|15|

♪Jonas Blue-Perfect Strangers♪

Multideki Hana. Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen, iyi okumalarrr💙


Annem asansörden çıkıp tam karşımda durdu. Bense kapanan asansör kapısına bakıyordum. Annem boğazını temizleyerek dikkatimi çekince oraya yönlendirdim bakışlarımı.

"Anneciğim, sen neden uyandın? Uyuman gerekiyordu." Sıkıntılı bir şekilde gülümseyip elimi boynuma götürdüm. Annem de kollarını önünde kavuşturarak "Acaba yatağında olması gereken diğer bir şahıs kim?" diye imalı bir şekilde konuştu.

Gergince güldüm ve gözlerimi kaçırdım. "Ne işin var senin bu saatte dışarda? Dinlenmen gerekiyor dedikçe seni başka şeyler yaparken buluyorum. Hem..bu çocuk kim?"

Annem Hoseok'u süzerken ben de onunla birlikte bi süzmedim değil. Ben niye süzüyorsam gerçi? Elimle onu gösterdim. "Arkadaşım, Ho-."

"Dur bir saniye."

Hope araya girip sözümü kesince ona bakarak ne diyeceğini bekledim. Sesini hafif yükselterek işaret parmağını kendisine doğrulttu ve alınmış bir şekilde konuşmaya başladı. "Ne yani, benden bahsetmemiş miydin?!"

Ne diyeceğimi bilemeyip birkaç saniye gözlerimi başka yerlerde gezdirdim. "Imm.. hayır." Hafiften ona yanaşarak kaşlarımı çattım ve "Nasıl bahsetmemi bekliyorsun acaba?" diye fısıldadım.

Hoseok söylediklerimi dikkate almamış olacak ki omzuyla beni hafifçe itekleyip kenara çekilmeme sebep oldu ve annemin karşısına geçti. Beyefendi bir şekilde gülümseyerek, saygılı çıkan bir ses tonuyla "Merhaba efendim, ben Jung Hoseok. Kızınızın sanaldan arkadaşı." diye konuştu ve elini uzattı.

Son sözleriyle gözlerim sonuna kadar açılırken annem de şaşkın bir şekilde bana bakıyordu. "Sanal aleminde takılıp arkadaş yapmana şaşırdım."

Ben de anne, ben de. 

Hoseok en sonunda anlamış olacak ki durumu toparlamak istercesine geri söze girdi. "Aslında tam sanal sayılmaz. Ben de bu hastanede kalıyorum ve Hana'yı önceden burda birkaç defa görmüştüm. Daha sonra onu bularak mesaj atmıştım." Annem Hoseok'un da hastanede kaldığını öğrenince yumuşamaya başlamıştı zaten. Benden dolayı da, hasta çocuklara karşı ayrı bir dikkatli oluyor, şefkatli yaklaşıyordu. Kafasını hafiften sallayıp "Anladım.." dedi. 

Geri bakışları bana dönünce ciddileştiğini fark ettim. "Yine de bu saatte dışarda ne işiniz vardı Tanrı aşkına?" Şirince gülümsemekle yetinmiştim. Hoseok yine beni kurtararak "Onun için üzgünüm. Ben zorlamıştım onu." diyince kaşlarımı kaldırarak ona baktım. O ise bana bakmadan devam etti. "Temiz hava almak iyi gelir diye düşünmüştüm ama söz veriyorum bir daha dinlenmeleri aksatmayacağız."

Onu bilmem ama bu sözü tutma konusunda kendime pek güvenemiyordum ama annem bana bakıp Hoseok da bakışlarını gözlerime dikince hızla kafamı salladım. "Aynen." 

Annem de en sonunda iç çekti ve sonra asansörün düğmesine bastı. "Girin bakalım kaçaklar." Annem kenara çekilip geçmemizi isteyince önce ben, ardımdan Hoseok girdi. Annem de binip düğmeye bastı ve daha sonra Hoseok'a dönerek "Kaçıncı kat?" diye sordu. 

"2" Hoseok anında cevap verip ellerini de önünde birleştirdi ve kabine yaslandı. Annem ikinci kata da basarken asansör kapıları kapanmaya başlıyordu. İkinci kata gelince Hoseok gülümseyerek bize döndü. Önce bana, daha sonra anneme bakarak "İyi geceler." diyince biz de iyi geceler diledik. Hoseok tam çıkacağı sırada annemin ona seslenmesiyle durup ona baktı. Ben de bakışlarımı anneme çevirmiştim. "Güzelce dinlenmeyi ihmal etme."

Hoseok içten bir şekilde gülümseyip "Peki efendim, teşekkürler." dedi ve asansörden tamamen çıktı. Kapılar tekrar kapanmadan önce Hoseok son kez bize el sallıyordu. Ben de hafiften gülümseyerek karşılık verdim.  

"Şeker çocukmuş." 

Şaşkınlıkla anneme bakarak "İyi de daha yeni tanıştın, doğru dürüst konuşmadın bile. Nasıl anladın?" dedim. Kaşlarını hafiften çatıp bana baktı. "Anneler anlar. Hem bu konuşmalardan da gayet anladım çocuğun nasıl efendi biri olduğunu." O esnada kapıların açılmasıyla annem tepkimi beklemeden asansörden çıktı. Ben de şaşkın şaşkın peşinden ilerliyordum. Sanki biricik oğluşunu övüyordu bana, hallere bak.

"Ne çocuklar var, saygılı saygılı... Sense bir insanla iki kelime konuşmak zorunda kalsan bunu engellemek için gerekirse ülke değiştirirsin."

"E yok artık ama!" Şaşkınlıkla çıkan nidama karşılık annem kafasını çevirip bana baktı ve tek kaşını kaldırdı. "Yeni insanlarla tanışıp sohbet etmeyi seviyor musun?" Anında "Hayır." diye atlayınca kaşlarını kaldırıp indirdi ve önüne döndü. "Ama sen karşıma durmadan birilerini çıkartıyorsun. Gereksiz sohbetleri sevmiyorum ben." Omzumu silkip söylendiğimde annem koluma bir şaplak indirdi. Kolumu kendime çekerken dudaklarımdan da bir iniltinin kopmasına engel olamamıştım. 

"Ah, anne! N'apıyorsun ya?"

"Yine de saygılı, tatlı tatlı konuşabilirsin. Hoseok gibi."

Annemin şu anda, tam olarak bile tanımadığı birini övmesi çok sinir bozucuydu. "Of anne. Yoruyorsun beni." Kapıyı açıp odaya girerken annem de peşi sıra girdi. "Uyu sen de." Yatağa oturup Mutluluğum'u elime aldım ve anneme baktım. "Ne alaka, ne alaka pardon?"

Gözlerini devirerek tam yanımdan geçeceği sırada gözleri elimdeki pandaya kaydı. "O da nerden çıktı? Öyle bir oyuncağın olduğunu hatırlamıyorum." Gözlerimi kısarak "Sanki tüm oyuncaklarımı biliyorsun da." dedim. Annem de aynı şekilde gözlerini kıstı ve "Senin bile bilmediğin şeyler biliyorum hakkında." diyerek sinsi sinsi konuştu. Size bir şey söyleyeyim mi? Bu kadından korkuyorum. 

"Her neyse, Hoseok aldı." 

Oyuncağıma bakarken bir yandan da gülümseyerek okşuyordum. Pandama kısaca Mutluluğum diyordum. Bilmiyorum, öyle diyesim gelmişti. Annem koltuğa oturup imalı bir şekilde konuştu. "Ooo, siz bayağı yakınlaşmışsınız. Aferin kızım, nasıl erkekleri tavlayacağını iyi biliyorsun." Gözlerimi sonuna kadar açarak ona baktım. "Ne?! Tabi ki öyle düşünmüyorum onun hakkında."

"Ufacık bile düşünmüyor musun? Emin misin?"

Benim annem neden böyleydi? 

Cevap vermeyip arkama döndüm ve üstümü örterek yattım. Bir yandan da yalandan esniyordum. "Benim uykum geldi. Hadi iyi geceler."

"Hemen kaç zaten."

Bir süre sonra ondan kıpırtılar gelmeyince uyuduğunu anladım. Başımı çevirip şöyle bir baktım ve dudaklarımı büzdüm. Benim bile daha doğru dürüst itiraf edemediğim, düşünmekten kaçındığım konuyu annem anlayıp dile dökmüştü. Bu düşünceleri başımdan savmak amacıyla kafamı iki yana salladım ve geri önüme dönerek gözlerimi kapattım. En iyisi zamana bırakmaktı. Umarım o kadar zamanımız da vardır, tek temennim buydu şu aralar... 

☼☼☼

Yüzümde hissettiğim şeyle kaşlarımı çattım istemsizce. Uykum beni artık yavaş yavaş terk ederken huzursuzca açtım gözlerimi. Karşımda kocaman kocaman bakan bir çift göz beklemediğimden refleksle doğrulmuştum. Tabi karşımdaki kişi bana çok yakın olduğu için ve de sanırım bu tepkimi tahmin edememiş olacak ki geri çekilemeden benden güzel bir kafa yemişti.

Hoseok acıyla inlerken bende aynı şekilde elimi alnıma götürmüş, vurduğum yeri ovalıyordum. "N'apıyorsun dibimde ya?"

"Ne bileyim ben senin hemen uyanacağını ve de uyanır uyanmaz da bana kafa atacağını! Ah..kafa, kafa değil taş sank-"

Benim kafasının arkasına bir kez daha vurmamla Hoseok'un söylenmeleri yarım kalmıştı. Bana bakan şaşkın bakışları daha sonra yerini sinire bırakmıştı. "Ne vuruyorsun kızım ya?"

Söylenip arkamı döndüm ve yerde duran terliklerime uzandım. "Kafana kaya atmadığıma dua et. Taşmış.."

En sonunda terliklerimi giyip gözlerimi kısarak ona baktım. O da ayağa kalkmış, aynı şekilde gözlerini kısarak bana bakıyordu. "Kahvaltıdan sonra spor salonunda olacakmışız. Seo Woo dedi." Kapıya ilerlerken bir yandan da konuşmasına devam ediyordu. "Saat 11'de aşağıda olursun. Bekletme beni taş kafa." Son sözüyle sinirlenirken anında yükseldim. "Taş kafa mı?! Aşağıda akşama kadar bekle de gör!" 

Söylediklerimden etkilenmeyip omzunu silkti ve kapıyı açıp çıktı. Tabi çıkmadan önce "Seo Woo'ya açıklama yaparsın taş kafa." demeyi de eksik etmemişti. Sakin kalmak amacıyla gözlerimi birkaç saniye kapalı tuttum ve derin derin nefes alıp verdim. Yok, ben onun kafasını kırmadan rahat edemeyecektim. Keşke daha güçlü kafa atsaymışım. 

Üstümü giyinip zaten masama konulmuş olan tepsiye doğru ilerledim. Üstündeki not dikkatimi çekerken sandalyeye oturup notu elime aldım ve okumaya başladım. 'Günaydınlar efendim. Hemşirenin odana doğru kahvaltıyı getirdiğini gördüm. Belki seni çabucak uyandırabilir diye ben getirdim. Çünkü büyük ihtimal dün geç uyuduğunu bilmiyordur. Güzelce kahvaltını yap. Daha sonra saat 11'de aşağıda buluşalım yine. Seninle spor yapmak için sabırsızlanıyorum.' 

Şimdi size bir soru. Ben bu çocuğa nasıl sinirli kalacaktım? 

İstemsizce gülüp kafamı salladım ve kahvaltımı yapmaya başladım. Çok bekletmemeyim bari. Her ne kadar sinir bozucu olsa da artık görmezden gelmeye çalışırdım.

Okuduğum kitaptan başımı kaldırıp göz ucuyla saate baktım. 12'ye doğru geldiğini fark edince telaşla kitabı yatağa koydum ve ayaklandım. Geç kalmıştım. Kafama sonradan dank etmesiyle dudaklarımı büzüp adımlarımı yavaşlattım. Beklesin, bana ne. 

Telefonumu da alıp odadan çıktım ve asansöre doğru ilerledim. Gerçi Seo Woo'nun tepkisinden korkmuyor değildim. Önceden de egzersizlerimi atlatırdım. Dışarı çok çıkamadığım için en azından spor salonunda kendimi çok yormadan egzersiz yapmamı istiyordu. Asansöre binip ineceğim zamanı beklerken bir yandan da telefonumu kurcalıyordum. Hoseok'tan iki cevapsız arama ve bayağı da mesaj vardı. 

BlueSide
Kızım nerdesin sen?

Seo Woo gelince seni korumaya çalışmam haberin olsun.

Gözlerimi devirip okumaya devam ettim. 

Daha sonra trip mi atıyorsun kafa mı atıyorsun napıyorsan yap

Ama şu an gel bari ya

BEN SENİ BEKLEMEK ZORUNDA MIYIM

"Bekleme, sanki ben bekle diyorum." Kapılar açılınca söylenerek asansörden çıktım.

Seo Woo geliyor.

S♪çtın

Yutkunup telefonu cebime koydum ve etrafa bakındım. Neredeydi bunlar? "Sonunda teşrif edebildiniz hanımefendi."  Arkamdan gelen sesle dudağımın kenarını ısırıp o tarafa döndüm. Seo Woo kolları önünde bağlı bir şekilde bana bakıyordu. Hoseok'sa omzunu duvara yaslamış, bıkkınlıkla gözlerini bana dikmişti.

Şirince gülümseyip ellerimi önümde birleştirdim. "Kusura bakmayın, kitap okurken dalmışım." 

Hoseok dik dik bakmaya devam edince 'ne' dercesine kafamı salladım. O ise gözlerini devirmekle yetinmişti. Seo Woo'nun hareketlenmesiyle ona döndüm. "Ben bilmem. Sonuçta birbirinizi bekleyecek olan sizsiniz." Seo Woo yürümeye başlayınca biz de peşi sıra onu takip ettik. "Ama tamam da Hope başlasaydı sporuna. Neden beni bekliyor ki?"

"Ben de meraklı değilim seni beklemeye."

Birbirimize bakıp aynı anda gözlerimizi devirince Seo Woo konuştu. "İkiniz de aksatıyorsunuz, ben de böyle bir çözüm buldum. Beklemek istemiyorsanız geç kalan kişiyi ikna edip spor yapacaksınız birlikte. O kadar." Arkasını dönüp gülümseyerek son sözlerini söyledi. "Yani birbirinize tatlı tatlı destek olacaksınız. Nasıl fikir?"

Seo Woo halinden memnun bir şekilde gülümseyerek cevabımızı beklerken birkaç saniye Hoseok'la göz göze geldik ve ardından pes edercesine ikimiz de omuzlarımızı düşürdük. "Harika (!)" 

Arkasına dönüp "Güzel, anlaştığımıza sevindim." dedi ve yürümeye devam etti. Biz de isteksiz bir şekilde, ayaklarımızı sürüyerek onu takip ediyorduk. Seo Woo bizi spor salonuna bıraktıktan henüz 1 saat geçmişti ki geri yanımıza gelmek zorunda kalmıştı. Aslında hiçbir sorun yoktu, ta ki Hoseok bana bulaşana kadar. Ben otururken Hoseok arkamdan sinsice yaklaşmış ve şişenin dibinde kalan suyu boynumdan t-shirtümün içine dökmüştü. 

Bilirsiniz ki sırtınızdan akan su sizi bayağı sinir eder, e ben de düşünmeden elimdeki suyu onun kafasına boşalttım. Tabi yine de sinirle hareket etmemeliydik. Düşünmeliydim. Böylelikle yarısından fazlası dolu olan bir şişe su hem Hope'u hem de yerleri ıslatmazdı. 

Hoseok karşımda ıslak köpek yavrusu gibi dururken gülmemeye çalışıyordum. Zira Seo Woo beni her an dövebilirdi. Hoseok'la göz göze gelmemle ben de artık dayanamayıp kahkaha atıverdim. Hoseok "Komik mi?" diye aksi bir şekilde konuşurken kafamı salladım sadece. Seo Woo da elini ağzına götürmüş, gülmemeye çalışıyordu. 2. kata gelmemizle Hoseok üstünden su damlata damlata asansörden çıktı ve son kez bir bana bir de Seo Woo'ya baktı. Ardından geri bana dönerek işaret parmağıyla beni gösterdi ve salladı. 

"Bekle sen."

Göz kırpıp "Sen başlattın." derken asansörün kapıları da geri kapanmaya başlıyordu. O ise sinirle bakmakla yetinmişti. Benim kata da gelince Seo Woo benimle birlikte indi. "Odana geçip güzelce kurulan ve ilaçlarını içip dinlen. Birazdan sana yeni ilaçlar getireceğim." Ben durgunlaşmaya başlayınca elini omzuma koymasıyla geri dikkatimi ona verdim. "Hadi bakalım, üşütme. Ben geldiğimde yatağın içinde göreyim seni." 

Kafamla onaylayarak arkamı döndüm ve odama doğru ilerledim. Odaya girmemle üstüme bir yorgunluk çökmüştü sanki. Zar zor da olsa kurulanıp üstümü değiştirdim ve yatağın içine girdim. Komodinin üstünde duran ilaçları alıp bir süre boş boş baktım kutulara. Hope'la vakit geçirirken farkında değildim ama sanırım bedenim bayağı yorulmuştu veya kalbim bu kadar enerjiyi kaldıramamıştı. Burukça gülümseyip ilaçlarımı içtim ve uzandım. 

Tavanı izlerken bir yandan da Hoseok'u düşünüyordum. İçimde bir pişmanlık oluşurken yanağımın içini kemirdim istemsizce. Keşke dikkatli olsaydım, üşütebilirdi. Fakat onun yanındayken sanki tamamen sağlıklıydım. Sanki ikimiz de harika durumdaydık. Onunlayken öyle hissediyor, o şekilde davranmama engel olamıyordum ama artık dikkat etmeliydim.

☼☼☼

Kolumda hissettiğim sızıyla gözlerimi aralayıp uyku mahmuru bir şekilde bakışlarımı koluma çevirdim. Serum takılmıştı. Büyük ihtimal Seo Woo geldiğinde ben zaten uykuya dalmıştım. Gözümü ovalayıp doğruldum ve arkama yaslandım. Gözlerim pencerenin kenarında duran bedene kayınca elimi çekip dışarıyı izleyen Hoseok'u izledim ben de bir süre. 

Kıpırdanınca "Senin odan yok mu evladım? Her saat başı burdasın." diye huysuzca konuştum. O da bakışlarını bana çevirdi ve omuzlarını silkti. "Canım sıkılıyordu, geldim." Cevabına karşılık kaşlarım havaya kalkmıştı. "Bak, bak, bak." koluma dikkat ederken terliklerimi giydim ve serumun takıldığı direği de sürükleyerek Hope'un yanına adımladım. Çiçekleri izliyordu. Ben de cam kenarında duran suyu alıp yavaşça dökmeye başladım.

"Hiç çiçek bakmak gibi bir alışkanlığın yoktur sanıyordum."

"Bunu nerden çıkardın?"

Anlık gözlerimiz kesişince omzunu silkti ve camdan dışarıya baktı. Ben de dikkatimi, geri önümdeki çiçeğe verdim. "Bilmem, konuşmalardan falan öyle düşündüm sanırım. Çiçek bakanlar genelde sakin tiplerdir ama sen..pek öyle değil gibisin."

Gülerek bana baktığını hissediyordum ama onun tarafa dönmeyip sadece kıkırdadım. "Evet, pek sakin bir tip değilimdir ama zaten birini sadece mesajlardan tanıyamazsın. Yanındayken onun içini daha iyi çözümler, davranışlarından aslında nasıl biri olduğunu anlarsın." Mırıldanarak verdiğim cevaba karşılık o da kafasını salladı. 

"Zaten yanında durdukça tanıyorum seni ve anladım ki istisnalar olabiliyormuş bu çiçek bakma konusunda." Gözlerimi kısıp ona baktım ve elimdeki suyu bırakarak karşısına oturdum. Bir süre ikimiz de konuşmadan dışarıyı izlerken en sonunda Hoseok konuştu. 

"Annen nerde?"

Gözlerim dışarda dolaşırken cevap verdim. "Eve gitmişti. Babamla gelecek sanırım akşamüstü." Kafasıyla onayladığını göz ucuyla görmüştüm ama yine de bakışlarımı pencereden ayırmadan boş boş dışarıyı izlemeye devam ettim. Biraz zaman geçtikten sonra istemsizce iç çektim. Hoseok tabi anında "N'oldu?" diye sorusunu yönlendirmişti. Boş gözlerle ona bakıp çenemi elime dayadım ve enerjisiz bir şekilde konuştum. 

"Artık ailemin ilaç paralarımı, hastane masraflarını ödemeye çalışırken zorlanmalarını, acı çekmelerini istemiyorum. Bu yüzden bazen..keşke bu hastalığım uzun sürmese de bir an önce ölsem diye düşünürüm." Dudaklarımı büzüp bakışlarımı yere diktim ve yorgunca bir nefes aldım. Onların artık beni düşünüp sıkıntıya girmelerini istemiyordum.

"Neden bir an önce iyileşsem diye düşünmüyorsun?"

Acı bir gülüş yerleşti o an yüzüme ve bakışlarımı yerden çekmeden konuştum. "Sanırım çoktan pes ettim. Kendimi hazırlıyorum bu sona."

Hoseok dirseklerini bacaklarına dayayıp bana doğru yaklaştı. Ben de gözlerimi ona çevirmiştim. "Hani böyle düşünmeyecektik? Hani pes etmeyecektik, devam edecektik?" Gözlerimi kaçırırken "Evet ama-" diye söze başladım fakat Hope sözümü kesti. "Aması yok işte. O kadar konuştuk seninle. Böyle hemen pes edemezsin. Benimle yürüyeceğine söz vermiştin."

Hoseok masum masum, umutla bana bakarken hafifçe gülümsedim. "Umutsuz hissediyorum bazen bu şekilde. Kendime engel olamıyorum ama Hope..gözlerine bakınca bu duygular terk ediyor beni ve merak etme elini tutmaya devam edeceğim." 

O da genişçe gülümseyip "Ben de gözlerinin ta içine bakmaya devam edeceğim." diye tatlı sesiyle konuştu. Şu anda bana verilen ilacı boş verin. Benim asıl ilacım o'ydu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top