H44 ♂️

Keyifli okumalar. 🍁

▪️

Yedi yıl.

Dile kolaydı fakat acıyla yoğrulmuş bir kalp için zordu.

Yaşı on dokuz olsa bile, elini bıraktığı küçük kardeşinin ölümüne sebep olduğuna inanan Umut için zordu.

Ecmel'ine doyamadan Umut'unu kaybeden bir anne için felaketti.

"Açmayacak mısın?"

Telefon şaşkın bakışlarımız eşliğinde çalmayı sonlandırmıştı. Şu an belki de dördüncü kez arıyordu annesi ama Umut'un tepkisi aynıydı. Ekrana bakıyordu. Yalnızca ekranda yazan isme bakıyordu.

"Umut sence de artık açman gerekmiyor mu?" diye sordum anlayışlı olmaya çalışarak. Aslında sinirlenmeye başlamıştım çünkü annesi bunu hak etmiyordu

"İlerleme durdurulursa onu arayacaktım ben." dedi sonunda konuşmaya karar verdiğinde. "Ama şu an erken gibi."

"Dalga mı geçiyorsun benimle?" Sesim yükselmişti. Şu anda vereceği tepki zerre umurumda değildi. "Annen o senin! Ne demek erken gibi?"

"Bağırma bana." dedi normal bir tonla.

"Umut yedi yıl oldu. Annen sesini unutmuştur. Kim bilir ne düşündü yıllardır!" Ona sırtımı döndüm. Mutfak penceresinde yansımamız vardı. Perde çekili değildi, laciverte boyanmış gökyüzü bizi de kolunun altına almıştı. "Acaba saçı hala on dokuz yaşındaki gibi mi? Beni hiç mi özlemiyor?"

"Özledim."

"Ama hiç söylemedin." dedim. "Bilmeye hakkı vardı iyi olduğunu. Bir de iyi bir şey yapmışsın gibi telefonu açıyordum ama konuşmuyordum diyosun. Senin iyi olduğunu nefesinden nasıl anlasın?"

"Begüm bana bak." dedi. Pencereden onu izliyordum. Onun gözleri sırtımdaydı. "Böyle şeyler söyleme. Niyetimi biliyorsun. Beni tanımıyor gibi konuşma."

"Senin niyetini ben biliyorum annen değil. Hala erken diyorsun. Doktor bizimle ne güzel konuştu, umut doldu içimiz. Benim hayalim anneni de burada görmekti, yanında."

Uzun süredir ertelediğimiz bir konuşmayı yapıyorduk. Niyetim canını sıkmak veya onu suçlamak değildi.

"Biliyorum ama umutlanmak için erken Begüm."

Hışımla ona döndüm. Sandalyesinde doğrulmuş, çatık kaşarla bana bakıyordu.

"Ya Umut anlamıyor musun?" diye bağırdım. "Annen zaten yedi yıldır senin ölme ihtimaline kendini alıştırdı. Onu bununla daha fazla üzemezsin!"

Oğlunun ölme ihtimaline alışmış bir anne.

Yutkundu. Ben yutkunamadım. Kurduğum cümlenin her bir harfi kaynamış su damlaları gibi başımdan aşağı boşaldı. Az önce onu neyle yüzleştirmiştim ben? Annesinin hisleriyle mi; kendisinin ölme ihtimaliyle mi?

"Özür dilerim." dedim fısıldayarak. Sol gözü yavaşça parıldadı, yaşla doldu. "Umut özür dilerim."

"Onu bununla daha fazla üzemem, öyle mi?" diye sordu mırıltılı bir sesle. "Çünkü annem zaten oğlunun ölme ihtimalini kabullendi ve son kez de olsa görmek istiyor."

"Öyle demek istemedim." dediğim anda elini kaldırdı ve bakışları omzuma kaydı. Sol gözünde biriken yaş hala orada asılıydı. Akmaması için dua ettim.

"Tüm o notlar, benimle belgesel izlemen, haber okuman... Benim için umudun olduğunu düşündüğüm için doktordan çok sana inandım. Seninle bağlandım hayata yeniden. Su gibi içtiğim içkiyi yanında bir an olsun aramadım." Hala bana bakmıyordu. Onu kırdığım için kendime kızıyordum ama niyetimin bu olmadığını anlaması gerekirdi. "Aslında benim için o tarçınlı kekleri yiyip intihar ettiğinde anlamalıydım en az benim kadar umutsuz olduğunu."

Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Böyle bir şeyi nasıl düşünürdü? Onun iyi olacağına olan inancım her zaman fazlaydı. Kendimi her ihtimale hazırlamış olmam ondan yana umudumu kaybettiğim anlamına gelmezdi. Bunu ona bir an olsun hissettirmedim.

"Yanlış düşünüyorsun. Az önce niyetimi biliyorsun dedin bana. Sen benim niyetimi nasıl bilmezsin?"

Sessiz kaldı. Bana bir kere bile bakmadan ayağa kalktı ve mutfaktan çıktı.

"Umarım anneni bulduğunda benim gibi keşke demezsin!" diye bağırdım arkasından. "Çünkü ben dedim ve çok canım yandı!" Banyonun kapı sesini duydum. Kaçıyordu. Kimin haklı olduğunu bilmiyordum ama şu anda söylediklerimin gerçek oldu olmadığını düşünmek için banyoya kaçmıştı.

Masadaki tabaklara kısa bir bakış atarak Umut'un telefonunu aldım ve sakin adımlarla odaya gittim. Kapıyı kilitlemedim çünkü beni görüp görmemesini umursamıyordum. Şifresini bildiğim telefonun ekranını açtım. Bunu yapmaya hakkım yoktu belki ama annesine yaptığı haksızlık artık abartılı bir seviyeye ulaşmıştı. Şimdiden bana söyleyeceği her şeye hazırdım. Kızabilir, bağırabilir, suçlayabilirdi. Düşünmeden annesini aradım. Acaba annesi onu aramadığında merak edip aramış mıydı? Çağrı kayıtlarına hiç bakmamıştım. Aklıma gelmişti evet ama bu kadar özeline girmeyi hiç aklımdan geçirmemiştim. Şimdi durum farklıydı.

"Oğlum!"

Nutkum tutuldu. Kesinlikle böyle bir haykırış beklemiyordum. Heceleyerek söylediği acı kelime onun için yedi yıla sığdırdığı sessizliğin ilk harfi gibiydi.

"Umut'um."

Sessizlik.

Annesinin iç çekişlerimi dinlerken dudağımı ısırdım. Duyduğum ağlayış içimi yakıyordu. Dudaklarımı yavaşça araladım.

"Çiçek Hanım." Ağlayışı kesildi. Yüzünü hiç görmesem de şu anda irkildiğine emindim.

"Sen kimsin?" diye sordu cılız bir sesle. "Umut nerede?"

"Ben Begüm."

Ben Begüm. Harika bir tanıtma cümlesiydi bu.

"Kimsin kim? Bir şey mi oldu oğluma? Aramazdı beni, söyle bir şey mi oldu?"

Aramazdı beni. Acaba söylerken ne kadar acıyordu canı? Oğlum beni 7 yıldır aramıyor biliyor musun? Bu cümleyi Umut'tan ilk duyduğumda şaşırmıştım ama kalbime çok dokunmamıştı. Çünkü ben annemin varlığını yokluğunda hissetmiştim. Bu yüzden şimdi annesinin evladının yokluğunu nasıl hissettiğini az çok tahmin ediyordum.

"Hayır hayır!" dedim hemen. "Umut iyi, şu an burada değil ama az önce birlikteydik."

Aynı evde yaşadığımızı söyleyemezdim ya! Şu anda gelini ile konuştuğunu bilmesine gerek yoktu.

"Oğlumla konuşmak istiyorum. Lütfen bana onu ver. Konuşmak istemiyor mu benimle?" Burnunu çekti. Gözlerimi kapattım. Arkamda kalan kapı yavaşça aralandı. Sanki telefonla konuştuğumu duymuş da sessiz olması gerektiğini bilen küçük bir çocuk gibi aralamıştı kapıyı. Eminim ki telefonla konuştuğumu ve hatta kiminle konuştuğumu da biliyordu. Buna rağmen kapıyı sessizce araladı. Nefes bile almıyorduk. Buradayım ama sakın belli etme anneme der gibiydi.

"Çiçek Hanım-"

"Lütfen bana oğlumu ver. Sesini çok özledim." Boşta kalan elimi yumruk yaptım. Pek de uzun olmayan tırnaklarımı avucuma batırmak istedim ama bunu yapmayı bırakalı uzun zaman olmuştu.

"Umut İyi, daha iyi olacak."

"Ama bugün telefonumu açmadı. Normalde açardı. Bir saniye bile olsa nefesini dinlerdim. Artık onu bile çok görüyor bana. Onsuz, Ecmel'siz yedi yıl geçti. Söylesene nasıl dayanırım ben bu acıya?"

Onu o kadar iyi anlıyordum ki yedi yıl katlanarak sanki yetmiş yedi yıl gibi biniyordu sırtına.

"Sana yalvarırım, oğlumun sesini duymak istiyorum. Benimle konuşmazsa bile seninle konuşurken dinlesem onu. İyi olduğunu duysam, yemin ederim bir yedi yıl daha beklerim." Bu kadarı çok fazlaydı. Annesine bunu yapmaya hakkı yoktu. Bana yalvarması ne demekti?

Arkama dönmeye korkuyordum çünkü Umut'un bana doktorun yanından çıkarken nasıl baktığını hatırlıyordum. Umut doluydu. Şimdi eğer kırgın, umutsuz ve korkuyla baktığını görürsem tutunduğum o küçücük umut kırıntısı da beni terk ederdi. Bu yüzden ona bakmadım.

"Umut ile sizi konuşturacağım ama telefonda değil, yüzyüze." dedim kendimden emin bir sesle. "Umut'un nerede olduğunu biliyor musunuz?"

"Hayır, sadece Mersin'de olduğunu biliyorum. Gelmeyi çok denedim ama adresini bulamadım. Sen onun arkadaşı mısın? Lütfen bana yerini söyle. Uzaktan da olsa onu görmek istiyorum. Hep bunun hayaliyle yaşadım."

Arkadaş sorusuna cevap vermedim çünkü bunu kendisinin görmesi ve bizden öğrenmesi daha iyi olurdu. Hatta mutlu bile olurdu. Yıllardır görmediği oğlunu  27 yaşında ve yanında müstakbel eşi ile görmek onu çok mutlu ederdi. Yani umarım öyle olurdu.

"Biz Mersin'de değiliz. Umut benim yanımda, İzmit'teyiz. Biz yanınıza geliriz. Söz veriyorum Umut ve sizi yarın buluşturacağım."

Annesinin sevinç dolu gülüşü kulağıma doldu. O kadar içten, o kadar rahatlatıcıydı ki ben de gülümsedim.

"Allah senden razı olsun. Yıllardır dinmeyen gözyaşlarım şimdi mutluluktan akıyor." Burnumu çektim. Yüzümde hala asılı duran acı dolu tebessümle yavaşça omzumun üzerinden arkama baktım. Tahmin ettiğim gibi Umut odaya girmişti ve kapattığı kapıya sırtını yaslamış, ellerini arkasında birleştirmişti. Boş bakışlarla bana bakıyordu.

"Benim şimdi kapatmam lazım." dedim. "Size yazacağım."

"Tamam kızım." dedi ve ben başka bir şey söylemeden telefonu kapattım. Sanırım şimdi yüzleşme vaktiydi.

Ondan özür dilemeyecektim. Evet telefonunu izinsiz kullanmam hoş bir durum değildi ama annesini arayıp onu oğluyla kavuşturacağımın müjdesini verdiğim için asla özür dilemeyecektim.

"Neden yaptın Begüm?"

"Adımla seslenme geriliyorum." dedim iğneleyici bir tonla. Onu taklit ettiğimi anlamış olmalıydı ama hiçbir tepki vermedi.

"Neden yaptın Begüm?"

Çok güzel, birazdan bana kim olduğunu sanıyorsun da bu hakkı kendinde buluyorsun diye bir soru sorarsa tabii ki parmağımdaki yüzüğü fırlatıp o zaman hakkı olan birini bul demeyecektim. Parmağımdaki yüzüğü gösterip bu hakkı bu yüzükten alıyorum diyecektim. Neden mi? Çünkü ben Begüm Dora'ydım ve daha ilk konuşmamızda yakasından düşmeyeceğimin garantisini ona vermiştim.

Dediğim gibi bu ilişkiyi bir ihanetle veya yalanla  kirletmediği sürece ben her zaman ufak tefek sorunları çözmenin peşinde olacak olan taraftım.

"Senin için yaptım." dedim. "Özellikle de annen için." Ağzını açtığı sırada izin vermeyip önce ben konuştum. "Beni dinle Umut. Beni çok yanlış anladın. Ben de seni yanlış anladığımı ummak istiyorum çünkü senin içinde hala bir umut var. Tıpkı benim içimde olduğu gibi. Ben seninle ilk tanıştığımda seni kollarımda kanlar içinde bir otele taşıdım. Ben sana otel odasında sarılarak uyuduktan sonra sabah tek başıma uyandım. Ben aylardır kafamı kurcalayan soruların cevabını öğrenmek için senin hazır olmanı bekledim. Benim tek istediğim senin yanında olmak ve içimde büyüttüğüm umudu seninle paylaşmaktı. Eminim ki artık benden daha umutlusun çünkü sen asla ama asla umut etmekten vazgeçmezsin. Eğer vazgeçseydin o ilaçları hiç kullanmazdın. Benimle tanışmadan önce de kullanmazdın. Sen yaşamayı hep istedin."

Yaptığım en uzun konuşma bu muydu bilmiyordum ama bayağı uzun bir konuşma yaptığımın farkındaydım. Daha içimde onca şey vardı. Eğer uzatacak olursa hepsini söyleyebilirdim. Dilim yorulacaksa da onun için yorulsun, başka bir şey için değil. Sırtını kapıdan ayırdı ve aramızda hala bir kaç santim boşluk bırakarak bana yaklaştı.

"Benim için, özellikle annem için yaptığını biliyorum. Ama iyi ki sormuşum bildiğim halde bu soruyu. İçindekileri duymak beni mutlu etti." Kaşlarımı çattım.

"O yüzden mi yüzünde gülümsemeye dair en ufak bir kıpırtı bile yok"

"Neden gülmem gerekiyor ki, az önce seninle tartıştık ve yine az önce annemle konuştun."

Omzumu silktim. Bu muydu yani sorun? Annesi ile konuşmamı mı kıskanıyordu?

"Ben sana telefonu aç dedim. Telefonu açsaydın bunların hiçbiri olmayacaktı. Evet annenle seni bir araya getirmenin planlarını kafamda kuruyordum. Sadece birkaç gün sonra ya da birkaç hafta sonra olacaktı o kadar ama sen kaşındın."

Kaşlarını şaşkınlıkla havaya kaldırdı. "Demek bunların planlarını çoktan  yapmışsın öyle mi?"

"Tabii ki, sana kalsa bir yedi yıl daha görmezdin anneni."

"Bana kalsa bir yedi yıl daha görmezdim annemi öyle mi? Bana kalsa yedi hafta bile yaşamazdım be!"

"Bak yine başladı saçma sapan konuşmaya." dedim gözlerimi devirerek. "Ya doktoru duymadın mı? Eğer ilerleme durdurulursa yaşadığın kadar yıl daha bile yaşarmışsın. Benim ne zaman öleceğim belli bile değil. Belki ben öleceğim yedi hafta sonra!"

Öfkeli bir şekilde bana baktı. Kaşlarını o kadar hızlı çatmıştı ki farkında olmadan yutkundum.

"Ne diyorsun kızım sen? Zaten hala unutmadım o tarçınlı kekleri nasıl yediğini? Bundan sonra ölmekten kimse bahsetmeyecek. Anladın mı?"

"İyi. Bana göre hava hoş. Hadi şimdi ikimiz için bir çanta hazırlayalım."

"Ne çantası ya!"

"Annenin yanına gideceğiz. Şaka mı yapıyorum sandın?"

"Ya sonra hallederiz bu konuyu."

"Ne demek sonra hallederiz? Kadına söz verdim."

"Vermeseydin!"

Ofladım. Gerçekten içten bir şekilde ofladım. Hala neyi uzatıyordu ki?

"Umut-" dediğim anda sözümü kesti.

"Yeterince adımla seslendin, yapma şunu. Geriliyorum."

"O zaman ikimiz için bir çanta hazırlamaya başla."

"Homon bor çonto doho hozorlo!" diye beni taklit ettiğinde ona çatık kaşlarla baktım. O ise arkasını dönerek elbise dolabının önüne geçti ve kapağını açıp içinden çıkardığı sırt çantasını gelişigüzel bir şekilde yatağa fırlattı. "Sadece bir gün." dedi dolabından kıyafet çıkarırken. Hızlı adımlarla yanına yaklaştım ve katlı duran kazaklarından bir iki tane alıp yatağa fırlattım.

"Ne zaman döneceğimize annen karar verir."

"Sen gerçekten bir baş belasısın."

Tek kaşımı kaldırarak ona baktım. "Nasıl bir baş belası?"

"Tatlı baş belası." dedi ciddi bir tonla. "O olmazsa olmaz denecek türden."

Arkasını döndüğünde hızlı bir şekilde sırıttım. Onu kırdığım için en azından birkaç saat konuşmayız hiç sanmıştım ama sorunu kısa bir sürede halletmiştik. Sanırım en çok konuşmaktan kaçmayışımızı ve birbirimizi ne olursa olsun dinliyor oluşumuzu seviyordum.

Asıl o benim umudumdu, farkında değildi.

▪️

Merhaba ❤️

▪️ Sizce Umut ve Begüm tartışmasında kim haklıydı?

Çıkmadan önce yıldıza dokunmayı unutmayın. ✨

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top