|24|
♪Lauv-I Like Me Better♪
Bölümü beğenmeniz dileğiyle mavileriiim, yorumlarınızı bekliyor olacağım ^-^ iyi okumalar 💙
Seo Woo'nun az gerisinde annemle babamı görmemle gözlerimi sıkkınca yumdum. Açıklama yapacağımız bir kişi varken artık üçe çıkmıştı bu sayı. Ah, umarım ilerleyen zamanlarda dışarı çıkmamızı engelleme gibi bir durum teşkil etmezdi bugün olanlar. Daha yapacağım çok şey vardı benim!
Onlar nasıl bize hızlı hızlı geliyorsa biz tam tersi ağır adımlarla, boynumuz bükük ilerliyorduk. En sonunda karşı karşıya gelmemizle durduk ve özür diler gibi baktık hepimiz. "Nerdesiniz siz? Nerdeyse bir buçuk saat geciktiniz." Seo Woo'nun sert çıkan sesine cevaben sadece sessiz kalıp bakışlarımızı yere indirmiştik. Eee, kim bizi savunma görevini üstlenecek?
"Sizin için endişelendik. Telefonlarınızı da açmadınız. O telefonları süs diye mi taşıyorsunuz yanınızda?"
Annemin de araya girmesiyle alttan alttan bakarak "Özür dileriz.." diye kısık bir sesle konuştum. Gerçi sesimi dibimde duran Hoseok anca duymuştur. Namjoon'un sesiyle rahat bir nefes verdim. Hadi Joon göreyim seni, sen kurtarırsın bizi.
"Özür dileriz. Han Nehri'nin oraya gitmiştik, bu kadar uzak bir tercih yapmamalıydık ama onlara iyi geleceğini düşünmüştük." Namjoon, benle Hoseok'u gösterince diğerleri de başlarını yavaşça sallamışlardı. Boğazımı temizleyip konuşmaya başladım. "Cidden üzgünüz. Zamanın nasıl geçtiğinin farkında değildik. Gerçekten.."
"Uzun zamandır bu kadar harika vakitler geçirmemiştik, ana kaptırmışız kendimizi. Bir daha böyle bir şey olmayacak. Söz veriyoruz." Hoseok'tan sonra Yoongi de soğukkanlılıkla katıldı. "Aynen, hem onları böyle mutlu görmek bu bir buçuk saati görmezden gelmemiz için güzel bir neden olmaz mı?"
Kelimeler dilimizden hızlı hızlı ve kendimizi savunur bir şekilde dökülüyordu. Jin de "Kesinlikle, hastane dışında böyle vakit geçirmek eminim onlara ilaç gibi gelmiştir." der demez Hoseok'la ben hızlıca başımızı salladık. Onları ikna etmeye çalışmanın yanı sıra bu söylediklerimiz gerçekten doğruydu. En son ne zaman arkadaşlarımla böyle vakit geçirmiştim..hatırlamıyorum. En sonunda susup onlardan bir tepki beklerken gergin bir şekilde onların üzerinde gözlerimi gezdirdim. Söylediklerimizde haklıydık bence, ki onların da yüz ifadelerinden yumuşadıkları anlaşılıyordu. Sanırım ucuz kurtulmuştuk.
Bu rahatsız edici sessizliği ilk babam bozdu. "Tamam, neyse ki herkes iyi ve anlaşılan güzel vakitler geçirmişsiniz." Anneme bakarak elini onu rahatlatmak istercesine omzuna koydu. "Gayet iyiler tatlım, görülen o ki kızımız güzel arkadaşlıklar kurmuş." Bana bakıp göz kırpınca minnetle gülümsedim. Annem de iç çekip başını salladı.
"Tamam, siz mutlu olduysanız sorun yok ama çok endişelendik." Hepimiz birden "Özür dileriz.." diyince annem ufakça gülümseyip elini boş verin dercesine salladı. "Neyse tamam, yorulmuş olmalısınız. Hadi dinlenin artık." Seo Woo da onayladı. "Evet, sorun çözüldüğüne göre artık dinlenme vakti. Gençler, burda vedalaşmanız gerekiyor."
Yüzümde gülümsemeyle diğerlerine döndüm ve tek tek sarıldım. Hoseok da tokalaşıp sarıldıktan sonra "Teşekkür ederiz.." diye neşeyle konuştum. "Aynen, güzeldi bayağı." diyerek Hoseok da mutluluğun izlerini taşıyan bir gülümsemeyle ekledi. Onun yüz ifadesi, gülümsememin daha da genişlemesine neden olurken Namjoon'un sesiyle ona baktım. "Ne demek, siz iyi hissedin de." Ardından Yoongi konuşmayı tamamlamıştı. "Yine geliriz biz." Başımızla onayladıktan sonra onlar el sallayıp hastane çıkışına doğru ilerlediler. Biz de geri annemlere döndük ve birlikte asansörlere adımladık.
Asansördeyken sessizliği Seo Woo bölmüştü. "Ee ne yaptınız, nasıldı gününüz?" Ben Hosoek'a bakınca o da benimle kısa bir göz teması kurmuş ve ardından konuşmuştu. "Çok güzeldi. Çok farklı hissettik. Her şey normal gibiydi..." Hosoek durgunlaşıp bakışlarını tek bir noktada sabitleyince bu garip ortamı asansörün durduğunu belirten tiz sesi bozdu. Neler düşündüğünü az çok tahmin edebiliyordum ve bu benim de durgunlaşmama sebep olmuştu.
Hoseok başını kaldırıp tekrar gülümsedi ve "O zaman sonra görüşürüz, iyi geceler." dedi. Biz de iyi geceler diledikten sonra arkasını dönüp asansörden çıktı. Seo Woo da peşinden ilerliyordu. "Ben de onunla gideyim. Hana, birazdan da senin yanına geleceğim." Başımla onaylayarak gülümsedim ve asansörün kapıları kapanınca da görüş açımızdan çıktılar.
Annemlere dönüp "Bugün geleceğinizi bilmiyordum." dedim. Benim kata da çıkınca tek tek asansörden ayrıldık. Ben onların ortasında ilerlerken annem sorumu cevaplamıştı. "Sürpriz yapalım dedik. Hem hoşuna gideceğin bir şey de getirdik." Kaşlarım merakla havaya kalkarken "Nedir o?" diye sordum. Babam "Girince görürsün." diyerek sırıttı ve kapıyı açıp geçmemi bekledi.
Meraklı bir şekilde odayı tararken çok geçmeden duvarda gözüme çarpan tabloyla ağzım kulaklarıma varacak kadar gülümsedim. "Yaa.." Ben sevinçle çizdiğim, okyanus kenarında parlayan güneşi izlerken annemin sesi kulaklarıma doldu. "Bunun sana umut ve mutluluk vererek seni rahatlatacağını düşündük." Sevinçle onlara döndüm. "Çok..çok doğru düşünmüşsünüz." Yaklaşıp ikisinin de boynuna sarıldığımda onlar da anında sıcacık kollarını belimde buluşturmuşlardı.
Kısa ama huzur veren bir kucaklaşmanın ardından ayrıldık ve babam saçlarımı okşadı. "Sen güzelce dinlen şimdi. Biz daha sonra yine ziyaretine geliriz." Gözlerimi kırpıştırıp onayladım. Annem de alnıma şefkatli bir öpücük yerleştirince gözlerim kendiliğinden kapanmıştı.
"Doktorunla da konuştuk. Çok iyi gidiyorsun kızım." Dolu gözlerle saçlarımı parmaklarıyla tararken ben de gözlerimde yaşlarla gülümsedim. "Tamam artık, ağlayın diye buluşmadık herhalde. Hana da güzelce uyuyup dinlensin. Biz çıkalım hayatım." Annem yanaklarına düşen yaşları silip "Tamam.." diye titrek bir sesle konuştu ve son kez bana bakarak "İyi uykular güzelim." dedi.
Kocaman gülümseyip "İyi geceler." diyerek cevaplayınca babam da saçlarıma bir öpücük bıraktı ve "Görüşürüz." dedikten sonra odadan çıktılar. Odada tek başıma kalmamla ceketimi çıkarıp en sonunda yatağa oturdum ve boğazımdaki düğümün geçmesini bekledim ama nefesimi kesmek istercesine her saniye büyüyordu. Annemin dolan gözlerinin durmadan aklıma gelmesi de işimi zorlaştırıyordu doğrusu. Yutkunarak başımı yatak başlığına yasladım.
Onların bu gülümsemesini görmek için artık tamamen iyileşip onların yanına gitmek istiyordum. Yaşlar yanağımdan süzülüp boynuma doğru inerken gözlerimi kapattım ve boğazımdaki bu geçmek bilmeyen düğümü görmezden gelmeye çalıştım. Kalbim acıyla kasılırken derin bir nefes aldım.
"Umarım ikimiz de tamamen iyileşip diğer insanlar gibi yaşayabiliriz. Tanrım..senden tek isteğim bu. Lütfen sevdiklerimle beraber uzun yıllar boyu yaşayabileyim... onların kıymetini daha iyi anladım."
Yakarış dolu fısıltılarım odada kaybolurken dizlerimi kendime çekip kollarımla sardım ve başımı dizime yaslayarak gözyaşlarımı akıtmamaya çalıştım fakat bunda ne kadar başarılı olmuştum, orası muamma.
İnsanın zamanı kısıtlı olunca her şeyin değerini işte o anda anlıyordu. Acı ama..bunu yaşamadan, kaybetmeye yakın olmadan hiçbir şeyin kıymeti tam olarak anlaşılmıyordu. Bunu, şu zamanlarımda daha iyi deneyimleyip görmüştüm...
O yüzden..size tavsiyem, hazır sevdikleriniz yanınızdayken onlara bol bol sarılın, onları sevdiğinizi söyleyin, kırmaktan kaçının. Yoksa zamanınız yetmeyebilir, onlara doyamayabilirsiniz...
☼☼☼
Alarmın sesiyle kaşlarımı çatıp el yordamıyla telefonu bulduktan sonra alarmı kapattım ve yan tarafa dönerek geri uykuma devam etmeye çalıştım. Fakat yüzüme çarpan güneş ışınlarıyla huysuzca gözlerimi aralamak zorunda kalmıştım. Neden alarm kurduğum aklıma gelince de en sonunda yatağımdan hışımla kalktım ve lavaboya ilerledim.
Hoseok'u bugün ben uyandıracaktım. Daha sonra 'ölmeden önce yapmazsam çatlarım' listesinden birkaç şey daha yapmak için onu ikna etme çalışmalarım başlayacaktı. Bunun olumlu sonuçlanması için de önce onun biraz suyuna gidip mutlu etmeliydim. Yüzümde sinsi bir sırıtış yer edinirken lavabodan çıkıp hastane önlüğümü düzelttim ve saçlarıma bir bandana takarken aynadan kendimi şöyle bir süzdüm.
"Güzelsin güzel. Hoseok uyanır uyanmaz bu yüzü göreceği için çok şanslı."
Kendi kendimi de gazlama işlemi başarıyla tamamlandığına göre odadan çıkabilirdim artık. Telefonumu da aldıktan sonra odadan ayrıldım ve bu sefer merdivenleri kullanarak onun odasına ilerlemeye başladım. Bir yandan da yanımdan geçen hemşirelere, doktorlara günaydın diliyordum. Hoseok'un odasının orda bulunan danışmaya ilerleyerek "Selam.." dedim. Ordaki hemşire de bana gülen bir yüzle karşılık verdikten sonra "Günaydın Hana." dedi.
Onun odasını gösterdim ve "Kahvaltısı gitti mi?" diye sordum. Önce işaret ettiğim yere bakmış, daha sonra geri bana dönerek başını hayır anlamında sallamıştı. "Hatta..şu an geliyor." Hemşirenin baktığı yere gözlerimi çevirince başka birinin tepsiyi getirdiğini gördüm. Geri hemşireye dönüp "Teşekkür ederim!" diye neşeyle şakıdım ve oradan ayrıldım.
"Ah..tepsiyi ben götürebilirim." Karşımdaki hemşire de onaylayan bakışlarla gülümsedi ve tepsiyi bana uzattı. Teşekkür ederek aldıktan sonra usulca Hoseok'un kapısına ilerledim. Önce kapıyı yavaşça çalmış, içerden bir ses gelmeyince de uyandırmamaya özen göstererek kapıyı dikkatlice açarak içeri girmiştim. Sırtı bana dönüktü. Tepsiyi masaya bıraktıktan sonra parmak uçlarımda yanına ulaştım ve yatağa çıkarak yüzüne baktım. Uyurken tam mıncırmalık olduğunu söylemiş miydim?
Hemen uyandırmayayım en iyisi, insan fırsatı bulduğu her anı değerlendirmeliydi sonuçta.
Heyecanla yanına uzandıktan sonra arkadan beline sarıldım ve başımı sırtına yaslayarak gözlerimi yumdum. Tatlı uyku tekrardan etrafımı sararken Hoseok'un kıpırdanmasıyla başımı kaldırdım. O da bana doğru dönmüş ve gözlerini açmadan beni iyice göğsüne çekmişti. Başını çeneme yaslarken ben de gözlerimi kırpıştırdım ve en sonunda "Uyandın mı?" diye fısıldadım. Onayladığına dair mırıltılar çıkardıktan sonra "Küçük bir panda belime sarılınca ben de onun sarılışına karşılık vermeden edemezdim." diye uyku mahmuru bir şekilde konuştu. Cevabına karşılık yüzümde kocaman bir gülümseme yer edinirken ondan biraz uzaklaştım ve yüzüne baktım. O da kısık gözlerini açmış, beni izliyordu. Her ne kadar onunla akşama kadar böyle durmak istesem de kalkma zamanı gelmişti. Alnına düşen yumuşak saçlarını arkaya ittim ve ardından doğruldum.
"Hadi kalk artık uykucu. Kahvaltı zamanı."
O sırada kapının çalınmasıyla o tarafa dönmüştüm. Seo Woo'nun görüş açıma girmesiyle yerimde tamamen doğruldum ve gülümsedim. "Demek bizim kaçak buradaymış. Kahvaltınızı getirdim küçük hanım." Ah doğru, ben kendi kahvaltımı unutmuştum.
"Teşekkür ederim Seo Woo."
"Ne demek, hadi ben çıktım, bir şeye ihtiyacınız olursa çağırırsınız." Ben başımla onaylarken o da son kez gülümsemiş, daha sonra odadan çıkmıştı. Ben masaya ilerleyip tepsinin birini alırken J-Hope da lavaboya gitmiş ve elini yüzünü yıkadıktan sonra geri gelmişti. Yatağına tepsiyi götürüp kucağına bıraktım ve "Hadi afiyet olsun." dedim. "Teşekkürler çiçeğim. Sen de gel." Kendi tepsimi de aldıktan sonra yanındaki komodine koydum ve sandalyeyi çekerek oturdum.
Sessizce kahvaltımızı yaparken ağzımdaki son lokmayı da yutup gözlerimi ona çevirdim. "Bugün yapacağımız çok şey var." Hoseok tek kaşını kaldırarak "Mesela?" diye sorunca listeyi gözlerimin önüne getirdim.
"Bi düşüneyim..birlikte kitap okumak, bahçeye çıkıp yürümek, gece yıldızları izlemek, birlikte senin şarkını düzenlemek, dedikodu, çekirdek, pijama gecesi, sonra da film izleriz.."
"Dur bir saniye."
Konuşmamı yarıda kesip ona döndüm. "Buyur?"
"Bunların hepsini bir günde mi yapacağız?"
Dudaklarımı büzüp kafamı iki yana salladım. "Hepsi yetişmez ki. Ama bunlar kesinlikle yapılacak."
Düşünceli bir şekilde kafasıyla onaylayıp mırıldandı. "Hmm..ilk ne yapacağız peki?"
Sinsice sırıtıp "Birbirimize oje süreceğiz." dedim. Cevabımla gözleri sonuna kadar açılırken kafasını hızlıca iki yana salladı. "Asla olmaz." Elimdeki çatalı bırakıp bilmiş bir şekilde konuştum. "Asla asla deme. Hem yaparız demiştin!"
Anında üste çıkarak "Ne zaman de-" diye yükselecekken mesajlaşmamızı hatırlamış olacak ki duraksayıp kendi kafasında tarttı. Ben de memnun bir şekilde gülümsedim ve "Hatırladın sanırım." diye imalı bir şekilde konuştum. Yüzünü ekşitip "Ben onu öylesine dedim ama." diye yakınınca omzumu silktim. "Ben bilmem. Şimdi odaya gidip unuttuğum ilaçlarımı ve ojeleri alıyorum. Gelirim hemen."
Kapıya giderken onun "Acele etmesen de olur." diye mırıldandığını duymuştum. Bir şey demeden sırıtıp odadan çıktım ve hızlıca kendi odama ilerledim. İlaçlarımı aldıktan sonra çekmeceden çıkardığım çantayı aldım ve gözüme takılan kitaba şöyle bir baktıktan sonra onu da kapıp odadan ayrıldım.
"İşte geldim!" Neşeyle odaya girdiğimde onu camın kenarında, dışarıya bakarken bulmuştum. Geldiğimi duyunca kafasını bana çevirmiş ve yüzüne bir gülümseme yerleştirmişti. Fakat gülümsemesi biraz farklıydı. Elimdekileri yatağa bırakırken onu inceledim. Her zamanki mutluluk saçan gülümsemesi değildi bu, içinde hüzün vardı..ne yapacağını bilememe vardı sanki.
Kaşlarımı çatıp yanına adımladım ve elimi yanağına koydum. Anında gözleri kapanıp yanağını bana yaslarken "N'oldu?" diye fısıldadım. Geri gözlerini açtığında bu sefer gözleri dolu doluydu ama yine de gülümseyip benden ayrıldı ve ses tonunu canlı çıkarmaya özen göstererek konuştu. "Hiç, hadi oje sürmeye başlayalım."
O yatağa adımlayınca arkasından anlam veremeyerek baktım. "Hani istemiyordun? Ben hastaneden kaçıp gidersin diye düşünmüştüm." Onun yüzünde yamuk bir sırıtış yer edinirken getirdiğim çantaya baktı, ben de yanına gidip oturdum. "Düşünmüyor değildim. Bunda mı?"
Çantayı göstererek sorar bir ifadeyle bakınca başımla onayladım. "Hangi renk sürelim?"
"Hmm.." Acı çeker gibi "Siyah var mı? En azından onu süreyim." dedi. Tepkisine gülerken çantayı alıp açtım. "Var ama sana kırmızı süreceğim."
"Kırmızı mı?!" Anında yerinde dikleşince kahkaha atıp ojeyi çıkardım. "Aynen, kırmızı sana çok yakışacak."
Gözlerini isyan edercesine yumup kendini yatağa attı. "Ah Hana... bana neler yapıyorsun?"
Zafer kazanmış bir edayla gülümsedim ve sol elini aldım. Oldukça eğlenceli olacaktı. Anında geri oturur pozisyona geçip ağlamaklı bir şekilde izlemeye koyuldu. "Merak etme, sadece sol eline."
"Çok sağ ol ya." Alayla konuşmasına karşılık güldüm ve ojeyi açarak tırnaklarına tek tek sürmeye başladım. Arada yakınırcasına sesler çıkarıyor, gözlerini tavana dikerek "Ben ne yapıyorum şu an ya?" diye isyanlarda bulunuyordu. En sonunda bitmesiyle memnun bir şekilde gülümsedim.
"Harika oldu."
Bakışları yüzümü bulunca suratını asmayı bırakmış ve kafasını iki yana sallayarak gülmüştü. "Neyse..senin için artık."
Ojeyi ona uzatıp "Sıra sende ama düzgün sür." dedim. Bir ojeye bir bana bakarak "Ben? Düzgün süreceğim? Gökten çilek yağması daha olası." diye konuştu.
"Az abart, altı üstü süreceksin." En sonunda oflayarak ojeyi aldı ve dikkatlice sürmeye başladı. Daha doğrusu sıvamaya başladı desek daha doğru olurdu. Gözlerim sonuna kadar açılırken "Ya Hope ne yapıyorsun?!" diye ağlamaklı bir sesle konuştum.
Hoseok ise pür dikkat yaptığı işe odaklanmış, cevap vermekte gecikmişti. "Oje sürüyorum çiçeğim."
"Daha çok duvara boya sürüyor gibisin. Tüm elimi kırmızıya boya istersen."
Dudaklarını büzüp sürdüğü tırnak- pardon parmaklarıma bakınca bana döndü ve şirince sordu. "Olmamış mı?" Gözlerimi sakinleşmek adına birkaç saniye kapattım ve derin bir nefes alıp usulca bıraktım. Eş zamanlı olarak da gözlerimi geri açmıştım.
"Elindekini yavaşça yere bırak Hope."
Bir de çok yorulmuş gibi anında rahat bir nefes verdi ve ojeyi komodinin üstüne bıraktı. Gözlerimi devirip asetonu ararken bir yandan da söyleniyordum. "İyi ki bi oje sürelim dedik." Arkasına keyfi yerinde bir şekilde yaslanarak ben demiştim dercesine bakmaya başladı. "Dedim sana süremem diye."
"Gördük canım onu." Elimi temizledikten sonra ayaklandım, o da bana 'sırada ne var' bakışları atıyordu. Telefonu kontrol ettiğimde gelen mesaja gülümsemeden edemedim. Onu ikna etmek biraz zor olacaktı ama ne yapıp edip amacıma ulaşacaktım. Hope şüpheyle beni izlerken "Aklından ne geçiyor?" diye biraz da korkarak sormuştu. Kapıya ilerleyip omzumu kapının kenarına yasladım ve kollarımı önümde birleştirdim.
"Çilek sever misin Hope?"
Soruya anlam veremez bir şekilde bakarken "Ne alaka?" diye sordu. "Bi alaka aramak zorunda değiliz. Sadece sever misin, sevmez misin?" Başını hafiften yana çevirip ne yaptığımı anlamaya çalışır bir şekilde beni süzdü. Bir yandan da temkinli bir şekilde "Se..verim." diye cevap vermişti.
Kocaman sırıtırken ellerimi çırptım. "Harika! O zaman buna bayılacaksın." Gerçi sevinçten mi bayılırsın orasını bilemem. Yerinde doğrulurken "Neye bayılacağım?" dedi. O sırada da kapı çalınmıştı. Tam zamanında. Kapıyı açıp Seo Woo'yla karşılaşınca memnun bir şekilde gülümsedim ve uzattığı paketi aldım. O da göz kırpıp "Kesinlikle fotoğraf atacaksın." diyerek tembihlemişti beni.
"Merak etme. Teşekkür ederim unnie."
"Ne demek, kolay gelsin." O yanımdan ayrılınca geri içeri girdim ve kapıyı kapatarak Hosoek'a döndüm. O ise bi elimdeki koca pakete bir de bana bakıyordu. Geri geri adımlayıp "Hana..korkuyorum." diye kısık bir sesle konuştu. Tepkisini görmezden gelip kocaman sırıttım ve yatağa adımlayarak paketin içindeki çilek kostümünü çıkardım.
"Si-"
"Ştt..küfretme. Bunun içinde çok tatlı olacaksın." Başını inanamıyorum dercesine yukarı kaldırdı ve bir süre öylece durarak tavanı izledi. Yaratıcı fikirlerim olduğu doğrudur, burda mağdurun Hoseok olması tabi biraz üzücü. Sonunda başını indirdi ve tekrar gözlerimin içine baktı. Gözleri hayret ve korku içindeydi. Elimdekini ona doğru uzatıp "Hadi giy." dedim.
"Saçmalama Hana. Hayatta olmaz."
Dudaklarımı büzerek kollarımı indirdim ve başımı yana eğdim. "Ama seni bunun içinde görmeyi çok istiyorum. Ölmeden önce seni böyle görmezsem çatlarım, gözüm açık giderim.." Anında ciddileşmiş, bana yaklaşmaya başlamıştı. Bu ifadesi beni korkutsa da gözlerine bakmaya devam ettim.
"Öyle konuşma bir daha."
Yutkunmamak için kendimi zor tutarken gözlerimi kaçırdım ve beklemediğim bir anda onun kolları arasında buldum kendimi. Teninin sıcaklığını tenimde hissetmek nefesimi kesmeye yetmişti. Çenesini başımın üstüne yaslayarak ellerini sırtımda birleştirdi ve sarılmasını sıkılaştırdı. Bense bu ani sarılışına karşılık gözlerimi açmış, balık gibi etrafa bakınıyordum.
"E ben sana sarılamıyorum."
Kıkırtısı kulaklarıma ulaşınca kafamı kaldırıp ona baktım. O da başını eğmiş, güzel kahvelerini bana çevirmişti. Şu an acayip yakındık. En sonunda yutkundum ve gözlerine bakmaya devam ettim. Sakin görünüşümün altında, kalbim delicesine atıyordu. Onunsa yüzünde bir gülümseme hakimdi. En sonunda burnumun ucuna belli belirsiz bir öpücük kondurup benden uzaklaştı ve elimdekileri aldı.
O, kostüme gözlerini kısarak bakarken ben anın etkisinden çıkmaya çalışıyordum. En sonunda sesi dünyaya iniş yapmamda yardımcı olmuştu. "Tamam o zaman..ben bunu giyeyim. Dışarda bekler misin?"
"Ha? Aa evet..ben gideyim." Gözlerimi kırpıştırıp konuşurken yüzünde eğlendiğini belli edercesine bir gülüş belirdi. "İstersen kala da bilirsin."
Gözlerimi hafiften kısıp yapmacık bir gülümsemeyle "Yok, ben çıkayım. Çabuk giyin." dedim ve arkamı döndüm. "Emredersiniz." Homurdanıp elindekine son kez baktı ve t-shirtünü çıkardı. Gözlerim sonuna kadar açılırken başımı geri hızlıca önüme çevirdim ve odadan seri bir şekilde çıktım. Bu çocuk kalbe zarardı.
Heyecanla atan kalbimi sakinleştirmeye çalışırken tuttuğum nefesi yavaşça bıraktım. Fakat bakış açıma giren kişiyle tekrardan nefesimi tutmak zorunda kalmıştım. Birkaç rahatsız saniye boyunca konuşmadan öylece durup birbirimize baktık. En sonunda şaşkınlığımı üstümden attım ve dudaklarımdan o ismin dökülmesine izin verdim.
"Han Seo Jun..?"
"Selam Hana, uzun zaman oldu görüşmeyeli."
☼
İşte çileğimiiiiz mwlxnwoxlsmxs
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top