpıcı güzelliğiyle usulca yağdığını görmüştüm. Omzumu yatak başlığına yaslayarak bu sefer karı seyre koyuldum. Fakat o anda aklıma daha iyi bir fikir gelmiş, ayağa kalkarak adımlarımı bilgisayara yönlendirmişti.
Blue Side için biraz çalışma yapsam fena olmazdı.
Saatler geçmiş, nihayet gitme vakti gelmişti. Hazırlanıp montumu da giyerken o an kapı çalındı ve Hana başını kapıdan uzatıp odanın içinde gözlerini gezdirdi. Beni bulmasıyla da kocaman gülümsemiş ve kapıyı tamamen açmıştı.
"Gitme vakti!"
Sevinçle şakımasına karşılık güldüm ve kafama bereyi geçirdikten sonra onun karşısına geçip şapkasını düzelttim. "Evet, hazırız. Hadi gidelim."
Seo Woo'yla da kapıda buluşunca birlikte hastaneden çıkıp onun arabasına ilerledik. Yolda giderken gözüm Hana'ya kaydı. Heyecanlı ve gergin olduğu tırnaklarını kemirmesinden ve tek bacağını sallamasından anlaşılıyordu. Elimi uzatıp onun heyecandan soğumuş ellerinin üstüne koydum. Dokunuşumu hissetmesiyle başını bana çevirince rahatlatmak istercesine gülümsedim. O da yüzüne ufak bir gülümseme yerleştirmiş ve geri bakışlarını yağan kara çevirmişti.
Kısa sürede ulaşacağımız yere gelince arabadan çıktık ve binaya doğru ilerlemeye başladık. İki katlı ve şirin bir binaydı. İçeriye girdiğimizde de bizi farklı farklı tablolar karşılamıştı. İçi de çok hoş ve estetik duruyordu.
Birinin yanımıza gelmesiyle ona döndük. "Merhabalar. Sen Hana olmalısın." Kadının Hana'ya bakıp konuşmasıyla Hana kafasını sallayıp onayladı. "Gel bakalım, seni bu sınıfa alacağız." Kadın geri bize dönerek az ilerdeki kantin gibi bir yeri gösterdi. "Siz de orda oturup bekleyebilirsiniz."
Ayrılmadan önce Hana bana bakmış, gözleriyle bana bir şeyler anlatmaya çalışmıştı. Gülümseyerek birkaç adımda yanına ulaştım ve omuzlarından tuttum. "Sakin ol, gayet güzel geçecek. Kendini serbest bırak, ellerin ve kalemin şaheserler çıkaracak zaten. Bundan kuşkun olmasın."
Konuşmamla yüzünde güveninin yerine geldiğini gösteren bir gülümseme oluştu ve gözlerini kırparak onayladı. Alnına öpücük kondurup geri çekildim. "Bekliyor olacağım, tam burda."
Kocaman sırıtıp başını salladı ve "Gitme bir yere.." diyerek şakayla konuştu. Ben de göz kırpıp "Merak etme." dedim. Ardından Hana, o kadınla beraber sınıfa girip gözden kaybolunca az geride duran duvara doğru ilerledim ve sırtımı yaslayarak kapıyı izlemeye başladım.
"İstersen kantinde oturalım?" Seo Woo'nun önerisiyle başımı 'hayır' anlamında salladım. "Sen git istersen, ben burda kalıp ona destek olacağım. Eminim hissedecektir."
Seo Woo'nun yüzünde anladığını belirten bir gülümseme oluşurken "Tamam o zaman, ben kantindeyim." dedi. Ben de başımla onaylayınca yanımdan ayrıldı. Ellerimi de arkamda birleştirip duvardan destek aldım ve başımı yere eğerek Hana için bol şans diledim.
İki buçuk, üç saatin sonunda nihayet kapı açılmış, Hana görüş açıma girmişti. Diz çöküp oturduğum yerden duvara tutunarak kalktım ve bana doğru gelmekte olan Hana'ya ilerledim. Yorulduğuna dair gözlerinde izler taşısa da mutluydu da. Gözleri arkamdaki duvara kaydı ve geri şaşkınlıkla bana döndü.
"Sakın bana saatlerce orda beklediğini söyleme."
Sırıtıp omzumu silktim. "Bekleyeceğimi söylemiştim. Ben sözünü tutan bir beyefendiyim." Alt dudağını ısırıp gözlerini kaçırdı ve en sonunda güldü.
"Ee, nasıl geçti? Ne çizdirdiler?"
O sırada Seo Woo da bize yaklaşıyordu. "Bir şeyler çizdik işte. Sonuçlar açıklanınca çizimlerimizi alabilecekmişiz. O zaman görürsün." Göz kırpıp Seo Woo'nun koluna girince ben hayret içinde ona bakmakla yetinmiştim. "Ciddi olamazsın!" diye sızlanarak ben de peşlerinden gittim.
Arabanın oraya ulaşınca Seo Woo'yla göz göze geldik. Seo Woo anladığını belirtir bir şekilde hafiften baş işareti yaptı ve boğazını temizleyerek konuştu. "Hana, hazır gelmişken siz bir saatliğine gezin. Ben sizi alacağım." Hana tam kapıyı açacakken duraksamış ve bize bakmıştı. "Nereyi gezeceğiz?"
Sorusuyla yanına adımladım ve elinden tutarak beni takip etmesini sağladım. "Bana bırak." Seo Woo'ya dönüp "O zaman bir saat sonra görüşürüz." dedim. O da başıyla onayladı ve gülümseyerek el salladı. Ben de el sallayıp veda ederken Hana hâlâ olayı anlamaya çalışıyordu.
Sakin sokakta yürümeye devam ettiğimiz sırada Hana en sonunda sordu. "Nereye gidiyoruz ya?"
"Gidince görürsün."
"E söyle şimdi, ne olacak?" Alayla ona döndüm. "E o zaman sen de ne çizdiğini söyle." Anında dudaklarını birbirine geçirdi ve görünmez bir fermuar çekip geri önüne döndü.
En sonunda varacağımız yere ulaşmamızla kafamı kaldırıp tüm ihtişamıyla duran Namsan Kulesi'ne baktım. Hana'dan şaşkınlıkla beraber sevinç nidaları dökülürken gülümseyerek ona döndüm. "Şimdi yapılacaklar listenden bir şey daha eksildi."
Söylediklerimle Hana, kocaman açılmış gözlerini bana çevirmişti. Gerçi benim de ondan pek bir farkım yoktu. İçimden kendime söverken nasıl böyle bir pot kırmayı başardım diye düşünüyordum.
"Yoksa kağıdım sende mi?" Sorusuyla alttan alttan ona baktım. Durumu kurtarmaya çalışacaktım ama Hana zeki bir kızdı ve doğru yere yine parmak basmıştı. Ufakça başımı salladım. Gözlerini kapatıp "Ah..her yerde onu arıyordum." dedi ve daha sonra aydınlanmış olacak ki merakla kaşlarını kaldırıp bana döndü. "O yüzden ojeyi çabucak kabul ettin ve onca şeyi yaptın?"
Kafamla yine yavaşça onaylarken "Yere düşürmüşsün, öyle buldum." diye açıkladım. Anladığına dair mırıltılar çıkarttığında daha fazla vakit kaybetmemek amacıyla omuzlarından tuttum ve ilerlettim. "Neyse ne, hadi gidelim artık. Vaktimiz kısıtlı."
O da eski enerjisine geri dönmüş, birlikte tepeye çıkmak için asansöre yönelmiştik. Kısa sürede geldiğimizde dışarıya adımımızı atıp etrafa bakındık. Rüzgar hafif hafif yüzümüzü gıdıklıyor, kar taneleri usulca bedenimizle buluşuyordu. Bence burda olmak için harika bir zamandı.
Hana'nın atkısını biraz daha sıkılaştırdım ve elinden tutarak kenara doğru götürdüm. Bir süre Seul'un ışıklarını izlerken Hana kulaklığın tekini uzattı. Gülümseyerek alıp taktım ve hangi şarkıyı açacağını bekledim. Don't Give Up On Me.. Şimdi fark ettim de, bizim için yazılmış bir şarkı gibiydi.
Saçlarına yumuşak bir öpücük kondurup göğsüme çektim onu. Ben onun kokusu, havanın güzelliği ve kulaklarıma dolan müzikle sarhoş olurken aniden kollarımdan çıkmasıyla kendime gelip ne yapmaya çalıştığına baktım.
Elimden tutup aniden beni çekiştirmeye başlayınca önce yalpalamış, ardından toparlanarak onu takip etmiştim. Bir yandan da "Ne oldu?" diye bir soru yönlendirmiştim. Hana beni çekiştirmeye devam ederken yanıtladı. "Buraya gelmişken bunu yapmadan gitmek olmaz. İşte..geldik."
İşaret ettiği yere baktığımda kast ettiği şeyi anlamıştım. Eline kalpli bir kilit aldı ve etrafına bakındıktan sonra az ilerdeki boşluğa ilerleyerek kilitlemeye koyuldu. Ben de onu takip ederek yanına ulaştım. Ulaştığımda ise kilidi elime tutuşturmuş ve beni kolumdan tutarak bir kutunun yanına getirmişti. "Bu, tüm çiftlerin yapması gereken bir şey. Ben kilitledim." Ardından avucumun içindeki kilidi gözleriyle işaret edip "Hadi at." dedi hevesle.
Gülerek anahtarı kutuya atmamla elimi tutup parmaklarımızı kenetledi. "İşte..kilitlendik. Bir daha hiç ayrılmayacağız, aşkımız hiç bozulmasın."
Sözleriyle yüzümde istemsiz bir gülümseme oluşurken kenetlenmiş ellerimizi hafiften kaldırıp salladım. "Bozulmayacak çünkü bu elleri hiç bırakmayacağım." Daha sonra şarkının sözleriyle devam ettim. "Karanlıkta ellerimi sana uzatacağım. Seninkilerle kilitlemek için bekleyeceğim. Senin için bekleyeceğim..."
Gerçekten de öyle olmuştu. Karanlık zamanlarımızda onun elini tutmuştum ve birlikte güneşin doğuşuna şahit olarak güzel günlere başlamıştık. Bu hayatta kimin elini tuttuğumuz önemliydi.
Mutluluk gözyaşlarının parıldadığını bu loş ışıkta bile anlayabiliyordum. Başını eğip bir süre ellerimize baktı ve mırıldandı. "Ve ben tutunacağım, sana tutunacağım. Bu dünyanın ne getireceği önemli değil. Beni sarsamayacak." Gülümseyerek bana baktığında ben de genişçe gülümsedim. Hana, beni hayatına bir mıknatıs gibi çekmişti.
Ancak bu anı bozan, öngöremediğim bir şey olmuştu. O anda sanki rüzgar da uğursuzca esmeye başlamıştı. Hana'nın dudakları titrerken başını iyice indirip karanlığa sakladı yüzünü. Bu ifadeyi anlamıştım. Sabahkinin aynısıydı. Onu yiyip bitiren bir şeyler vardı. Tahmin edebilirdim aslında..ama elimden geldiğince de ertelemeye çalışıyordum. Çünkü karşı karşıya geleceğim cevabı henüz duymaya hazır değildim. Yine de son bir cesaretle dudaklarımı araladım.
"Kendi mutsuzluğuna gömülmeni izliyorum. Bunu istemiyorum. Gerekirse bu karanlık çukura birlikte gireriz ama tek başına üzüntülerle boğuşmana izin vermeyeceğim. O yüzden de elini tuttum ve Hana lütfen..anlat bana. Ne oldu?"
Hana derin bir nefes aldı ve yutkunup konuşmaya başladı. "Saçlarım tekrardan dökülmeye başlıyor Hope, ilaçların da artık işe yaradığından emin değilim..en başa dönmek istemiyorum ama başka yolum yokmuş gibi gözüküyor."
Söylediği her bir kelime kalbimi acıyla sıkıştırırken kesik bir nefes aldım ve gözlerimi şehrin parlak ışıklarına diktim. Hana...farklı sonuçlanmasını isterdim ve bunu başaramadığım için, elimden bir şey gelemediği için özür dilerim. Kendi hastalığımı geçtim, onun için bir şey yapamam..bu çaresizlik, beni bitiren şeydi.
Boğazım düğümlenip nefesimi kesmeye yeterken Hana'nın narin elini yüzümde hissettim ve dolu bakışlarımı ona çevirdim.
"Savaşacağım.." Sesi titrerken ben de titreyen dudaklarımı iyice birbirine kenetledim ve gözyaşlarımın gözlerimi yakmasına izin verdim. Hana derin bir nefes alıp verdikten sonra devam etti. "Senin için savaşacağım. Her zaman yapacağım..ta ki kalbim mavi ve siyah olana kadar. Ve seninle kalacağım.. Hayatta kalacağız, diğer aşıklar gibi."
Gözyaşlarımdan dolayı yüzünü tam seçemesem de ses tonu ve konuşma şeklinden ağladığını ve kendini, gözyaşlarını tutmak için zorladığını fark edebiliyordum. Tıpkı benim gibi... Gözlerimi acıyla kapatıp alnımı onunkiyle buluşturdum. Güç almak istercesine...
"Senden vazgeçmeyeceğim. Söyleyecek hiçbir şey kalmadığını söyleseler bile senden vazgeçmiyorum. Ben de vazgeçmeyeceğim. Kimse inanmasa da o kadar kolay yıkılmayacağız ve gidebildiğimiz kadar gideceğiz. El ele.."
"El ele.." Elimi tutup o da fısıldayınca yüzümde buruk bir gülümseme oluştu.
O esnada yan tarafımızdan gelen deklanşöre basılma sesiyle birbirimizden ayrılıp oraya döndük. Bir kız, hayran dolu bakışlarla çektiği fotoğrafı inceledi ve yanımıza geldi. İçerde duran ve burdan bakılınca gözüken fotoğraf dolu duvarı gösterip "Normalde çiftler para vererek fotoğraf çektirirler ve oraya bir not yazarak fotoğrafla birlikte bırakırlar. Bir süredir sizin gibi güzel bir çift dikkatimi çekmişti ve dayanamayıp bu anı kareye almak istedim." diye uzun uzun konuştu ve ardından başını yana eğerek hayranlıkla devam etti. "Ah..harika bir çiftsiniz. O yüzden benden olsun bu." Fotoğrafı alıp bana doğru tutmasıyla şaşkınlıkla elimi uzattım. O da elime tutuşturarak "Not bırakmayı unutmayın!" dedi ve onu çağıran başka bir çiftin yanına adımladı.
"O da neydi öyle?" Sorumla Hana içten bir kahkaha atmış ve elimdeki fotoğrafa bakmıştı. "Aşkımıza hayran olan biri?" Yüzümde yamuk bir sırıtış yer edinirken "O zaman bunu yerine asalım." dedim ve Hana'yı içeriye götürdüm.
Ben bir not kağıdı alıp ne yazacağımı düşünürken Hana da yanımdaki boş sandalyeye oturmuştu. Gözüm fotoğrafa kaydığında bir an fotoğrafın güzelliğine dalıp gittim. Bence bu fotoğrafı daha çok o güzelleştiriyordu. Çünkü bir nevi beni tamamlamıştı.
Ne yazacağıma karar vermemle kalemi elime aldım ve yazmaya koyuldum. Hana da merakla bana yanaşmış, yazdıklarımı okuyordu.
Yüreğimin ibresi hep ondan yana.. -Hope
Hana gülümseyerek bana baktığında ben de aynı şekilde karşılık verdim. "Ben de bir şey yazmak istiyorum." diyince de kalemi ona uzatıp ne yazacağını bekledim. Önce bir süre kafasında bir şeyler oluşturmuş, daha sonra yazmaya başlamıştı.
Benim için o, mutluluğun vücut bulmuş haliydi. O yüzden hayatımın sonbaharına ulaşıp güzün dökülen yaprakları gibi bu hayattan kayıp gitsem de onun elini tuttuğum sürece mutlu olacağım. -Hope'un Çiçeği
"O zaman bu demek oluyor ki son nefesimizi verirken bile mutlu olacağız. Ha?" Kalemin kapağını kapatıp kızarmış gözlerini bana çevirdi ve başıyla onayladı. Ardından notu ve fotoğrafı boş bir alana yapıştırmaya koyuldu.
Umudun çiçeği... Hayatımda böyle güzel ve eşsiz bir çiçek görmemiştim. Hiçbir güzellik tarifi onunla yarışamaz, kelimeler onun güzelliğini anlatmaya çalışırken yetersiz kalırdı.
Onun sesiyle ana geri döndüm. "Sanırım gitmemize az kaldı. Biraz daha dışarda durup manzaranın keyfini çıkarmaya ne dersin?" Elimi uzatıp "Neden olmasın?" diye yanıtladım onu. O da elini elimin üzerine koydu ve sıcaklığıyla buluşturdu beni.
Dışarı çıkıp kenara çekilirken birlikte etrafı seyre daldık. Dakikalar geçerken daha fazla içimdeki bu duyguyu hapsedememiş, kelimelerle dökülmesine izin vermiştim.
"Bu hayatta bana iyi gelen nadir insanlardan birisin. Varlığın bile kalbimi sıcacık yapıyor."
Sözlerimle Hana'nın gözleri aniden fal taşı gibi açılmıştı, yüzünün kıpkırmızı kesildiği bu karanlıkta bile anlaşılıyordu. Bu haline muzipçe sırıtırken burnuna ufak bir öpücük kondurdum, onun da gözleri eş zamanlı kapanmıştı. Bir süre kapalı gözlerini da izledikten sonra dayanamayıp iki gözünü de öptüm. En sonunda geri çekilmemle şaşkın bakışlarını bana yönlendirmişti.
İnsan sevdiği ile iyileşir miydi?
Bu sorunu cevabı kesinlikle evet olurdu kanımca. En başında ruhumuz iyileşiyordu. Bedenden öncü ruhumuzu iyileştirmek en önemli ve zor olan kısımdı.
Yüzünün üzerine gölge düştüğü için ne düşündüğünü tam olarak kestiremiyordum. Ancak çok geçmeden kollarını bana sarınca ben de onu sarıp sarmaladım ve çenemi başına yasladım. O da alnını omzuma koymuştu. Keşke hep böyle kalsaydık ama biliyorum bu imkansızdı..
Çünkü başlayan her şey, bir gün bitmekle lanetlenmiştir.
☼
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top