|13|
♪Shawn Mendes-It'll Be Okay♪
Tırnaklarımı kemirirken bir yandan da bacağımı sallıyordum. Odası olarak tahmin ettiğim yere getirmişlerdi onu. Panjurları kapalı olduğu için içeriyi göremiyordum ama uzun zamandır içerdeydi doktor. Neler oluyordu?
Çıldıracak düzeye gelmiştim artık. Endişem içimde büyüdükçe büyüyor, nefes almamı zorlaştırıyordu. Kapının açılmasıyla heyecanla başımı kaldırdım ve ayaklandım. Bu ani hareket başımın dönüp, gözlerimin kararmasına sebep olsa da birkaç saniye içinde geçmişti zaten.
Karşımda beliren tanıdık hemşireyle kaşlarım merakla havaya kalktı. Onun da yüzünde hafif bir şaşkınlık vardı. Beni burda gördüğüne şaşırmış olmalıydı. Gerçi haklı, hastaneye geldiğim zamanlar odadan hiç çıkmazdım.
"Hana?" Yanıma yaklaşınca ben de "Seo Woo?" diye sorarcasına konuştum. Benden birkaç yaş büyüktü, yine de direkt ismiyle seslenmemi istemişti.
"Senin burda ne işin var?"
Elindeki kağıtları indirirken aynı zamanda benden cevap bekliyordu. Gözlerim anlık onun odasına kayınca o da o tarafa baktı. Anladığını belli edercesine bana dönmesiyle ben de çekinerek ona baktım. "Arkadaşım..durumunu merak etmiştim."
"Ah, sonunda sana yazabilmiş anlaşılan." Başını yana çevirmiş, daha çok kendi kendine konuşur gibiydi. "Efendim?"
Gülümseyerek bana döndü ve "Yok bir şey." dedi. Gözleri bir süre kağıtlarda gezindikten sonra güven veren bir sesle geri konuştu. "Hoseok'u merak etme. Yeni bir tedavi deneniyordu ve sanırım aşırı yorgunluktan bayıldı."
Rahatlarcasına bir nefes verip gözlerimi bir iki saniye kapattım. "Yani ciddi bir şeyi yok di mi? O iyi?"
Kafasını sallayıp "Aynen, merak etme." dedi. "Birazdan doktor da çıkar, istersen yanına gidebilirsin ama tabi çok yormamak şartıyla."
Yüzümde anında gülücükler açarken o da içten bir şekilde gülümsedi ve elini omzuma koydu. "Birbirinize destek olun. Atlatacaksınız." Son kez gülümseyip benden ayrılınca ardından bakmakla yetindim. Umarım atlatırdık...
O esnada kapının açılma sesiyle başımı çevirdim ve doktorun çıktığını gördüm. Doktor uzaklaşana kadar bir süre oyalandıktan sonra artık gözden kaybolmasıyla yavaşça odasına adımladım ve sessizce kapıyı açtım. Belki uyuyor olabilirdi.
Aralık kapıdan başımı sokup bakındım ve yatakta uzanan bedenini gördüm. Gözleri kapalıydı ve düzenli bir şekilde nefes alışverişini görebiliyordum karnının üstünde duran eli sayesinde. Ses çıkarmamaya özen göstererek içeri girdim ve ardımdan kapıyı kapattım.
Usulca yatağın yanında duran sandalyeye oturdum ve onu izlemeye başladım. Onu bu kadar yakından görebilmek kalbimin heyecanla atmasına sebep oluyordu. Tatlı bir yüzü vardı. Alnına düşen saç tutamlarını çekme isteği vardı içimde.
Bu isteğe karşı koyamazken çok geçmeden elim otomatik saçlarına gitmişti. Yavaşça kenara iteklerken bir yandan kapalı olan gözlerine bakıyordum. Uyansa ne yapacaktım acaba?
Elimi tam çekecekken tutulmasıyla gözlerim panikle sonuna kadar açıldı. Elimi tutup karnına koydu ve gözleri kapalı bir şekilde kısık sesiyle konuşmaya başladı. "Genelde uyuyan birisi öperek uyandırılır. Ben de bekliyorum acaba ne zaman öpecek diye."
Bu sefer ağzım da şaşkınlıkla aralanırken elimi telaşla çektim. "N-ne?"
Gülümseyip gözlerini açtı ve bana baktı. "Şaka, gül diye."
Yalancıktan gülümseyip "Ha ha." dedim ve kollarımı önümde birleştirdim. "Korkuttun beni."
Artık ciddi halime dönmüş, başımı yere eğmiştim. "İyiyim sorun yok, korkma."
Bir şey demeden parmaklarımla oynarken bir süre ses çıkmadı. En sonunda Hoseok'un "Hana.." diye seslenmesiyle başımı kaldırmadan "Hm?" diye tepki verdim.
"Yakından daha güzelmişsin."
"Ha?"
Başımı şaşkınlıkla kaldırıp tepkimi saklayamadan gözlerine baktım. O ise gülmekle yetinmişti. "Ve tatlı."
"Hoseok, yere düşerken kafanı çok mu sert çarptın acaba?"
Gözlerini kapatıp gülümsemeye devam etti. "Ne ya? Doğruları söylemek suç mu?"
"Hayır da.." Gözlerimi kaçırırken boğazımı temizledim. "Neyse.." diyerek hareketlenmesiyle ona döndüm. Çekmeceden bir şey çıkartıp önüme tuttu. Ben bir ona bir de karşımda duran pandaya bakarken o sırıtıyordu. "Ta daaa"
"Bu..ne?" Şaşkınlığım bayağı belliydi sanırım. Gözlerini devirip oturur vaziyete geçti. "Panda, görmüyor musun? İkinci arkadaşın, ilki benim çünkü."
Tatlı tatlı sırıtıp gözlerini kısmıştı. Bu hâline dayanamayıp gülerken o da gözlerini açıp beni izlemeye başladı. "İlk görüşmemizde dedim ya sana çikolata alacaktım diye ama sevmediğini söylemiştin. Hayır bir insan nasıl sevmez güzelim çi-"
Tek kaşımı kaldırınca Hope boğazını temizleyip asıl konuya geldi. "Neyse, sonra aklıma bu geldi. Dedim ki oyuncak bir panda alayım, her zaman yanında olamayabilirim ve korktuğunda buna sarılabilirsin."
Eğer Hoseok biraz daha konuşursa her an ağlayabilirdim. Elinde tuttuğu pandayı alıp dolu gözlerle inceledim. "Eski pandama benziyor."
"Cidden mi?"
Başımla onaylayıp gülümseyerek ona baktım. Onun da yüzünde hafif bir gülümseme oluştu ve ardından ellerini önünde birleştirdi. "Sana güzel bir arkadaşlık yapması dileğiyle o zaman."
Gözümdeki yaşları daha fazla tutamazken beklemeden boynuna sarıldım. Gözyaşlarımı görmesini de istemiyordum bir nevi. İlk başta şaşırmış olsa da kısa sürede kolları belimi bulmuştu. "Teşekkür ederim mutluluk virüsüm."
"Ne demek.."
Ayrılıp burnumu çektim ve elimde duran oyuncağa bakarak oturdum. "Sen..ne zaman geldin?"
Gözlerimi kaldırıp onun gözlerine bakınca üzgün olduğunu gördüm. Zaten bu soruyu sorarken de zorlanmış gibiydi. Beni incitmekten cidden korkuyordu. Buruk bir şekilde gülümseyip pandayı okşamaya başladım. "Dün geldim işte. Sabah uyandığımda burdaydım."
"Durumun.."
Devam edemeyince kafamı kaldırıp baktım. Başını eğmiş, elleriyle oynuyordu. Çocuk tatlılıktan ölecekti resmen. Önüne düşen saçları ve hafiften büzdüğü dudakları onu daha da tatlı yapıyordu. "Açık konuşacağım. Durumum çok da iyi değil, o yüzden geldim buraya. Olur da..olur da bana bir şey olursa hızlıca müdahale edebilsinler diye. Bir de sanırım yeni birkaç tedavi uygulanacak. Onu tam anlamadım."
Umursamaz bir şekilde omzumu silkip geri oyuncağa bakmaya devam ettim. Hoseok'un başını bana çevirdiğini hissedebiliyordum ama gözlerine bakacak cesaretim yoktu. Çünkü eğer onun gözlerine bakarsam ağlayabilirdim.
Gözleri farklıydı. Sorun değil, diyordu. Ağlayabilirsin, içini dökebilirsin, anlatabilirsin diyordu...
"Ama sana bir şey olmayacak. Tedavilerin işe yarayacak. Buna inanıyorsun di mi Hana?"
Gülümseyip alttan alttan ona baktım. "Öyle bir sordun ki, sanki hayır deme gibi bir lüksüm yokmuş gibi."
O da hafiften sırıtarak başıyla onayladı. "Yok tabi."
Bir süre ikimizden de çıt çıkmazken ağzımı araladım en sonunda. "Başarabilecek miyiz sence?"
Hoseok'la göz göze gelince devam ettim. "Bu hastalığı yenebilecek miyiz?"
Gözlerini duvara dikip bir süre sessiz kaldı. Ben de onu izlemeye başladım. Dalıp gittiğini zannediyordum ki usulca konuştu. "Belki de çok kanayacağız. Acımız olacak, yaralarımız artacak..."
Yutkunup bana baktı ve devam etti. "Ama iyileşeceğiz ve güneş yeniden doğacak. İyi olacağız...buna inan."
İkimizin de içinde cılız bir ışık vardı. Küçücük bir umut vardı. Bu söylediklerimize belki biz de tam olarak inanmıyorduk ama başka şansımız yoktu cidden. Hoseok bu konuda haklıydı. Yapabileceğimiz başka bir şey yoktu. Gözlerimiz canlı baksın ki ruhumuz da iyileşecek gücü bulabilsin...
Derin bir nefes alıp başımla onayladım. Bu ortamın havasını dağıtmak amacıyla omzumu dikleştirdim ve sesimin canlı çıkmasına özen göstererek konuştum. "E ben de burda olduğuma göre hastaneyi canlandırıyor muyuz?"
Hoseok anında o güzel gülümsemesini sunup gözlerini kısmıştı. İşte bu manzarayı seviyordum. Onun gülen yüzü...
"Bu arada Seo Woo senin de mi hemşiren? Seninle ilgilenen kişi mi?"
Gözlerini kaçırıp başıyla onayladı. Bunda bir iş vardı. "Çok iyi bir hemşire değil mi? Kafa dengi birisi."
Sözlerimle başını sallamakla yetinmişti. Kaşlarımı kaldırıp onu izlemeye devam ederken çekinerek konuştu. "Aslında..Seo Woo sayesinde Instagram'dan sana ulaştım."
Araya girmeden sözlerini devam ettirmesini bekledim. "O nickini söyledi bana ve beni bayağı ikna etmeye çalıştı. Sana yazmam konusunda."
Utanmıştı ve ben dışında her yerde geziyordu gözleri. Ufak bir kahkaha atıp sevinçle konuştum. "Seviyorum bu hemşireyi. İyi ki vermiş sana nickimi. Benimle de ilgilenen hemşire o ve baya iyi anlaşırız da."
O da gülümseyip bana baktı. "Senden bahsetmiştim. Seo Woo istersem Instagram adını öğrenebileceğini söylemişti. Bana mesaj attırana kadar canı çıkmıştı resmen ve de tabi sinirlenmişti."
Gülümseyerek anlattığı şeylere karşılık ben de kocaman gülümsedim. "Keşke daha erken mesaj atsaymışsın."
Gülümsemekle yetinip başını eğdi. Telefonuma bakıp sıkıntılı bir nefes verdim ve oturduğum yerden kalktım. Onun da bakışları anında beni bulmuştu. "Noldu?"
"Bana ayrılan sürenin sonuna geldik Hope. Yavaştan odama gideyim ben. Annem gelebilir her an."
Buruk bir şekilde gülümseyip elimdeki pandayı kollarımın arasına aldım ve göğüs hizamda tuttum. O da somurtup başını salladı. "Peki hangi odadasın?"
"Senin bir üst katında, 3. kattayım. 313 numara."
"Misafir kabul ediyor musunuz Hana hanım?"
Gülümseyip başımla onayladım. "Tabi ki ama kendinizi çok yormamak şartıyla Hoseok Bey. Şimdi ben gideyim, dinlen sen de."
Elini kaldırıp sallayınca ben de aynı şekilde karşılık verdim ve kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açıp tam çıkacağım sırada aklıma gelen şeyle arkamı döndüm. O da kaşlarını kaldırmış, ne diyeceğimi bekliyordu. "Bu arada, bu değerli hediye için teşekkür ederim. İsmini de koydum."
Heyecanla dikleşirken "Ne koydun?" diye sordu.
Sıcacık gülümseyip "Mutluluk Virüsü" diye cevapladım onu ve tepkisini beklemeden hemen dışarı çıktım. Ardımdan kapıyı kapatıp sırtımı kapıya yaslarken bir yandan da nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum. Neden bu kadar çok heyecanlanmıştım?
Yüz ifadesini tahmin edebiliyordum. İlk başta şaşırmış suratı ve ardından gelen gülümsemeyle ışıl ışıl parlayan gözler...
Her zaman gül J-Hope. Sen bunu hak ediyorsun, hem de fazlasıyla.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top