|20|

Xxxtentacion-Numb

~Hoseok~

Anında yüzümdeki gülümseme solmuş, sertçe yutkunurken bulmuştum kendimi. Elimde olmadan boşluğa doğru birkaç saniye baktım. Geri istemsizce bakışlarım o adamı bulunca kalbimin acıyla kasıldığını hissettim. Hastalığımın yanında, onun bu davranışları canımı daha çok yakıyordu. Neyseki Jin, Namjoon ve Yoongi vardı da babamın veremediği şefkati, desteği, sevgiyi onlar veriyordu. Ah..bir de Hana. Onunla sanki hastalığın varlığını unutuyordum ama yine de..yine de insan yanında ailesini arıyordu. Hiçbir insanın yerini bir başkası dolduramıyordu.

Elbet eğer şanslıysan başka insanlar belki daha iyi gelir ama bir gerçek var ki, o olmayan insanın yokluğunun acısı hiçbir zaman, hiçbir şekilde gitmiyor. Her aklına geldiğinde, her karşına çıktığında nefesini acımasızca kesip gözlerini doldurabiliyordu. Soruyorum size..bunun üstesinden nasıl gelebilirim? 

Babamın bana doğru adım attığını anlayınca kendime gelip silkelendim ve onun tarafına bakmadan yürümeye başladım. Amacım onunla göz göze bile gelmeden yanından geçip gitmek ve örtünün altına girerek bir süre uykuya dalmaktı. Zaten yorgun düşmüştüm ve dinlenmek de bana iyi gelecekti. Fakat bu amacımın ilk adımını bile atamadan babam karşımda dikilmişti. Normalde pek konuşmazdık, sanırım bunun sebebi çok fazla denk gelmeyişimizdi birbirimize. Sessizce ödemeyi yapardı, odama gelmezdi, nasılsın diye sormazdı. Doktorla konuşmak yetiyordu sanırım. 

Ancak bugün o kadar da şanslı değilim anlaşılan. Tam karşımda durmuş, boğazını temizleyerek bir iki kelime çıkarmaya çalışıyordu. Onun yüzüne bakmıyordum. Bakamıyordum doğrusu. Ona ne zaman baksam o merdivenlerde öylece yatışım aklıma geliyordu. Evde tek başıma acı çekerken onun olmayışını hatırlamam zaten olan yaranın üstüne tuz basarcasına bir etki yaratıyordu.

"Hoseok?"

Yutkunup gözlerimi asansörün olduğu tarafa çevirdim ve sonunda soğuk bir sesle konuştum. "Anlaşılan masrafları ödemeye geldin. Ödediysen direkt gidebilirsin, ben odaya gidiyorum." Tam hızla oradan uzaklaşacağım sırada kolumdan tutulmamla eletrik çarpmışa döndüm. Beklemeden hışımla kolumu çektim ve çatık kaşlarımla bakmaktan kaçındığım o gözlere baktım ve dişlerimin arasından tısladım. "Bana sakın dokunma." Ben senden elimi tutmanı, bana sarılmanı isterken sen yoktun. Şimdi onun tarafından bana dokunulması sadece midemi bulandırıyordu.

Bozulduğu anlaşılır bir şekilde etrafa bakınıp ellerini ceplerine soktu. Ardından tekrar bana dönerek asansörü gösterdi. "Gel odana çıkalım, yorulmuşsundur sen."

Bu adam şaka mıydı?

"Bundan sana ne. Sen evine git, ben kendim odama giderim."  Ondan ayrılıp sinirli adımlarla asansöre ulaştım ve düğmeye basarak stresle gelmesini bekledim. Bakışlarının üstümde olduğunu hissediyordum. Bu sefer neden hemen defolup gitmiyordu? 

Nihayet asansör gelmiş, kapılar açılır açılmaz içeriye girerek ineceğim kata basmıştım. Kapılar tam kapanıp rahat bir nefes verecekken araya giren bir adet elle kapılar tekrardan açılmıştı. Sanki az önce hiç böyle bir konuşma yapılmamış gibi öylece asansöre girdi ve kapatma düğmesine bastı. Ben ona şaşkınlıkla bakarken o istifini bozmadan karşıya bakıyordu.

"Senin sorunun ne? Neden bana bu acıyı yaşatıyorsun?"

Artık sesimin titremesine engel olamıyordum. Ben tam onun yokluğuna alışırken bu sefer de yanımda bitiyordu. "Sadece sana odaya kadar eşlik edeceğim. İyi olacağından emin olmak istiyorum." Cidden benimle dalga geçiyor olmalıydı. Hasta insanlardan nefret ediyordu, e hani ne oldu şimdi?

Gözlerimi kapayıp kendimi sakin olmaya zorladım. O adamın önünde ağlayamayacaktım. Bana yaşattığı üzüntüleri, hayal kırıklığını içimde yaşayacak, beni yerle bir ettiğini ona belli etmeyecektim. Fakat o yanımda durdukça bu zordu. "Bu zamana kadar umursamıyordun ama."

Başını eğip sessiz kalmakla yetindi. İşte bundan nefret ediyordum. Ya içinden geldiği gibi konuşmuyordu ya da karar verdiği şekilde hareket etmiyordu. Bir öyle bir böyleydi. Ne yani, kalbim sadece gelgitlerin bir durak noktası mıydı? Gelen geçen canı isteyince şöyle bir uğruyor, sonra canı sıkılınca tekrardan gidiyordu ve hissettiğim bu şeyler artık yorucu oluyor. 

Kalbimizin de bir gücü vardı. Aşırı olumsuz duygular artık kalbin taşıma kapasitesini dolduruyordu. Kendisine güç veren hislere bile yer kalmıyordu belli bir zaman sonra. Bedenimizle birlikte ruhumuzun yaşlanması da bence bu sebepten. Ve ne yazık ki benim ruhum bedenimden önce yaşlanmak üzere, bunu istemiyorum.

~Hana~

Hoseok'un hastaneye girdiğini görünce Mickeyi son kez okşadım ve koşarak ben de onun peşinden gittim. Nefesim sıklaşırken artık hastanenin içindeydim. Gözlerim en sonunda aradığını bulmuş, tam ona seslenecekken bakışları dikkatimi çekti. Ben de merakla nereye baktığını takip ederken az ilerde bir adamla karşı karşıya olduğunu gördüm. Babasıydı büyük ihtimal. Çünkü benziyorlardı...

Geri Hoseok'a döndüm. Gözlerine baktığımda yutkunamadım bile. Babasına bakarken gözlerinden anlaşılıyordu, onun tarafından nasıl da hayal kırıklığına uğradığını. İncinmiş insanlar incinmiş, kalbi kırılmış insanları tanırdı. Şu anda da gözlerinde taşıdığı duygular benim kalbimin sıkışmasına sebep oluyordu. 

Ne yapacağımı bilemez bir şekilde düşünürken babası ona yaklaştı ve aralarında çok da iyi geçmeyen bir konuşma oldu. Yüz ifadesinden anlaşılıyordu Hoseok'un nasıl da gerildiği. Ne yapmam gerekiyor, onu nasıl bu durumdan kurtarabilirdim? Veya hiçbir şey yapmadan sadece konuşmalarının bitmesini mi beklemeliyim?

Ben bunları düşünürken Hoseok hızla asansörlere doğru adımladı. Fakat babası da son anda binmişti ve ben daha ulaşamadan asansörün kapıları kapanmıştı. Vakit kaybetmeden merdivenlere doğru koşmaya başladım. Nefes nefese ulaşmak istediğim kata geldiğimde dayanamayıp tırabzanlara tutundum ve biraz soluklandım. Bir yandan da gözlerimle etrafı tarıyordum. Asansör bu kattaydı. O yüzden inmiş ve büyük ihtimal odasındaydı.

Nefesim az da olsa düzene girince doğrulup yavaş adımlarla odasına ilerledim. Perdeleri kapalıydı ama içerden duyulan konuşmalarla henüz babasının gitmediğini anlamıştım. Biraz daha yaklaşıp içeriyi daha net duymaya çalıştım ama kendime gelmemle kafamı iki yana sallayarak uzaklaştım.

Saçmalama Hana. Dinlememelisin, özel hayat diye bir şey var. Mantıklı tarafımla meraklı yanım bir savaş içerisindeydi resmen.

Tırnaklarımı kemirirken kapının önünde ileri geri yürümeye başladım. Hoseok için endişeleniyordum. Oflayıp tam yan tarafta bulunan koltuklara ilerleyecekken içerden gelen bağrışlarla ayaklarım yere saplandı. Kafam otomatik pencereye kayarken perdenin tam olarak kapanmadığını, aralıklardan az da olsa görebildiğimi fark ettim. Hoseok'un yüzü bana doğru dönüktü ve yüzündeki ifade boğazımda bir düğümün oluşmasına sebep oluyordu. Babasının sırtı görüş açıma girerken geri bakışlarım ona kaydı.

Hosoek acı çekercesine saçlarını çekiştirdi ve birkaç saniye gözlerini kapalı tuttu. Kalbi acıyordu, ruhu acıyordu ve bu beni daha da bitiriyordu. Çünkü biliyorum, bu ağrıyı giderebilecek bir ağrı kesici yoktu...

"Baba, benim yanımda bir tek ben iyiyken duruyorsun." İlk defa sesi bu denli çaresiz çıkıyordu. "Birkaç saniye de olsa senin yanında durabilmek için ne kadar çok çabaladığımı görmüyor musun?! Ben de istemiyorum, ölümüne nefret ediyorum bu hastalıktan. Kurtulmak istiyorum..ama baba, bazen gücüm yetmiyor. Savaşmaya, güçlü durmaya, gülümseye... Neden bunu göremiyorsun? Neden sırf sen yanımda ol diye gülmeye çalıştığımı görmüyorsun?! Parana değil sana ihtiyacım var. Bunu neden göremedin bu zamana kadar? Ha, neden?!"

Artık gözlerim yaşlardan dolayı yanmaya başlamıştı. Çenemi iyice birbirine kenetleyip ağlamamaya çalıştım ama çoktan gözyaşlarım özgürlüğünü ilan etmişti. O an babasından nefret ettim. Sırf o kendisinden uzak kalmasın diye güçlü görünmeye çalışmış, hiçbir şey yokmuş gibi insanları eğlendirmeye, gülmeye devam etmişti. Yalnız kalıp gecenin acımasız karanlığı onu boğmaya başladığında nasıl da canı yanmıştır... 

Bunu düşündükçe odaya dalmamak için kendimi zor tutuyordum. En sonunda da zaten babası çıkmıştı. Geride ne bıraktığına bakmadan...

Gözümü Hoseok'tan ayıramıyordum. Kendini sıktığı anlaşılıyordu ama yine de ağzından ufak bir çığlığın kopmasına engel olamamıştı. Saçlarını iyice çekiştirip ağlayarak eline ilk gelen şeyi, su bardağını, duvara fırlattı. Camın binbir parçaya ayrılması ve çıkan ses beni kendime getirirken endişeyle odaya daldım. Arkamdan da bir hemşirenin geldiğini fark etmiştim. 

Odaya ilk girdiğimde onu göremedim. Endişe dolu bakışlarım hızla odayı tararken yatağın kenarına çökmüş bedeni gördü en sonunda. Dizlerini kendine çekmiş, hâlâ saçlarını çekiştirerek ağlıyordu. Hıçkırıkları artmıştı ancak içindeki çığlığı bastırmaya devam ediyordu, biliyorum. Çünkü içindeki bu sağır edici çığlıkları ben duyuyordum. 

Yanına koşup anında kollarımı ona doladım fakat o durmadan hareket ediyor, kollarımdan çıkmaya çalışıyordu. O an fark ettiğim şeyse benim ona sarılmamla gözyaşları daha da artmıştı ve acı dolu haykırışlarını az da olsa çıkarabilmişti. 

Onu bırakmadan iyice kendime çektim ve sakinleştirmek adına saçlarını okşadım. Bir yandan ben de hüngür hüngür ağlıyordum. Ben saçlarına, okşamak için bile dokunamazken sen nasıl acımasızca saçlarını çekiştirebiliyorsun? 

Haykırışları beynimde yankılanıp acı veriyordu. Kulaklarımı kapamak, onun o acı dolu hıçkırıklarını duymamak için bir yol aradım. Fakat onun çaresizlikle çıkan sesi bir türlü kulaklarımdan çıkmıyordu. Hosoek...

Hemşire sonunda hazırladığı iğneyle bize doğru yaklaşmaya başlayınca diğer birkaç hemşire de gelip Hoseok'u tutmaya başladı. Ben de mecburen ondan uzaklaşmıştım. Tam tamamen ondan ayrılacağım sırada Hoseok buna engel olmak istercesine elimi sıkı sıkı tutmaya başladı. Onun uzattığı bu yardım elini elbette geri çevirmeyecektim. Benim küçük ellerim anında onun ellerini kavrarken Hosoek başını yatağa yasladı ve sessizce gözyaşı dökmeye devam etti. 

Hemşire sakinleştirici verip derin bir nefes alırken, Hoseok'u sabitlemeye çalışanlar da yavaş yavaş uzaklaşmıştı. Birkaç dakika içinde Hosoek'un nefesi az da olsa düzene girmiş, hıçkırıkları artık yerini kesik kesik çıkan iç çekişlerine bırakmıştı. Onu yatağa yatırırlarken hâlâ elimi bırakmamıştı. Benim de zaten onu bırakmaya niyetim yoktu.

Hemşireler odadan çıkıp bizi yalnız bırakınca yüzümü onun yorgun yüzüne çevirdim. Terlemiş olan saçlarını alnından geriye doğru iterken kaşlarını hafiften çattığını fark ettim. Bir yandan da arada elimi sıkıyordu.

Çenemin titremesine engel olamazken başımı eğerek bir süre ellerimize baktım. Onun eline düşen birkaç gözyaşıyla dudağımı ısırıp bu sefer gözlerimi tavana diktim. Ah Hoseok..keşke şu an çektiğin acıyı öylece senden alabilsem.

Burnumu çekip bir süre yüzünü izledim ve dayanamayıp yanındaki boşluğa yan yatarak uzandım ve onu döndürerek iyice kendime çektim. Bu sefer elini elimden çekip belime dolamıştı, ben de kollarımla onu sarıp başını göğsüme yasladım ve saçlarını yavaşça okşamaya başladım. 

☼☼☼

Yüzümde hissettiğim belli belirsiz dokunuşla kaşlarımı çatıp kafamı içeriye doğru indirdim. Yüzümün yarısı örtünün altında kalırken bu sefer de saçlarımla oynanmaya başlanmıştı. Huysuzca ne olduğunu anlamaya çalışırken son karelerin gözümün önüne gelmesiyle gözlerimi hızla açtım ve örtünün altından kafamı kaldırıp Hoseok'a baktım. Bana, her ne kadar gözlerinden hüzün ve yorgunluk aksa da gülümseyen bir yüzle bakıyordu. Fakat bu gülümsemenin gerçek olduğunu, rol kesmediğini anlayabiliyordum.

Ben de onun gibi doğrulup dirseğimi yatağa sabitledim ve elimle alttan başımı destekleyerek onu izlemeye başladım. "Ne zaman uyandın?"

Sorumla önce önüne gelen saçlarını arkaya itti, ardından "Az önce." diye yanıtladı. "Beni uyandırmalıydın." Sitemle konuşurken gözlerimi ovaladım ve "Nasıl uyuyakaldıysam.." diye daha çok kendi kendime mırıldandım. Hoseok'un yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. "Yorulmuşsun..ve de seni uyandırmak da istemedim. Başımın etini yersin falan." 

Son sözleriyle kaşlarım hayretle havaya kalktı. "Bak bak bak, ben de kıyamadım falan diyeceksin diye bekliyorum." Gülüp sırtını yatak başlığına yasladı. "Yoo, sessizlik iyiydi."

Gözlerimi devirip ben de onun gibi oturdum. İkimiz de bir süre konuşmazken parmaklarımla oynamaya başladım ve en sonunda "Üzgünüm..." diye fısıldadım. "Seni yalnız bırakmamalıydım." Onun başını bana çevirdiğini fark etsem de dönüp ona bakmadım. Onun yerine parmaklarımı izlemeye devam ettim. Ancak parmaklarımın üzerine kapanan uzun parmaklarla gözlerimi kaldırıp ona çevirdim.

Hoseok'un "Üzgün olma. Teşekkür ederim..en çok ihtiyacım olduğu anda yanımdan ayrılmadığın için. Beni yalnız bırakmadığın için..." diye konuşmasıyla anlayışlı bakışlarla ona karşılık verdim. O da gözlerinden okunan minnetle bana bakıyordu. 

Gülümseyip gözlerimi pencereye yönlendirdim. Hava kararmış, ay ışığı pencereden içeri sızıyordu. Utanmıştım da biraz... Onun gözlerine uzun süre bakınca elma gibi kızarmaktan korkuyordum.

"Senin için çok endişelendim, çok korktum." Gözlerim tekrardan dolmuş, boğazımda konuşmamı zorlaştıran bir yumru oluşmaya başlamıştı bile. Gözlerim, Hoseok'un pencereden yansıyan yüzünü buldu. O da bana bakıyordu. "Ne kadar çok zorlandığını henüz şimdi tam olarak anlayabildim ve bunun için kendimi kötü hissediyorum." Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatmaya başlayınca sözümü kesmeden sadece çenesini omzuma yasladı.

"Aslında umudun içinde umutsuzlukla nasıl savaştığını yeni yeni anlıyorum. Gülüşlerinde acıyla nasıl başa çıkmaya çalıştığını yeni görüyorum. İyi olmak için nasıl çaba sarf ettiğini şimdi anlıyorum ve seninle geç tanışıp o zamanlarda yanında olamadığım için özür dilerim."

Gözyaşlarım iyice artınca saklamak için yüzümü ellerimin arasına gömdüm ve sessizce ağlamaya başladım. Hoseok beni kendine doğru çevirdi ve başımı göğsüne yasladı. O, benim göğsümde ağlayarak içini dökmüştü, bu sefer ben onun kollarında ağlıyordum..o, benim saçlarımı okşuyordu.

Birbirimize ne kadar iyi geldiğimizi anladığım anlardan biriydi bu da...

En sonunda ağlamam durunca burnumu çekip ondan biraz uzaklaştım. O da kızarmış gözleriyle saçlarımı kenara itiyordu. "İtiraf etmem gerekirse..." Yutkunup başını eğdi ve acı bir gülümsemeyle devam etti. "Gündüzleri iyiyim ama geceler ağır geliyor. Bana sarılır mısın?"

Cevabımı beklercesine soran gözlerini bana çevirmesiyle hafiften gülümsedim ve sırtımı geriye yaslayarak kollarımı açtım. Küçük bir çocukmuşçasına heyecanla kollarımın arasına girince sıkıca doladım onu. Bırakmayacağıma söz vererek...

Gülüşlerinde saklı olan acıyı ve haykırışları geç fark ettiğim için özür dilerim J-Hope.

Umarım bölümü beğenmişsinizdir :')

Nasılsınız bakalım¿ Çok şükür artık yaza geçiş yaptığımız için buraya inşallah daha çok vakit ayıracağım.

Kitap bu arada nasıl gidiyor¿ Yorumlarınızı merak ediyorum ve eğer paylaşırsanız cidden çok mutlu olurum ^-^

Kendinize iyi bakın, Mavilendiniz.. 💙

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top